24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

16 C kitap KİTAPLAR ADASI KULE CANBAZI SUNAY AKIN 11 NİSAN 2008 CUMA M.Sadık ASLANKARA TİYATRO CUMHURİYETİNİN KIZI: SEVDA ŞENER sonuçları üzerinde durmuşlar, bu gerçeğin içinde barındırdığı dramı ustalıklı biçimlemelerle dile ve görüntüye getirmişlerdir.” (38) 1950’lerin yol açtığı ivmeyle “altmışlı yıllar oyun yazarlığımızın en verimli dönemi oldu.” “Bu yıllarda yazılan ve sahnelenen oyunlarda öz zenginliği, biçim ustalığı bakımından belirgin bir gelişim görülür. (…) Tiyatromuzun başyapıtlarının büyük bir bölümü bu dönemde yazılmıştır demek abartı olmaz.” “… (Bu) oyunlar tiyatro yazınımızdaki yeni gelişimin doğrultusunu gösterir.” (41, 42, 43) Şener’e göre, “tiyatro yazınımızın altın çağında yazılmış olan oyunlar(ın) (60) “her biri tiyatro yazınımıza katkı sağlamış olan oyunlar”dır. (43) “Altmışlı yılların atılımı yetmişli yıllarda taze güçle (de) beslenmiş”tir. (42) Ya 1980’ler, 80 sonrası? ler,bu yazarların dizgeliliğini neden sürdürememiş dersiniz? Neden böylesi oyunlar yazılamıyor ya da ancak seyrek verimlenişler halinde önümüze geliyor da bir türlü dizgeli hale gelemiyor bu? Şairlerimizin Türk tiyatrosunda çok önemli bir işlevi yerine getirdiği üzerinde daha önceleri de farklı yazılarımda durmuştum. Nitekim gerek 1930’lar, 40’larda gerekse 50’lerde şairlerimizin, Türk tiyatrosunun yapılandırılmasına önemli katkılar sağladığı göz ardı edilmemeli. Demek ki şiir, öykü, roman yazma geleneği kurmuşuz da oyun yazma göreneğine varamamışız daha… miş”tir. (26) 2.Bu oyunlarda, “dramatik olan, yaşama biçimindeki hızlı değişimin yarattığı uyumsuzluktan doğar.” (12) “Dramatik çatışmalara Batı’ya körü körüne öykünmenin neden olduğu” görüşü kadar, “kendi köklerimizden koptuğumuz halde Batı uygarlığının temeline inememiş olmamızdan ileri gel(diği)” (28, 26) dile getirilmiştir. 3.Sözgelimi Musahipzade Celal, oyun yazarı olarak “mürşid taslaklarını tasvir etmek için Mum Söndü komedisini”, “…Yobazlığı… sahnede halka göstermek için” de Aynaroz Kadısı’nı “yazdığını söylemiştir.” (31) Çalıntı bisikletin gittiği yol Amerika Birleşik Devletleri boks takımını Roma’ya götüren uçakta tüm sporcuları koltuklarını arkaya yatırmış, kimini kitap okurken, kimini de uyurken görürüz. İçlerinde biri var ki, uçağa bindiği ilk an gibi dimdik oturmakta ve kaskatı kesilmiş bir şekilde ileriye bakmaktadır. Şartı gerçekleşen Cassius’tur elbette bu yolcunun adı. Genç boksörün sırtında uçağa binmek için ortaya sürdüğü şart, yani paraşüt takılıdır!.. Roma’dan altın madalyayla dönen Cassius, 1964 yılında hayatının en önemli maçlarından birine daha çıkar. Rakibi, Dünya Ağırsıklet Boks Şampiyonu Sony Liston’dur. Bu maçı da kazanan Cassius Clay, 1975 yılında Müslüman olmaya karar verir ve adını Muhammet Ali olarak değiştirir!.. Ne gariptir ki, uçaktan çok korkan, sırtına paraşüt takmadan uçağa binmeyen Muhammet Ali Clay, ringdeki halini uçan iki hayvana benzeterek şu açıklamayı yapar: “Kelebek gibi uçarım, arı gibi sokarım...” Bir Amerikan askeri olarak Vietnam’a gitmeye karşı çıkan Muhammet Ali’nin elinden unvanı alınarak hapse atıldığında yer yerinden oynar. Protestolar karşısında çaresiz kalan Amerika geri adım atmak zorunda kalır. Bu olay, Dünya Barışı adına Muhammet Ali’nin kazandığı en önemli maçtır. Ne yazık ki, onun bu tavrını Amerika’nın Irak işgali sırasında anımsayan çok azdır. Kentucky’nin bir kenar semtinden Schwinn marka o bisikleti çalan hırsız, 12 yaşındaki Cassius’a Dünya Ağırsıklet Boks Şampiyonluğu’nun yolunu açtığını elbette bilemezdi. Günümüzde yapılan hırsızlıklar, kimleri nerelere taşıyor dersiniz!?.. Zamanınızı çalmadığıma inanarak son sözü hırsızların en büyüğü Al Capone’a veriyorum: “Çocukluğumda Tanrı’ya her gece bana bir bisiklet vermesi için dua ederdim. Baktım böyle olmuyor, ben de tuttum bir bisiklet çaldım ve geceleri Tanrı’ya beni affetmesi için dua etmeye başladım!..” Kırk yıllık yol arkadaşım Mehmet Kaya’ya… vet, tümüne evet, sayabildiklerim kadar sayamadıklarım için de evet… Salt tiyatro bilimci oldukları, yanısıra Nutku’da görüldüğünce sanatçı oldukları, tiyatromuzun gerek kuramsal gerekse eylemsel bağlamda ufkunu genişleten çalışmalar yürüttükleri için değil yalnızca, alanda kararlı, ilkeli duruşları, öncü tutumları, deneyci yanlarıyla da evet… İlk ikisinin üzerinde durmuştum tiyatromuzun bu söylensel kahramanlarının, şimdi sıra üçüncüsünde… Sevda Şener’in çalışmaları, ürettiği düşünceler, ulaştığı bireşimler, konu, izlek olarak üç grup ya da başlık altında toplanabilirmiş gibi geliyor bana: 1.Verimlenen oyunlar bağlamında Türk tiyatrosunun gelişimi, 2.Ülkenin sorunsalları ya da sorunsallara bakış bağlamında Türk tiyatrosunun gelişimi, 3.Tarihsel, düşünsel bağlamda Türk tiyatrosunun gelişimi, dünyadaki yeri. Dost Kitabevince yayımlanan üç kitap, Şener’in üç ayrı başlıkta yürüttüğü bu çalışmaların neler olduğunu göstermeye yetiyor… Bu çerçevede ilk başlık için Oyunlar ve Gerçekler (2007), üçüncü başlık için de Yaşamın Kırılma Noktasında Dram Sanatı (Üçüncü Basım, 2007), Dünden Bugüne Tiyatro Düşüncesi (Dost’ta Beşinci Basım, 2008) adlı kitaplar anılabilir. Onun ikinci başlık altındaki çalışmaları için AÜ. DTCF yayını olarak yayımlanan Çağdaş Türk Tiyatrosunda Ahlak, Ekonomi, Kültür Sorunları (1971), Çağdaş Türk Tiyatrosunda İnsan (1972) başlıklı kitaplarına uzanmak gerekiyor daha çok. E 980 SONRASI OYUN YAZARLIĞIMIZ… Sevda Şener, 1980 sonrasında oyun yazarlığımızda gözlemlenen gelişmelere dönük olarak da şu saptamaları getiriyor: 1.”Seksenli yıllardan bu yana tiyatromuzda iki ana eğilimin öne çıktığını görüyoruz. Bunlardan birini içine kapanma, ikincisini hesaplaşma ve kimlik arayışı olarak adlandırıyorum.” Bu çerçevede, “anıların dünyasına yönelme eğilimi, içinde yaşanılan ortamdan kaçma ve içe kapanmanın göstergesi olarak yorumlanabilir…”(63) “Seksenli yılların baskın eğilimi olan iç hesaplaşma kimi oyunlarda kendini yazarın da içinde olduğu aydın ve sanatçı kesiminin sorgulanması olarak gösteriyor.” (74) 2.”Doksanlı yıllardan başlayarak yazılan kimi oyunlarda özgürlüklerin kısıtlanmasına, işkenceye, baskıcı geleneklere, şeriat özlemine karşı hesaplaşma girişiminde bulunulduğunu görürüz.” (69) 3.”Son yıllarda tiyatro yazınımıza egemen olan eğilimin derinliğine bir iç hesaplaşma ve kimlik arayışı olduğu söylenebilir.” “Batı dünyasını ve dolayısıyla tiyatrosunu yıllardır ilgilendirmiş olan yabancılaşma sorunu en sonunda bizim tiyatromuzda da yankısını bulmuş durumda.” (71) Bu çerçevede, “yeni kuşak oyun yazarlarımızın yapıtlarında oyun kişileri karakter ayrıntıları ile değil, hatta tipik insani özellikleriyle de değil, belirtilmek istenen durumu belirten temsili nitelikleriyle canlandırılıyor.” (72) Demek ki gele gele 1930’ların, 40’ların oyun yazarlarında gözlenen “görevci” anlayışa varıyoruz. Sanki tiyatromuzda 1950’lerde, 60’larda bir yükseliş yaşanmamışçasına oyun yazarlarımız yeniden görevci bir kimliğe doğru kayıyor. Sevda Şener’in, söz konusu çalışmalarıyla ülkemizde henüz yeterince üzerinde durulmayan tiyatro eğitimbilimi, ruhbilimi, toplumbilimi oluşturulması yönünde anlamlı, önemli bir erke üretimine yol açtığını da eklemek yerinde olacak.Öteki alanlarda söylediklerine geçemedim Sevda Şener’in. Bu nedenle gerek Şener, gerekse tiyatromuzun seçkin üçlüsünü oluşturan öteki ikisi And’la Nutku üzerinde aralıklarla durmayı sürdüreceğim… Doğal ki buna oyun yazarlığı tartışmalarını da katarak… Ne mutlu bize, yolumuzu aydınlatıp ışıklayan böylesi seçkin yediveren üçüzüne sahibiz! 1 İR OYUN DAĞARINA SAHİP OLMAK … Gerçekten de Oyunlar ve Gerçekler’de yüzü aşkın yazarın birkaç yüzü bulan oyunu üzerinde, oyunların verimlenişini tetikleyen toplumsal itekleyiciler, bunların sahne düzlemindeki konumlanışı üzerinde ciddi birikim yansıtan ele alışlarla, değerlendirişlerle karşılaşıyoruz. Gerçi oyunlarımız tiyatro tarihi içinde, dönemsel bağlamda veya sorunsal odağında kıyısından köşesinden dürtülmemiş değildir. Şu kadarcığını olsun söylemeden geçmeyeyim: oyun yazarlarımız da pek ilgilenmemiştir kendi verimledikleri oyunlarla… Bizde oyun yazarları, kahramanlarını içselleştirmeden oyun verimleyen, yazarlıklarını gazete, televizyon, radyo, reklam yazarı gibi yalnızca “teknik yazarlık” düzeyinde görme eğiliminde olan kişiler gibi izlenim bırakıyor neredeyse… Ne var ki, saltık anlamda yazılı oluşlarıyla, yazıda dile getirilişleriyle, üstelik ön yüzlerinden görünüşleri ölçüsünde oyunları değerlendirmeye girişmek, bunlar üzerinde bize genel yargıda bulunma hakkı sağlar mı acaba? Yine de iyi bir oyun, okunurken de haz verebilmeli insana, tıpkı iyi bir senaryonun okunurken de haz vermesi gerektiği gibi… Sözgelimi Haldun Taner, Oktay Rifat, Sabahattin Kudret, Turgut Özakman, Güngör Dilmen, Melih Cevdet, Orhan Asena, Aziz Nesin, Necati Cumalı, Refik Erduran vb. yazarların en azından kimi oyunları okuma eyleminde yazınsal haz üretebilmişken, daha sonra gelen B Şener… Bu utku, Sevda taşır? Ankara N ir m e zd Ö önem tin And, den bu denli hraman: Me o bilim Üç ad, üç ka birlikte anılır, bu üçlü ne deki (AÜ.DTCF) ilk tiyatr l, n n e si m ed lte ra sa üçünün adı n ve TarihCoğrafya Fakü Modern tiyatromuza ku en il i? nid D Üniversitesi yetişmiş oldukları için m aş gerekler yönünde ye iye, d n ğ a a a d ç an dram turg , yuvamız rek onu d e ın tir ığ e rl g r za la ya m a eylemsel açılı giriştikleri için mi? Oyun ğe, sahne tasarımcılığın mi? zi ye ü e iç m eleri in biçimlendirm yönetmenliğe, ışıktan, kattıkları erk ygınlık a n la a n u a b kt k e oyunculu çe yükselip ya kuruluşuna d toplulukların ın ülkemizde iç içe nitelik rdikleri için mi? salonlardan iyle sanatın e bir ömür ve Tiyatro bilim oğrultusunda neredeys kazanması d Gelin Sevda Şener’in Oyunlar ve Gerçekler adlı yoğun emekli çalışmasından bu olgunun izini sürelim şimdi … Sevda Şener, “Yaşamın Tiyatro Yazınındaki Yansımaları” başlığı altında şu saptamayı getiriyor ilkin: “…Oyun yazarlarımızın genelde tiyatronun toplumu eğitme sorumluluğuna inanmış olduklarını, … oyunlarımızın çoğunlukla gerçekçi ve ileti ağırlıklı olduğunu söyleyebiliriz.” (9, 10) O halde oyun yazarlarımızın, görevci bir anlayışla yola çıktıklarını kabul etmek durumundayız. Bu çerçevede nasıl bir oyun yazarlığıyla karşılaştığımızı yine Şener’in aktarımından saptamaya girişelim… 1.Yazarlar, “oyunlarında (.) temayı açıklayan eğitici konuşmalara yer vermişlerdir.” (11) Kaldı ki kimi oyunların, zaten “eğitici olması amaçlan”mıştır. (25) Kimileyin, “oyunun kahramanı (…) yazarın savunduğu ahlaki ilkeyi temsil etmektedir.” (28) Kimi oyun yazarları, “düşüncesini oyun kişileri aracılığı ile (.) belirtmiştir.” (18) Kimi oyunlarda yazar, “devrimcilik ülküsünü paylaşmış, inancını okuyucu/seyirciye heyecanla ilet Sevda Şener’in örneklerle gösterdiği üzere ruhsal olaylara açılan oyunların da ne yazık ki sağlıklı bir yapıda olduğu kolayına söylenemez. Çünkü söz konusu oyunlar da ruhsal bunalımın yalnızca anlatıldığı, buna melodram öğelerinin eklendiği metinler olarak çıkıyor karşımıza. İşte 1950’lerde, şairlerin yer aldığı kuşakla, çeşitli yazın çevresinden yazarın katkısı doğrultusunda tiyatromuz, kendi içinde görece devrim yaşamaya koyuluyor denebilir. “Önceki yıllarda seyirciyi heyecan verici çatışmalarla etkileyen oyunların yerini, giderek günlük yaşama benzediği için inandırıcı ve etkileyici olan yalın kurgulu oyunlar almaya başlar.” (33, 34) Nitekim Yazarlar, “durumun ekonomik nedenlerini, ahlaki sonuçlarını eleştirmişler fakat çözüm yollarını imleyen düzenlemeler”e (34) gitmemişlerdir. Sevda Şener, şu yargıyı getiriyor bu kuşak yazarları için: “Ellili yılların en büyük atılımını ilk ya da ikinci oyunları ile oyun yazımına yeni ufuklar açan genç yazarlar gerçekleştirdiler. (…) (Onlar) toplumdaki değerler karmaşasının ekonomik nedenleri ve ahlaki hicago’da üretilen Schwinn bisikletleri, her çocuğun rüyasını süslerdi. 1895 yılında, bir Alman göçmen olan Ignaz Schwinn tarafından üretilen bisikletlerin çoğu da çocukların hayallerinde kalırdı. Son derece pahalı olan bu bisikletleri yoksul ailelerin oturduğu semtlerin sokaklarında görmek olanaksızdı. 1942 yılının 17 Ocak günü, tabelacı Marsellus’un bir oğlu gelir dünyaya… Çocuğa “Cassius” adı koyulur. Marsellus kılı kırk yararak kazanmaktadır geçim parasını. Eşi Odessa çalışmamaktadır. Çok geçmeden, Schwinn bisikletleri Cassius’un da hayal dünyasındaki tahtına oturur. Tabelacı Marsellus, 12 yaşına giren oğluna aldığı armağan ile evlerinin bulunduğu sokağa girdiğinde, o sırada sokakta oynayan çocuklar da ardına takılır. Çünkü, Cassius’un armağanı bir Schwinn bisikletidir! Kentucky’de, yoksulların yaşadığı semtte bir Schwinn bisikletinin ömrü çok olamaz. Cassius’u karakolda gözyaşları içinde görürüz!.. Bisikletinin çalındığını anlattığı polis memuru Joe Martin’e şunları söyler, hıçkırıklara boğularak: “Eğer o hırsızı yakalarsam kimse elimden alamayacak… Onu sabaha kadar kırbaçlayacağım…” Joe Martin, çocuğun hayatını değiştirecek bir teklif sunar: “Bak evlat, benim bir boks salonum var. Oraya git ve boks öğren. Hırsızı yakalayınca da kırbaçlamak yerine bir güzel pataklarsın.” 1960 yılında, Roma Olimpiyatları’na katılacak ABD boks takımı seçmelerinde görürüz, 18 yaşındaki Cassius’u… Olimpiyat takımına seçilse de buna sevinemez. Çünkü, Cassius uçaktan çok ama çok korkmaktadır. Hayatının bu en önemli spor organizasyonuna katılmak istese de uçak korkusu onu nakavt eder ve takımdan çekilir. Ne var ki, onun dünyanın en iyi boksörü olacağına inanan antrenörleri sabah akşam dil dökerler kapısında. Sonunda Cassius, uçağa binmeye ikna edilir… Ama bir şartı vardır!.. C EFES ANTİK KENTİ KAZILARI 113 yıllık Avusturya dönemi bitiyor Hicran ÖZDAMAR İZMİR Efes Antik Kenti’ndeki kazılarda Avusturya egemenliği sona eriyor. Avusturya’da kazı ekibi başkanlığına atanacaklar arasında çekişmeler yaşandığı öğrenilirken Kültür ve Turizm Bakanlığı’na henüz isim bildirilmemesi nedeniyle çalışmaların Efes Müze Müdürü Cengiz Topal öncülüğünde başlayacağı kaydedildi. Avusturya daha önce kazı başkanı olarak seçtiği Doç. Dr. Sabine Ladstaetter’in yerine yeni bir isim bildirmedi. 113 yıldır kazı başkanlığını yürüten Avusturya’nın mayıs ayına dek isim bildirmemesi durumunda, çalışmalarda yeni bir dönem başlayacak. Avusturya hükümeti, Efes Antik Kenti Kazı Başkanı ve Avusturya Arkeoloji Enstitüsü Başkanı Ordinaryus Prof. Dr. Fritz Krinzinger’in görev süresinin dolarak emekli olmasının ardından yerine Ladstaetter’i göstermişti. Ancak Kültür ve Turizm Bakanlığı Ladstaetter’in yetersiz bulunduğunu açıklamıştı. Avusturya hükümeti 27 Aralık 2007’den bu yana isim belirlemedi. Öte yandan, Avusturya’da kazı başkanlığı için Ladstaetter’e karşı kazıda görevli Doç. Dr. Ulrike Muss ile Prof. Dr. Peter Scherrer’in yarıştığı öğrenildi. Efes Müze Müdürü Topal’ın başkanlık edeceği kazı heyetinin çalışmalara mayıs ayında başlaması kararlaştırıldı. Topal ve ekibine yerli ya da yabancı bir akademisyen de danışmanlık yapacak. Bu tarihe kadar Avusturya’dan beklenen haber gelirse çalışmalara belirlenecek yeni isim başkanlık edecek. Türkiye’de Liderler ve Demokrasi/ Hazırlayan: Metin Heper, Sabri Sayarı/ Çeviri: Zuhal Bilgin/ Kitap Yayınevi/ 314 s. Türkiye’de demokrasi, siyasi lider demokrasisi olmaya devam ediyor. Siyasi liderlerin düşünsel yapısı, dünya görüşleri, takip ettikleri amaçlar, liderlik üslupları ve stratejileri, siyasal hayatı etkiliyor. Bu kitap, siyasi liderlerin Türkiye demokrasisinin artılarında ve eksilerinde oynamış oldukları ve oynamaya devam ettikleri önemli rollerin sistemli bir değerlendirmeye tabi tutulduğu bir girişim. Çalışma, Mustafa Kemal Atatürk’le başlayıp Tansu Çiller ile son bulan on bir siyasi liderin demokratik hayattaki serüvenlerini ele alıyor. Bergsonizm/ Dr. Hikmet Kıvılcımlı/ Sosyal İnsan Yayınları/ 104 s. “Bergsonizm (Göçen Sermaye Dervişliği), Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın şimdiye kadar yayımlanmamış eserlerinden birisi. Kitabın sonuna koyduğu 6 Eylül 1936 eserin bitiş tarihi ise: Tamamlanmasının üzerinden yetmiş iki yıl geçmiş. Yaklaşık üç çeyrek asırdan su yana, tarihin tozlu raflarında gün ışığına sur kalırlar. “Gılgamış”, karşılaşmalar ve kaçışların, dostluk ve sevginin, kayıp ve kabullenişin bir öyküsü... İran Uyanıyor/ Şirin Ebadi, Azadi Muavini/ Çeviren: Zeynep Sönmez/ Berçem Yayıncılık/ 262 s. çık(arıl)mayı bekliyordu. Eser, Fransız düşünürü Henri Bergson’un fikirlerinin en yaygın, şöhretinin dorukta olduğu bir dönemde, Bergsonizmle ciddi bir hesaplaşmadır. Emparyalizmin yarı sömürgeleştirdiği Anadolu’da, kan ve ateş içinde yetişen ve yetkinleşen, işçi sınıfının ve insanlığın kurtuluş meşalesini yükselten Kıvılcımlı, bu eseriyle, emperyalist Avrupa’da yetişmiş ve emperyalizmin sözcülüğünü yapan Bergson’a karşı; emperyalizmin sömürüp ezdiği dünya halklarının, işçi sınıfının sözcülüğünü yaparak savaşmış bulunmaktadır” diyor kitabı yayına hazırlayanlar. Seçilmiş Düşünceler/ Friedrich W. Nietzsche/ Çev.: Sâmih Tiryakioğlu/ Assos Yayınları/ 144 s. 19. yüzyılın Alman filozoflarından Friedrich W. Nietzsche, felsefenin temeline, çağının düşünce ve değerlerine toptan karşı çıkar. En büyük amacı, insanı kurtarmak, onu kuru akılcılıktan uzaklaştırarak kendisinin ne olduğu üzerine düşündürmek olan filozofun, çeşitli yapıtlarından derlenmiş özdeyişlerini içeriyor “Seçilmiş Düşünceler”. Gılgamış/ Joan London/ Çeviren: İbrahim Bingöl/ Berçem Yayıncılık/ 302 s. On yedi yaşındaki Edith, annesi ve kız kardeşi Frances ile birlikte, Avustralya kırsalında bir çiftlikte yaşar. İngiliz kuzeni Leopold ve onun Ermeni arkadaşı Aram’ın Irak’taki bir arkeolojik kazıdan dönerken çiftliğe uğraması ve onların, uzak ülkeler hakkında hikâyeler anlatması, Edith’i yaşadığı küçük Nunderup kasabasının dar ufkundan alıp çok uzaklara götürür. Bu hikâyelerden biri sonsuz yaşamı ararken dünyayı dolaşan eski Mezopotamya kralı Gılgamış’ın efsanevi öyküsüdür. İki yıl sonra, 1939’da, Edith ve küçük oğlu Jim, kendi yolculuklarına çıkarlar ve gittikleri Sovyetler Birliği Ermenistan’ında savaşın çıkmasıyla mahHukukçu, yazar, aktivist ve muhalif olarak farklı bir kariyere sahip olan Şirin Ebadi, memleketi İran için, açık ve güçlü bir şekilde konuşarak sesini duyurdu. İnsan hakları savunucusu ve Nobel Barış Ödülü’ sahibi olan Ebadi’nin biyografisi yer alıyor bu kitapta. Karanlık Bir Geceydi/ Sevim Korkmaz Dinç/ İlya Yayınevi/ 214 s. “Felaket; yoksul halk, saçlarının arası bitli öğrenciler, Kürtçe konuşan kadınlar, günlerce gelmeyen gazeteler, işlemeyen yolcu otobüsleri, kapanan yollar değil, ilin idaresinden sorumlu olanlar; vali, kaymakam, emniyet müdürü, ordu komutanları, milli eğitimin idari kadroları; yani mülkî erkândı.” Yazar Sevim Korkmaz Dinç, okuru, 12 Eylül 1980 gecesine götürüyor bu romanıyla. ATF Mannheim’da perde açıyor Ankara Tiyatro Fabrikası oyuncuları “İnsan! Nereye?” adlı oyunuyla Mannheim’da sahneye çıkacak. Nuri Gökaşan’nın yönettiği, Yılmaz Demiral’ın eserindeki kahramanları Mehmet Ulusoy, Metin Bilgin, Yıldırım Şimşek, Cengiz Çelik, Ferhat Büküş ve Özge Yıldırım canlandıracak. Demokratik İşçi ve Gençlik Derneği Mannheim’ın düzenlediği tiyatro etkinliğinin son gongu 18 Nisan Cuma günü, sat 20:00’de vuracak. Adres: Jugendkulturzentrum Forum, Neckarpromenade 46, 68167 Mannheim. Rezervasyon için telefon numarası: 0621/3385615.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear