22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

2 AÇI C olaylar ve görüşler 3 AĞUSTOS 2007 CUMA “Çul yana yana mindere gelir” azıma başlık yaptığım atasözünü ilk kez, bizim küçük endüstri kenti Halver’de, Yozgatlı Veli Akbaba’dan işitmiştim. Veli’nin işlettiği markete uğradığım günler, Türkiye ile ilgili tatsız haberler varsa –ki maşallahı var, tek gün bile eksik olmuyor müşteriler gider gitmez sohbetimiz (dertleşmemiz demek daha doğru olacak) gizli bir düğmeye basılmış gibi yeniden başlar ve müşteri gelene kadar sürer... Neyse, sözü uzatmadan, Orta Anadolu’da pek iyi bilinen ve kullanılan “Çul yana yana mindere gelir” atasözünün ne anlama geldiğini kısaca anlatayım: Diyelim ki, bir köy evinde baş köşede mindere kurulmuş, çubuğunuzu tüttürürken yerde serili çul da bir kenarından tutuşmuş, sinsice ilerliyor. Siz hiç farkında değilsiniz, ama çuldaki ateş, yana yana oturduğunuz mindere yol alıyor. Bir de bakmışsınız altınızdaki minder de tutuşmuş... Neyse, atasözünden çıkan hisse şu: Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye karşı gelenekleştirdiği tavrı artık çocuklar da biliyor. Kaç yıldır bilinenlere de yenileri ekleniyor. Otuz yıldır Kıbrıs’la birlikte Ege, yeniden alevlendirilen PENCERE Folluk... MÜMTAZ SOYSAL Sivil Başıbozukluk NADOLU’DA turneye çıkan çadır tiyatroları ya da canbaz kumpanyaları, vaktiyle, askere ucuzluk olsun diye bilet bedellerini örneğin “Asker 25 kuruş, başıbozuk 50” biçiminde duyururlardı. Disiplinsizlik anlatımı yüzünden küçümseyici bir hava veren “başıbozuk” sözcüğü, bir süre Batı dillerinde de dolaştıktan sonra, Türkçede zamanla “sivil” sözcüğüyle çağdaşlığa kavuşmuş sayıldı. Sözcük, şu günlerdeki “sivil anayasa” tartışmaları dolayısıyla, yavaş yavaş, zorlana zorlana “demokratik” anlamına doğru yol almakta. “Asker” sözcüğü de kimilerinin dilinde “antidemokratik” anlamına bürünmekte. Hem de nerede? Türkiye gibi yenilenme, çağdaşlaşma ve hatta özgürleşme hareketlerinin bir buçuk yüzyıl boyunca hep askerden kaynaklandığı bir toplumda, askerin kanıyla kurtulmuş bir ülkede, bir askerin öncülüğüyle kurulmuş bir Cumhuriyette. Ne var ki, “sivil anayasa” kavramı ortaya atılalı, sivil kesimdeki tutarsızlık ve derbederlik ister istemez “başıbozuk” sözünü yeniden akıllara getiriyor. Şu duruma bakın: Bir yandan 1982 Anayasası’yla cumhurbaşkanına tanınmış olan yetkilerin fazla olduğu söylenirken bir yandan da cumhurbaşkanını doğrudan doğruya halkın seçmesine yönelik bir anayasa değişikliği ortaya atılmıştır. Ama, görünüşe göre ekim ayındaki halkoylamasıyla kesinleşecek olan bu değişiklik, cumhurbaşkanının fazla olduğu söylenen yetkilerine dokunmamıştır. Oysa, devlet başkanını halkın seçmesi demek, böyle seçilen kimsenin, yetkilerini anayasa kurallarıyla ne kadar kısarsanız kısın, ister istemez kendisini parlamentodan da daha yetkili ve güçlü görecek kimse demektir. Ortaya çıkacak olan çelişki zaten tartışmalı olan anayasa düzenini içinden çıkılmaz bir duruma sokmayacak mı? “Cumhurbaşkanı fazla yetkili” derken apar topar alınmış kararlarla daha da güçlü bir cumhurbaşkanı yaratmaya doğru gidilmektedir. Tam bir düşünce başıbozukluğu. Bir kez daha tekrarlamakta yarar var: Ekimde halkoylaması yapmaktan vazgeçip o girişimi “kadük” kılarak doğru dürüst düşünülmüş, dengeleri titizce kurulmuş bir anayasa düzenine geçmek üzere ciddi bir anayasa çalışmasını başlatmaktan başka her türlü yöntem daha çok kargaşa getirecektir. Ama öyle anlaşılıyor ki, maksat ciddi bir anayasa çalışması yapmak yerine, 1982 Anayasası’nı şurasından burasından kırparak askerin sistem içindeki ağırlığını azaltmak, YÖK düzenini de arattıracak bir üniversite sistemi kurup bilimsel özerkliği yok etmek, yargı organlarının atanmasında siyasal organların payını genişleterek bağımsız yargıdan büsbütün uzaklaşmak gibi niyetlerle AKP iktidarının son hedefe varmasını, yani “İslam Cumhuriyeti”ne ulaşılmasını kolaylaştırmaktır. Bereket, bu niyet bozukluğu yöntem şaşkınlığıyla birleşince ortaya çıkan sonuç katmerli bir başıbozukluk olarak kalacak ve mutlaka kendi karşıtını yaratacaktır. Y Nevzat YALÇIN B Geçmişte bir İngiliz “devlet adamı”nın bitmez tükenmez kinle “en iyi Türk ölü Türk’tür” diyen vecizesi (!) ne yazık ki Türk’ün ne yüreğinde ne de belleğinde yer etmiştir. Yıllardır içimizde yer eden ve kimi kısa görüşlü siyasilerin diline persenk olan “dostumuz Amerika, Yunanlı dostlarımız” gibi “lâf”ların bize neye mal olduğunu genç kuşaklar bile anımsayacaktır. Biz, Doğulu’nun sarsak dostluk romantizmi yerine gerçekçiliğe sarılmadıkça dostlarımız gemi azıya almaya devam edeceklerdir. Ve bakmışsınız ki, altımızdaki minder tutuşmak üzeredir. Yineleyelim: O minder Türkiye’dir. Uzak mesafe kavramı tehlikeleri uzaklaştırmıyor. Binlerce kilometre uzaktaki Amerika hem yanı başımızda hem içimizde. Hiç unutmam, kırk küsur yıl önce, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olduğum günlerde beni evinde akşam yemeğine davet eden Kanadalı bir profesör, inanılmaz bir cüretle, “Siz Türkler tekrar Orta Asya’ya dönseniz de Yunanlılar eski yurtları Anadolu’ya yerleşseler ne iyi olur” demesin mi? Kelimenin tam anlamıyla şoke olmuştum. Türk ve misafir olarak... Düşünebiliyor musunuz, Türk Devleti’nin herhalde astronomik bir ücretle görev verdiği bir bilim adamının o denli dangalak, sosyal etiketten o kadar yoksun olabileceğini? Türkiyemiz nerede, Kanada nerede? “Çirkin Amerikalı” neredeyse o da orada... O akşam yemeğe kalmadan kalkıp gittiğimi iyi anımsıyorum. Şimdiii... Çuldaki kıvılcım altımızdaki mindere ulaşmadan eğri yatıp doğru konuşmak gerekiyor... Onların Türkiye’ye üstünlük kompleksine karşı bizde de AB sendromu veya kompleksi yok mu? Var ya, hem de nasıl! Aradaki fark, “kompleks” sözcüğünde yatıyor: Bizdeki onlarınkinin tam tersi, yani aşağılık kompleksi... Düşünebilen Türk’ü düşündüren ve mahcup eden... Bu yazıyı RTE ve A. Gül’e armağan ediyorum. (*) Mania: Zihinsel hastalık, manyaklık. A Ermeni iddiaları ve Güney Doğu derken sıra bin yıldır üzerinde oturduğumuz mindere gelecektir. O minder Türkiye’dir. Veli Akbaba, o atasözüyle, Batı’nın Lozan’dan beri içine sindiremediği ve ülkemiz üzerinde oynamak için fırsat gözettiği oyunlara işaret etmek istiyordu. Kafası bilge yapılı Veli Akbaba, tehlikenin iyice farkındaydı. Acaba tehlikenin farkında olmayanlar da mı vardı? Vardı ya, hem de pıtrak gibi... Aramızdaki yarasalardan başlayarak. Şaşırdınız , değil mi? Bu konuları “Silâhsız Savaş” adlı kitabında ustalıkla işleyen ve Batı’nın gerçek yüzünü çok iyi bilen deneyimli diplomat Dr. Onur Öymen’in kitabını, ateşin mindere ulaşmak üzere olduğu günümüzde bilgi yoksulu ve dar alınlı kimi politikacılara tavsiye etmek ukalâlık mı olur dersiniz? Oysa Batı’nın bu şifasız Türkiye sendromu aslında hiç de yeni değildir. Viyana kuşatmasına kadar gider. Hatta çok daha gerilere giderek, sekiz yüz yıl boyunca Anadolu’yu talan eden Haçlı sürüleri sonu gelmez tarihî “mania”nın (*) maceracıları sayabilirsiniz. OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc?yahoo.com izim gazetenin manşeti neydi?.. “Borsa yabancılarda” Üst başlıktaki açıklama: “İMKB’de (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) hisseler de, kontrol de yurtdışındaki 2 bini geçmeyen yatırımcının elinde.” ? Bu tür haberler ancak Cumhuriyet gazetesinde manşet olabilir... Türkiye’de medya dünyası kokuşmaya doğru hızla yol alıyor ve gayri milli bir yapıya dönüşüyor... Borsamız da gayri milli... Gerçeği dile getirince diyorlar ki: Milliyetçilik mi yapıyorsunuz? Evet!.. Bu gidişle haramzadeler Türkiye’yi tümüyle satacaklar; havuduyla yutacaklar... Türkiye ekonomisi yabancıların folluğuna dönüştürüldü... Gerçeği dile getirenler de milliyetçilikle suçlanıyorlar... Dinci olana suçlama yok... Milliyetçiye veryansın... ? Fethullah Gülen’in başını çektiği dinci medya her gün yaklaşık bir milyon gazeteyi bedava dağıtıyor... Bu değirmenin suyu nereden geliyor?.. Soran yok!.. AKP seçimde kazandığına göre bundan sonra soran ve arayan da olmayacak... AKP yönetici takımının da yolsuzluk dosyaları kapatılacak... Ve medyada yeni bir dönem başlayacak... ? Dinci medya en başta Fethullah cemaatinin basını “bedava” dağıttıkları gazeteleri “satış” gibi göstermek için gerekli tezgâhı kurdu... Fethullah Gülen ABD’de yaşıyor... Amerika’dan bir şirketin temsilcileri geldiler, Zaman gazetesinin istediği raporu verdiler... Dediler ki: Zaman bedava dağıtılmıyor; herkesin evine bırakılan gazeteler satış faslına girer... Peki, sonra ne olur?.. ? Bir gazetenin iki geliri var... Bizim gazetelerin (Cumhuriyet dışında) gelirlerinin 3’te 1’i satıştan, 3’te 2’si reklamdan... Bedava dağıtılan 1 milyon dinci gazete satıştan sayıldı mı, medyaya reklam veren Türkiye’deki özel sektör (gerçekte satmayan) dinci basının folluğuna dönüşecek... ? Başka bir gazetede bu gerçek bu kesinlikle dile getirilemez... Bizden söylemesi... Haydi hayırlısı!.. mumtazsoysal@gmail.com ilan renkli CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear