Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
16 Türkiye’de Siyasal Cinayetler Öner YAĞCI C kitap KULE CANBAZI SUNAY AKIN 22 ŞUBAT 2008 CUMA Eteklik giymiş baston!.. cide gülümser ve yağmurlu sokakta yürüyerek kaybolur gözden. Şemsiye genç kızda kalır... Nâzım Hikmet ilk şemsiyesine Roma’da kavuşur. Şaire şemsiyeyi genç bir sosyalist verir... Bir şiirinde anlatır bunu Nâzım... “Yalnızlık” adlı şiirimden birkaç dize: Şemsiye yapımcıları / ıslanmaktan / tek kişiyi koruyacak genişlikte / kesince kumaşları / yağmur değil / yalnızlıktır yağan Şemsiye soyluların elinde görülürdü önceleri... Sonradan sivilleşti ve zengin, fakir ayrımı gözetmeksizin herkesin elinde yer buldu kendine... İstanbul’da ilk şemsiye satıcıları Beyoğlu’nda tüccarlık yapan Yahudiler ve Rumlardı... Lüks mağazaların vitrinlerinde görünen şemsiye zamanla işportada da satılır oldu... Bir toplumun geleceğe hangi gözlerle baktığını şemsiyeler anlatır bize. Ülkemiz sokaklarındaki şemsiyeler koyu renklidir genellikle. Gösterişli, yaşam dolu renkler çok azdır aralarında. Bu da, insanlarımızın yarınlara pek de umutlu bakmadığını gösterir. Politikacılar tarafından onca kandırılmalarının ardından onlara hak vermemek elde değil!.. Ama, umutsuzluğa karşıdır şemsiye; pes etmemeyi, zorlukların üstüne gitmeyi öğretir bizlere... Nasıl mı? Tabii ki, ters dönerek... Ters dönen bir şemsiyeyi düzeltmenin tek şartı, zor da olsa rüzgâra karşı yürümek değil midir?.. İ nceleme ve araştırmalarıyla, özellikle yakın tarihimizin siyasal ve yazınsal olaylarına tuttuğu ışıklarla tanınan Alpay Kabacalı, gerek yaşamöyküsü yapıtlarıyla, gerekse yakın tarihimizle ilgili kimi araştırmaları ve basın yayın yaşamımızla ilgili kitaplarıyla aydınlanma kitaplığımızın önemli bir boşluğunu dolduruyor. Kabacalı’nın bu yapıtı, tarihin 125 yıllık bir zaman dilimini içeren sayfalarında ayrı ayrı ve kimi birkaç satır, kimi birkaç sayfa yer alan, ancak özel araştırmalarda ayrıntılarıyla tek tek tartışılan siyasal cinayetleri tek bir araştırmada bir araya getirmenin zorluğunu aşmayı başarıyor. Türkiye’de Siyasal Cinayetler’e yazdığı girişe, “Dini siyasetin, siyaseti dinin belirlediği çağlarda da, siyasetle dinin birbirinden ayrıldığı dönemlerde de insanlar, insanların kurdu oldu. İktidar uğruna, terör yaratmak için, düşüncelerin yayılmasını önlemek için…” sözleriyle başlıyor Alpay Kabacalı. Osmanlı Devleti’nde padişah buyruğuyla verilen idam cezalarının birçoğunun gerçekte “siyasal cinayetler” olduğunu ve 1839’a kadar işbaşına gelen 182 vezirden 43’ünün padişah buyruğuyla öldürülmesinde “saray entrikalarının, padişahların akıl almaz keyfi tutumlarının önemli yer tuttuğunu” söylüyor. “Nizamı âlem için” gerekçesine uydurarak, saltanatta kalmak amacıyla “kardeş kanı” dökülmesini öngören ünlü “Kanunname”nin cinayetlere İslami ve hukuki bir kılıf hazırlama amacını güden çarpıcı bir örnek olduğunu söyleyen Kabacalı, 1839 Tanzimat Fermanı’ndan sonra 1840, 1851 ve 1858 Ceza Kanunlarında padişahın bu yetkisinin daraltılması doğrultusunda önlemlerin alındığını belirtiyor ve Tanzimat’tan sonraki siyasal cinayetlerin önemlilerini de tek ele alarak inceliyor. İkinci Meşrutiyet öncesinde örgütlü siyasal cinayetler döneminin açıldığını, iktidara gelen İttihatçılar’ın da aynı tür eylemlere “devlet terörü” yaratmak için başvurduğunu saptayan Kabacalı, Cumhuriyet öncesindeki ve hemen sonrasındaki cinayetlerin de kadrolar arasındaki hesaplaşmaya, iktidar kavgasına yönelik olduğunu, bu arada intikam cinayetlerinin de gündeme geldiğini ekliyor. 1940’lardaki kimi cinayetlerin “devlet terörü”nün sonucu olarak değerlendirilmesi gerektiğini söyleyen Kabacalı, Cumhuriyet döneminde “irtica kaynaklı” olayların ve cinayetlerin de dikkat çekici ölçüde olduğunu vurgulayarak 1960’ların sonrasında başlayan siyasal cinayet furyasının günümüze kadar geldiğini söylüyor. Kabacalı yapıtında, “siyasal yetkenin, ceza adı altında siyasi cinayet işle mesine son veren yasal düzenlemelerin gerçekleştirildiği Tanzimat Dönemi”nden “12 Mart askeri rejimi”ne uzanan bir süreçte yer alan siyasal cinayetlerin başlıcalarını ele alıyor. 1859 Kuleli Vakası’nın incelenmesiyle başlayan çalışma, Çırağan Olayı’ndan Mithat Paşa’nın boğdurulmasına, Makedonya’daki siyasal cinayetlerden gazeteci Hasan Fehmi’nin öldürülmesine, Babıâli Baskını’ndan Mustafa Suphi ve yoldaşlarının öldürülmesine, İttihatçı liderlere suikastten Ali Kemal’in linç edilmesine, İzmir Suikasti’nden 33 Kurşun Olayı’na, Sabahattin Ali cinayetinden Sütlüce patlamasına, 12 Mart öncesinin genç öldürümlerine uzanan bir tarih taraması oluyor. Olayları, içinde yaşayanların anılarına, günlüklerine, söylediklerine dayandırarak, tanıklarıyla ve belgeleriyle aktarmaya ve titizlikle değerlendirmeye çalışan yapıtta ele alınan 60’a yakın tarihselsiyasal cinayet ya da cinayet girişimi olayı, 300’e yakın ilgili kitaptan alınan katkılarla, olayların birbirleriyle bağlantılarıyla, canlı tanıklıklarla, tarafsız yorum ve değerlendirmelerle “resmi tarih”in dışında bilgiler aktarıyor. Örneğin şirpençeden öldüğü konusundaki sahte rapora kar Ocak 1945), arkadaşlarına göre ise işkence sırasında can vermiştir. Polisin iddiası doğru olsa bile bu yine de bir siyasal cinayetti, işkenceye dayanamadığı için canına kıymak zorunda kalmıştı.” 1940–1944 arasında Ses ve Yürüyüş dergilerinde Çaloğlu takma adıyla şiirler yazan Hasan Basri Alp, Sosyalist Kültür Ansiklopedisi’ne göre (cilt 6, s. 59), “Nâzım Hikmet’ten sonra kuşağın ortak temalarına eğilim duymasına karşın kimi şiirlerinde kendirle özgü söyleyiş özellikleri yaratmayı başarmış” bir şairdir. Türkiye’de Siyasal Cinayetler’de Sabahattin Ali cinayetine de geniş yer ayrılıyor. Konuyla ilgili kitapta yazılanların dışında Samet Ağaoğlu’nun 14 Ocak 1949’da günlüğüne yazdıkları da şöyle aktarılıyor. “Dün Menderes, Sabahattin Ali’nin hükümet tarafından öldürüldüğünü, hadisenin on gün kadar evvel olduğunu, hükümetin bu işi nasıl meydana çıkaracağını çok düşündüğünü, eğer geçmişte 33 kişinin öldürülmesi hadisesi olmasaydı, meydana çıkartmamak yolunu tutacaklarını, fakat buna imkân bulamadıklarını, bunun için de hadiseye, gazeteye yazılan şekli verdiklerini anlattı. Açı tür oyunca bu le b ı m a ş a y cilik eklik calı, “Gazete z bir gözüp Alpay Kaba seçkinleşen, ödünsü en, demokrasiyi gid rıyla araştırmala sal cinayetlerin üzerine umcu’ya adadığı a M iy r terörün ve s tenlikle savunan” Uğu tarihimizdeki siyasal iç ın i k ğ a li y e gizli ve laik Cinayetler il rihimizin kimi çok çok ir l a s a iy S e plu b kın ta Türkiye’d eliyor ve ya siyasal cinayetlerini to eliyor. n ö y re e tl e y ış g cina den ışılm işin üstesin tulmuş, tart kalmış, unu rak önemli ve zorlu bir a biçimde sun şın Abdülhamit’in emriyle öldürüldüğü saptamasıyla Mithat Paşa’ya “Hürriyet Şehidi” denilmesi gerektiğini söylüyor. Mustafa Suphi Cinayeti’nde öteden beri arkada Kâzım Karabekir’in mi, Mustafa Kemal’in mi, eski İttihatçılar’ın mı olduğu sorusunun yanıtının ancak Sovyetler Birliği arşivlerindeki belgelerin açığa çıkmasından sonra verilebileceğini ekliyor. Ahmed Arif’in “Otuz Üç Kurşun” şiirinde ölümsüzleşen Özalp (33 Kurşun) Olayı’nı, bu yurttaşların “uygarlık, insanlık, demokrasi değer ve ilkelerine aykırı biçimde kurşuna dizilmiş olması” olarak vurguluyor. lan yolun fena olduğunu söyledim. ‘Doğru, inşallah bununla ebediyen kapanır’ cevabını verdi.” Kabacalı, bu günlüğün önemli bir tanıklık olduğunu ve bu önemli tanıklığa karşın Sabahattin Ali cinayetinin nasıl işlendiğinin hâlâ aydınlatılamadığını söylüyor. şa ile 26 arkadaşının öldüğü Sütlüce’deki bir patlama üzerinde de duruluyor. Nazi işbirlikçisi Nuri Paşa’nın, kentin ortasına kurduğu cephane fabrikasının patlamasıdır bu. Kitabın son bölümü Oniki Mart’a Doğru başlığını taşıyor. Ruhi Su’nun “gencecik; çocuklardı/ belki siz de gördünüz” diye türküleştirdiği cinayetler… İlki Vedat Demircioğlu, 24 Temmuz 1968. Sonra Kanlı Pazar, 16 Şubat 1969… Duran Erdoğan, Turgut Aytaç. Sonra yenileri geliyor genç ölülerin: Mehmet Cantekin, Battal Mehetoğlu, Mehmet Büyüksevinç, Taylan Özgür, Necdet Güçlü... Sonu gelmedi gençlik cinayetinin, hâlâ gelmedi... Alpay Kabacalı’nın deyişiyle: “12 Eylül dönemi ‘gözaltında kaybolanlar’dan söz edildiği, tüyler ürpertici işkenciler ve cinayetler çağı olarak tarihe geçti.” Kabacalı, çalışmasını 12 Mart günlerinde noktalarken şunları söylüyor: “Son yirmi yılın ve günümüzün siyasal cinayetlerınin aydınlanması için terörün gerçek nedenlerinin belirlenmesi, terör ağının nerelerden başlayıp nerelere uzandığının açıkça ve yüreklilikle ortaya konulması gerekiyor. 12 Eylül rejiminin üstüne bina edildiği terör ağının saydam bir biçimde görülmesini sağlayacak ortama henüz ulaşılamadı. Bu yüzden, çağımızın siyasal cinayetlerinin bütün boyutlarıyla ancak ileride aydınlanacağına ve bu kitabın süreğinin ancak o zaman yazılabileceğine inanıyoruz.” Türkiye’de Siyasal Cinayetler/ Alpay Kabacalı/ Gürer Yayınları/456 s. vimize gelen bir misafir olmasa da, başımızın üstünde yeri vardır onun. Ne sapı değişmiştir, ne de kubbe biçimindeki çatısı. Yağmurlar yağdıkça hükümdarlığını sürdürecektir şemsiye... Eteklik giymiş bir bastondur şemsiye... Evet, Nâzım Hikmet böyle tanımlıyor şemsiyeyi: Eteklik giymiş bir baston!.. Gerçekten de, sözcük anlamı olarak dişidir şemsiye... Şems Arapçada güneş demektir. İye ise aynı dilde dişilik ekidir. Yani şemsiye sözcüğünün Türkçe karşılığı, kadınlar tarafından kullanılan “güneşlik” anlamındadır... Yağmurlu havalarda şemsiye tutan erkeklere baktıkça, Mustafa Kemal Atatürk’ün dil devriminde ne de haklı olduğunu görürüz. Ne var ki, Atatürk’ün Türkçeye yeni sözcükler kazandırmak amacıyla kurduğu Türk Dil Kurumu 12 Eylül döneminde kapatılmış, “bilgisayar” sözcüğünü kullananlar bile anadilimize yeni sözcük kazandırma çabasını tehlikeli görmüşlerdir!.. Attilâ İlhan, âşık olduğu kıza yazdığı mektuplarında Nâzım Hikmet’in şiirlerine yer verdiği için tutuklandığında lise öğrencisiydi... Hiç konuşmadığı, penceresinin önünden geçerken odasına mektupları attığı Vacide ile karakolun kapısında karşılaşırlar! Genç kızla konuşmaz Attilâ İlhan, konuşamaz... Dışarıda yağmur yağmaktadır. Attilâ İlhan şemsiyesini verir âşık olduğu kıza... Va E TERÖR AĞI Yapıtta, daha önce Şevket Süreyya Aydemir’in Enver Paşa’sında, Johannes Clasneck’in Türkiye’de Faşist Alman Propagandası’ Kitabında, Uğur Mumcu’nun Kırkların Cadı Kazanı’nda okuduğumuz, Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Pa Mehmet H. Doğan’ı kaybettik Kültür Servisi Yaklaşık iki aydan beri yoğun bakımda bulunan Türk şiirinin en önemli eleştirmenlerinden Mehmet H. Doğan yaşamını yitirdi. Doğan, bugün Güzelbahçe Yalı Camii’nde kılınan öğlen namazının ardından Yakaköyü Mezarlığı’nda toprağa verilecek. 1931 Adana doğumlu Mehmet H. Doğan, 1951’de Harp Okulu’nu, 1953’te Uçuş Okulu’nu bitirdi. 195157 yılları arasında Hava Kuvvetleri’nde pilot olarak görev yaptı. 1959’da ABD’de İngilizce öğretmenliği eğitimi aldıktan sonra İzmir’e yerleşti. 196070 yılları arasında Hava Kuvvetleri’nde İngilizce öğretmeni olarak görev yaptıktan sonra, kendi isteğiyle emekliye ayrıldı. 1970’te Ege Üniversitesi’ne İngilizce okutmanı olarak atandı. 1977’de emekliye ayrılarak kendini bütünüyle edebiyata verdi. Edebiyata genç yaşta (194546) şiir ve öyküyle başlayan Doğan’ın ilk şiirleri çeşitli dergilerde yayımlandı. 1967 yılından sonra şiir üzerine denemeeleştiri yazılarına ağırlık verdi. İngilizce ve Fransızcadan otuzdan fazla çeviri yaptı. Tekrarın Tekrarı adlı eleştiri kitabıyla TDK 1974 Eleştiri Ödülü’nü kazandı. 19922001 yılları arasında Adam Sanat Şiir Yıllıkları’nı hazırladı. 2002’den sonra YKY Şiir Yıllıkları’nı yayımlamaya başladı. Yapıtları: Denemeeleştiri: Tekrarın Tekrarı (1973), Birikime Dayanmak (1979), Şiirin Yalnızlığı (1986), Çağının Tanığı Olmak (1993), Yazıdan Bakmak (1993), Şiir ve Eleştiri (1998), Şiir Bugün (2001), Türk Şiirinden/Son Okumalar (2008Mart’ta çıkacak).İnceleme: 100 Soruda Estetik (1975, 2003). Antoloji: İkinci Yeni Antolojisi (1969), Hece Taşları (1997), Yüzyılın Türk Şiiri 19002000 (3 cilt, 2002), İkinci Yeni Şiiri (2008Mart’ta çıkacak). Anı: Şimdi Uzaklardasın (1998), Alçak Uçuş (2003). Çeviri: (Başlıca) Gerçekçilik Açısından Kafka (Roger Garaudy, 1965), Gerçekçilik Açısından Picasso (Roger Garaudy, 1966), Büyük İhanet (Albert Kahn, 1966, 1974), Gerçekçilik Açısından SaintJohn Terse (Roger Garaudy, 1967), Bir Köpeğin Araştırmaları (Franz Kafka, 1969), Yalnız Bir Avcıdır Yürek (Garson McCullers, 1973, 1991), Yanılsama ve Gerçeklik (Christopher Caudwell, 1977, 1988), Marksizm ve Biçim (Fredric Jameson, 1997), Yanlış Okumalar (Umberto Eco, 1997). Enver Ercan: Mehmet H. Doğan’ı en verimli olduğu 1980’li yılarda tanıdım. Şiirin, Memed Fuat’la birlikte en çalışkan eleştirmeniydi. Özenli ve kapsayıcı bir tutum sergilediği; en önemlisi de bir beğenisi olduğu için kendinden önceki kuşaklar gibi kendinden sonraki kuşaklar da ne dediğini ve ne diyeceğini merak etti. Yapıtlarının, şiirseverlerin kitaplığında mutlaka yeri oldu. Onu hep sevdik ve saydık. Şiir dünyamız için büyük bir kayıp. Doğan Hızlan: Mehmet H. Doğan, bir şair kadar yaşamını şiire adamış bir şiir eleştirmeniydi. Şiiri, şairleri izlerdi. Yıllardır yaptığı yıllıklar, bugün bile başvuru kaynağı niteliği taşımaktadır. Türk şiiri üzerine yazmak isteyenler, üç ciltlik “Yüzyılın Türk Şiiri (1900 2000)” kitabını mutlaka okumak zorundadırlar. Şiir üzerine eleştirileri, denemeleri, şairlere yararlı olmuştur. Onun yazdıkları, bilgili şiir okurlarının artmasını sağlamıştır. Hiç kuşkusuz Türk edebiyatı, özellikle Türk şiiri için önemli bir kayıp. Ataol Behramoğlu: Mehmet H. Doğan’la aramızda çok ciddi görüş ayrılıkları vardı. Özellikle onun “Politika”da yazdığı, benim “Militan” dergisini çıkardığım 1970’lerde bu görüş ayrılıkları kıyasıya bir çatışmaya dönüşmüştü. Mehmet H. Doğan’ın benim de içinde bulunduğum bir şiir anlayışını hiçbir zaman doğru değerlendirememiş olduğunu düşünüyorum. Buna karşılık o çalışkan ve hiç kuşkusuz değerli bir edebiyat adamıydı. Özellikle de C. Caudwell’dan “Yanılsama ve Gerçeklik”, Aristoteles’ten “Retorik”, R. Gauraudy’nin bazı yazıları başta olmak üzere, çevirileriyle de edebiyat ortamımızın ufkunun genişlemesine çok önemli katkılarda bulunmuştur. Kemal Özer: Mehmet H. Doğan, çeşitli yönleriyle son 50 yıllık edebiyat yaşamımızda etkili olmuş bir yazar ve çevirmen. 1960’larda tanıdığımda şiir de yazıyordu ve dergilerde yayımlıyordu. Sonradan yalnız şiir üzerine değerlendirmeler yapmayı sürdürdü ve bu alanda yazdıklarıyla Türk şiirinin gelişim çizgisinde değerlendirmeleriyle, tartışmalarıyla, yaptığı seçkilerle etkili oldu. Çeviri yoluyla kazandırdığı yapıtlar da, kuramsal ve düşünsel alanda belirleyici olacak niteliktedir. Yücel Kayıran: Mehmet H. Doğan, Türk şiirinde yenidenaydınlanma döneminin fiili eleştirmeniydi. Mehmet H. Doğan, 70’li yıllarda Türk şiirinde ortaya çıkan bunalım ve kriz döneminden aydınlığa çıkış sürecinin eleştirmeniydi. Bu bunalım, 60’lı yılların sonunda hissedilmişti ve şiir eleştirisi dolayısıyla eleştirmen gündemden ve Türk şiiri ortamından kendini geri çekmişti. 70’li yılların bitip 80’li yılların başladığı dönemdeyse eleştiri ve eleştirmen, Mehmet H. Doğan’ın şahsında bu bunalım dönemine müdahale edecekti. AÇILAN ÖLÜM DOSYASI... 1944 TKP tutuklanmasıyla tabutluklarda tutulan öğretmen şair Hasan Basri Alp’in ölüm dosyasını açıyor. Hasan Basri Alp “polise göre dördüncü kattan kendisini atarak ölmüş (20 XJohn Whiting/ Cevat Çapan/ Norgunk Yayıncılık/ 148 s. “Whiting’in yazarlık serüveni, oyunlarının gereken ilgiyi görmemeleri bakımından, belki de bir başarısızlığın hikâyesi olarak özetlenebilir. Ancak bu başarısızlığın nedenlerini araştırmak bize hem özgün bir oyun yazarının gerçek kimliğini tanıma fırsatı verecek, hem de savaş sonrası İngiliz tiyatrosunun gelişme çizgisini daha iyi anlamamıza yardım edecektir.” Cevat Çapan’ın Whiting’i konu alan incelemesi yer alıyor bu kitapta. İstiklâl Harbimiz (İki Kitap)/ Kâzım Karabekir/ YKY/ 1342 s. “Gerçi milletimizin istiklâlini kurtarmak için dört yıldır askerî, idarî ve siyasî icraat ve teşebbüslerimiz hakkında Mustafa Kemal Paşa ile bazı fikir ayrılıklarımız dolayısıyla münakaşalarımız olmuştu. Fakat sonunda fikir ve elbirliğiyle yürümek ve muvaffak olmak büyük mazhariyetti. Çünkü her fikrimiz, her hamlemiz şuurlu, hesaplı ve tabii neticeleri de muvaffakiyetli idi. Benim, fikirlerimi apaçık bütünsamimiyetle söyler ve yazar bir adam olduğumu ve bütün düşüncelerime hâkim olan ruhun da millet ve memleket meselesi olduğunu Mustafa Kemal Paşa çoktan beri bilirdi. Bu dört yıllık müşterek fedakârlığımızdaki feragat ve vefakârlık ve açık yürekliliğimi daha yakından sonuna kadar görmüşlerdi. Bundan sonra yüz yüze, göz göze görüşmekle hassalarımdan hiçbir şey kaybetmediğimi ve düşüncelerimdeki samimiyeti daha kolay gösterebilecektim. Ancak bundan sonraki işlerimizde mesele ruhî bakımdan dahi çok çetin olacaktı.” İki kitaplık “İstiklâl Har dan seçilmişti. Başka bir deyimle, yeni Türk devletinin diplomatları, Osmanlı diplomatları gibi Avrupa devlet adamlarının karşısına ‘boynu bükük’ olarak çıkmayacak, onların her dediğine ‘evet’ demeyecek ve onların her isteğine boyun eğmeyecekti. Bu, Atatürk’ün diplomasisinde öngördüğü en temel ilke olmuştu” diyor Hüner Tuncer. bimiz”, Türkiye’nin bağımsızlık savaşımını Kâzım Karabekir’in kaleminden aktarıyor. SacherMasoch’un Takdimi/ Gilles Deleuze/ Çeviren: İnci Uysal/ Norgunk Yayıncılık/ 270 s. “Bize mazohizmde asıl döven kişinin baba olduğu söylendiğinde, şunu da sormalıyız: Öncelikle dövülen kimdir? Baba nerede gizlenmiştir? Öncelikle dövülende gizli değil midir? Mazohist suçluluk duyar, kendini dövdürür ve cezasını çeker; ama hangi suçtan dolayı ve ne için? Onda minyatür hale getirilen, dövülen, alay edilen ve aşağılanan tam olarak baba imgesi değil midir? Cezasını çektiği şey, babayla olan benzerliği, babaya benzemesi değil midir? Mazohizmin formülü aşağılanan baba değil midir? Bu yüzden baba dövenden çok dövülen olacaktır...” Gilles Deleuze’nin mazohizmi elen alan yapıtı “SacherMasoch’un Takdimi”. Özel Hayatın Tarihi 3/ Hazırlayanlar: Philippe Ariès, Georges Duby/ Çeviren: Devrim Çetinkasap/ YKY/ 704 s. “Özel Hayatın Tarihi”nin üçüncü kitabı, Rönesans’tan Aydınlanma’ya kadar olan dönemi kapsıyor: Artık yavaş yavaş oluşmaya baslayan kamu/özel ayrımı, adabı muaşeret kuralları, yemek ve sofra kültürü, din ve özel hayat, aile ve ortak yaşam, yazın ve özel hayat gibi konular üzerine incelemelerin bulunduğu yapıt, çok sayıda görsel malzeme eşliğinde Batı’nin dinsel, siyasal ve kültürel tarihi üzerine ortak bir veri sunuyor. Kurtuluş Savaşımız ve AsyaAfrika’nın Uyanışı/ Hadiye Yılmaz/ Kaynak Yayınları/ 200 s. Bu çalışmada, Hâkimiyeti Milliye gazetesi temel alınarak, Kuzey Afrika, Suriye, Irak, İran, Afganistan ve Hindistan’da İstiklâl Savaşı’ndan aldığı güçle yükselen bağımsızlık mücadelelerinin, Anadolu’da nasıl değerlendirildiği irdelenmiş. Atatürkçü Dış Politika/ Hüner Tuncer/ Kaynak Yayınları/ 240 s. “Bu kitabımda, Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasıyla, savaş alanından sonra diplomasi alanında da, başını dik tutan ve kendi ayakları üzerinde durabilen Türkiye Cumhuriyeti’nin, gelişmiş Batı dünyası karşısında kazandığı büyük zaferi, özellikle genç kuşaklara anlatmak istedim. Yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin dış politikası, Osmanlı Devleti’nin dış politikasından tümüyle ayrı ilkeler üzerine oturtulmuş ve bu dış politikayı yürütecek olan diplomatlar da, ‘Osmanlı zihniyeti’ne sahip olmayan kişiler arasından yine bizzat Atatürk tarafınBen Böyle Veda Etmeliyim/ Söyleşi: Can Dündar/ Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları/ 298 s. “Hayat müthiş bir macera. Her insanın kendisiyle beraber olanlarla paylaştığı, ortaklaşa yaşadığı ve bir bakıma her insanın tek başına üstlendiği bir macera... Ben kendi payıma yapmak istediklerimi yaptım, bu macerayı çok güzel bir şekilde yaşadım. Tabii zaman zaman zorlukları oldu, sıkıntıları oldu, ama bunlardan fazlaca şikâyet etmeyi de başkalarına karşı haksızlık gibi görüyorum. Çünkü çok insan çok şey çekti Türkiye’de; bize düşmez kalkıp da kendi sıkıntılarımızı çok fazla abartmak... Bundan sonra benim söyleyebileceğim; insanlarımız, Türkiye’nin geleceğine güvensinler; daha dikkatli olsunlar, kendilerine daha çok inansınlar. Geçmişe, kültürümüze sahip çıksınlar. Ama bunların tek başına yetmeyeceğini, dünyaya açıldığımız bir çağda yaşadığımızı da bilsinler. Dileğim toplumun, bireyin bu doğrultuda gelişmesi... Kavgayla hiçbir şeyin çözülemeyeceğinin bilinmesi... Sonuçta biz çok uzun mesafeden geliyoruz; nereden geliyoruz, nereye gitmekteyiz, bizim insanlık âlemine getirebileceğimiz özgün katkı nedir? Bunları hep değerlendirmek ve düşünmek gerekiyor. Biz bunları yapabiliriz, ben buna güveniyorum, topluma güveniyorum, insanıma ve insana güveniyorum. Teşekkür ederim.” Bu kitapta, geçen yıl yaşamını yitiren gazeteci ve siyasetçi İsmail Cem’in Can Dündar’la yapmış olduğu uzun söyleşi yer alıyor.