Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
23 ŞUBAT 2007 CUMA haberler AYDINLANMA 1961 yılında kurulan TİP, işçi ve aydının sesi oldu; emperyalizme, gelir adaletsizliğine karşı çıktı Tarihimizin demokrasi anıtı (Fotoğraflar: Cumhuriyet Arşivi) TİP, 13 Şubat 1961 yılında 12 sendikacı tarafından kuruldu. TİP’le, ilk kez işçi sınıfı ve emekçi kesimleri ülke yönetiminin en temel organlarından biri olan yasama alanında, TBMM’de kendini ifade etme olanağını buldu. Sadece işçi ve emekçilerin Meclis’teki sesi olmasının da çok ötesinde, yaptığı güçlü ve etkili muhalefetle ülke ve toplum sorunlarına yeni açılımlar getirdi. TİP, siyasal çalışmalarını salt parlamento içinde yapmakla sınırlı tutmuyor, toplumun örgütlenmesine ve parlamento dışı muhalefet odaklarının oluşmasına büyük önem veriyordu.Örneğin, 13 Şubat 1967 tarihinde, TİP’li sendika önderleri tarafından kurulan DİSK, böylesi bir çalışmanın ürünüydü. EMRE KONGAR İdeolojik Cinayetlerin Yanlışlığı ve Korkutuculuğu lere örnektir. ??? İşin bir başka korkutucu yanı, her ideolojinin cinayet işlemek için kullanılabilmesinde yatar. Örneğin, ideolojilerin en barışçısı, en uzlaşmacısı olan demokrasi adına bile Amerika Birleşik Devletleri’nin Vietnam savaşına giriştiğini, Irak’ı bu uğurda haksız ve yalanlar dolu gerekçelerle işgal ettiğini ve kitlesel anlamda cinayetler işlediğini görüyoruz. ??? Tabii bir dizi cinayet için, birden çok ideolojinin ittifak etmesi ve bir “ideolojiler demetinin” kullanılması, durumu çok daha yanlış ve korkutucu hale sokar: Örneğin, bir zamanlar Hitler’in yaptığı gibi Germen ırkçılığı ile Hıristiyan fanatizmini uzlaştırma çabaları, PKK’nin Türkiye’de uyguladığı gibi ayrılıkçı Kürtçü ırkçımilliyetçi faşizmin ve Marksizm’in birlikte kullanılması veya 1970’lerden başlayan ve günümüze kadar gelen cinayet dalgasında olduğu gibi pek çok değerli düşünürün, yazarın canını alan katillerin üretilmesinde ortaya çıkan “milliyetçimuhafazakâr” ideoloji profilinin işaret ettiği Türkçü ırkçımilliyetçi faşizm ile İslama dayalı dinci şeriatçılığın ittifakı hep “birden çok ideolojinin” birlikte kullanıldığı cinayetleri belirler. Unutmayalım ki, cinayetlerde ne denli çok ideolojik kaynak kullanılırsa katillerin o denli etkin, tehlikeli ve korkutucu olduğunu bilen El Kaide de, bir yandan İslam Şeriatçılığını kullanırken öte yandan Amerika karşıtı antiemperyalist söyleme de büyük önem vermektedir. C 5 Sönmez TARGAN Sınıf savaşımında erke ulaşmanın tek yolu siyasal parti örgütlenmeleriyle olasıdır. Sendikalar, oda ve meslek kuruluşları, demokratik kitle örgütleri çok etkili birer toplumsal güç olma özelliğine kavuşsalar dahi, bunların biri ya da bütünüyle siyasal erke tırmanmaya olanak yoktur. Ama bu örgütlenme modelleri, kendilerine yakın duran siyasal örgütlenmelere kadro ve siyasal malzeme hazırlanmasında önemli roller üstlenebilirler. Bu nedenle, partilerle ve bugün yaygın adıyla kullandığımız sivil toplum kuruluşlarının işlevlerini birbirine karıştırmamak gerekir. Siyasal partiler, kendilerine oy ve destek veren kitle tabanları ne denli geniş ve büyük olsa bile, sonuçta bir sınıfı temsil eden siyasal örgütlenmelerdir. Sadece siyasal erki eline geçirmek için değil, temsil ettikleri toplum kesimlerinin ideolojik ve politik dünya görüşlerinin yaşamın tüm alanlarında boy atması amacıyla özgün ve örgütlü bir savaşım da verirler. Eğer bunu yapamıyorlarsa, bırakın erk sahibi olmayı, muhalefet görevi bile yapamıyorlar demektir. Başka bir anlatımla, siyasal savaşımını parlamento sıralarında yapmakla sınırlı tutan, fakat yaşamın içinde olmayan partilerin bugün içine düştükleri durum ortadadır. TİP’in 1979 yılında Sultanahmet Meydanı’nda yapılan mitinginde Genel Başkan Behice Boran konuşuyor. TİP’i anlamanın zamanı nımsanacak olursa, 60’lı yıllar, gezegenemizde soğuk savaşın en yoğun biçimde yaşandığı yıllardı. Türkiye bu savaş ortamında, kendini kapitalist kampın rüzgârlarına kaptırmış, siyasal anlamda değilse bile, ekonomik alanda emperyalizmin yarı sömürgesi bir ülke durumuna düşmüştür. İşte bu dönemde, adeta Kurtuluş Savaşı’nın coşkusunu çağrıştıran bir kararlılık içinde TİP’in yürüttüğü muhalefet, Meclis duvarlarını da aşarak toplumun en geniş kesimlerinde yankı buluyordu. Yazının başında da vurguladığımız gibi TİP, siyasal çalışmalarını salt parlamento içinde yapmakla sınırlı tutmuyor, toplumun örgütlenmesine ve parlamento dışı muhalefet odaklarının oluşmasına büyük önem veriyordu. Örneğin, 13 Şubat 1967 tarihinde, TİP’li sendika önderleri tarafından kurulan Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), böylesi bir çalışmanın ürünüydü. Bu oluşumun siyasal ve tarihsel niteliğini daha iyi kavrayabilmek için, her iki oluşuma önderlik yapmış kişileri anımsamakta yarar var. Bu kişilerden Kemal Türkler, TİP ve DİSK’in kuruluşlarında yer almış, birincisinde başkan yardımcısı ikincisinde ise genel başkan olarak görev yapmış çok değerli bir siyaset ve sendika insanıdır. Yine DİSK’in kurucuları arasında yer alan Lastikİş Başkanı Rıza Kuas ile Gıdaİş Başkanı Kemal Nebioğlu aynı zamanda TİP milletvekilleri olarak parlamentoda görev yapmaktaydılar. Yine TİP ve DİSK’in kuruluşunda yer alan İbrahim Güzelce de seçkin bir işçi önderiydi. Çoğu kez eleştiri konusu edilen, fakat bizce son derece doğru ve gerekli olan TİP’in bu tutumu, aslında düzen partileri için de geçerli bir durumdur. Bugün sağda olan partilerin tümünün sermaye kuruluşları ile bağları ve bunlarla olan içlidışlı ilişkileri bilinen bir gerçektir. Çünkü, yaşamın içinde derinlemesine örgütlenmeyi başaramamış ya da bu konuda özel bir çabası olmayan partilerin, bırakın siyasal erke sahip olmayı, uzun süre ayakta kalmayı dahi sağlayabilmesi bir hayaldir. A kullanılan potansiyel birer oy depoları olarak da değil, salt kendi siyasal örgütlenmesi ve yönetim birimlerine kadro hazırlayan birer eğitim yuvaları olarak kullanmakta gösterdiği beceriyi de buna eklememiz gerekir. NTİDEMOKRATİK YOLLARLA KAPATILDI Ama, burada birçok aydınımızı yanıltan ilginç bir çelişkiye de değinmemiz gerekecek. İnanç özgürlüğü adı altında soyut bir demokrasi bakış açısıyla bu durumu masum ve meşru bir gelişme gibi görmek ya da göstermek isteyenler, böylesi dinsel motifler üzerine kurulmuş ve ne yapısında ne de geleneğinde demokrasi ve katılımcı bir tutum bulunmayan ki bulunması da dinen mümkün değildir AKP’nin daha güçlü bir yapıya kavuştuğunda, örneğin, Çankaya kalesini de eline geçirdikten sonra ideolojisinin doğal bir sonucu olarak totaliter bir yönelişe geçmeyeceğini garanti edebilirler mi? Avrupa’da faşizmin siyasal erke gelmesinde, özellikle, aydın kesimlerin böylesi bir yanılgı ve aymazlığa düşmesinin payının büyük olduğu unutulmamalıdır. Evet, yazımıza son noktayı koymadan bir kez daha anımsatalım ki, 13 Şubat 1961 yılında 12 sendikacı tarafından kurulan TİP, işte böylesi bir siyasal bakış açısının ve katılımcı demokrasi anlayışının siyasal tarihimizde ilk ve en önemli örneklerinden biridir. Kazandırdıkları ve toplum bilincine kattıkları ile adeta bir demokrasi anıtı gibidir. 60’lı ve 70’li yıllarda Türk siyaset sahnesinde iki kez yer alan ve her ikisinde de antidemokratik uygulamalarla kapatılan TİP’in tarihinden bugünün politikacılarının, bilim insanlarının, aydınlarımızın ve gençlerimizin öğreneceği çok şeyler olduğu kanısındayım. Demokrasi adına inanç özgürlüğünü öne çıkarıp açık ya da örtülü siyasallaşmış İslamı savunma tuzağına düşenler, geçmişte TİP’e ve Türk soluna en fazla saldıranların bu kesimden geldiğini ne çabuk unuttular. Oysa bugün savunulması ve yollarının açılması gereken; siyasal yaşamda örgütlenmeden yoksun bulunan ve sayısı milyonlarla ifade edilen emekçiler ordusudur. A Her cinayet yanlıştır. Her cinayet korkutucudur. İdeolojik cinayetler daha da yanlış ve daha da korkutucudur. ??? Uğruna cinayet işlenen ideolojiler, genellikle insanlığın refahı ve mutluluğu için belli modeller oluşturan inanç sistemleridir. Bütün dinler, her türlü ırkçı ve milliyetçi ideolojiler, Marksizm ve benzerleri, esas olarak toplumlara ya da insanlara kurtuluş, refah ve mutluluk vaat eden ideolojilerdir. ??? İnsanların kurtuluşu, refahı ve mutluğu için işlenen cinayetler, cinayetlerin en yanlışıdır, çünkü en başta, insanları öldürerek kendi amacına yani insanların kurtuluş, refah ve mutluluğuna karşı çıkmaktadır. En korkutucusudur, çünkü “insanlığın kurtuluşu için”, bir, üç, beş, on, yüz ve hatta binlerce kişinin ölümünü, öldürülmesini mubah, hatta gerekli görür. ??? İdeolojik cinayetler, cinayetlerin en yanlışı ve en korkutucusudur çünkü, bir ideoloji adına cinayet işleyen katiller toplum, tarih ve vicdanlar önünde genellikle yalnız bırakılmazlar: Uğruna cinayet işledikleri ideoloji ve o ideolojinin savunucuları, katillere maddi olanak, manevi sığınak hazırlar. ??? İdeolojik cinayetlerin yanlışlığı ve korkutuculuğu, hem katiller hem maktuller açısından bireysel oldukları kadar kitlesel nitelik de taşıyabilmelerindedir. Ortaçağlardaki din savaşları, İkinci Dünya Savaşı’ndaki Nazi çılgınlığı, Stalin ’in Sovyetler Birliği’ndeki uygulamaları hem katiller hem de maktuller açısından hep bu kitlesel cinayet ALMANYA’DAKİ ACI ÖRNEK Siyasal örgütlenme, bilinç ve sabır isteyen, kararlılık gösterilmesi gereken bir savaşımdır. İdeolojik dünya görüşü toplumun geniş kesimlerince benimsenmemiş olsa bile, kendi siyasal çizgisinde tutarlı olan partilerin şu ya da bu biçimde bir gün iktidara geldiklerine tarihte tanık olunmuştur. Bunun en canlı örneği, 1930’lu yıllar Avrupa’sında yaşanmıştır. Ne Almanya’da, ne İtalya’da ne de İspanya’da faşizmin öyle fazla bir kitle tabanı olmamasına karşın, siyasal parti olma gerçeğini çok iyi kavradıkları ve uyguladıkları için iktidar olmuşlardır. İsterseniz bu acı gerçeği bir Alman sosyal demokrat aydının belirlemesiyle özetleyelim: Bu aydın, “Almanya’da faşizm sadece güçlü olduğundan değil, karşısında olması gereken demokrasi güçlerinin dağınıklığı ve örgütsüzlüğü nedeniyle iktidara gelmiştir” diyor. ekongar?cumhuriyet. com.tr; www.kongar.org Küresel çevre sorunları masada KKTC’de düzenlenen konferansa 108 ülkeden bine yakın bilim insanı katılıyor Sevim ERTEMUR Gamze AKDEMİR LEFKOŞA Yakın Doğu Üniversitesi’nin düzenlediği “Çevre: Yaşam ve Sürdürülebilirlik” konulu uluslararası konferans Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) başkenti Lefkoşa’da başladı. 24 Şubat’a kadar sürecek konferansa 108 ülkeden katılan bine yakın bilim insanı ve araştırmacı “küresel çevre sorunları”nı masaya yatırarak çözüm önerileri sunacak. Konferansın açılışına KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, Başbakan Ferdi Sabit Soyer, İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) Genel Sekreteri Prof. Ekmeleddin İhsanoğlu, Türkiye’nin Lefkoşa Büyükelçisi Türkekul Kurttekin, Deniz Temiz Derneği Kurucusu ve Onursal Başkanı Rahmi Koç, Kırgızistan Kültür Bakanı Sultan Rayev, KKTC devlet ve hükümet yetkilerinin de aralarında bulunduğu çok sayıda konuk katıldı. Açılışta konuşan Yakın Doğu Üniversitesi Rektörü Prof. Ümit Hassan, küresel sorunlara küresel çözümler üretebilmek amacıyla bu konferansı düzenlediklerini söyledi. Rektör Yardımcısı Prof. Hüseyin Gökçekuş da farklı bakış açılarıyla, yaşanabilir bir çevre yaratmak için sorunları bilimsel olduğu kadar ahlaki olarak da ele alıp irdelemeyi amaçladıklarını belirtti. TALAT: BASKI YAPILDI KKTC Başbakanı Soyer ve Cumhurbaşkanı Talat da konferansta birer konuşma yaptı. Çevre sorununun insanlığı bölen değil, birleştiren bir faktör olduğuna işaret etti. KKTC’nin siyasi ve ekonomik olarak izole edilmeye çalışıldığını vurgulayan Talat, Güney Kıbrıs’ın kuş gribi olayında bile Kıbrıslı Türklerle işbirliğinden kaçındığını, hatta bu konferansa bilim insanlarının gelmemesi için konferansın iptal edildiğine dair sahte elektronik postalar gönderildiğini ifade etti. Bunun Kıbrıslı Türklerin ne kadar ağır bir baskı altında olduğunu gösterdiğine dikkat çeken Talat, buna karşı mücadelelerini ve dünya ile işbirliğini sürdüreceklerini söyledi. Deniz Temiz Derneği Başkanı Koç ise çevre sorunlarının sınır, ülke, din tanımadığını, tüm dünyanın ortak sorunu olduğunu belirterek “Kıyılarımız büyük tehdit altında. 1990’da Marmara Denizi’ndeki yaratık sayısı 148 iken şimdi daha da arttı. Marmara depreminden sonra ortaya çıkan gazların yarattığı yıkıcı etki deniz yaşamını daha da olumsuz etkiledi” dedi. Koç, denizleri temiz tutmanın temizlemekten daha ekonomik olduğunun altını çizdi. İKÖ Genel Sekreteri İhsanoğlu da, dünya liderlerinin ortak hareketinin insanlığı kurtarabileceğini belirterek çevresel sorunların dünyanın az gelişmiş bölgelerinde fakirliği artırdığını söyledi. İhsanoğlu, İslam konferansı teşkilatı olarak haksız ambargolar karşısında Kıbrıs Türklerinin yanında olduklarını ve mücadelelerine destek verdiklerini de söyledi. DAĞINIKLIK, İLKESİZLİK AKP’Yİ İKTİDAR YAPTI Türkiye’de de AKP’nin aldığı oy oranı ne olursa olsun ki insanlarımız hep bu oransal duruma takılıp kalıyorlar karşısındaki güçler tarihinde hiç olmadığı denli dağınık, ilkesiz ve tutarsız oldukları için bugünkü gericilik siyasal erkin başına gelip oturmuştur. Öte yandan, her fırsatta adeta yaygarasını kopardığımız demokrasi anlayışımızda da bir çarpıklık olduğunu kabul etmemiz gerekecek. Her biri bir sınıfın temsilcisi olan siyasal partilerin tümünün kendini parlamentoda ifade edemediği bir toplumsal düzende, yüksek seçim barajlarıyla uygulanan yasaklama duvarları yıkılmadıkça, bugün AKP gitse bile yerine daha riskli bir siyasal yapılanmanın oturmayacağını kim garanti edebilir? PARTİ VE SENDİKA MECLİS’TE EMEĞİN SESİ OLDU Bu açıdan bakıldığında, Türkiye, tarihinin en demokratik dönemini 60’lı yıllarda yaşadı dersek yanlış söylemiş sayılmayız. Örneğin, bu yıllarda ilk kez işçi sınıfı ve emekçi kesimler bağımsız siyasal örgütüyle, Türkiye İşçi Partisi (TİP) olarak ülke yönetiminin en temel organlarından biri olan yasama alanında, TBMM’de kendini ifade etme olanağını buldu. 1965 genel seçimlerinde 15 milletvekiliyle (Ali Karcı, Rıza Kuas, Tarık Ziya Ekinci, Yahya Kanbolat, Mehmet Ali Aybar, Çetin Altan, Sadun Aren, Cemal Hakkı Selek, Adil Kurtel, Yunus Koçak, Yusuf Ziya Bahadınlı, Muzaffer Koran, Şaban Erik, Kemal Nebioğlu, Behice Boran) parlamentoya giren TİP, Cumhuriyetin kuruluşundan o güne varana değin ilk kez işçi ve emekçilerin sesini Meclis’e taşımış oldu. Sadece işçi ve emekçilerin Meclis’teki sesi olmasının da çok ötesinde, yaptığı güçlü ve etkili muhalefetle ülke ve toplum sorunlarına yeni açılımlar getiriyordu. Toplumsal yaşamın içinde siyaset yapmak, iktidar olmanın da önemli koşullarından biridir. Özellikle, Avrupa ülkelerindeki siyasal partilerin kaynak ve proje üretmelerinin en temel basamakları buralardan geçilerek hazırlanır. Örneğin, işçi sendikaları, Avrupa sosyal demokrat partilerinin ideolojik beslenme kanallarıdır. Avrupa merkez ve merkez sağ partilerinin bu anlamdaki kanalları ise genellikle sivil toplum örgütleri ve kendilerine yakın duran vakıflardır. Yeniden Türkiye’ye dönersek, TİP’ten sonra bu gerçeği en iyi kavrayan ve uygulayan parti AKP olmuş ve asıl bu nedenle aldığı oy oranı düşük olmasına karşın, gelmiş, siyasal erk koltuğuna oturmuştur. Bunda, zaten var olan ve daha da önemlisi, kültürümüzün geçmişten günümüze uzanan tarihsel kalıtının doğal ürünleri olan dinsel kurumları (vakıflar, camiler, imam hatip okulları, Kuran kursları, öğrenci yurtları, dine dayalı meslek birimleri ve tarikat yapılanmaları) siyasete yönlendirmekte gösterdiği başarı payının büyük olduğunu kim yadsıyabilir?.. Daha da ötesi, yukarıda vurguladığımız dinsel yapı ve kurumları, seçimlerde TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar, 1965 yılında yurttaşa sesleniyor.