26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Donald Trump’ın yol açtıkları... Serge HalImI Baştarafı 1. sayfada 2008 ve 2012 başkanlık seçimlerinde Obama’ya oy vermiş olan diplomasız beyaz nüfusun yüzde 22’si, 2016 yılının kasım ayında Cumhuriyetçi cepheye kaydı (3). Hillary Clinton’ın taraftarlarının iki defa üst üste AfroAmerikalı bir adaya oy veren bu seçmenleri ırkçılıkla suçlamaları kolay değildi. Onlar da bu davadan kopuşu seçmenlerin cinsiyetçi olmalarıyla açıkladılar ya da cahillikleri yüzünden Rusya kaynaklı yalan haberlerle manipüle edilmesi kolay olan kaba saba insanların ahmaklığını öne sürdüler. Demokratların uygulamaya koyduğu yıkıcı serbest piyasacı politikaların ve üstenci diplomalı kentlilerin oluşturduğu toplumsal bir balon içerisinde kapalı kalmalarının bu sırt çevirmede en azından bu derece önemli bir rol oynamış olabileceği fikri üzerinde fazla kafa yormadılar. ‘Seçkinlere’ tepki Bu sosyal miyopluk sadece seçimlerle sınırlı değil. Başkarakterlerin, grafikerler, gazeteciler veya eril dille mücadele edenler yerine işçiler, memurlar ve taşralıların olduğu Roseanne dizisinin ilk bölümleri devasa bir reyting başarısı elde edince, American Broadcasting Company (ABC) kanalının başkanı, duyduğu şaşkınlığı şöyle itiraf etti: “Şimdiye kadar, renk, din ve cinsiyet alanlarında çeşitlilik sağlamak kaygısıyla çok fazla zaman harcadık. Ama ekonomik çeşitliliği düşünmek için yeteri kadar kafa yormadık. Roseanne dizisinin başarısı bize kendilerini televizyonda pek sık görmeyen çok sayıda insan olduğunu hatırlattı. (4)” Yani neticede, yapımcı ve senaristlerin yaratıcı uyuşukluklarından çıkmaları için Trump’ın halkın entelektüel “seçkinlere” karşı duyduğu hınçtan yararlanarak seçimleri kazanması gerekiyormuş. Ama bu sağduyunun da bir süresi var. Genellikle, Demokratlara oy veren, özellikle New York ve Kaliforniya’daki eğitimli ve kentli üst orta sınıflar, Trump’a verdikleri artan desteği öne sürerek yoksul ve eğitimsiz beyazlarla ilişkilerini tamamen kesmek için bahane buldular. Oysa bu sosyal grubun kabul edilen şampiyonu da bu konuda onlardan pek farklı değil. Bu noktada, en azından, selefinin davranışını taklit ediyor: AfroAmerikalı proletarya ile dayanışma içinde olduğunu açıklayarak, semboller ve güzel sözlerle oyalayan Obama, onları ezen ekonomik düzenle hiçbir zaman mücadele etmedi. ‘Çok mu masumuz...’ Tek düşüncesi “Trump’tan kurtulmak” olan milyonlarca Amerikalı, hedeflerine ulaşmak için en sonunda herhangi birine ve herhangi bir şeye razı olabilir. Trump birini savunursa onlar savcısı oluyor, Başkan herhangi bir şeyle mücadele ederse onlar da hemen avukatı kesiliyorlar. Bunun en iyi kanıtı, Beyaz Saray’a girişinden sadece on beş gün sonra 5 Şubat 2017’de ortaya çıktı. Yeni başkan o gün aşırı muhafazakâr sunucu Bill O’Reilly tarafından Fox News haber kanalında sorguya çekildi. Sunucu ona göre “bir katil” olan Vladimir Putin’i eleştirmediği için Trump’ı kınadı. Trump soğukkanlı biçimde şöyle cevap verdi: “Katiller, onlardan çokça var. Bizim de çok sayıda katilimiz var. Siz ne zannediyorsunuz? Ülkemizin çok masum olduğunu mu?” Hemen ardından, halihazırda partisinin ön seçimlerdeki adayı olan Demokrat kadın senatör Amy Klobuchar, ABD Başkanı’nın “kötü Rusya’yı kendi erdemli ülkesiyle mukayese etmeye cesaret etmesinden dolayı kızgınlık duyduğunu” açıkladı. Cable News Network (CNN) ve MSNBC televizyon kanallarıyla birlikte, Demokrat Parti’nin merkezci kanadının militanlığı görevine soyunan New York Times gazetesi, yayımladığı şişirilmiş vatanseverlik kokan bir başyazıda duyduğu korkuyu açıkça ifade etti: “ABD’nin Rusya karşısındaki ahlaki ve politik üstünlüğünü açıklamak Amerikan başkanları için bugüne kadar hassas bir konu teşkil etmedi. Ama Trump, Amerikan istisnacılığını hatırlatmak yerine, Putin’in kabalığını takdir ediyormuş gibi göründü ve Amerika’nın da aynı biçimde hareket etmesini önerdi. (5)” Bu benzetme, Temsilciler Meclisi’nin mevcut Demokrat Başkanı Nancy Pelosi’yi o kadar kızdırdı ki, Rus hükümetinin şantaj yapmasını engellemek için FBI’dan yeni başkanın mali işleriyle ilgili olarak vakit kaybetmeden bir araştırma yürütmesini istedi. Aslında zeki olan bu kadın hiç durmaksızın aynı şeyi tekrarlamakta: “Trump’la bütün yollar Putin’e çıkar.” Askeri bütçe arttı Savcı Robert Mueller’in geçen ilkbaharda raporunu sunmasından sonra “Rusyagate”den geriye fazla bir şey kalmamış olsa da, bu başkanlığın ilk iki senesi boyunca Demokratlar ve medya Oval Ofis’te pusuya yatmış bir düşman ajanının (sonuçsuz biçimde) izini sürmeyi takıntı haline getirdiler (6). Bu iz sürme, iki partinin parlamenterlerinin ezici çoğunluğunun desteği sayesinde (Senatör Bernie Sanders nadir istisnalardan biridir), Amerikan askeri bütçesini (738 milyar dolar) durmaksızın artıran paranoyak bir iklimi dolaylı olarak pekiştirdi. “Vladimir Putin tarafından saldırıya uğrayan Amerikan demokrasisi” fikri 1941 yılında Japonya’nın Pearl Harbour saldırısıyla sık sık karşılaştırılan ağır bir suçlama Trump’ın muhaliflerinin çoğu için resmi bir dine dönüştü. Oysa Amerikan demokrasisinin önemsiz etkiye sahip birkaç sahte Facebook hesabından daha önemli yapacak işleri olmalıydı. Mevcut başkan 2016 yılındaki seçimleri rakibinden 3 milyon daha az oyla kazanmıştı. Ayrıca o yıl açıklanan rakipleri arasında ondan daha da zengin olan New York’lu başka bir milyarder vardı: Michael Bloomberg. Demokrat Parti’nin ılımlı kanadı ve onun medyadaki ayakları, Rusya karşıtı haçlı seferleri için toplumun en militarist ve güvenlikçi unsurlarından destek sağladılar. Edward Snowden, Chelsea Manning, Julian Assange ve Amerikan istihbaratının dört bir yana dağılan faaliyetlerini daha fazla öğrenmemizi sağlayan gazeteci Glenn Greenwald’un sık sık ortaya koyduğu gibi, “MSNBC veya CNN’i, bu medyalarda sözleşmeli yorumcu hatta birer muhabir gibi çalışan eski generaller veya CIA ya da FBI ajanları tarafından rahatsız edilmeden izlemek mümkün değil. (7)” Ilımlı Demokratlar istihbarat servislerini göklere çıkarmaktan artık hiçbir tedirginlik duymuyor. Oysa aynı servisler siyasi muhaliflerin öldürülmesi ve yabancı ülkelerdeki darbelerin organize edilmesiyle ün salmışlardı. Onlar, istihbarat servislerini otokratik bir başkana karşı “direniş” adacıkları olarak görüyorlar. Zaten geçen ağustos ayında ABD Başkanı’nın Ukrayna Devlet Başkanı’yla telefon konuşmasını sızdıran da bir CIA analisti değil miydi? Bu nedenle bir azil sürecine maruz kalan Trump’ın, “derin devlet” tarafından düzenlenen siyasi istikrarsızlık teşebbüslerini kınaması nedensiz değil. Ama bundan sevinç mi duymalı, yoksa Sanders gibi olası bir başkanın da bundan korunamayacağı fikrinden endişe mi duymak gerekir (8)? Kimi Demokratlar eski Cumhuriyetçilere methiyede... Taraftarlarına istihbarat servisleri sevgisini aşılamaktan pek de memnun olmayan Demokrat Parti yöneticileri, kendileri ve tuhaf halefleri arasındaki karşıtlığı ortaya koymak için eski Cumhuriyetçi başkanlara methiyeler düzmekten geri kalmıyorlar. Biden böylece, en azından Irak ve Afganistan savaşlarından canlı dönenlerin kastedildiğini düşüneceğimiz eski savaşçılar yararına gösterdikleri hizmetleri onurlandırmak üzere karı koca Bush’ları madalya takarak onurlandırdı. Michelle Obama’ya gelince, o da “harikulade bir adam” olarak nitelendirdiği George W. Bush’a bayıldığını açıklamıştı. (Today, NBC, 11 Ekim 2018) Daha sonra, Amerikan sağının en berbat unsurlarının gün gelip Trump’ı eleştirmeleri veya Trump’ın suçlamalarına maruz kalmalarının hemen ardından sol tarafından yüceltilmelerinden bahsetmek üzere “Trumpyıkama” terimi kullanılmaya başladı. Ronald Reagan’ın hatırası bile geçmişi güzelleştiren bu Demokrat eğilimden kendi payına düşeni aldı. Özellikle şu çelişkiyi de unutmamak gerekir: Son üç yıldaki Amerikan dış politikası şu ana kadar geçmiş on yıllardaki politikadan daha az öldürücü oldu. 11 Eylül 2001’den beri ABD’de “demokrasi için mücadele” amacıyla askeri müdahale yapılması haklı görülüyor. Üstelik aynı amaçla 700 milyar doları aşan yıllık bir askeri bütçeyle beraber 172 ülke ve bölgede 240 bin asker operasyon için hazır tutuluyor. Buna rağmen, böyle bir ülkede uluslararası yükümlülüklerden çekilme stratejisi popüler oldu. Pürüzsüz gerçekleşmesine rağmen İranlı General Kasım Süleymani’nin öldürülmesinin Başkan Trump’a bir fayda sağlamaması Amerikan halkının “sonu olmayan savaşlara” karşı duyduğu soğukluğu kendince teyit ediyor. Ancak, Demokrat adaylar genellikle kendilerini üç yıl boyunca altüst edilen bir dünya, ekonomi ve strateji düzeninin onarıcıları olarak gösteriyorlar. Biden, özellikle serbest ticaret anlaşmalarını savunuyor, Irak’ta bir Amerikan askeri birliğinin bekasını istiyor, Kuzey Atlantik İttifakı’nı (NATO) yüceltiyor. Ve Soğuk Savaş zamanlarında yazılmışa benzeyen, yankı uyandıran bir makalesinde, “düşmanlarına karşı demokrasiyi korumak” için Rusya’ya karşı bir muhalif cephe politikası oluşturulmasını savunuyor (9). Daha da ileri gitmemek için bir neden yok. New York Times’ın İsrail sağına yakın ve Fotoğraf: Reuters ABD’nin daha sonra vazgeçtikleri de dahil olmak üzere tüm askeri müdahalelerinin ateşli taraftarı olan bir köşe yazarı, Demokratlara Beyaz Saray’ın zayıflıklarını telafi ederek imparatorluğun partisi olmalarını önerdi. Yazar, biraz da bu çelişkiyi besleyerek Trump’ın özellikle Orta ve Uzak Doğu’da yürüttüğü “geri çekilme” ve “naiflik” politikası sayesinde siyasi rakiplerinin Suriye, Rusya ve Kuzey Kore’ye karşı “pax Americana”nın yegâne peygamberleri olabileceklerini belirtti (10). Sanders ve Warren, birliklerin çekilmesini istiyor Demokrat Parti’nin ilerici kesimi bu rolü oynamak niyetinde değil. Sanders gibi Elizabeth Warren da, Ortadoğu ve Afganistan’dan tüm Amerikan birliklerinin geri çekilmesini öneriyor. Sistematik biçimde Trump’ın tersine gitmekten kaçınan Senatör Sanders bir yıl önce Kuzey Kore Devlet Başkanı Kim Jongun ile buluşmasından duyduğu memnuniyeti dile getirmişti: “Eğer Trump bu ülkeyi nükleer silahlardan kurtarmayı başarırsa çok iyi olur, kendisine bol şans diliyorum.” (CNN, 25 Şubat 2019). Bundan birkaç ay sonra, Cumhuriyetçi başkana sürekli olarak şiddetli muhalefet etmelerinin Biden’ın arkadaşlarının işine yaradığını ve böylece Amerikan toplumunun talep ettiği yapısal dönüşümleri reddettiklerini gizlemeyi başardıklarını fark ederek şunları da ekledi: “Tüm vaktimizi Trump’a saldırarak geçirirsek, Demokratlar kaybedecek.” (Town Hall, Fox News, 15 Nisan 2019) Bugün cevaplamaları beklenen soru daha ziyade ne kazanıp kazanamayacaklarını bilmekle ilgili. Merkezci adaylar önerilerinin ılımlı olmasını haklı çıkarmak için Trump’ın tuhaflıklarından, masayı devirme raddesine gelmeden kurtulmayı isteyen seçmenleri korkutmamayı amaçladıklarını öne sürüyor. Statükonun kabul edilebilir olduğu ve ekonomik sonuçların ve borsa hareketlerinin bir rota değişikliği gerektirmediği kanaatindeler. Sanders ve daha az ölçüde de olsa Warren, eğer ön seçimleri kazanırlarsa, mevcut başkana olan nefretin, tam tersine, işe yarayacağını düşünüyorlar. Onlara göre bu nefret sayesinde, bazı toplum kesimlerine normal zamanda reddedecekleri radikal önerileri kabul ettirmek mümkün olabilir. Buna eşzamanlı olarak, artık politikaya inançları kalmadığı için harekete geçmeyen başka seçmen topluluklarının oy sandıklarına geri dönmelerini umut ediyorlar. Bunun için sadece üç yıl önceki Amerikayı yeniden inşa edecek bir başkan seçmek yerine, kendilerine gerçek bir değişim perspektifi (sosyal sağlık hizmeti, asgari ücretin iki katına çıkarılması, ekolojik devrim) sunulması gerekiyor. Bu iki Demokrat seçenek arasında yapılacak tercih en az gelecek 3 Kasım seçimleri kadar önemli. Çeviri: Zeynep Peker (1) (Los Angeles’ta Demokratlar’ın tartışması), 19 Aralık 2019. (2) Referans makalesi: George W. Bush’un Küçük Halkı, Le Monde diplomatique, Ekim 2004. (3) Sabrina Tavernise ve Robert Gebeloff, “Obama için oy verdiler ardından Trump’a gittiler. Demokratlar onları yeniden kazanabilir mi?” The New York Times, 4 Mayıs 2018. (4) John Koblin ve Michael M. Grynbaum, “Trump’ın zaferinden sonra Roseanne” yeniden başlatılıyor”, The New York Times, 29 Mart 2018. (5) “Önce Amerika’yı suçlamak”, The New York Times, 7 Şubat 2017. (6) Referans makalesi : Aaron Maté, “Donald Trump’a demokratlardan bir hediye” ve Serge Halimi ve Pierre Rimbert, “Medyatik Çernobil”, Le Monde diplomatique, Mayıs 2019. (7) Glenn Greenwald, “Başmüfettişin 2016 FBI casusluğu hakkındaki raporu tarihi büyüklükte bir skandalı ortaya koyuyor: sadece FBI için değil, aynı zamanda ABD medyası için de”, The Intercept, 12 Aralık 2019, https://theintercept.com (8) Referans makalesi: Michael Glennon, “CIA’nın emin ellerinde...”, Le Monde diplomatique, Temmuz 2018. (9) Joseph R. Biden, Jr. et Michael Carpenter, “Kremlin’e nasıl karşı koyacaksınız. Düşmanlarına karşı demokrasiyi savunmak” Foreign Affairs, New York, OcakŞubat 2018. (10) Bret Stephens, “Demokratlar yeniden neocon olarak doğacaklar mı?”, NY Times, 24 Ekim 2019. 3 3 ŞUBAT 2020 GRUPLARIN ÇIKARLARI FARKLI ABD’de stratejik bölünme Beyaz Saray’a giriş hakkı bulunan ideolog ve jeopolitistler adlı iki grup ülkenin çıkarları konusunda bölünmüş durumda. İdeologlar Ortadoğu’nun odak noktası olmasını isterken jeopolitistler askeri kaynakların Asya’ya kaydırılmasından yana. MIchael T. Klare * Baştarafı 1. sayfada Beyaz Saray’a özel gi riş hakkı olan iki güçlü grup bulunuyor. Bir yandan “ideolog” olarak adlandırdıklarımız var. Ortadoğu’nun stratejik planlamanın odak noktası olmasının devamına ikna olmuşlar. Onlara göre Washington, İran’ı dizginleyecek uluslararası bir koalisyon oluşumuna öncülük etmeli ve mümkünse rejimin çöküşüne yol açmalı. Dışişleri Bakanı Pompeo ve Başkan Yardımcısı Pence liderliğindeki bu grup, İran rejimine yönelik düşmanlığı ile bilinen ve sıkça Suudi ve İsrail liderlerinin görüşlerini yansıtan Başkan’ın kıdemli danışmanı, damadı Jared Kushner’in de dahil olduğu Kongre ve Beyaz Saray’daki önemli kişilerin desteğini alıyor. Diğer yandan, askeri ve istihbarat yetkililerinden oluşan “jeopolitistler” kampı var. Onlar Çin’in yükselişini Amerikan stratejisine ana engel olarak görüyor ve ABD’nin askeri kaynaklarının Ortadoğu’dan Asya’ya taşınmasını savunuyor. Her iki kamp kendi ?ü? lkelerinin, dünyanın en güçlü ülkesi derecesini koruması ve egemenliğini tüm stratejik bölgelerde kullanması gerektiği konusunda hemfikir. Ancak muazzam olmasına rağmen ordunun kaynakları sınırsız değil. Dolayısıyla mevcut kaynakların (uçak gemisi, askeri birlik vs.) çeşitli çatışma bölgelerine tahsisiyle ilgili tartışmalar sık yaşanıyor. Radikal İslamcı terörizm, IŞİD, ABD’nin güvenliğine yönelik başlıca tehditleri oluşturduğu sürece öncelik Ortadoğu’ya verildi. Bununla birlikte ideologları adeta cezalandırmak istercesine, Washington’ın çok sayıda önemli aktörü Asya’nın uluslararası güç için rekabetin merkez üssü haline geldiğine ve Amerikan güçlerinin büyük bölümünün orada yoğunlaşması gerektiğine inanıyor. Pentagon, Hazine Bakanlığı ve istihbarat servislerinden üst düzey yetkililer tarafından yönetilen jeopolitik kamp, ?A? BD’nin geçerliliğini tartıştığı Ortadoğu çatışmalarına takıntılı olduğunu düşünüyor. Jeopolitik kampa göre büyük rakip güçler, özellikle de Çin ve Rusya askeri güçlerini ve diplomatik etki alanlarını genişletmek (2) için bu stratejik miyopluktan yararlandı. Böylece Pekin kendi ordusunun teknolojik yeteneklerini güçlendirdi ve ABD’den daha avantajlı duruma geldi. Bu durum Beyaz Saray ile yakın bağları olan birçok iş insanını kaygılandırıyor. Bir süre Washington’da stratejik öncelik Çin’in engellenmesiydi. Teçhizatın “yörüngesini” Pasifik’e çevirmek için Pentagon kendi silahlanmasını geliştirmek üzere milyarlarca dolarlık ek bütçe istedi ve Kuzey Afrika ve Yakın Doğu gibi “ikincil cepheler”de bulunan kuvvetleri Çin ve Rusya’yı çevreleyen sınır bölgelere (3) doğru yeniden konumlandırmaya başladı. Savunma Bakanı Mark Esper geçen aralık ayında (Kaliforniya) Simi Vadisi’ndeki Ronald Reagan Başkanlık Kütüphanesi’nde yaptığı konuşmada bu yönlendirmeyi doğruladı. “Pentagon yeni bir savaş doktrini uygulamak sorumluluğunu üstlenirken kuvvetlerimiz ve teçhizatlarımızı, Çin ve Rusya ile daha iyi rekabet edebilmek için (4) öncelikli operasyon sahalarına yeniden konuşlandırmaya gayret ediyor” dedi. ABD ordusunun Arap Körfe zi gibi ikincil çatışma alanların da bulunan kuvvetleri ve teçhizat ları, “öncelikli operasyon saha larına” yeniden konuşlandırma sı tutumu, İran’ı takıntı haline ge tiren ideologlar tarafından haka ret gibi algılanıyor. Onların gö zünde Tahran’daki mevcut hükü met hem ahlaki hem de stratejik bir riski temsil ediyor: İsrail, Yahudilik ve ABD’ye karşı katı düşmanlık prensibi nedeniyle ahlaki; bölgenin tamamında bulunan ağır silahlı milislere uyguladığı otorite, nükleer silah edinme isteği ve Körfez’e hâkim olma arzusu nedeniyle stratejik. Başkan yardımcısı Pence, Şubat 2019’da Varşova’da “Şu anki İran rejimi eski İran İmparatorluğu’nu modern Ayetullah diktatörlüğü üzerinden restore etmeye çalışıyor” dedi. Pence’e göre, böyle bir felaketi ancak sert ve acımasız bir yanıt (5) önleyebilir. Trump’ın General Süleymani’yi ortadan kaldırma kararına neden olan olayları birleştirince Pompeo ve Pence liderliğindeki ideolog kampının, başkanın üzerinde orantısız bir etki gücüne sahip olduğunu görüyoruz. Tartışmasız, İran’a yönelik politikayla ilgili üst düzey müzakereler (6) esnasında Başkan’ın güvenini kazanan Esper değil Pompeo idi. West Point Askeri Akademisi mezunu ve eski bir subay olan Pompeo, Washington’da Tahran’a sert tutumuyla ve Ortadoğu’daki asker, teçhizat sayısındaki azalmayı önleme konusundaki katılığıyla biliniyor. Er geç Asya’ya dönüş... İran’a karşı düşmanca duygular barındıran Trump’ın, ulusal güvenlik kurumlarının üst kademelerine çok hâkim olan bir fraksiyonun etkisine girdiğini görüyoruz. Bu Trump’ın, ABD’nin bölgedeki askeri varlığını genişletmek üzere, Tahran tarafından gelecek agresif bir tepki almayı hedefleyen suikastı onaylamasının zeminini oluşturdu. Tahran’ın cevabından bu yana gerginlik bir miktar azalmış olsa da (Irak’taki ABD askeri üslerine yapılan ve can kaybı yaratmayan bir dizi bombalı saldırı), İran’ın gelecekte ABD veya müttefiklerinin konumlarına milis saldırıları gibi daha dolaylı eylemlerde bulunma riskini barındırıyor. Ve son haftalarda kara ve deniz piyadelerini güçlendirmek için Körfez’e acilen gönderilen binlerce asker muhtemelen, bölgedeki güçlerin Asya Pasifik bölgesine “yeniden konuşlandırılması” olasılığını ortadan kaldırarak bir süre orada kalacak. Ancak sarkaç, er ya da geç tekrar Asya merkezli bir stratejiye doğru eğilecek. Amerikan dış politika seçkinleri Çin’in yükselişinden, Ortadoğu’da önemsiz gördükleri davaların diplomatik ve güvenlik ayağını, ABD’nin jeopolitik rakipleri üzerindeki üstünlüğünü korumak olan ana görevinden uzaklaşmasına izin vermeyecek kadar çekiniyorlar. (*) Hampshire Üniversitesi’nde Emeritus Profesör, Amherst (Massachusetts), All Hell Breaking Loose: The Pentagon’s Perspective on Climate Change, yazarı, Metropolitan Books, New York, 2019. Çeviri: Diane Dilek Cat (1) Peter Baker et al., “Ocakta 7 gün: gizli planlar, ölümcül vuruş ve artan kriz”, The New York Times, 12 Ocak 2020. (2) (Araştırma ve Mühendislik Savunma Sekreteri Michael D. Griffin’in ifadesi), Senato Silahlı Kuvvetler Komitesi, Washington, DC, 18 Nisan 2018, https://www.armedservices.senate.gov (3) Referans makalesi “Pentagon Pasifik’e yönelirken” Le Monde diplomatique, Mart 2012. (4) ABD Savunma Bakanı Mark Esper’in Reagan Ulusal Savunma Forumu’ndaki konuşması, 7 Aralık 2019, www.defense.gov (5) ABD Başkan Yardımcısı Pence’in Varşova’daki açıklaması, 14 Şubat 2019, www.whitehouse.gov (6) Nahal Toosi, “Trump’ın gölge savunma bakanı”, Politico, Arlington, 6 Ocak 2020.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear