01 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

21 EYLÜL 2007 CUMA tarihçe PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Tarihçi olmanın sorumluluğu Erdoğan AYDIN Bilindiği gibi Tarihçe’de, arada bir tarihin mantığı, anlamı, istismarı, bilinci gibi konulara değiniyorum. Tarihçilik çok büyük önemi kadar istismar edilmeye de en uygun bilimlerden biri. Onu toplumu ileriye taşımak için de kullanabilirsiniz, geçmişin yanlış bilinciyle gericileştirmek için de. Bu bağlamda, geçen ay Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu’nun Türk Tarihinde ve Kültüründe Avşarlar Sempozyumunu Açış Konuşması, gecikerek de olsa irdelememi zorunlu kılıyor. Anımsanacağı gibi Halaçoğlu, Kürtlükteki “yapısal Türklükten”, Kürt Aleviliğindeki “maalesef Ermenilikten” sözettiği bu konuşmasının basına yansıması üzerine büyük tepki ile karşılaşacaktı. Bunun üzerine, yanlış anlaşılmaktan konuşmasının çarpıtıldığına, Kürdoloji Enstitüleri kurulmasından yana olduğundan ırkçı olmadığına varan açılımlarla tepkileri göğüslemeye çalışacaktı. Ancak, “Bütün Kürtler Türkmen’dir ya da bütün Alevi Kürtler, Ermeni kökenlidir demedim. Bu oran Kürtlerin yüzde 30’u kadardır… 1915’te sürülmemek için Müslümanlığa geçen Ermenilerin sayısı 1920’lerde 100 bin kadardı...” diyerek esas tezini sürdürecekti. Bu arada eleştirileri “linç kampanyası”, eleştirenleri de “Kripto Ermeniler” olmakla suçlamak gibi “belden aşağı” vuruşlar yapmayı ihmal etmeyecek, “TTK soykırım iddialarına karşı kale olarak durduğu” için, “beni görevden aldırırlarsa çok önemli bir kale kaybedilmiş olur” diyerek hepimiz adına kendisine yüklediği stratejik misyonun da altını çizecekti. Tabii bu arada “devlet bu kişileri (dönmeleri) ev ev tespit etmişti. Listeleri elimde. Devlet isterse açıklarım…” diyerek aba altından sopa göstermeyi de ihmal etmeyecekti. C 13 Ertelenmiş Bir 12 Eylül Yazısı TARİHİN İDEOLOJİK İSTİSMARI “Çarpıtılma” iddiası nedeniyle TTK sitesinden konuşmasının orijinaline baktım. Evrensel değerler ölçeğinde, aldığı tepkiden daha da fazlasını hakettiğini görmek açısından herkes bakmalı. Halaçoğlu bu konuşmasında, “Avşarcılık mı yapıyorsunuz, etnik bir çatışmaya meydan verecek bir araştırma içerisinde misiniz?..” eleştirisi karşısında, “insanların kimliğine sahip olması veya kimliklerini öğrenmeleri kadar güzel birşey yoktur” şeklindeki meşru bir açılımı kendine dayanak yapıyor. Ancak o, bu açılımı genel bir kural olarak değil, sadece Avşarlar özgülünde, yani çifte standart bir yaklaşımla dillendiriyor. Nitekim kendini ait hissettiği Avşarlara tarih ve güncellikte pozitif ayrımcılık yaparken, Kürtlerin de, aynı ölçüye dayanarak “kimliğine sahip olma” talebinde bulunabilmelerine karşı, tam tersi negatif bir ayrımcılık yaparak tepkiyle karşılanan “açılımı” yapacaktı: “Bugün mesela Türkiye’de bir Kürt sorunu vardır deniyor. Araştırmalarımızda şunu gördüm ki; pekçok Kürt dediğimiz insanlar Türkmen asıllı. Yapısal olarak söylüyorum” diyecek ve belli ki hızını alamayıp adeta “dökülecektir”: “Ama bununla beraber bir şey daha ifade ediyorum. Bunlar fantezi değil. Söyleyeceğim şey bugün Kürt olarak bilinen, hatta hatta şöyle söyleyeyim KürtAlevi olarak bilinen birçok insan da maalesef Ermeni dönmeleri.” Böylece Kürt sorununun olmadığı ve olamayacağını, Kürtlerin pek çoğunun zaten Türkmen birçoğunun da Ermeni dönmesi olması iddiasıyla “ispatladığını” düşünmenin rahatlığıyla; “Dolayısıyla Avşarları araştırmak ve kim olduğunu ortaya koymak bir ayırım veya bölücülük olarak görülmemeli. Tam aksine Türk milletinin kendi özüne dönüşünü ve kendisini tanımasını sağlayacak bir araştırmadır” diyecek ve ardından Turancı arka planını dökecektir: “Sonunda Türk devletleri birlik haline gelecekler. Bütün dünyanın korktuğu da budur. Türk kelimesinin arkasında hiçbir zaman duramazlar.” Bu yaklaşımla, Cumhuriyet sonrası ilan edilen, vatandaşlık ve hukuki bağ eksenli yaklaşımın reddedilip, ırkçı ve Turancı bir Türkçülük inşa edilmeye çalışıldığı açık. Esasen onun Avşarcı yaklaşımı da, ahlaki sorunlarla malul; çünkü Avşarlar karşısında samimi bir tutum, Avşarlara zulüm uygulamış Osmanlıcılıktan vazgeçmesini gerektiriyor (bu gerçekliğe, adına şenlik yapılan Dadaloğlu özgülünde haftaya değineceğim). Şimdilik asıl üzerinde durulması gereken şey ırkçı tutumdur. “Kürt dediğimiz pekçok insanın yapısal olarak Türkmen asıllı” ilanı, herkesin herkese karıştığı bu kavimler kapısında, pek çok Kürdün de Türkleştiği gerçeği ile birlikte ifade edilmiyorsa, açıktır ki nesnellikten uzak ideolojik bir istismar olacaktır. Üstelik Kürtlerin (Osmanlı’dan kaçıp kendilerine sığınanlar dışında), başkalarını dönüştürmek (asimilasyon) ve tercih edilmek (Kürtleşmek) için, ne ekonomik üstünlük ve devlet olanağı ne de Araplar gibi bir din avantajı var. tutması gerek: “Geçmişin hemen her yorumu için, bir yerlerde mutlaka bazı belgeler vardır. Yeter ki, diğer belgeler görmezden gelinsin.” Bilineceği gibi Kürtlerin aslında Türk olduğu tezinin ilk malum versiyonu, kendilerini Kürt sananların, karda yürürken kart kurt diye ses çıkartan Türkler olduğu şeklindeydi. Bu anlatıya ilişkin en çarpıcı yorum ise, “Bunca yıllık mizahçıyım, bunu ben bile uyduramam” diyen Aziz Nesin tarafından yapılacaktı. Tarihçilerin ortak bildirisinde de açıklandığı gibi, “TTK Başkanı’nın, üzerine kelam ettiği milliyetçilik ve etnisite çalışmalarının son 30 yılından da habersiz olduğu anlaşılmakta … Bunların başında, ulusal ve etnik kimliğin dinamik, değişken ve en nihayetinde öznel bir durum olduğu bilgisi yer alır. Kimlikler tarih içinde değişir, dönüşür, farklılaşır. O nedenle bazı Kürt aşiretlerinin uzak geçmişte Türkmen kütlesi içinde görünmesinin, kimlik bakımından bir anlamı yok. Onlar bugün kendilerine ne diyorlarsa, hangi dili konuşup aidiyetlerini hangi çerçevede açıklıyorlarsa, odurlar.” Dolayısıyla bugün kendisini Kürt olarak tanımlayan aşiretlerin bir bölümünün 500 yıl önce kendilerini Türkmen olarak tanımlıyor oldukları iddiasından hareketle “objektif” olarak bugün de Türk oldukları iddiası bilimsel değil, olsa olsa ideolojik, ırkçı bir yaklaşım. “Eğer bu tutumu esas alırsak, bugün kendisine ‘Türk’ diyen yüz binlerce insanın üçdört kuşak öncesinde kendisini başka etnik kimliklerle tanımlayan kişiler olduğu dikkate alınırsa, onların eski mensubiyetlerini esas alan çeşitli milliyetçiliklerin de onları ‘geri çağırmasını’ doğal karşılamak gerek. Nitekim Todor Jivkov döneminde Bulgar hükümeti benzer bir tutum takınarak, kendisine ‘Türk’ diyen insanlara, ‘Siz aslında Bulgar ve Hıristiyandınız, sonradan Türkleştiniz’ diyerek kendilerince ‘asıl kimliklerine’ geri çağırmış ve bu yönde kabul edilemez baskılar uygulamıştı. Halaçoğlu’nun bugün söylediği şeylerle bu tutum arasında yaklaşım ve temel mantık açısından hiçbir fark yoktur.” Esasen tarihe nesnellik kaygısıyla değil TürkçüTurancı perspektifle ve dünyayla kavga etmek üzere bir tahkimatla bakan bir yaklaşımın, bırakalım tarihsel gerçekliği ortaya çıkarıp başkalarını ikna etmeyi, Türkiye’yi hergün daha da ağırlaşan bir tecride sürüklemesi de kaçınılmaz. Söz konusu konuşmada da belirttiği gibi, kendisine “Türkün Türk’e propagandasını yapıyorsunuz” diyenlere karşı verdiği yanıt da bunu gösteriyor: “Evet öyle yapıyoruz. Önce benim halkım inanmalı bana, bu konuyu bilmeli. Yabancı toplumlarla kendi halkımızın desteğini almadan nasıl mücadele edebiliriz ? Öyleyse Türk olduğumuzu önce kendi halkımıza göstermeliyiz. Bunu öğrettiğimiz zaman dünyayla baş edebiliriz.” Bu yaklaşımın yurtta ve cihanda sulh olasılığını daha da baltalayacağı açık. Gerçekler hilafına yapılacak böylesi Türkçü (ve üstüne üstlük Avşarcı) koşullandırma ortamında, içerideki birliğimizin askeri yöntemler (ve İslamcılaştırma) dışında daha da olanaksızlaşacağı bir yana, hem toplum olarak gerçeklikle bağımızı hem de ülke olarak dünyadaki inanılırlığımızı daha da yitirmemiz kaçınılmaz. Kamusal sorumluluk nsel ideolojik yargılarını kanıtlamak üzere belge istismarlarıyla yapılan “araştırmayla” varılan yargıyı “maalesef Ermeni” diye açıklayan bir bilim insanının, ırkçı olmadığını özeleştiri dışında ispatlaması mümkün mü? Üstelik tüm uluslar kadar meşru bir ulusal kimlikten “maalesef” diye söz etmek, ırkçılığın fikir düzeyinden hakaret düzeyine çıkartılmasıdır ki bu, yürürlükteki Avrupa hukukunda bir insan hakları suçudur. Bir başka suç da kimin geçmişte ne olduğunun tespiti ve bilgisayarında saklanmasıdır. “Dönmelerin listeleri elimde” açıklamasıyla birlikte böyle bir şey, 1915’i, 67 Eylül 1955’i, Kahramanmaraş’ı, Sıvas’ı yaşamış bu topraklarda iddiaya konu olan halka yönelik potansiyel bir tehdittir, ki burada tarih alanı dışına çıkıyoruz. Bu bilgileri devletin kendisine sağladığı olanaklar sayesinde toplayıp bilgisayarında saklayan kişinin böyle bir niyeti olmamasının hiçbir önemi yok; çünkü bazı işler kişilerin, hatta kurumların niyetini aşar. Unutulmamalı ki durumdan vazife çıkarmak, yabancısı olmadığımız bir refleks olmuştur bu topraklarda. 90 yıl önce din değiştirmek zorunda kalmış insanları fişlemekle kalmayıp onların torunlarının çocuklarının da kaydını tutmaya devam eden bir anlayışın demokrasi çağında totaliterizm, hümanizm çağında ırkçılık dışında bir açıklaması olabilir mi? Bu bir güvenlik kaygısı değil, açık bir psikolojik savaş girişimidir; ki tarihçilik mesleği ve etiği bunun hiçbir yerine sığdırılamaz. Demokratik bir devletin, hele ki bilim insanının “dönme” kaydı yapmayacağı bir yana, dönmelik takibi, her ülke ve tarihte hep zehirleyici olmuştur. Böyle bir yaklaşım potansiyel düşmanlar üzerinden kendini inşa eden anti demokratik zihniyet göstergesi dışında açıklanamaz. Kendini yurttaşın u yazı ertelenmiş bir yazı; erteledim, çünkü öyle konular var ki yazarken insan duygularına egemen olamıyor, daha sonra başına bela olabilecek tümceler kurmaktan kendini alamıyor. 12 Eylül de işte böyle bir konu. 650 bin kişinin gözaltına alındığı, 230 bin kişinin yargılandığı, 7 bin kişi için idam istendiği, 50 kişinin idam edildiği, 300 kişinin kuşkulu bir biçimde, 171 kişinin de işkencede öldüğü; 338 bin kişinin yurtdışına çıkış hakkının elinden alındığı, 14 bin kişinin yurttaşlıktan, 30 bin kişinin de sakıncalı olduğu gerekçesiyle işten çıkartıldığı; demokrasinin, özgürlüklerin, temel insan haklarının rafa kaldırıldığı, yasaların kuşa, anayasanın da deli gömleğine çevrildiği faşizan bir askeri darbe üzerine öfke duymadan yazı yazmak kolay değil. Hele bizzat siz de bu vahşetin mağdurlarından biriyseniz... Evet, öfkelenmeden edemiyorsunuz. Sıkıyönetim savcılıkları tarafından aranıyorsunuz, suçunuz ‘bir sosyal sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde baskısını kurmayı amaçlayan’ bir örgüte üye olmak ya da bu amacın propagandasını yapmak. İlki nedeniyle 15 yılla, ikincisi nedeniyle 7.5 yılla yargılanacaksınız. Kaçıyorsunuz, kaçamayanlar ise yakalanıyor. Ya sürgünde gün sayacaksınız ya da demir parmaklıklar arkasında. Başka seçeneğiniz yok! Aradan çok değil 10 yıl geçiyor, aranmanıza, tutuklanmanıza, işkence görmenize, çürütülmenize neden olan suçların yasal dayanağı olan maddeler ceza yasasından çıkartılıyor. Geriye dönüp bakıyorsunuz, boş yere çekilmiş o acılar, o işkenceler… Daha da artıyor öfkeniz. Ülkenizi koca bir cezaevine çeviren darbecilere lanetiniz daha da yoğunlaşıyor. Onların, hiçbir şey olmamış gibi, bu ülkeye, bu topluma onca kötülüğü onlar etmemişler gibi ortalıkta dolaşmaları kanınızı donduruyor. ??? Darbe şefi Kenan Evren’in “Kürt diye ayrı bir halk yoktur” dediğini, Kürt sözcüğünün, “karlı dağlarda yürürken ayaklarınızdan çıkan kart, kurt seslerinden türediğine” dair açıklamalarını anımsıyorsunuz. PKK hareketinin oluşumunda bu tür provokasyonların etkisi üzerinde düşünürken öfkelenmemeniz elde olmuyor. Doğu ve Güneydoğu’da köylere askeri helikopterlerden Kuran ayetleri atıl B dığını, olası bir Kürt ayaklanmasının, Kürt köylülerini ‘imana davet ederek’ önlenmesine çalışıldığına ilişkin ‘çalışmalar’ geliyor aklınıza. Aynen okullarda din derslerinin zorunlu duruma getirilmesinin de darbecilerin eseri olduğunun aklınıza gelmesi gibi.. Sonra, son genel seçimlerde dinci bir partinin oyların yüzde 47’sini alarak tek başına iktidara gelmesine şaşanlara bakıyor, bu şaşkınların şimdi yaşananlarla dün yaşanılanlar arasında ilişki kuramamalarına bu kez de siz şaşıyorsunuz. Biliyorsunuz ki, bir toplumun yaşamında hiçbir olgu, hiçbir gelişme kendisinden önceki olgulardan, gelişmelerden bağımsız olamaz. Öyleyse 2007 Türkiye’sini anlayabilmek için 1980’lerin Türkiye’sine bakmak, daha öncelere bakmak gerekir, diyor, baktığınızda hiçbir toplumsal olgunun birdenbire ortaya çıkmadığını, her olgunun bir sürecin sonucu olduğunu, tüm olguların köklerinin geçmişe uzandığını görüyorsunuz. ??? Evet, geriye dönüp bakıldığında ‘son çözümlemede’ Serbest Fırka’nın Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın, Demokrat Parti’nin Serbest Fırka’nın, Adalet Partisi’nin Demokrat Parti’nin, Anavatan Partisi’nin Adalet Partisi’nin, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin de Anavatan Partisi’nin devamı olduğu, bir başka açıdan bakıldığında da iyidir ya da kötüdür yargılarından bağımsız olarak27 Mayıs 1960 darbesinin Adalet Partisi’ni (1961), 12 Eylül 1980 darbesinin Anavatan Partisi’ni (1983), 28 Şubat 1997 muhtırasının Adalet ve Kalkınma Partisi’ni (2001) ortaya çıkardığı görülüyor. Her askeri müdahale, tepki gösterilen gücün/oluşumun kendini yeni koşullara uydurup toparlanarak daha da güçlenmiş bir biçimde ortaya çıkmasına neden oluyor. Böyle baktığımızda Anavatan Partisi de, onun özde devamı olan Adalet ve Kalkınma Partisi de bu ülkeye büyük ölçüde 12 Eylül darbecilerinin armağanıdır diyebiliyoruz. O zaman, 12 Eylül darbesini alkışlayan büyük medyanın dün ANAP’ı, bugün de AKP’yi neden böylesine coşkuyla alkışladığı çok daha kolay anlaşılıyor. Ama anlaşıldığında artık ne yazık ki iş işten geçmiş oluyor, bu da başka bir konu. dkavukcuoglu?superonline.com) Ö “BUNU BEN BİLE UYDURMAM” Tarih Vakfı eski ve yeni yönetim kurulu üyesi akademisyenlerin ortak açıklamasında da belirtildiği gibi, “Tarihçilerin birincil görevinin mesleklerini kötüye kullanmamak” olduğundan hareketle, Halaçoğlu’nu öncelikle, “tarihçi olmanın sorumluluğuyla hareket etmeye çağırmak” gerek. Ünlü (ve muhafazakâr) tarihçi G. R. Elton’un lisans düzeyinde tarihçi adaylarına öğretilen şu sözünü Halaçoğlu’nun da aklında haklarıyla değil onlara dayatılacak yargılarla bağlayan bir siyaset ve “bilim” anlayışı, sadece Nazi Almanyası’nı değil, örneğin 1978 Maraş’ında evlerini faşist milislerin saldırısı için kırmızı çarpıyla işaretlenmiş bulan insanların acılarını da anımsatır bu topraklarda. Neresinden bakılırsa bakılsın trajik bir durumla karşı karşıyayız. Çağdaş insanlık değerlerinin biricik referans olması gerektiği bir ortamda, bir kamu görevlisinin yüzyıl öncesi yaşanmış bir facianın mağdurlarının torunlarının çocuklarının fişlerini tutması tek kelimeyle korkunçtur. Dolayısıyla bilgisayarda kayıtlı bilgilerin açıklanması bile gizlenmesinden daha evladır. Yapılması gereken asıl iş ise, bu kayıtlardan dolayı tüm demokratik kamuoyundan özür dilemek ve o kayıtları rezervsiz imha etmektir. Bu bir yana, “100 bin civarında Ermeni’nin Alevi Kürdü olduğu” iddiası da, Ermenilerin sanıldığı kadar çok katledilmediği iddiasını kanıtlamaya çalışırken, bu kadar büyük sayıda insanın bir anda din ve kimlik değiştirecek denli büyük bir korku ve travma yaşadığı gerçeğinin de ifşa edilmesi değil midir? Kamusal güvence ve meşruiyetçe desteklenen ve sözlerini tüm yurttaşların duygu ve haklarını gözeten bir yerden kardeşliğimize katkı yapmak yükümlülüğüyle kurmak zorunda olan TTK’nın Başkanı, herhangi bir tarihçi veya siyasetçiden çok daha ağır bir sorumluluğa sahiptir. Dolayısıyla onun sözlerine, herhangi bir tarihçi veya siyasetçiye yapacağımız gibi gülüp geçemeyiz. Irkçı önyargıları olmayan bir devlet politikası, böylesi açıklamalar yapan kamu görevlisini görevinden almak zorundadır. Çünkü demokratik bir devletin kurumları, kendine vergi veren yurttaşların bir kesiminin kimliğini sorgulatan çalışmalara destek olamaz, böyle yapan görevlileri temsilci yapamaz. Hititler’in kutsal şehri bulundu Oymaağaç köyü, 2 bin 500 yıllık tarihiyle Eski Tunç, Orta Tunç, Yeni Tunç ve Hitit dönemlerine ait izler taşıyor Cemil CİĞERİM SAMSUN Samsun’un Vezirköprü ilçesinde Hititlerin kutsal şehri sayılan Nerik’in izlerine rastlandı. Höyükte bulunan binanın Hitit mabedi olup olmadığı Amerikan Covell Üniversitesi’nde yapılan çalışmaların ardından kesinleşecek. Vezirköprü’ye bağlı Oymaağaç köyü 2 bin 500 yıllık tarihiyle Eski Tunç, Orta Tunç, Yeni Tunç ve Hitit dönemine ait izler taşıyor. Geçen yılki çalışmalar sırasında bir idol, iki Hititçe tablet ile mühür baskı bulunan höyükten bu yıl da önemli bulgular elde edildi. Kazı Başkanı Doç. Dr. Rainer Czichon, 15 Ağustos’ta başladıklara çalışmalara arkeologların yanı sıra, topografya, hititoloji ve jeoloji gibi alanlardan da bilim insanlarının katıldığını söyledi. yerleşim yeri olduğunu ifade etti. Bu yılki çalışmaların 5 Ekim’de sona ereceğini bildiren Czichon, “Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün izni ile 8 kişilik ekibimiz ve bakanlık temsilcisi Necati Kozalak’ın katılımıyla çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Oymaağaç Höyük ve çevresini araştırıyoruz. 4 maddelik kanıt doğrultusunda Oymaağaç Höyük’ün Hititlerin kutsal şehri Nerik olduğunu düşünüyoruz. Oymaağaç Höyük’te çalışmalarımızın en az 10 yıl sürebileceğini düşünüyorum” diye konuştu. Arkeolog Sezer Seçer ise ikici etap çalışmalarında bulunan çatısı yanmış, kalın kerpiç ve taş duvarlı yapının Hitit Çağı’na ait Hitit mabedi olabileceğini belirtti. Yanmış ağaç kütüklerinin inceleneceğini anlatan Seçer, ardından binanın hangi döneme ait olduğunu öğreneceklerini ifade etti. Seçer, tespit ettikleri bir mezarda Helenistik dönemden kalan çoğu çocuk olan 15 iskelet bulduklarını söyledi. Buzullar alarm veriyor LONDRA (AA) Avrupa Uzay Ajansı (ESA), Kuzey Buz Denizi’ndeki erime sonucu buzulların kapladığı alanın, uydudan ölçümlerin başladığı 1978’den sonraki en alt seviyesine indiğini ve Avrupa’dan Büyük Okyanus’a kutup üzerinden kestirme deniz yolunun açıldığını duyurdu. ESA’nın internet sitesinde açılan deniz yolları uydu fotoğraflarıyla gösterildi. ESA tarafından yapılan açıklamaya göre, tarihsel olarak geçişin mümkün olmadığı, “Kuzey Buz Denizi Kuzeybatı Geçişi’’ adlı rota, AvrupaAsya, AtlasPasifik okyanusları geçişlerine artık tamamen açık hale geldi. EN AZ 10 YIL ÇALIŞILACAK Buzulların önceki hali. Buzulların şimdiki hali. Oymaağaç Höyük’ün geçmişinin MÖ 1000600 yıllarına dayandığını anlatan Czichon buranın Hititlerin en kuzeydeki
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear