Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
16 Kadın, İslam ve modernizm arasındaki uzlaşmaz görünen simgeyi oluşturması bakımından odak noktası olmuştur C dizi 8 ŞUBAT 2008 CUMA İslamda kadın ve erkek bütündür ‘Yüce Tanrı’nın her insan yaratılışına yerleştirdiği örtünme duygusu ve dürtüsü, teolojik ve felsefi temelinden oynatılarak başörtüsüne indirgendi’. “Tesettür”, “örtünme”, “çıplaklık”, “namus”, “dindarlık”, “özgürlük”, “kadın hakları”, “iffet” gibi iki ucu keskin tüm kavramlar, bu konjonktürün dayatmasıyla başörtüsü ile ilintilendirilmiş; öyle ki başını örtmek imanküfür ilişkisinde kırmızı çizgiyi belirleyen bir uygulama olarak telakki edilmiştir. Oysa başörtüsü, yüklenen siyasal, sosyal ve hukuksal anlamları dışında, teolojik ve antropolojik olarak yalnızca bedenin bir parçası olan başın örtülmesi anlamına gelmektedir ve dinimizce farz olduğu kesin olarak söylenemeyecek bir uygulamadır. Ama bu başörtüsü söylemi, tüm bedenin örtülmesi, iffet ve namusun korunması, kadının kutsanması ya da aşağılanması ve özgürleştirilmesinden tutun, inanıp inanmamada bir ölçüt sayılmaya kadar vardırılmıştır. Kadının avreti ve mahremiyetini dile getiren biricik simge sayılmış; diğer yandan da, “cariyeler” bu “namus ve iffet simgesi”ne belki de daha az kadın addedildikleri için layık görülmemişlerdir. ğüne ilişkin en açık kanıtlardan biridir. “Kadınlar sizin, siz de kadınların örtüsüsünüz” ayeti, erkekle kadının ahlaki ve insani yönden birbirini tamamladıklarını; kadınlar erkeklerin benzerleridir (birbirinin yarısıdır) hadisi de, varoluşsal birlikteliği teyit etmektedir. Bu denli açık ifadeleriyle Kuran, erkek ve kadınları her durum ve iş konusunda teker teker anmakta ve insan tanımının, ancak ikisinin bütünlüğü göz önüne alınınca mümkün olabileceğine işaret ederek detaylandırmaktadır: “Doğrusu erkek ve kadın Müslümanlar, erkek ve kadın müminler, Allah’a boyun eğen erkek ve kadınlar, (O’na) gönülden bağlanan erkek ve kadınlar, oruç tutan erkek ve kadınlar, iffetlerini koruyan erkekler ve kadınlar, Allah’ı çok anan erkekler ve kadınlar, işte Allah bunların hepsine bağışlanma ve büyük ödül hazırlamıştır.” Yüce Tanrı’nın her insan yaratılışına yerleştirdiği örtünme duygusu ve dürtüsü, teolojik ve felsefi temelinden oynatılarak başörtüsüne indirgenmiş; Kuran’da çıplaklık, “avreti muğallaza”ya (arka ve ön) dikkat etmemek; bedenin bu kısımlarını örtmemek iken, başörtüsü söylemi, başı ve saçı da bu kısımlara dahil etmiştir. Başörtüsü söylemi, bedenin ön ve arka kısımlarını örtmenin doğal ve dinsel gereğini gölgeleyecek kadar, örtü ve örtünmenin yerini tutar olmuştur. TÜRBANIN ALTINDAKİ İLKEL MANTIK Peygambere atfedilen hadisler G erçekten, varlık alanında bir kaburga kemiğinden ibaret görülen kadının, tıpkı insanlığı gibi, aklı ve dini de mi eksiktir? Ebu Said el Hudri’den: “Bir Kurban veya Ramazan Bayramı’nda Peygamber musallaya çıktı. Kadınlara rastladı ve onlara: ‘Ey kadınlar topluluğu! Sadaka verin. Zira, cehennem halkının çoğunun sizler olduğu bana gösterildi’ buyurdu. Onlar, ‘Neden, ya Rasulallah’ diye sordular. Peygamber, ‘Çünkü siz çokça lanet eder ve kocalarınıza küfranı nimet (nankörlük) edersiniz. Kendini denetleyebilen dikkatli ve tedbirli bir erkeğin aklını, sizin kadar aklı ve dini eksik hiçbir kimsenin çelebileceğini görmedim’, buyurdu. Onlar, ‘Nedir dinimizin ve aklımızın eksikliği ya Rasulallah?’ dediler. Hz. Peygamber, ‘Kadının şahitliği erkeğin şahitliğinin yarısı değil midir?’ Onlar ‘Evet’ dediler; Peygamber, ‘Bu aklınızın eksikliğinden. Kadın hayız (âdet) gördüğü zaman namaz kılmaz ve oruç tutmaz değil mi?’ buyurdu. Onlar ‘Evet’ deyince, Peygamber, ‘İşte bu da dininizin eksikliğindendir’ yanıtını vermiştir. “ Kuran’a ve Hz. Peygamber’e karşıdevrim olarak berkitilen bu yapay gelenek, şaşırtıcı biçimde hemen her hadis külliyatında eksiksiz biçimde yazıya geçirilmiştir. Buradaki diyaloğa dikkat edersek şunları görürüz. Kadınların sadaka verebilmeleri için, kocalarının kazançlarından başka kendilerinin ekonomik güç ve özgürlüğe sahip olmaları gerekir. Oysa, kurgulanan kadın tiplemesinde, mirastan erkeğe nispetle yarı yarıya pay sahibi olan kadının, kocası gibi geçim için çalışmasının gerekli olmadığı ve ekonomik sorumluluğun da erkeğe ait olduğu yazılır. Hele kadının, kocasının izni olmadan dışarı bile çıkamadığı tezini dikkate alırsak, bir kadının kendi inisiyatif ve tasarrufunda sadaka verebilecek bir ekonomik güce sahip olması düşünülemez.. Bunu her İslam ilmihalinde ya da dini eserlerde bulmak mümkündür. O takdirde, ikisinden biri yanlıştır. Ya kadın da çalışıp kazanmak ve kendi kazancından sadaka vermek zorundadır ya da buradaki emir yanlıştır. Çalışıp kazanma zorunluluğu olmayan kadına, sadaka vermediği gerekçesiyle cehennemin yolunu gösteren bu hadis, temelden yanlış olmalıdır. Çokça lanet etmek ve nankörlükte bulunmak, kadından sadır olduğunda, küçük ahlaki kusurlar olmaktan çıkmakta, kişiyi cehennemlik yapmaktadır. Hatta bir cinsi çoğunluk itibarıyla cezalandırmaktır. Bu ise İslamın adalet anlayışıyla bağdaşmaz. Hayız görmek, Tanrı’nın kadınlara verdiği bir ceza olamaz. Kadın bundan dolayı dinen eksik sayılırsa bu açıkça insanüstü bir adaletsizlik değil, insanın insana reva gördüğü bir nefretin sonucu olabilir. Hz. Peygamber’in, yaratılıştan gelen kadınlara özgü bu hali eksiklik saymasını düşünmek insafsızlık ve mantıksızlık olur. Şahitlik, İslam öncesi insan bile sayılmayan kadına tanınmış henüz başlangıç noktasındaki haklar manzumesindendir. Bu yüzden aklının eksik olduğunu iddia etmek, kadını ilkel anlayışa geri sürmek anlamına gelir. İşte örtünün, türban ve çarşafın altındaki ilkel mantığın önemli besin kaynaklarından biri de bu rivayettir. Başı örtmek İslamda kırmızı çizgi olamaz aşını örtmek imanküfür ilişkisinde kırmızı çizgiyi B belirleyen bir uygulama olarak telakki edilmiştir. Oysa başörtüsü, yüklenen siyasal, sosyal ve hukuksal anlamları dışında, teolojik ve antropolojik olarak yalnızca bedenin bir parçası olan başın örtülmesi anlamına gelmektedir ve dinimizce farz olduğu kesin olarak söylenemeyecek bir uygulamadır. Ama bu başörtüsü söylemi, tüm bedenin örtülmesi, iffet ve namusun korunması, kadının kutsanması ya da aşağılanması ve özgürleştirilmesinden tutun, inanıp inanmamada bir ölçüt sayılmaya kadar vardırılmıştır. İNSAN FELSEFESİ VE KADIN Sokrates’ten sonra insanı ve onun var oluş tarzını düşünce ve eylemin temeline yerleştiren felsefe, Descartes’ın yerinde deyimiyle, “medeniyetin ölçüsüdür”. İslam felsefesi de, bir bilim ve felsefe disiplininin bitişmesinden oluşan İslam düşüncesi ve tarihinin özel ve özgün adıdır. İslam felsefesi, İslam düşüncesi tarihi içinde, IX. XIII. yüzyıllar arasında yaklaşık dört yüz yıllık bir medeniyetin dile getirilişidir. Bu medeniyette de, tıpkı Batı’da olduğu gibi, belki ondan daha çok, insan odak alınmış; din bile, “nasılsa, öyle” yaratılan, var olan insan ve insan sorunu çevresinde biçimlenmiş, biçimlendirilmiştir. İnsanın kendi varlık özelliğinden başlayarak din, Tanrı ve Tanrısal buyruklar, insan için, insana göre ve insandan dolayı belirlenmiştir. XIII. yüzyılda ise, insan kendinden, dolayısıyla Tanrısı ve dininden kopartılmış; tıpkı, Tanrı’nın insanın belirlemesine bıraktığı doğa gibi, insan da kendisini, felsefesiz bir tarihin betimlediği mevhum, yarı insanyarı erkek bir Tanrı’ya ve onun yukarıdan belirlemelerine bırakmıştır. Artık bu yüzyıldan sonra felsefesiz bir din, felsefesiz bir Tanrı ve nihayet felsefesiz bir insan vardır. Düşüncenin ve bilimlerin temeli olan felsefe, İslam dünyasında dinsizliğin kaynağı olarak suçlanmıştır. Oysa asıl sorun, felsefesiz bir dinin, varlığını tüm insani yapı ve özelliklere dayatmasıdır. Kuran’ın ilgili ayetlerine bakalım: “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten (benlik, töz, zat, öz) yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabbinize saygısızlıktan sakının. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’ın ve yakınların haklarına riayetsizlikten sakının”. “Tek bir nefis” (nefsun vahide), ne erkek ne de dişidir. Çünkü ondan erkekler ve kadınlar türetilmiştir. Çift kutuplu bir cinsiyet özelliği taşıyan tek nefs, Kuran’ın kadın ve erkeği ontolojik olarak eşit gördü Sahte hadisler her zaman kadınları aşağılamanın yollarından biri oldu Hayvanla bir tutan bakış B aşörtüsü bağlamında kadın odaklı tartışmalar, İslam düşüncesi içinde insan felsefesi yöntemi dışında geliştiği için, artık kadın eşek ve kara köpekle bir tutulur olmuştur: “İnsanın (doğal olarak erkeğin Ş.F.) namazını eşek, kadın ve kara köpek bozar. Abdullah b. EsSamit dedi ki: “Ey Ebu Zer, Neden kara köpek de, kırmızı ya da küçük köpek değil?” Ebu Zer: “Ey kardeşimin oğlu, bunu Peygamber’e ben de sordum. Demişti ki, ‘Kara köpek, şeytandır’.” Hadis sahteciliği ile bazı kayıtlarda kadının niteliğine de işaret edilmiştir: “Hayızlı kadın ve kara köpek namazı bozar.” Hz. Peygamber’in kadınlara devrim niteliğinde tanıdığı insan olma ve insan gibi yaşama hakkı, ibadet hakkı birbiriyle çelişkili rivayetler ve bu rivayetlerin sonuna kadar savunucusu olanlarca hazmedilememiştir. Kadınların mescitlere yani camilere bile gitmelerini onların doğal hakkı gören Peygamber’in bu geleneği, ülkemizde bile hâlâ hazmedilebilmiş değildir. Atatürk 2 Şubat 1923’te İzmir’de halk ile yaptığı konuşmasında bu hazımsızlığı bir an önce Türk ulusunun aşması gerektiğine işaret etmişti. Atatürk’ün bu sözleri günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. Atatürk’ün Hz. Peygamber’in uzak vizyonunu dile getiren bu ileri görüşlülüğü, henüz ülkemizde tam olarak anlaşılmış değildir. İslamiyet kadını cehaletten ve insanlık dışı konumdan kurtarmaya dönük devrim yaratırken kadınların bu konumunu hazmedemeyen söz konusu öfke, çağlar boyunca şekil ve içerik değiştirerek şiddetlenmiştir: Adı, kadını tüm insani ve sosyal haklarından dolaylı ama etkili bir biçimde yoksun bırakan başörtüsü söylemi. Adem ile Havva’nın, açılan kaba avret yerlerini örttüklerine ilişkin ayet bu hakikati vurgulamıştır. “Adem ile eşi, yasak meyveden tadar tatmaz ayıp yerlerinin (sev’at) farkına vardılar. Derhal cennet yapraklarıyla oralarını (ağır avret kısımlarını) örtmeye koyuldular…” Örtünme duygusuna her iki cinsin de aynı tepkiyi vermiş olmaları, bu yaratılış gerçeğini kanıtlamaktadır. Yoksa Havva başını da örttü kaydı, mutlaka belirtilmiş olurdu. Başörtüsü söylemlerine Sümerlere, Hititlere ve İsrailoğullarına kadar tarih biçenler, ellerinin altındaki bu ayette, özellikle başörtüsünün neden belirtilmemiş olduğunu görmezden gelmektedirler. “Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve (öteki) bütün mümin kadınlara (toplum içine çıktıklarında) dış kıyafetlerini üzerlerine almalarını söyle: Bu, onların (temiz kadınlar olarak) tanınmalarını ve rahatsız edilmemelerini temin eder. Ama unutma ki Allah çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır.” KADIN NE KADAR İNSAN? Kadın, İslam ve modernlik arasındaki uzlaşmaz görünen simgeyi oluşturması bakımından odak noktasını teşkil etmiştir. Kadınların insan olduğunu kabul etmemek için onu, Kuran’ın verdiği temel insan haklarından yoksun bırakan bu yapay gelenek, bazı tasavvufi eserlerde de sürdürülmüştür. Hâlâ da sürdürülmektedir. Zamanının kadınları hakkında acı bir dille konuşan Takıyüddin Huni (ö. 1426), “İnsanlığın en ikiyüzlüleri kadınlardır. Zekâlarının, dinlerinin ve kanaatlerinin zayıflığından ötürü imanları noksandır” demektedir. Bir başka örnek: “Cehenneme baktım ve cehennem ehlinin çoğunun kadın olduğunu gördüm. Cennete baktım. Cennet ehlinin pek azının kadın olduğunu gördüm..” Hz. Peygamber’e saygısızlık pahasına nispet edilen daha buna benzer pek çok söz vardır. Öyle ki, İslam dünyasında kadını aşağılayan görüşler, gittikçe herhangi bir dini kaynağa referans vermeye gerek duyulmadan genel kabul düzeyinde kesin yargılara dönüşmüştür. Bu yargılar Türk din anlayışını da etkilemiş; kadına değer atfeden Türk kültürü, kadın düşmanlığını savunan dogmalarla gölgelenmiştir. Buna en çarpıcı örnek, XII. yüzyılda Yusuf Has Hacib’in kaleme aldığı Kutadgu Bilig’de yer alan akıl ve din dışı kadın aleyhtarı görüşlerdir. Yusuf Has Hacib şunları söylüyor: “Kadını başı boş bırakma, kapıyı kapalı tut; insana her türlü uygunsuzluk kadından gelir.” (Beyit no:1303) ‘ÖRTÜNMEMEK, BEDENİ ERKEĞE PEŞKEŞ ÇEKMEKTİR’ YANILGISI Ayrım çok açıktır. Örtünenler ve örtünmeyenler. Bu tip ayrım, ne İslam öncesi Cahiliye döneminde ne de İslamın ilk asırlarında vaki değildir. Örtünmenin alameti farikası, bu görüşe göre, başörtüsüdür. Örtünmemek de başörtüsü takmamaktır. Çünkü, kadın ya da erkek, Tanrı’nın yaratılışlarına ve doğalarına yerleştirmiş olduğu temel örtünme duygusunu zaten taşımaktadır. Cariyeyi mal sayan anlayış, onların Müslümanlığını bile dikkate almadı Başörtüsü İslamda farz değil Ö rtünme, İslam öncesinde kadınlar için hürlük ya da cariyelik konumlarını belirleyen bir simgedir. Bu ayette, Peygamber eşlerinin, kızlarının ve İslamı kabul etmiş tüm mümin kadınların, dışarıya çıktıklarında dış giysilerini üzerlerine almaları emredilmektedir. Çünkü kadın dışarıya dış elbisesini almadan çıktığında, cariye sanıp rahatsız ediliyordu. Toplumsal bir kategori olarak yerleşik uygulamanın kurbanı cariyenin dezavantajlarıyla sokakta karşılaşılmaması için bu ayetin uyardığı bildirilmektedir. XIII. yüzyılda yaşayan çok önemli bir Kuran yorumcusu, ayetin yorumundan cariyelerin “mal” olduğu sonucunu rahatlıkla çıkarabilmektedir. İslamın gelişinden itibaren yüzyıllar geçtiği halde, kaldırılmak istenen bu meş’um gelenek, klasik tefsirlerle yaşatılmıştır. Ancak cariye olmamak ve cariyelikten kurtulmak için, kadın olmak hatta Müslüman kadın olmak bile yetmemiştir. Çünkü cariyelerin Müslüman olup olmamaları fark etmemektedir. Günümüzde bile bu ilkel sosyal sınıfın varlığını, teorik düzlemde hem de İslama dayanarak savunanlar hayli fazladır. Örneğin çağdaş İslam fıkıhçılarından Vehbe ez Zühayli, cariyelerin hür kadınların statüsünde olmadıklarını ve avret mahallerinin diğer kadınlardan farklı olarak, aynen erkeklerinki gibi, diz kapağı ve göbek arası yer olduğunu söylemiştir. Ülkemizde din adına Araplaşmanın en temelli aracı kılınan kadın, cariyelik, türban, çarşaf ve “mahrem” gibi nitelemelerle tanımlanmıştır. Deyim yerindeyse, kadın ve örtünme konusunda birbiriyle bu kadar çelişen, insan akıl ve havsalasını bu denli dumura uğratan, kadını insandan aşağı, cariyeyi de kadından aşağı gören bu bir yığın rivayet keşmekeşi, İslamın kadına bakışını gölgelemiştir. Bu çelişkili ve onur kırıcı rivayetler, zaman zaman fark edilip yumuşatılmaya çalışıldıkça iş daha da karmaşık bir hal almış, çığırından çıkmıştır. Cariyelerin neden örtünmeleri gerekmediği sorusu, efendilerine hizmet için sık sık dışarı çıkmak zorunda kaldıklarından onları örtünme zahmetinden kurtarmak içindir, gibi, özrü kabahatinden büyük, mantıksız, insafsız ve cahilce yorumlar yapılmıştır. Eğer kadınların saçından tırnağına kadar avret sayıldıkları için örtünmeleri farz kılınmış olsaydı, bu da sırf kadın veya Müslüman kadın olmalarına bağlı bulunsaydı, hür kadınlar için ayrı, cariyeler için ayrı avretmahremiyet ölçüsü konulabilir miydi? Acaba cariyelerin varlığı ve cariyelik kurumunun devamı, hür kabul edilen kadınlar ya da bu sınıfa girmeye hak kazanan kadınlar karşılığında topluma sunulan kurbanlar mıdır? Başörtüsüyle ilgili olduğu iddia edilen 24 Nur 31. ayet inmeden önce, Ebu Zekeriya el Ferra’ya (ö.207/822) göre kadınlar, İslam öncesi dönemde başörtülerini arkalarına salıverirler ve ön taraflarını (boyun ve yakalarını) açarlardı. Bunun üzerine Müslüman kadınlar tesettürle emir olundular. Başka bir rivayette, “Kadınlar başörtülerini(aslında örtülerinişf) yakalarının üzerine kadar örtsünler” (24 Nur 31) ayeti indiğinde, “Ensar kadınlarının başları üzerinde adeta kargaları andıran (siyah) örtüler olduğu halde evden dışarı çıktıkları” öne sürülmektedir. ‘Karga başlı’ kadınlar arasında cariyelere yer verilmemiştir. Ayrıca, kelimenin tam anlamıyla kaba avret yerlerini örtecek, hatta cenazeleri defnedecek zorunlu örtü veya giysinin bile güçbela tedarik edildiği Hz. Peygamber döneminde, kara çarşafın farz olduğu yanılgısına iten bu rivayetler, rastlantısal değildir. Sonuç olarak diyebiliriz ki, İslam dininde “başörtüsü ya da türban” adına ne dersek diyelim, bunun örtülmesi ile ilgili kesinlikle herhangi bir emir ya da farziyet yoktur. Farz demek, yapılmadığı takdirde cezası Kuran’da belirlenmiş kesin yargı ve zorunlu emir demektir. Türban takmamak, haram olmadığı için de, klasik İslam literatüründe 76’ya kadar sayılan haramların hiçbirinde de geçmemektedir. Türbana özgürlük demek, olmayan bir dinsel farziyete özgürlük demektir ki bu kendi içinde çelişkilidir. Ülkemizde din adına Araplaşmanın en temelli aracı kılınan kadın, cariyelik, türban, çarşaf ve “mahrem” gibi nitelemelerle tanımlanmıştır. SÜRECEK