17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
c "23 "BîflncîEânun 1935 CUMHURİYET T e r b i y e b a h i s l e r i Adabı muaşeret Yazan : Selim Sırrı Tarcan aramızda olursa gene o kadar zararîı sayılmaz, fakat yabancı illeıde bu gibi yaşama bilgisi kusurlannm bütün millete zaran dokunur. Benim bir arkadaşım vardır. îçtimai mevkii oldukça yüksektir. Avrupada da hayli dolaşmıştır. Yalnız çocukluğun danberi herşeyi gürültü ile yapmağa ahşrnıştır. Bu kusurunu kendi de bilir, bağıra, bağıra konuşur, kahkaha attığı zaman tavanlan çınlatır, burnunu gürültü ile siler, kapılan şiddetle açıp kapar, kahveyi ıslık çalar gibi ses çıkararak içerdı. Bundan birkaç sene evvel Berlinde ayni otelde oturuyorduk. Bu otelde iki Türk arkadaşımız daha vardı. Dördümüzün de odalanmız yanyana idi. Ben saat onda yatıyordum, onlar gece kuşu gibi eğlenti yerlerine gidiyorlardı. Bir gece sabaha karşı bir kürültü ile uyandım. Arkada şımın sesi! Hem gülüyor hem bağıra, bağıra arkadaşlarına anlatıyordu. Bu sırada benim odanın karşısındaki kapı açıldı. Kalın pürüzlü bir Alman sesi: Efendiler bu otelde yalnız değılsiniz. Sizden başka oturanlar da vardır. Teessüf ederim! dedi ve kapıyı şiddetle kapadı. Arkadaşlanmın sesi kesildi. Sabah leyin odama geldiler ve bana: Rezil olduk! dediler. Dostlarımın üçü de yüksek tahsil görmüş kimselerdi. Yalnız kafalanmızı ilimIerle, fenlerle süslerken muaşeret adabınm kaidelerine riayete gayret etmemiz lâzımdır. Bundan on yıl kadar evvel lngilterede mektebleri geziyordum. Londra haricinde bir (Public Scholl) geceyatısı bir erkek lisesini ziyaret ettim. Müdür bcni nezaketle karşıladı. Odasına götürdiı. Beş dakikaya kadar talebe yemeğe çı kacak, sizinle yemek salonlarını önce gezeriz, sonra da mektebi dolaşırız, dedi. Biraz sonra yemek salonuna girdık. k.ocaman camlı pencerelerden içeri bol aydmlık giriyordu, zemin parke, sofralar dörder kişilik, her sofranın ortasmı bir çiçek vazosu süslüyordu. Böylece birbiri içinde dört saİ9n yje her salonda elli ço« cuk yemek yiyordu. Talebe gülüşerek, konuşarak yiyorlardı. Tabiî elli çocuğum sesi epeyce gürültü yapıyordu. Yalnı/ çatal kaşıklann ve tabaklann hiç sesi çikmıyordu. Dikkat ettim. Ekseri sofralarda bir genc kız veya bir kadın vardı. Müdüre sordum: Burada muhtelit tedrisat mı ya pıhr? Hayır! dedi. Bu sofralarda gördü ğünüz madamlar ve matmazeller tedris heyetinin karılan ve kızlarıdın Biraz sonra göreceksiniz müdür ve muallimlerin mektebin bahçesinde oturmalarına mahsus paviyonlar vardır. Öğle yemeklerinde haftada iki kere her mualiim ailesini talebe sofrasına göndermeğe mecburdur. Sofrada kadın bulunursa erkekler muaşeret lAİdelerine daha çok ria yet ederler. iyi itiyadlar çocuklukta alı?ır, dedi. Müdüre hak verdim. Vaktile bizim yatı mektebinde arkadaşlarla yemek yiyişimizdeki lâübaliliği gözümün önüne getirdim ve garibdir bütün gayretlerime, itmalanma rağmen o zamankı fena alış kınlıklann hâlâ üzerimde tesiri olduğunu görüyor ve kendi kendimden sıkıhyorunı. Bir tarihte Bulgaristanda muallinı mektebini gezmiştim. Mektebin ders programlarmda muaşeret adabı! diye bir ders dikkatimi celbetti. Evet! Yaşama bilgisi mekteblerde ders gibi okutulmalı. Talebe nasıl şapka çıkaracağım, nasıl el sıkacağını, nasıl yemek alacağmı, nasıl yemiş soyacağını, nasıl çatal bıçak kul lanacağını, nasıl giyineceğini hulâsa her hareketini nasıl yapacağmı, hem oku mah, hem talim etmelidir. Hem bilmcli, hem de yapabilmelidir. SEÜM SIRRI TARCAN (dnkılâb için binler Dil üzerinde çalışmalar ce Kubilây yaşıyor)) tarafı 1 inci sahifede) dan beş yıl önce bugün Menemen ufuk annda yurd için hain bir kasd taşıyan bir yangın belirdi. Bu yangın senin çağından ve senin soundan genc Kubilâyin kanile söndü. Lubilây inkılâb için öldü. Biz Türk gencliği inkılâb için öleceğiz. tnkılâb yolunda can vermek için ndlıyız. Kubilâyin ölümüne yas tutmu oruz. Bundan öğünc duyuyoruz. Bir Kubilây öldü. Ne gam.. İnkılâb için :unc yüzlü binlerce Kubilây yâşıyor. Yaşıyan Kubilâylar adına, Türk genciği adına Menemen ufuklannda yükseen ve içimizden taşan Kubilâyin hayalini elâmlarken sizden onun varlığı önünde ir dakika ayakta susmanızı dilerim.» Bundan sonra ayağa kalkılarak Kubiâyin ruhu için bir dakika ayakta duruldu. îkinci olarak kürsüye çıkan Birlik üyeerinden Namık Kâşif çok heyecanh bir öylev vererek ezcümle dedi ki: « Bugün memleket ve rejim şehidi ubilâym hatırasım gene anmak için buada toplandık. îçimizde yakın bir geçmişten artakalan acıyı değeri kadar tadacağız ve bizlerden biri olan aziz Ölüaün kayboluşunun genc kafalarımızdaki nlamını bir defa daha anlatmağa çalı acağız. Bugün Menemenin en yüksek tepele inden birinde birbirine dayanarak yükielen dört vücudün en üstünde bir tarihe jakan gözlerinin görmiyen oyuklan geeceğe en büyük yurd vazifesini hatırlaan Kubilâyı biz muhayyel ve ilâhî bir kahraman gibi tanımıyoruz, bu çeşid tanıyışrmızla belki onun öz değerini bütün hatlarile yarına çizemeyiz. Kubilây icaıinda canmı inkılâb yolunda vermeğe and içmiş bizden bir parça, bizden bir ektir. O inandığımıza göre vazifesinden aşka birşey yapmamıştır. Kubilây bir ejimi sokmak için baş kaldıran birkaç ılanm karşısında toprak renkli elbisenin, kalbinde ve damarlanndaki kızıl genclik kanının hakkını vermeseydi bugün nihaet belki her faninin dolduracağı bir boyluk topraktan başka bu yurdda ne lulabilecekti?» Bundan sonra kürsüye Hukuk son sııfından Hayrünnisa Gürkan çıkarak sık stk alkıştarla kesilen bir söylev verdi. Genc fakülteli ezcümle dedi ki: « Beş yıl var ki genc kafalı inkılâbcı Türk çocuğunu kaybettik. O korkunc günde bir yobaz ve arkadaşlan sembol larak aldıklan yeşil bir bayrakla boş kafalarının hulyasına kavuşmak için ayakanmışlardı. Unutmuşlardı ki Türk genciği kendisine emanet edilen büyük inkıâbı yurdun her bucağında ve bütün alçak tasavvurlara karşı korumak için a yaktadır ve bütün dikkat kesilmiştir. Arkadaşlar, bugün hepimizde derin bir acı var: Kubilây öldü. Fakat şunu unutmıyalım ki her Türk genci bir Kubilâydır. Vatanımız, ülkümüz için hepimiz kuvvetle varlığımızı fedaya hazmz. Biz en çetin kayalara bile çarpmaktan orkmayız. Çünkü biz onlardan daha çebniz. Kubilây Yıldıztepede rahat ve müserih uyu! Türk gencliği dileklerini her genclikten daha kudretle başanr.. înandmız, döğüştünüz, öldünüz. Biz, bıraktığınız emanetin bekcisiyiz..» Millî Türk Talebe Birliği dış işleri kolbaşısı Muvaffak Şeref te şunları söyedi: « Beş yıl önce, bugün içimizden sızan kan damlası toprağı ıslatmıştı. Beş yıl önce bugün, bütün bir ulusun gözleri Kubilây için yaşardı. Kubilây başını bir tesadüf eseri vermedi. Türk çocuğu ülküsü uğruna ölmezse tasalanır. Bunun içindir ki biz Kubilâyin ölümüne biraz da gıpta hissi katanz. Kubilây bir Türk muallimiydi ve talebelerine en yüce dersini verdi. Bunun içindir ki mezan Türk varlığının yüreği oldu. Kubilây Türk yurdunun bağnnda müsterih uyuyabilirsin. Senin mezarını 17 milyon Türk bekliyor!» En sonra kürsüye gelen Hukuktan Cavid de karakuvveti yürütmek istiyenleri cok gÜ7el tasvirlerle tel'in etti ve törene son verildi. Klâsik Indo Öropeen lengüistik ekoKi mensublan bütün dil tetkiklerinde Türk dilini ihmal etmişlerdir. Bundan dolayıdır ki bu ekol karanlık çıkmaza sapmış ve yarım asırdanberi saplandığı yerde kalmıştır. Bu ekolün Türk dilini ihmal ettiğin den dolayı acmacak bir vaziyette bulun duğunu, mantıkî düşünebilen herkesin anlıyacağı bir surette, göstermek için bu makalemizde eski ekolün halledemediği birkaç Islavca kelimeyi «Güneş Dil teorisi» bakımından tetkik edeceğiz. Tetkik edeceğimiz kelimeler Islavca «Yaru», «Yarıy yarkiy = Yarek», «Jarkiy = Jarek» kelimeleridir. Muhtelif lugat kitablannın izahlarına göre bu kelimelerin manalannı tesbit ede GüneşDil teorisine göre «Güneş» ve «Ateş» mefhumlarile bağh olan birkaç islâv kelimesinin tahlili Yarin: (Rad. III, 130 «Çağa Bizde de bir ders halinde okutulmalı, talebe bunu hem bilmeli, hem yapabilmelidir (Savoir Vivre) osmanlıcaya öte denberi âdabı muaşeret terkibi şeklinde çevrilmiştir. Halbuki (Savoir) bilmek, (vivre) yaşamak demek olduğuna gbre, buna türkçede yaşama bilgisi demek daha doğru olur. Filhakika cemiyet halinde yaşıyan insanların ister kendi kendilerine ister başkalanna karşı bilmeğe ve yapmağa borçlu olduklan bazı edeb, terbiye ve nezaket kaideleri vardır. Bunlar pek küçük yaşta evde, biraz büyüyünce mektebde, daha sonra cemiyette görgü i!e öğrenilir. Bir toplantıda, bir ziyafetle, bir suarede bulunan bir kimsenin giyı minden, hal ve tavnndan, konuşma tarzından, oturup kalkmasından, yemek yemesinden, kahve içmesinden medeniyet seviyesi çabucak belli olur. Vakıâ her milletin nezaket, terbiye, edeb hususunda kendilerine mahsus bazı âdetleri olabilir. Fakat bunun yanında meselâ yüksek ses çıkararak aksırmak, şarkı söyîer gibi muhtelıf gamlarla esnemek, geğir mek, yemekte elle dişlerini ayıklamak, çay, çorba gibi sıcak şeyleri höpürdcte rek içmek, sokağa sümkürmek veya boğazını kaşıyıp tükürmek gibi şeyler medeni geçinen ve tahsil ve terbiye görmüş insanlar için affolunmaz birer kusurdur. Yapılmaması lâzım olan ve yapılması ayıb olan şeyleri yalnız bilmek veya bellemek te yetişmez. Bunlan itiyad haline getirmek ve kolaylıkla yapabilmek veya yapılması doğra olmıyan şeylerden kendini korumak lâzımdır ki işte buna ya §ama bilgisi diyorlar. Yaşama bilgisinin hocalan ana, baba, dayı, amca, teyze, hala hatta varsa evdeki dadılar, bacılardır. Iki yaşında, üç yaşmda beş yaşında çocuklanna terbi yeli konuşmak, terbiyeli yemek yemek gibi iyi itiyadlar vermeği mürebbiler kendilerine iş güç edinmelidirler. Ondan sonra mekteb cağında muallimlerin de rolü büyüktür. Onlar hem sırası geldikçe talebelerine yaşama bilgilerini öğretmeii, hem de tavırlan, konuşmalan, her hal lerile iyi bir örnek olmalıdırlar. Eğcr analar, babalar, dadılar bu çok ehemmiyetli muaşeret adabına dikkat etmez, muallimler de vazifelerini ihmal ederlerse tabiatile kaba, saygısız, seviyesi dıişük insanlar türer. Merhum doktor Abdullah Cevdet Kir gün Keşmirî Mehmed Sadık Paşadan şcyle bir vak'a dinlediğini bize anlat mıştı: «Sultan Abdülâzîz zamanında Japonlar Islâm dini hakkmda tetkikatta bu lunmak üzere Japon âlimlerinden birıni İstanbula göndermişler. Saray bu işe çok ehemmiyet vermiş, misafirin yanına ingilizce bilen bir tercüman katmışlar, gezip dolaşması için de, Estableiâmireden bir mükellef payton tahsis etmişler. îslâm din:ni iyi bilen, derin okumuş vâizlerden birini de Japon âlimi ile görüşmeğe memur etmişler. Japonyalı önce camileri görmek istemis, al kadife döşeli saray arabasına misafıri has sağa bizim hoca soIa gelmek üzere binmişler. Karşılanna da tercümanı almışlar. Araba Dolmabah çeden Ayasofyaya doğru yollanmış. Bu sırada bizim koca sanklı, başmı payto nun yanına doğru uzatmış ve iki par mağile burnunu tutup sümkürmüş, sonra ıslanan parmaklarını arabanm döşerne sine silmiş. En iptidaî temizlik ve yaşama bilgisi kaidelerini bile bilmiyen bu adamla artık mübahasaya filân lüzum görmiyen Japonyalı ertesi gün İstanbuldan aynlmıştır.» Bazı mevki veya servet sahibi yaşh başlı kimseler ziyafet sofralannda veya resmi kabullerde öyle münasebetsizlik ler yaparlar ki insan utancından yerin dibine geçer. Bu adamlar bu kabalık lan bilmediklerinden değil, alışkm ol duklan fena itiyadlarm tesirile bir sevki tabii ile yaparlar. Bu mübalâtsızhkîar Bir rökorcu eçenlerde, tramvaylara arkadan binip önden inmek ukalâlığının şiddetle tatbik olunduğu sıralarda idi. Dükkânların, yazıhanelerin hep birden boşaldığı, binlerce halkın gece karanlığında kaldırımlara döküldüğü saat yedi ile sekiz arasında, Feriköyündeki evine gitmek için Eminönünde tramvay bekliyen bir ahbaba rasladım. Elindeki birkaç paketin, parmak mafsallanm kesen iplerini, marifet göstermek istiyen bir hokkabaz gibi oynata oynata bir aşağı, bir yukan, durakyerini arşınlıyorken, onunla yüzyüze geldik. Ne bekliyorsun? diye sordum. Buraya geldiğim dakikadanberi dört tramvay geçti, binemedim... Beçincisini bekliyorum, dedi. Vazgeç! Gel, seninle Köprüyü yayan geçelim... Tünelle çıkanz. Orası nısbeten tenha oluyor. Inadcı bir keçi tavrile başını salladı: Olmaz! Neden? Üşümekten korkuyorsan, burada böyle, sırtmı poyraza verip durmak daha tehlikeli. Hayır, ondan değil. Yükün var diye ise, ver bir kısmmı ben taşıyayım. Teşekkür ederim ama, tramvay beklemek işime daha iyi geliyor.. Merak bu ya? Bu münasebetsiz ısrann içyüzünü anlamak adeta bana farzolmu|tu. Allahaşkına, niçin benimle gelmek istemiyorsun ?. Şöhretime nakisa getirmemek meselesi.. Anlamadım! Dostum, elile, katar olmug tramvay* lan, meydanlıkta kaynaşan kalabalığı, vızır vızır geçen otomobilleri işaret ederek: Ben bu hengâmede yayan yürüyemem.. dedi. Korkuyor musun? Hayır, korku ile alâkası yok! Gene anlamadım! Ben, yirmi dokuz sene, on bir ay ve sekiz gündenberidir, Istanbul kaldınmlannda, başma kaza gelmeden dolaşmıjj bir adamım.. Sonra? Sonrası: Yirmi iki gün sonra otuzj senem tamam olacak.. Ve o zaman.. O zaman ne olacak? O zaman, Istanbul Belediyesinej bir arzuhalle dayanacağım ve oradani «Otuz yıl, bu intizamsız şehirde ne ezip, i ne de ezilmeden mürur ve ubura muvaffak olmus, adam» diploması istiyeceğim! Allah akıllar versin! Yoo! Öyle değil; bana, Allah seni üç hafta daha kazadan, belâdan korusun diye dua et! Dedi ve o sırada gelen beşinci tramvaya da sokulamayıp, altıncısını beklemeğe başladı.. Ercümend Ekrem TALU tay») = yarın. Cann: (Rad. IV, 30, «Kırgız») gelecek sene (nâshstes Jahr). Sur: Yaz, ilkbahar [ 8 ] . Iran: Yannki gün [ 9 ] . Yank: (Radloff, III, 121 «Altay, Teleüt, Lebet, Küerik, Kom.») parlak, ziyadar, nur, ziya, panlb, dünya, âlem. Yaruk: (Rad. III, 132, «Orhon. Uygur, Çağatay»; Uygur. Sprachdenkmaler. 274, «Div. Lug. Türk» I, 48) parlak, şua dağıtan. Cank:: (Rad. IV, 29 «Kırgız») ziya, aydın, dünya. Şarah: (Ç. Uhantey «Çuvaş dili» s. 135) sıcak, hararet, Sank: (Pekarski, Yakut Lugati, 2112) parlak, aydmlık, şafak. ım: Şimdi bu kelimelerin «Güneş Dil Yaru: İlkbahar mefhumunu ifade etTeorisi» esaslanna göre etimolojik ana iği anlaşılan bu kelime muhtelif îslav ehçelerinde vardır. Almanca «Jahr» ke lizini yapalım: Islavca: imesile bir köke bağlıdır. [ 1 ] . YarÛ : (ag f ay f ar f uğ) Yany ve Yarkiy: Ateşli, hararetli, kızgm, süratli, ak, çok parlak, zıya [ 1 ] . Alman: Yâr : (ağ + ay + ar +' . ) Jar: Güneş ve ateşten hâsıl olan şid Grekçe detli sıcak. (h) ur: (uğ + uh + ur + . ) Jara: Havanın çok sıcak derecesi. Türkçe J a n : Yazın en sıcak günleri. ç (ağ + ay + ar f uğ) Jarav: Sibirya Rus dilinde ateş sıcağı Yaruğ (ağ f ay + az f . ) ve alev [ 2 ] . Yaz r (ağ + us f u + • ) Yar: Ateş ve sıcaklık. Sur (ağ f ay + ar + ın) Jarek: Parlak, (hırvatça sıcak ha Yann Bütün bu kelimelerm meneşi türkçe va). «Yaruğ» (zıya, nur, ateş, aydınlık = Jarak: Sıcak Jarıy: Ateşin koru, alevli kömür [ 3 ] . güneş) kelimesidir. Islav ve Cermenler Bu Islav kelimelerinin etimolojilerini de ilkbahar ve sene manalannı ifade eden «Yâru», «Yâr» Türklerin «Sur» ve eski ekolün âlimlerinden dinliyelim: Islav dillerinin etimoloji lugatini ya «yaz» kelimelerinde görülür. Daha eski zan Miklosich «İlkbahar» mefhumunu şekli olan «yaruğ» ise «zıya, nur» ma fade eden «Yaru» kelimesinin muhtelif nasında hâlâ kullanılmaktadır. Gelelim îslavcadaki «Yârak», «Yâ Islav diyeleklerinde «yar», «yari» telâffuzlannı tesbit ederek hepsinin de «İlkba rek» ( = parlak, açık); «Yâny» ( = har» veya «tlkbahara mensub» manala hiddetli, kızgın, parlak, ateşin...) «Ja rında kullanıldığını anlatmış ve bu keli rek», «Jarkiy» (ateşli, alev sıcak...) meyi gotça «Jer», eski almanca «Jân> kelimelerine: Türkçe: yunanca «ura» ( = İlkbahar, sene mev(ağ f ac f ar f ık) Cank simleri, sene) kelimelerile karşılaştırmış(ağ f ay + ar + uğ) Yarug [4]. îslavca Miklosichin eserinden tam elli yıl sonYarek (ağ + ay + ar + ek) ra neşredilen Klugenin «Alman dilinin e(ağ f aj + ar + ak) Jarak timoloji lugati» adlı eserinde «Jahr» ke(ağ + aj ar + ry) f Jany limesinin etimolojisinde ayni fikirler tek(ağ + aj + ar ov) f Jrov rar edilmiştir. llâve edilen malumat bu (ağ + aş + ar f ah) Şarah kelimenin muhtelif Cermen kavimlerin Görülüyor ki bu kelimelerin de menşei deki eski telâffuzlannı ve kökün de eski türkçe «Yaruğ» dur. Eski etimoloğlar Ishindcede «yürümek» manasına gelen «ye» [yani « (güneşin) yürüyüşü» ] lavca «Jar» ile «Yar» ı türkçedeki üç olabileceğini göstermekten ibarettir [ 5 ] . türlü telâffuzdan ( «Yarug», «Carug», «Ateşli, süratli, kızgın, hiddetli, par «Şarah» tan) alıp, birini «Yanık = aylak, aydın, ak, temiz», mefhumlarını ifa dınlık» manasına, diğerini («Jan> ı) hade eden «yarek», «yarkiy», «yany» ke reret, sıcaklık ve ateş manasına kullan limeleri için ikinci bir «Yaru» kökü ta dıklannm farkında değillerdir. Türk savvur olunuyor ve bu da eski hindce çede «Yarug» un çıktığı «aruğ», ve «a«irasjati» ve lâtince «ira» ile mukayese rığ» kelimelerini hatırda tutmalıyız. Çünkü Îslavcadaki «Yarek» kelimesinde «teolunuyor [ 6 ] . miz» ak» manalan da vardır. Bununla «Sıcak, kor, ateş, alev» manalanna eski Cermenlerin «Yâr», ve eski şimalli gelen «Jar», «Jarek», «Jarak» «Jarav» lerin «âr» [10] sözleri daha iyi izah oluve «Jarkiy» sözleri için de yeni yunannabilir. cadaki «zara, ziara» (sıcak, alev) keli ABDÜLKADİR İNAN melerini nakletmekle iktifa olunuyor. Ciddî olarak ilâve edilebilen yegâne se(1) Dal Kamusu. IV. 700 701; Franz ziş, bu kelimelerin türkçe yaruk (ziya) Miklosich. Etymolog. Wörterbuch der kelimesile de alâkadar olabileceği mülâ Slavischen Sprachen, Wien, 1886, S. 100 (2) Dal, I, 541 544. hazasından ibarettir [ 7 ] . (3) Miklosich, 409. Görülüyor ki klâsik ekolün büyük â(4) F. Miklosich, Etymolog. Wörterlimleri bile bu kelimelerin tek bir kokten buch der Slav. Spracehn, Wien 1886, geldiğinin farkında değillerdir. S. 100. Şimdi biz bu kelimelerin «Güneş Dil (5) Kluge Etymolog. Wörter. Der Teorisi» usullerine göre etimolojik ana deutschen Sprachen, Berlin Leipzig, lizlerini yapıp bunlann tek bir kokten 1934, S. 266. (6) F. Miklosich, Etymolog. Wörter. geldiğini göstereceğiz. Fakat önce bun Sah. 100. larla karşılaştıracağımız türkçe kelimele(7) Ayni eser, S. 409. rin manalannı tesbit etmeliyiz: (8) Paasonen, Çuvaş Lugati, S. 142. Yarın: (Divanı LugatitTürk, II, (9) Paason, S. 18; Uhantey <Çuvaş 198; Radlof, III, 123. «Kırım, Kazan, dili», S. 117. Uygur, Osmanlı lehçesi») yarın, gele (10) F. Kluge Etymolog. VVörterbuch der deutschen Sprachen, S. 266. cek gün, müstakbel zaman. ŞEH1R ISLERt Gayrisıhhî binalar Son zamanlarda Mecidiye köyünde yapılan bazı binalann gayrisıhhî olarak yapıldığı anlaşılmış ve bu binalann mevcud yollar ve binalar kanununa muhalif olarak inşa edilip edilmediğinin tahkiki ne başlanmıştır. Hilekârlığm cezası Ruhsatnameyi haiz bazı motör ve ıayıkçılar şimdiye kadar Karaağac mez bahasından temizlenmiş olarak aldıklan işkembe, paça, baş, barsak gibi sakatlan Üsküdar, Kadıköy, Boğaz sahilleri ve sair yerlere naklediyorlardı. Bunlann son zamanlarda buralara sattıklan sakatlar arasında temizlenmemiş, gayrisıhhî sakatlar da bulunduğu görülmüş ve mesele tahkik edilmiştir. Tahkikin neticesinde bu kayık ve motör sahiblerinin, Belediye hududu dahilinde olmıyan yerlerde ke silmiş hayvanlann da kaçak olarak sa katlanni alıp sattıklan anlaşılmış ve ellerindeki ruhsatiyeleri geri almmışor. Sıvasta Yerli Mallar haftası Floryanm imar işleri ! alman yabancı asistanlardan bahisle bir yazı yazmış ve bizimkiler dururken bunlara fazla önem verildğini kaydetmişti. Dün ilgili makamlarda yaptığımız incelemede salâhiyettar bir zat bunlar hakkmda bize şu izahatı verdi: « Bu yıl Üniversiteye 15 lâborant ve lâborantin 5 de hemşire getirilmiştir. Bırere sene için yabancı profesörlerin lâboratuvarlannda çalıştmlmak üzere getirilen bu on kişiden 2 si fen fakültesinde 13 ü tıb fakültesinde çalışacak lardır. KURUMLARDA ÜNÎVERSİTEDE] Telefon şirketile mukavelenin Yeni alman asistanlar Dün bir sabah gazetesi Üniversiteye imzası gecikti Telefon şirketinin satın almması bir karara bağlandıktan sonra hazırlanan mukavele şirket delegeleri ve hükumet arasında imzalanacaktı. Delegeler hâlâ gelmedikleri için imza keyfiyeti gecikmektedir. Delegelerin geç kalmalarına se beb bazı hissedarlar arasında ihtilâf çık mış olmasından leri gelmektedir. Hükumet talefon şirketine olan borcu nu ödemek için yüzde yedi buçuk faizl dahilî tahviller çıkaracaktır. Bu tahvıl lere ilâveten bir de amortisman cetvel yapılmıştır. Fiatların ucuzlatılması ve şebekemn Herbirinin yanma ileride onlann ye rine çalışabilecek ve yetişebilecek birer genişletilmesi için bir kanun lâyihası haTürk lâborant ve lâborantini koymak zırlanmışhr. Bu lâyiha imza işi bittiklen sonra Meclise sevkedilecektir. için Üniversite tedbir almışhr.» Şilepçilik için hazırlık Serbest olarak çalışmakta olan ve ekserisi şilepçilik yapan Türk armatörleri korumak ve onlan deniz ticaretimiz için de faydalı birer unsur haline koymak için hükumetçe alâkadarlara tetkikat yaptınlmaktadır. Türk armatörleri bir arada çalıştı racak yüksek sermayeli millî bir teşek kül kurulması mevzuu bahistir.' Kış dolayısile durmuş bulunan Flof yanın baymdırlık işlerine, ilkbahardan itibaren tekrar devam edilecektir. Buradaki baymdırlık işlerine aid, muhtelif mühendisler tarafından yapılmış birçok projeler, Belediyeye verilmiştir. Fakat bu projelerden hiçbirisi henüz kabul edilmis değildir. Şehir plânını yapacak olan Prost geldikten sonra bu projeler hakkmda onun da fikri sorulacakhr. Bursa Belediyesi bir Işçiler bürosu açtı Bursa (Özel) Birçok vatandaşın iş bulmak üzere Belediyeye müracaat etmekte olduğunu gören Belediye Reisimiz Cemil Öz, (Işçiler bürosu) adı altında Ulasal Ekonomi KururtM azası bir büro açmayı karar altma almıştır. Sıvas (özel) Ulusal Ekonomi ve Artırma haftası burada büyük törenle Bundan sonra iş ve işçi arıyacak olanlar kutlulanmıştır. Bilhassa San'atlarevi atölyesinin teşhir ettiği yerli dokuma ve meşhur Sıvas halıları halk tarafından çok beğenilmiştır. Yerli Mallar doğrudan doğruya bu büroya müracaat ederek isteklerini bildireceklcrdir. haftası münasebetile Kız orta ve ilk okullarda müsamereler verilmiştır. îtalya ile anlaşma uzatıldı ttalya ile aramızdaki ticaret anlaşmasmın bir ay daha uzatıldığı dün gümrüklere bildirilmiştir. Bu meyanda takas anIaşması da uzatılmıştır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle