17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
17 ÎHndkftntm 193f CUMHURtYET M Ü S A B A K A M I Z Tarihte TUrkler Için Arazi vergisi Vilâyette devir hazırlıkları başhyor Yeni malî sene başmdan itibaren, idarei hususiyeye devredilecek olan arazi ve bina vergilerinin kolaylıkla cibayeti için, şimdiye kadar Maliyede bu işlerle meşgul olmuş bulunan Maliye memurlannın vilâyet emrine verilmesi kararlaştırılmıştır. Belediyeye devredilecek bu memur ların miktarlarını tesbit etmek üzere Valinin başkanlığında bir komisyon teşek kül etmiştir. Komisyon, bu ayın sonuna kadar devren alınacak memurların mik tannı tesbit edecektir. Maliye teşkilâtmda şimdiye kadar arazi ve bina vergileri tahsilâtile meşgul olan kırk şube vardı. Bu şubelerden alınacak memurlar, Be lediye kadrosu dahilinde muhtelif Be lediye şubelerine merbut bulunan yirmi yedi Belediye tahsil şubelerine tevzi e dilecektir. DUNE NAZARAN NASIL YAŞIYORUZ? Bir telâkki meselesi Muharrirlerimizden Ercümend Ekrem Taluya bir meyva tuzu almak lüzumu hasıl olmuş. Arkadaşımız Avrupalı bir müstahzar aldırmak istemiş. Halbuld kendisine bu melaı pek cüz'î farkla am balajına kadar ayni olmak üzere yerli mah olarak getirmişler. Çok kere ikinci tabiat hükmünü alan itiyad şu zahirl manzara karşısmda muharririmizin key fini kaçırmış, ve bu hiddetle onu biraz sert bir dille ecza amillerimizle tamamen başka vadide bir hasbihale sevkermiş. Onlar bu ders varici vaziyetten alınmış lar. mukabeleye kalkışmışlar, ve böyle likJs hiç yoktan mesele içinde bir mesele çıkmış. Bu lüzumsuz münakaşayı tajfiye et mek için evvelâ Cumhuriyette ba«!an yazmın hiç kimseye ve hassaten ismi geçen müsUhzann amiline tevcih edilmi} hususl bir hücum mahiyeti olmadığmı tasrih edelim. Bütün milletçe ulusal endüstriye kıymet verdiğimiz şu devirde ecza amilleri mizden pek çoğunun takdirlerimize lâyık birçok muvaffakiyetler kaydetmekte ol duklannı zikretmekse bir vazifedir. Muharririmiz itiyad sevkile hiddet edeceği n* kendisine getirilen metaı dikkatle muayene ve tecrübe etseydi bunun yerlisinin yabancısma faik sayılacak meziyette bir müstahzar olduğunu görmüş olurdu. Eczacılıkta da elbette icad olunacak ve hatta tektük hergün icad olunmakta olan yenilikler vardır. Fakat bütün dün ya memleketlerinde harcıâlem bir kısım metalann yalnız terkib itibarile değil, şekil ve isim itibarile de biribirlerine benzedikleri herkesin mar'^udur. Taklidin benzer kelimeler üzerinde oynıyan masum bir şekli var ki bugün dünya eczacılık âleminde adeta mübah haline gelmiş bulunuyor. Nihayet bu işin şu veya bu menfaate dokunur farzolunabilen ta rafları varsa bu türlü iddialann kanun kitablarile mehenk taşına vurulmak için hakyerlerinin kapısı herkese açıktır. Ulusal endüstriye kendi marifetlerini katmak için çok çalıştıklanna memnuniyetle vâkıf bulunduğumuz eczacılarımızm nihayet bir telâkki meselesinde ufak bir noktai nazar farkından dolayı lüzu mundan fazla müteessir olmalarına da mahal yoktur. Meselâ Beyoğlundaki Kanzuk eczanesi bir zamanlar İngiliz eczanesi olarak maruf ve meşhurdu. Şimdi yeni sahibi olan Türkün elinde bu eczane eski haline nisbetle herhangi bir kıyasa imkân bile bırakmıyan yükseklikler kazanmıştır. Bizce mühim olan nokta buradadır, ve biz bu vaziyetle ancak iftihar edebiliriz. * * de, bugün indiği otelde Viyanadan, Berlinden, Paristen, Sofyadan veya Peşte den gelen bir müşteri gibi konfor istiyor' muş. Bunlar bizi sevindirecek şeylerdir. Aile reisine gelince, o eskisi gibi gecelerini dışarlarda geçirmiyormuş. Çünkü ailelerin içinde eğlenceler, ziyaretler var ve vaktini geçirebiliyor, bütçesini bozmuyormus. Halk hesabını öğrenmiş. Bu çok iyi. Yalnız içtimaî hayatımızın yeniliklerine uymak icin yapılan bütün bu şeylerin içinde hoşa gitmiyenleri de var: O da halkımızın bir kısmı tarafından modern yaşayısın yalnız bir kabuk ve bir gösteriş telâkki edilmesidir ve güçleri yetse de, yetmese de o hayata uymağa çalışmalarıdır. Meselâ bunun yüzünden en büyük ihtiyacımız olan gıdamızı almamamız, ete perhiz etmemiz, yağın kötüsünü ye memiz ve bir manto yapmak için ev eş yamızı mezada götürmemızdır. Hayat, durmıyan ve durmadan akan birşey olduğu için zamanla bu ifratlann da yatısacağını ve kitab okumanın da modern olmanın birinci şartlanndan bu lunduğunu ve Avrupalınm en basit bir hayat seraiti içinde de konforla yaşadığını ve konforla alâyiş arasmda hiçbir münasebet bulunmadığını öğreneceğimizi ümid etmek ve o günü beklemek bence fazla bir nikbinlik sayılamaz. Söylenen büyük sözler 17 Anketten çıkan netice Bizdeki darlık, îktısadî buhranın tesirieri kadar, medenî hayatımızın genişlemesile ihtiyaclarımızın artmasüiclan da ileri gelmiştir Bu ankete başladığımız zaman he defimiz dünyayı ka sıp kavuran iktısadî buhranın memleke ' timiz hududları içinde ne derecelerde tesir yaptığını ve bilhassa bizde hangi mesleklerin bundan en fazla zarar gör düğünü, halkın iştira kabiliyetinin ne de receye kadar düş müş bulunduğunu tesbit etmekti. Bu maksadla kendisine müracaat ettiği miz meslek sahibi nin: Pierre Lotinin fikirleri «Türk asillerin asilidir. Yapma olmıyan, gösterişi olmıyan bu pek yüksek asalet ona, tabiatin hedivesidir» nTürk, asillerin asilidir. Yapma olmıyan, gösterişi bulunmı yan bu pek yüksek asalet ona, tabiatin hediyesidir. Sadelik içinde ihtisamı, sükunet içinde belâgati, zarif bir durgunluk içinde duygulu bir hayatiyeti ve ... pırutılı bir hayat içinde kibar bir hakikati hissettiren yegâne mevcud Türklerdir. Şark, hulya ve efsa • neler âlemidir. Türk, o rengâ renk âlemin gözüdür, dilidir, tftğıdır ve yasıyan hakikatidir.» aTürkü anlamamak için tari he göz yummak gerektir. Haksız hücumlar ve pespaye iftiralar önünde Türkün vakur kalışt, süphe yok ki, körlerin hakikati es yayt idrak etmediklerini düşündüklerinden ve körlere aeıdık larındcndır. Bu asil acıyıs, o ze lil iftiralara ne beliğ bir cevab oluyor?» Pierre Loii Bahriye üniformasile Piyer Loti ve imzası verleri tarafından hakkımda yazılan o lutufkâr ve dilfirib fikirlerin tercümesini dün alabildim. Lutfen söyleyiniz ki aziz Türkiyemize ruhumla, bedenimle sadıkım ve hakaretlere, tehdidlere rağmen Türklerin ruhundaki asaleti, ulviyeti daha ziyade tanıtmaya çalışacağım.» Loti, 1891 de Fransa Akademisine girdi, san'atkârlığının son mükâfatmı görerek ölmezler arasına kanştı. Dünya dan göçüşü 1928 dedir ve Hendeyde vukua gelmiştir. Fransız münekkidleri onun kuvvetli bir üslubcu olmadıgını, fakat mükemmel bir impressioniste ve hayret uyandıncı bir Paysagiste olduğunu söylerler. Doğrusu budur. Loti, insanların ruhunu, mizacını teşrihle uğraşmadı, tabiati tasvir etti. Üslubu da bu sebeble tabiat gibi yer yer yükselir, alçalır. Bazan dağlara, bazan kırlara benzer. Bununla beraber o üslub, gene tabiat gibi, güzeldir, kapıcıdır. Türklüğü alâkadar eden taraf, eserlerinden ziyade, muhtelif vesilelerle lehimizde hareket etmesidir. Bütün Avrupanın Türk lüğe kir bulaştırmak ve Türklüğün haklarını çiğnemek istediği bir sırada Lotinin asil bir durum ?' utulur dostluklardan değildir. Piyer Loti kimdir? Şarka göniil veren bu ince ruhlu Fransız, iyi ve fena günlerde Türkün samimî dostu kaldı. Türkler, onun romanlarında kendi yurdlannın hakıkatini bularak değil, fakat bu yurdun güzelliklerine meclub bir kalbin şirini sezerek Piyer Lotiyi takdir ettiler. Fakat büyük Fransız edibinin hele Balkan Harbinde gür bir sesle Türkün hakkını müdafaaya koştuğunu görünce mınnettar oldular. O, 1913 te îstanbula geldiği vakit, bütün Türk münevverleri, yüreklerinde kaynıyan şükran duygulannı ortaya dökmüşler ve «Türk dostu Piyer Loti» lıakkındaki diisüncelerini vazmışlardı. O tarihte henüz pek genc bir muharrir olan Falih Rıfkı şöyle diyordu: «Bence Türk tarihi Piyer Lotinin adını aziz Trakyanın ikinci fatihleri sırasında sayacaktır. Yeni Dreyfüsün yeni Zolasını insaniyet tarihi de unutamaz!..» Bu hükmün kıymeti, o günün Piyer Lotisine Türk münevverle rinin nekadar minnettar olduklannı pek canlı surette ifade etmesindedir. Türklerce bu kadar tanılmiş ve bu kadar sevilmiş olan Loti, Rochefortludur, eski bir protestan ailenin çocuğudur, 1850 de doğmuştur, asıl adı Louis MarieJulien Viauddur. Hayata bahriye zabiti olarak girdi, Japonyada, Senagalde, Çin kıyılannda dolaştı, birkaç kere Istanbula geldi. Bu seyahatler onda şark için büyük bir sevgi husule getirdi ve birçok eserlerini o sevginin ilhamlarile yarattı. Aziyadesi, Bir Sipahinin Romanı, Dezanşantesi, La Turquie Agonisante'ı o cümleden olup Au Maroc, Ver îspahan ve Jerusalem romanları da şark hayatma aiddir. Piyer Loti ilk eseri olan Aziyadeyi yirmi dokuz ve son eserini ki Prime Jeunessetir yetmiş bir yaşında iken yazdı. Fakat iki roman arasında geçen kırk iki yıl içinde en küçük bir inhitat eseri göstermedi, hep genc ve hep dinc kaldı. Piyer Lotinin Türkiye ve Türkler hakkında birçok güzel ve heyecanlı yazıları vardır. Türk münevverlerinin, yukanda söylediğimiz, neşriyatı üzerine de İstanbula şu mektubu yollamıştı: «Ne yazık ki türkçe okumak bilmiyorum. Türk münev M. T. T. , Fedakâr Üîr itfaiye neferi vefat etti Bundan altı ay evvel Şehremininde büyük bir konak yanmış, alevler bütün bir mahalleyi tehdid ederken Fatih itfaiyesine mensub iki itfaiye neferinin çatıya çıkıp su sıkmalan sayesinde yangının ö nüne geçilmiş, fakat bu iki cesur itfaiye birdenbire yere düşerek ağır su rette yaralanmıştı. O vakit hastaneye kaldınlan bu iki itfaiye neferinin hayatlan kurtanlmış, fakat son zamanlarda 228 sayılı Ahmedin sıhhî durumu fenalaşmısb. Yapılan bütün ihtimamlara rağmen bu cesur vatandaş kurtanlamamıs ve evvelki akşam Guraba hastanesinde ölmüştür. Ahmedin ölümü itfaiye men subları tarafından büyük bir yeisle karşılanmış, bu kıymetli arkadaşlarına bü yük bir cenaze töreni yaparak gözyaşları arasmda Ahmedi Edirnekapı mezarhğı na gömmüşlerdir. Ahmedin kimsesiz kalan ailesine Belediyenin yardım edeceğini ümid eder, itfaiyeye ve zavallının ailesine taziyetlerimizi bildiririz. Malatyada yeni yapılan hastane Malatyada yapılan yeni hastanenin bayramın birinci günü büyük törenle açıldığmı yazmıştık. Memleket için yeni bir sıhhat yuvası olan bu hastane, Or du müfettişi Orgeneral Kâzım Orbay tarafından açılmıştır. Belediye şimdiye kadar, kazanc, sa yım, arazi ve bina vergilerinden Vilâyet hissesi namile bir hisse alırdı. Arazi ve bina vergisi tamamile Belediyeye devre dilince artık Belediye, kazanc ve sayım vergisinden hisse almıyacaktır. Düne naza Bu iki verginin Belediyeye ancak 100 ran nasıl yaşıyo bin liralık bir varidat getireceği tahmin ruz? edilmiş ve ona göre varidat bütçesine Sualimize verdi tahminî bir miktar konulmuştur. ği cevab şu oldu: Bambaşka!.. Ve hepsi ayn ayn kendi noktai na zarlarına ve müşte rile kendi temaslarına göre bunu bize anlattılar. Şofor halkın tramvaylan Artık yaşama telâkkimiz ve tarzımız da değişti, tercih ettiğini, gar aile içinde de eğlenebiliyoruz son, eski hovarda Fakat hayat değişti. İnkılâb terbiyesi lann kalmadığını, kapıcı, herkesin kendi işini kendi gördüğünü ve ucuz halkı çok medenileştirdi. Kârgir ve konyaşamak icjn elden geldiği kadar çalıştı forlu bir apartımanda oturmanın, rahat ğmı, kasab, halkın ete perhiz ettiğini, bir karyolada yatmanın, süslü bir sofrabakkal, eskiden ayda yetmiş seksen lira da yemek yemenin, temiz bir banyoda bakkal masrafı yapan cömerd müşteri yıkanmanın, iyi giyinmenin, hatta eğlennin artık kalmadığını, otelci, lise mezun menin de yaşamak için zarurî birer ihtilarile mütekaidlerin garsonluk etmek ü yac olduğu anlaşıldı ve böyle iyi yaşa zere müracaat ettiklerini, kadın berberi, mak için içtimaî şeraitin tamamile uygun müşterinin taksitle permanant yaptırmak olduğu memleketımızde iktısadî şeraıtın istediğini, terzi, müşterinin santimle ku uygun olmayışı, ve eski hayata göre omaş getirdiğini, ve kitabcı, kıtab satın lan kazanclanmızın bu seviyeden düş alanların kalmadığını söyledi. Kadın mese bıle bugünkü hayata elvermeyişı, kumaşı satan dükkâncı da müşterinin u memleketimizdeki beynelmilel buhranın yerli bir yardımcısı oldu ve hatta daha cuz mal aradığını ilâve etti. garibi bu gelirimizin ihtiyacımıza yetmeGülhane hastanesinde «Ismail Hakkı Sandal bedestenine gittik, halkın, sandıKanveren» adında tanınmış bir hademe ğmda, sepetinde ne varsa rehin ettiğini yişi ihtimal bize buhran gibi göründü. Halkımız ne istiyor? Dünyanın bütün vardır. îsmail Hakkı Kanveren, beş se ve mezadlarda artık mücevher, hah gibi kıymetli ve lüks addedilecek şeylerin de medenî insanları gibi yaşamak istiyor. nedenberi, muhtelif hastanelerde, kan sızlara, vazıhamleden kadınlara, verem ğil, oda eşyası, palto, semaver ve yor Yalnız zengın olanlar değil, amele sınıfı gan ve yemek takımı gibi en lâzımlı eşya da medenidir ve o da bu ihtiyacı duyuyor. lilere verilmek üzere vücudünden tam sını pazara çıkardığını gördük. îşte bu ihtiyacın zorlayışı neticesidir ki 75 kilo 300 gram kan aldırmıştır. Bu aîşte bu araştırma bize anlattı ki mem saçlarını güzel göstermek için, amele kızı damın vücudünden alınan kanın hernevi taksitle permanant yapmağa gidiyor. Az lekette bir sıkıntı vardır. hastalıktan âri olduğu, veremlilere, Bunu tesbit ettikten sonra sebeblerini kazanan da iyi giyinmeğe ve yaşamağa vazıhamleden kadınlara, fakrüddeme çalışıyor. Ben Avrupada on sene dolasmüptelâ olanlara gayet faydah olduğu, araştırdık. Türkiye ticaret ve iktısadî beynelmilel tım. Haftada kadın berberine uğramıyan doktorlar tarafından verilen raporlardan münasebetleri pek geniş olan modern, bü bir işçi kızı, veya bir hizmetçi kadına anlaşılmaktadır. Hiçbir ücret almadan yük bir devlettir ve Avrupa memleketi tesadüf etmedim. vücudünden kan veren îsmail Hakkınm gibi beynelmilel buhrandan zarar gür Terzi, müşteri eksiliyor, diye şıkâyet damarlan, tabiî bir tahaffuzsevkile eti müştür. ediyor. Çünkü bugün ortahalli genc kız, nin içine gömülmüş bulunmaktadır. Kan Fakat bizdeki iktısadî buhranın amil san'at mektebinde kendi esvabını, kendi almak için damalannı bulmak icab ederlerinden bir tanesini de gayet mahallî ve biçmesini öğrenmiş, fuzuli surette terzi se etini kesip damarlannı uzun uzadıya hiç te beynelmilel olmıyan bir sebebdir: parası vermekten kurtulmuştur. Ve müşaramak icab etmektedir. Resim birçok Bizde içtimaî şeraitin eskisine nazaran teri kadın muktesıddır, onun için dükkânvatandaşlann hayatını kurtaran fedakâr dan kumaş alırken malın iyisini, ucuzunu tamamile değişmiş olması... îsmail Hakkıyı göstermektedir. Bir taraftan iktısadî şerait fenalasır arıyor. Evvelden nasıl yapacağına karar Pek çok kasablık hayvan geldi ken onunla muvazi olarak medenî ihtiyac verdiği biçime göre, on santim fazla veların artması bugünkü hayatı müşkülâtla ya on santim eksik kumaş alıyor. iki gündenberi Karadenizden gelen doldurmuştur. Halkımızın büyük bir kısEv kadını ise artık kapıcıyı bakkala. vapurlar limanımıza beş binden fazla mı, çok yakın bir maziye kadar eski ah kasaba yollamıyormuş. Pahalı satan kasablık koyun getirmişlerdir. şab, boyasız evlerde oturmağa, gece ya mahalle bakkalı yerine ucuz satan kooHaber verildiğine göre Hopa, Trab taklannı yüklerden çıkanp yere serme peratiflerden ahşveriş ediyormuş. Nedep? zon ve İneboluda İstanbula sevkedilmek ğe, gündüz toplamağa, gayrımuntazam Aldığı malı, ucuz almak ve fazla masraf üzere toplanmış daha birkaç bin kasablık bir surette de yemek yemeğe, velhasil ta etmemek icin değil mi?.. hayvan vardır. Havalar müsaid gittiği mamen şarklı an'aneleri içinde yaşamağa Biz Türk kadmlan, bundan senelerce için bunlar da önümüzdeki hafta içinde alışıktılar. Daha muntazam, daha te evvel hep erkeklerimizden sepetini ko getirileceklerdir. miz, daha rahat ve modern bir hayat a luna takıp pazara giden Avrupa kadın Son haftalar içinde Karadeniz ve ramazlardı. Erkek parasmı kazinolarda, larının faziletinin methiyelerini işitmez Trakyadan fazla kasablık hayvan gel meyhanelerde yiyip bitirir, kadın evinden miydik?. mesi yüzünden et fiatlannın ucuzlaması dışarı çıkmadığı için tek elbise ile bir Otelci sövlüyor, Maraştan, Samsun mevsimi, belki bir seneyi geçirirdi. beklenmektedir. dan veya Diyarbekirden gelen müsterı Ne fedakârlık! 5 senede vücudundan 75 kilo kan vermiş... SUAD DERVIS Hayvan! diye bana çıkıştı. Dirseklerimi oynatarak, kendime zorla bir yol açtım; fakat caddeye çık tığımda, kanarya sarısı pardesü köşeyi dönüyordu. Bırakmam! dedim. Dünyada bı rakmam senin peşini!. Takib edeceğim. Fakat koşmağa mecbur oluyordum; zira, inanmıyacaksınız ama, bir saattenberidir tarassud etmekte olduğum herif birdenbire başkalaşmıştı; deminden mütereddid adımlarla, adeta sendeliyerek yürüyor gibi iken, şimdi duvar diplerinden, kertenkele gibi süzülüyordu. Yürüyüşünde, otobüsü kaçınp ta, vakjnde dairesine yetişmek için adrmlannı hızlandıran bir kalem efendisinin telâşı vardı. Hiç şüphe yok ki bu, onun, işini başardıktan sonraki gidişi idi; nazan dıkkati celbetmeksizin, mümkün olduğu kadar hızlı kaçmağa bakan yankesicbin, iki numarah gidişi. Ve şurası muhak kak idi ki, bu habis, zavalh kadının para kesesmı çarpmıştı. BİR SAN'ATIN ÎÇYÜZÜ \İf Yazan : Steffan Zweig Ve seyirci kütlesi büyüdükçe, bizim san bahk kâh şuradan, kâh buradan, kalabalıgın içerisine, gittikçe artan bir cür'etle dalıp, yüzüyordu. Tarassudgâhımda bundan fazla, kı mıldamadan oturmaklığıma imkân kal mamıştı. Zenaatin püf noktasım öğrene bilmek için, işliyen parmakları yakından görmeliydim. Lâkin bu zor bir işti, zira bu usta adam, kalabalıgın en ufacık'aralıklarmdan bir yılan balığı gibi süzülmekte gerçekten mahirdi. Bu suretledir ki bir aralık, ben kendisini yanıbaşımda zannediyorken birdenbire kırklara karışmış gibi ortadan kayboluverdi. Ve gene o anda, onu biraz ileride, camekânın ta önünde gördüm. Bir tek hamlede üç, dört saf birden aşmıştı. Bittabi peşini bırakmamak için bütün gayretimi sarfettim; zira ben daha camekânın önüne varmazdan, onun kendisine has olan dalgıç meharetile tekrar kaybolmasından korkuyordum. Lâkin, hayır! Oracıkta, kıpırmadan dimdik duruyordu. Kendi kendime hi tabla: «Gözünü aç!» dedim. Bunun, herhalde bir manası olacaktır! Ve o saat, etrafmda bulunanları tetkike koyuldum. Yanıbaşında gayet şişman, fakir görünüşlü bir kadın duruyordu. Onun sağ tarafında on yaşlarında kadar, soluk yüzlü bir kızcağız vardı ki, elinden tutmuştu. Sol kolunda, ucuz meşinden bir erzak çantası asılı idi; ve bunun açık duran ağzından dışanya iki tane uzun ekmek şpmunu taşmaktaydı. Kadın, hiç şüphesiz ki, bu çantanın içerisine kocasının öğlen nevalesini toplamıştı. Bu saf ve fakir kadıncağız başı açık, boynunda çiy renkli bir mendil, sırhnda kendi yapısı, kalın ve satranch basmadan bir fistanla maymunlann seyrinden son derecede zevkalıyordu. Hantal vücudü kahkahalarla o derece sarsılıyordu ki, kolundaki çantanın içinde duran ekmek somunlarını da birlikte zıplatıyordu. Ayni zamanda öyle neş'eli çığlıklar basıyor, öyle gıdaklıyordu ki, maymunlar kadar müdhik bir eğlence de kendisi oldu. O, bu nadide temaşadan, iptidaî bir hılkatin saf ve taskın neş'esile, hayatın çok az zevklerini tatmış zavallıların takdire şayan minnettarlığile mahzuz oluyordu. Ah! Bu kadar candan minnettarlık, ancak fıkara kısmının harcıdır. O fıkara kısmı ki, onlar için en büyük haz, nevüma gökten düşen her hangi bir bedava eğ lencedır. Arada bir, kadıncağız çocuğuna doğru eğilerek, iyi görüp görmediğini ve maymunlann maskaralıklarını tamamen takib edip edemediğini soruyordu. Ve, bu kadar yabancılann önünde mahzu ziyetini izhar edecek kadar mahcub, kızcağızı muttasıl: Baksana!. Baksana, Margrit!. Diye teşvike diyordu. Bu kadını, bu anayı, Fransız ırkmın bu içi dışı sağlam mahsulünü görmek ayrıca bir hazdı. Bu mükemmel mah luku, bu gürültülü ve kaygusuz neşatından dolayı, insanın öpesi geliyordu. Derken birdenbire, içime bir endişe girdi. Filhakika, gördüm ki, san pardesü nün yenlerinden biri, fıkara kısmı iş killi olmadığı için masumane ağız açmış duran erzak çantasma, gittikçe yaklaşıyordu. Aman yarabbi! Bu fıkara kadınca ğızın, bu şen ve sevimli mahlukun beş on parasını mı çarpacaksın, yoksa? O saat içimde bir isyan başlangıcı duydum. O ane kadar ben, bu yankesiciyi bir sportmen gibi tarassud etmiş, o nun vücudile amil olmuş, onun kafasile düşünmüş, onun duygularına ortak ol muştum; hatta bu derece büyük bir teh like karşısmda sarfettiği cesaret ve ener]iye mükâfaten hiç olmazsa bir defacık muvaffak olmasmı bile temenni etmiş tim. Lâkin şimdi yalnız sirkat teşebbü sünü değil de, gadre uğrıyacak şahsiyeti, birkaç para kazanmak için saatlerce tahta silmeğe, ortalık süpürmeğe mecbur olan bu saf yürekli, bu temiz duygulu kadını görünce öfkem tepeme çıktı. Neredeyse: Defol, arkadaş! diye haykıracak tım. Bu kadını bırak ta, git, kendine baska kurban ara! Kadının yanına kadar vanp ta, tehlikeye düşen çantayı korumak maksadile ileriye doğru atılmış, ve kalabalığı yar mak üzere idim ki, herif geriye döndü ve üzerime sürtünerek ta yanıbaşımdan geçti. Cılız ve mahcub bir sesle: Affedersiniz, mösyö! dedi. Ve hemen, kalabalıgın dışına çıktı. Neden, bilmem.. Derhal, beni çarpmış olması ihtimali içime doğru. Artık kendısini gözden kat'iyyen kacırmamalı ıdim. Arkamda, ayağına bastığım biri: (Arkasi var)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle