Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
12 AKP anayasası, ulus egemenliğini belirli siyasal grupların, uluslararası güçlerin ve kuruluşların eline vermeyi öngörüyor C dizi 18 OCAK 2008 CUMA Takıyye ve yargı bağımsızlığı nin hazırlattığı anayasa taslağı, AKP’ ulus egemenliğini belirli siyasal gruplarla uluslararası güç ve kuruluşların eline vermeyi öngörüyor. AKP anayasası, yargıda kadrolaşmaya, yargının özelleştirilmesine de açık kapı bırakıyor. Yargıçlar ve Savcılar Birliği’nin (YARSAV) AKP’nin kimi akademisyenlere hazırlattığı anayasa taslağı ile ilgili raporunda, en temel sorunun, yeni anayasanın, buna bağlı olarak da yargı alanının ve yargı bağımsızlığının, çoğunluk esası gözetilerek bir kesim, bir parti tarafından değiştirilmek istenmesi olduğu kaydedildi. Yargı bağımsızlığının evrensel ilkeleri yerine bu kesimin istediği alanda, istediği kadar yargı tercih edildiğine değinilen YARSAV raporunda, şu saptamalar göze çarptı: “Taslak ile yargı, sadece ulus adına ‘yetki’ kullanan bir organ iken, yeni anayasa önerisinde ‘yetki ve görev’ kullanan bir organ haline getirilmekte (madde 8), böylece yargıya ‘görev’ verilmek suretiyle hukukun ana prensiplerine dayanmayan, devletin amaç ve varlığı sebebiyle bağdaşmayan ve sadece belli bir anda hasıl olan geçici bir çoğunluğun sağladığı kuvvete dayanarak güdümlü bir yargı yaratılmak istenmektedir. Yargıyı görevli olarak belirlemenin bir başka sonucu, yargı faaliyeti içindeki görevlerin, özel hukuk sözleşmeleri yoluyla gördürülebilmesinin yolunun, başka bir deyişle yargının özelleştirilmesinin yolunun açılmak istenmesidir. Nasıl çoğunluğa dayanılarak bireyin maddi ve manevi yaşam hakkı, temel hak ve özgürlükler ortadan kaldırılamazsa, yine çoğunluk hakkı kullanılarak demokratik temel ilkeler ve buna bağlı olarak bağımsız yargı gücü ortadan kaldırılamaz. Aksi halde toplumdaki denge ve denetim mekanizması bozulur ki, bu da toplumun değil, ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK YARSAV, AKP’nin kimi akademisyenlere hazırlattığı anayasa taslağı ile ilgili raporunda, en temel sorunun, yeni anayasanın, buna bağlı olarak da yargı alanının ve yargı bağımsızlığının, çoğunluk esası gözetilerek bir kesim, bir parti tarafından değiştirilmek istenmesi olduğu kaydedildi. belirli bir egemen gücün işine yarar. Yargı organı yetkili ve görevli kılınırken, egemenliğin kayıtsız ve şartsız ulusun olmasına ilişkin ana kurala getirilen ‘Milletlerarası ve milletlerüstü kuruluşlara üyelikten kaynaklanan sınırlamalar saklıdır’ istisnası (madde 5), yargıyı da kapsamakta, böylece bağımsız yargı yetkisinin bu kuruluşlara devri, bu kuruluşlar tarafından kullanılmasının yolu açılmaktadır. Böylece, uluslararası ekonomik güçlere ve kuruluşlara entegre olmuş, siyasal ve ekonomik bağımsızlığı zedelenmiş bir ülkenin, bu konudaki en önemli denetim aracı olan yargı da bu entegrasyona dahil edilmiş olmaktadır.” nunu’nda bugünlerde yapılmak istenilen değişiklikler kadrolaşmanın ilk adımı olarak ortaya çıkmaktadır” denildi. YARSAV raporunda şu saptamalar göze çarptı: “Taslak ile Anayasa Mahkemesi’nin denetim yetkisi sınırlandırılmakta, yürürlüğün durdurulmasına ilişkin denetim yolu zorlaştırılmakta, kanun hükmünde kararnamelerin esasa ilişkin denetimi kaldırılmaktadır. Böylece, güçlü yürütmenin önemli araçlarından biri olan kanun hükmünde kararnameler denetimsiz hale getirilerek yasama organının gücü de zayıflatılmaktadır. Yargıç ve savcıların, özgür iradeleriyle dernek kurarak örgütlenmeleri önüne anayasal engel getirilmektedir. Memurlaştırılmış yargıç hedefi burada da kendisini göstermektedir. KADROLAŞMA KOLAYLIĞI Taslak ile başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere, yüksek yargı organları olan Yargıtay ve Danıştay’ın üye kadrolarının seçim yöntemiyle oynanarak yargıda kadrolaşmanın kolaylaştırıldığına dikkat çekilen YARSAV raporunda, “Bu kadrolaşmada yasama organı ile birlikte yürütme organının gücü etkin hale getirilmektedir. Nitekim, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Ka PARTİLERİN MALİ DENETİMİ Siyasi partilerin mali denetimi Anayasa Mahkemesi’nden alınarak Sayıştay’a verilirken, Sayıştay’ın bağımsız olmasına karşın, TBMM adına yaptığı denetim göz ardı edilmekte, böylece siyasi partilerin denetimi TBMM çoğunluğuna bırakılmaktadır. Bu bağlamda, yeni anayasa önerisinin tek tek maddelerine girildiğinde, kimi konularda olumlu değişikliklerin yapıldığı gözlenmekle birlikte (örneğin, adalet müfettişlerinin Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na HSYK bağlanması, HSYK’den Adalet Bakanı’nın çıkarılması, Kurul kararlarına karşı yargı yolunun kapalı olmasının kaldırılması gibi), bunlar tek başına yeterli ve olumlu örnekler olarak alınamaz. Yargı organının ve yetkisinin bütünü içinde yapılan oynamalar, bu tür değişiklikleri de olumsuz hale getirecektir. Toplumu, zaten tam olarak kullanılmayan siyasal deneyimden ve denetim hakkından yoksun bırakma, diğer bir deyişle yok sayma isteği, bu sözde ‘sivil’ anayasa çalışmalarında da sürmektedir. O zaman da ne demokratik ne de sosyal bir anayasadan söz edilemez. Bunun adı hukuk devleti olamaz. Olsa olsa ‘otorite’ için, egemenliğin farklı istek ve amaçlarla (yarı başkanlık, başkanlık, federal yönetim gibi) kullanılabilmesi için hukukun paravan olarak kullanılması olabilir. Öte yandan, hukuk devleti, ‘hukukun üstünlüğü gücünü laiklikten’ aldığına göre, hukuksal yollar kullanılarak laiklik ilkesiyle oynanması kabul edilemeyeceği gibi, temel hak ve özgürlüklerle oynanması da kabul edilemez. Aksi halde hukuk devleti yıkılmış olur.” Raporun son bölümünde, toplum ve toplumun ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal yapısı üzerinde yapılan oynamalar ve değişikliklerin, amacın gerçekleştirilmesi için, en önemli toplumsal denetim aracı olan yargı üzerinde de yapıldığı kaydedilerek “Toplum ve ekonomi üzerindeki söz ve karar sahipliği, ulus egemenliği yerine belirli siyasal grupların ve uluslararası güç ve kuruluşların eline geçirilmekte, yargı da bu yönde şekillendirilerek güdümlü hale getirilmek istenmektedir” düşüncesi vurgulandı. Giden TCMB Değil TC’dir! aşbakan tam bir kararlılıkla basın toplantısında açıkladı. TCMBTürkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Ankara’dan İstanbul’a taşınıyor. Aslında taşınan yalnızca Merkez Bankası değildir; Cumhuriyetin canıdır, ruhudur! Ankara’nın başkent olmasına iki kesimin karşı çıktığı biliniyor. Bunlardan biri, Batılı sömürgeci güçlerdir. Büyük devletler, büyükelçiliklerini Ankara’ya taşımamak için 1930’lara kadar direnmişlerdir. Ankara’nın başkent olmasına karşı çıkan ikinci kesim, kimi İslamcılardır. Bunlar İstanbul’u İslamın başkenti sayarlar; halife de İstanbul’da oturmalıdır. Ankara’nın başkent olması ve hilafetin kaldırılması bu İslamcı düşüncenin sonu oluyordu. TCMB, 15 Haziran 1930 tarih ve 1715 sayılı yasa ile ülkenin “parasal bağımsızlığının” simgesi olarak kuruldu. Bir noktaya dikkat edilmelidir; Merkez Bankası, “Cumhuriyet” diye adlandırılmıştır; diğer kamu kuruluşları gibi “Cumhuriyeti” değil! Çok değerli araştırmacı arkadaşlarım İlhan Tekeli ve Selim İlkin’in ayrıntılarıyla belgeledikleri gibi, “tek parti hükümeti” bankanın kurulması için yoğun ön hazırlıklar yaptı; kıt olanaklarıyla bilimsel araştırmalar, yapılabilirlik çalışmaları yaptırdı (Para ve Kredi Sisteminin Oluşumunda Bir Aşama Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, Ankara: TCMB, 1981). O tarihe kadar “adından başka hiçbir şeyi Osmanlı olmayan” Osmanlı Bankası’na ait olan “banknot” çıkarma ve ülkenin para politikasını düzenleme yetkisi Merkez Bankası’na verildi. Parasal “bağımsızlık” sağlandı. Ancak dönemin hükümeti dolaşımdaki para miktarını arttırmadı; paranın değerini korumayı ulusal bir görev saydı! Sağcı hükümetler, 1950’den başlayarak, Ankara’dan çok İstanbul’u başkent sayan bir anlayışı uyguladılar. O yılların başbakanı bir taraftan milletvekillerine “Siz isterseniz hilafeti bile geri getirebilirsiniz!” diyor, diğer taraftan da İstanbul belediye başkanıymış gibi, kentin caddelerinin genişletilmesine çalışıyordu. Sonrakiler onun izinden gidiyor! Aynı hükümetler, Merkez Bankası’nı “karşılıksız para basmak” ve bunu esas olarak yandaşlarına çıkar sağlamak amacıyla kullandı. Sonuç, yarım asır boyunca, enflasyonun kalıcılaşması, ekonomik ve siyasi bunalımlar ve IMF bağımlılığı oldu. Bu politika, halen yürürlükte olan 14 Ocak 1970 tarih ve 1211 sayılı TCMB Yasası’nın 24 Nisan 2001’de değiştirilerek bankanın göreli bağımsızlığı sağlanıncaya kadar devam etti. Şimdi de TCMB taşınarak İstanbul dünya finans merkezi olacak beklentisiyle ılımlı İslam ile küresel sermayenin buluşması sağlanmak isteniyor. Oysa hızlı iletişimin “uzaklık kavramını yok ettiği” günümüzde bankanın bulunduğu yer, hiçbir biçimde sorun olmaz. Bugün “çok partili” demokrasimizin Başbakanı, üstelik her fırsatta bilimsel ve teknolojik gelişmeyi ağzından düşürmeden, TCMB için “Kimseye sormaz, yasa çıkarır, taşırız” diyor! Ortada ne bir ön hazırlık var ne bir şey! Başbakan, bankanın “kurumsal kimliğini”; yönetiminin ve çalışanlarının görüşlerini hiçe sayıyor. İstanbul’a taşınamayacak çalışanların durumu; bu nedenle doğacak “kadrolaşma” gündeme gelmiyor; TCMB’nin “bağımsızlığı” hiçe sayılıyor. Taşımanın, “manevi maliyeti” bir yana, kaça çıkacağı açıklanmıyor. Ankara’nın AKP’li bakan ve milletvekilleri de susuyor! Ne kadar demokrat; bankanın bağımsızlığına saygılı ve bilimsel bir tutum değil mi!? ??? Bunlar olurken Cumhuriyetin ve TCMB’nin kurucusu olan siyasi parti, CHP, ne yapıyor? Bu sorunun yanıtı bir halk yakıştırmasında bulunuyor. Batı Anadolu halkı, ne yaptığını bilmeyen şaşkınlar için “Üzüm zamanı havaya, incir zamanı yere bakıyor” der. CHP de tam öyle yapıyor. Seçimlerden önce yapması gereken Kürt açılımını seçimlerden sonra yapıyor! Üstelik bu satırların yazarının da içlerinde bulunduğu “Bu konuyu tartışmalıyız” diyen partililerini “hain” ilan ettikten ve sol söylemi ve Alevi topluluğuyla yakınlaşmayı başkalarına bıraktıktan sonra. Yıllardır, Ankara’da Cumhuriyetin izleri silinmeye çalışılıyor. Güven Park, Gençlik Parkı, Hipodrom, EGO ve Atatürk Bulvarı’nda yapılanlar bunun kanıtlarıdır. Hitit Güneşi yok edilmiştir. Bu konularda hiçbir direnç göstermeyen ve Atatürk Orman Çiftliği’ni AKP’li Büyükşehir Belediye Başkanı’na tepsi içinde sunan CHP üst yönetimi, bugünlerde başka “işler” de yapıyor. Delege seçimlerine, il ve ilçe kongrelerine, hak ve hukuk tanımaz bir tutumla karışıyor. Yanlışlarını saklarcasına, önce Çankaya İlçe Kongresi, Ankara İl Kongresi, Genel Merkez’de, üstelik yalnız delegelerin katılımıyla yapıldı. Diğer partililer ve halk yok sayıldı. Eğer CHP parti içinde demokrasiyi ve katılımcı süreçleri işletseydi; politikalarını “halkla birlikte” üretseydi; solu unutmasaydı AKP bu kadar palazlanamazdı! TCMB’yi İstanbul’a taşıyacak bir AKP, karşısında, başta banka çalışanları olmak üzere, Ankara halkını bulurdu! Bayanlar ve baylar! CHP üst yönetiminin aymazlığının bir sonucu olarak, yalnız TCMB İstanbul’a gitmiyor; TC gidiyor! Kendisine “CHP’liyim diyen herkesin” bu kurultay sürecinde üst yönetimin değişmesine çalışması ve bu gidişe dur demesi gerekiyor! B CHP’Lİ HAKKI SÜHA OKAY: Ulus devleti törpülemeye yönelik bir girişim Grup Başkanvekili Hakkı CHP Süha Okay, AKP’nin anayasa önerisinin, ulus devletin temellerinin törpülenmesine dönük yeni bir girişim niteliğinde olduğunu belirterek “Çift etnik yapılı hukukun anayasaya monte edilmesi hayalini kuranlara moral veren düzenlemeler içermektedir. Toplumsal barışa değil, esnek anlayışıyla dış çevrelerin taleplerine zaman içinde cevap verecek yapıda bir tasarımdır” dedi. Hakkı Süha Okay, AKP’nin anayasa önerisinin “hazırlanmasında sipariş yönteminin benimsenmesi ve toplumsal kesimlerle uzlaşma aranmaması”, “mevcut anayasada değişiklik yapılması yerine yeni yazım yönteminin benimsenmesi açısından ortaya çıkaracağı meşruiyet sorunu”, “peşin kabulü içeren ‘sivil anayasa’ kavramı altında bir pazarlama zihniyetiyle topluma sunulması”, “seçim sonuçları ile gündeme gelmesi noktasında, çoğunluk diktatörlüğünü çağrıştıran söylemlerle desteklenmesi” ve içeriği açılarından Türkiye’yi tehlikeli bir zemine taşıdığını söyledi. Türkiye’nin bugünkü siyasi iktidar döneminde yeni bir terör dalgasıyla karşı karşıya kaldığını anımsatan Hakkı Süha Okay, “Siyasi iktidar bu yeni dalganın terörü kitleselleştirme ve çift hukuklu etnik anlayışı anayasaya monte etme amacını taşıdığını anlamak istemedi, anlamadı. Kimlik tartışmaları çerçevesinde hep ödün veren bir çizgi izledi. Terör, Türkiye’nin iç sorunu olmaktan, başka devletlerin de kendilerinde söz söyleme hakkı gördüğü, bir uluslararası sorun niteliğine taşındı. Türkiye çözüm adına sonu parçalanmaya gidebilecek bir sürece zorlanmaya başladı. Toplumdaki psikolojik eşikleri kırmak için, emekli MİT’çilerden darbeci generallere, sözde aydınlardan uluslararası kuruluşlara kadar bir dizi kişi ve kuruluşa açıklamalar yaptırıldı” dedi. Okay, AKP’nin hazırlattığı anayasa taslağının kurgusuna ilişkin görüşlerini şöyle açıkladı: Türkçedir’ ibaresi ‘Resmi dili Türkçedir’ diye değiştiriliyor. Bununla birlikte anayasanın ilk üç maddesinin değiştirilemeyeceği ve değiştirilmesinin teklif edilemeyeceğine ilişkin 4. maddesi de 134. maddeye taşınarak sona atılıyor, hiyerarşinin gazabına uğratılıyor. ‘Temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılmaması’ başlıklı 14. maddeye getirilen alternatif de ‘demokrasi ve özgürlük’ anlayışını gözler önüne seriyor. Temel hak ve hürriyetlerin, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamayacağına ilişkin hükmün kaldırılması öneriliyor. Gerekçe, 14. maddenin kötüye kullanılması. ‘Madem kötüye kullanıldı, biz de ülkenin bölünmez bütünlüğü, demokratik ve laik Cumhuriyeti savunmasız bırakırız ve böylece uluslararası normlarla da uyum sağlayıveririz’ deniyor. Anayasa önerisinin anayasanın 66. maddesindeki ‘Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür’, hükmünün değiştirilmesine ilişkin alternatifleri içeren 35. maddesi, altüst kimlik tartışmaları ile zayıflatılmak istenen ulus devlet ilkesinin, anayasal hükümle zayıflatılması anlamına gelmektedir. Bu açıdan değişiklik önerisini dış güçlerin yeni etnik ve dini azınlıklar yaratma politikasına anlamlı bir yanıt olarak düşünüyorum. Anadilde eğitim taleplerinin Türkiye’yi parçalanmaya götüreceği konusundaki tartışmalar, bir orta yol bulunarak önerinin 45. maddenin 5. fıkrası ile çözümleniveriyor. Adına anadilde eğitim demeyelim de diyorlar, ‘başka dille eğitimle ilgili esasların demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak kanunla düzenlenebileceği’ hükmü ile yeni bir formül geliştiriyorlar. 14. maddedeki hükümler soyut ve belirsiz kavramlar içermesi gerekçe gösterilerek kaldırılmıştı. Oysa eğitim ve öğretimin Türkçe dışında dillerde yapılabilmesinin ‘demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk’ gibi yine soyut ve belirsiz bir ölçüte bağlanması tam bir çelişkidir.” Okay, AKP’nin anayasa önerisinin, ulus devlet, üniter devlet ve laik devlet ilkelerine de dokunulabileceği, onların aşındırılıp Türkiye’nin kuruluş felsefesinden uzaklaştırılabileceğinin ilanı olduğunu da sözlerine ekledi. HAFTAYA: SAĞLIKLI YAŞAM HAK OLMAKTAN ÇIKIYOR HİYERARŞİNİN GAZABI “Anayasanın ‘Devletin şekli’, ‘Cumhuriyetin nitelikleri’ ve ‘Devletin bütünlüğü, resmi dili, bayrağı, milli marşı ve başkenti’ başlıklı ilk üç maddesi, yine anayasanın 4. maddesine göre değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez. Öncelikle yeni öneride bu değiştirilemez denilen maddeler değiştiriliyor. Yani bu maddelere de dokunulabileceği ilan ediliyor. Üçüncü madde yer alan ‘Dili Markowitz, Türkiye’ye ilk gidişimde adeta âşık oldum. Hillary Clinton, ABD’nin gelecek başkanı seçildiği takdirde beni Ankara’ya büyükelçi olarak tayin edeceğini söyledi. Behzat BARIŞ NEW YORK ABD’nin Brooklyn bölgesi, Türk dostu Musevi kökenli belediye başkanı Maty Markowitz, ABD’nin Ankara Büyükelçisi olmaya hazırlanıyor. New York eyaletindeki Brooklyn Belediye Başkanlığı görevini 2001’den bu yana sürdüren Musevi kökenli belediye başkanı Maty Markowitz, ABD Başkanlık seçiminin güçlü adaylarından Hillary Clinton’ın devlet başkanı seçilmesi halinde kendisinin de ABD’nin Türkiye Büyükelçisi olarak atanacağını söyledi. Markowitz, “Türkiye gerçekten çok özel bir ülke. Ben Türkiye’ye ilk gidişimde adeta âşık oldum. Hillary Clinton, ABD’nin gelecek başkanı seçildiği takdirde beni Türkiye’ye büyükelçi olarak tayin edeceğini söyledi. Sayın Clinton’ın bu kararını duyunca neşeden havalara uçtum desem yalan olmaz” açıklamasında bulundu. Brooklyn Belediyesi sınırlarında çok sayıda Türk’ün yaşadığını belirten Markowitz, Türklerin, New York’ta iş ve eğitim alanlarında lider olduklarını söyledi. Tür ABD’nin Türklere hayran belediye başkanı Markowitz ‘Türkiye özel bir ülke’ İstanbul’daki Musevi cemaati lideri bana ‘Museviyiz ama ilk olarak Türk vatandaşı olmaktan şeref duyarız’ dedi. Bu sözler beni çok etkiledi. İstanbul’da yaşayan Musevilerin en büyük korkuları ise dünyada Müslümanlara karşı olan hareketlerin Türkiye’ye de sıçraması.” Atatürk’ün gençliğe hitabesini de bildiğini kaydeden Markowitz, katıldığı Türk toplantılarında Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm diyene” sözlerini gururla söylediğinin altını çizdi. İnsanlara yardım etmeyi çok sevdiğini belirten Markowitz, “İnsanlara yardım etmeyi seviyorum. Bu nedenle politikaya girmek istedim. Özellikle teşkilat kurmak ve hükümet saflarında çalışmak çok güzel. Öğrencilik yıllarımda bile teşkilatlar kurup, ihtiyaç sahiplerine yardım ederdim” dedi. MARKOWITZ KİMDİR? Brooklyn’in Crown Heighs bölgesinde doğan Markowitz, dokuz yaşında babasını kaybetti. Erken yaşta çalışmaya başladı. Üniversiteden 1970’te mezun oldu. New York’un Flatbush bölgesindeki ihtiyaç sahiplerine ve yaşlılara hizmet veren cemiyetlerin kurucu kadrosunda yer aldı. 1973’te New York şehir meclisi seçimlerini kaybetmesine karşın 1978’deki New York Eyaleti Senatörlüğü seçimlerinde başarılı oldu. 1985’te Brooklyn Belediye Başkanlığı seçimlerini kazanamayan Markowitz, 2001’deki seçimlerden başarıyla çıkıp, Brooklyn Belediye Başkanı oldu. Maty Markowitz, ABD Başkanlık seçiminin güçlü adaylarından Hillary Clinton’ın devlet başkanı seçilmesi halinde kendisinin de ABD’nin Ankara Büyükelçisi olarak atanacağını söyledi. kiye’ye yaptığı seyahat sırasında Türkiye’de yaşayan Musevi cemaatle yakın temaslar içine girdiğine de dikkat çeken Markowitz şöyle konuştu: “Belki inanmazsınız ama İstanbul’da iki hafta içinde Musevi cemaatle temaslarda bulundum. yakupkepenek06@hotmail.com