Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
12 EKİM 2007 CUMA ekonomi PARİS’TEN UĞUR HÜKÜM atince “Disciplina” sözcüğünden türemiş, Türkçe dahil hemen hemen bütün dillere yerleşmiş “disiplin” sözcüğü, kavramı ve de özellikle çağrıştırdıkları şu satırları okuyacak çoğu insanda pek de olumlu düşünce veya duygular uyandırmaz. Hatta Fransızcadaki nüanslarını derinleştirdiğimiz zaman, üçüncü dereceden anlamında, “Hayvan terbiyecilerinin ‘eğitim ve/veya ceza’ için kullandığı özel kırbaç”a kadar uzanabilirsiniz. Zaten “disiplinde” ürkütücü olan da bu noktada başlar. Halbuki birincil anlamlarında “disiplin” biraz daha masum bir kelimedir. Türkçe sözlüklerin ne dediğini sizlere bırakıp, Fransızca Larousse’un yazdığına göz atarsak birinci dereceden şu tanımları görürüz: “Bir takım yapıların, toplu yaşayan grupların davranışlarını belirleyen kurallar bütünü. Kurallara, yönetmeliklere vs, uyma veya (biraz da zorlayarak) boyun eğme tavrı.” Şöyle daha bir olgusal deyişle, “Başlı başına eğitim gerektiren bir alan, bir tür” şeklinde de tarif edebiliriz. Sizi bilemem, ancak bizim nesil ve çevre için maalesef “disiplin” kavramı otoriter, tek yönlü hatta zorba daha ziyade kelimenin 3’üncü dereceden anlamı olan “kırbaç”a daha yakın bir kavramdır. Kaypak ve eğik bir düzlemde geriye doğru kayarken ilerlediğini sanan, ters kaynamış kafaların, başımıza liberal “alim, kanaat halifesi” (!) kesildiği bir dünyada yaşıyoruz. İri Kitap ve Ulu Kişi’lere sarılınca, “öteki”ni ikna etmek için “disiplin”den üstün yöntem var olabilir mi? Öyleyse tek ağızdan hep birlikte: “Disiplin de disiplin..!” Acaba? ??? Buralarda sözüm ona, “kızını dövmeyen ‘baba’ların dizini dövmediği, dayağı cennetten çıkaranların” makbul olmadığı bir bağlamda yaşıyoruz. Fakat herkes, her toplum kendi düzleminde gerilere kayıp duruyor. İşte bunun taze bir örneği daha: Siyasette muhafazakar, ekonomide liberal, kendine yakıştırdığı armasıyla merkez sağ, ancak okurlarına eskisinden çok daha ciddi bir gündelik gazete sunduğundan kuşkumuz olmayan Le Figaro gazetesi, geçtiğimiz hafta ilginç bir kamuoyu yoklamasının sonuçlarını yayınladı. (*) TNSSofres Araştırma Kuruluşu’na sipariş edilen çalışma Fransa’nın en çok dinlenen radyosu RTL ve kamuya ait televizyon kanallarının en önemlisi France 2’nin de katılımlarıyla hazırlanmıştı. Gazetenin salı günkü manşeti: “Fransızlar okulda daha fazla disiplin istiyorlar” şeklindeydi. İç sayfadaki dosyanın başlığı daha da vahimdi: “Okul: Fransızlar otorite istiyor (buyuruyor).” Buyrun “İnsan ve Çocuk Hakları”nın cenaze namazına! Eşitlik ve kardeşlik temelinde özgürlük sınırlarını genişletmeyi kendilerine evrensel ilke bellemiş Fransızlar, okulda “otorite”yi savunuyorlardı. Sarkozy, 1968 Mayısı’nın “Sınır Tanımayan Rüyalar”ının canına rahmet okutacağına “söz” vermişti. Sözünü tutuyordu. “Kabus”larımız çoğalmıştı! Her toplum kendi düzleminde kaydıkça kayıyordu. Afgan’ın Taliban’ı burkaya, İran’ın Pasdaran’ı kara çarşafa, Türk modernmuhafazakar Nakşi mahdumu mahremlerini sıkma başörtülerine sokar; çoluk çocuğuna sünnetli, tesettürlü kılıflar, dindarı liberali dört dörtlük, tam teçhizatlı okullar açar da, Fransızın gericisi geri kalır Erdoğan’a bir jet daha Başbakanlık’ın, THY’ye alınması için sipariş verdiği Gulfstream G550 jet tipi uçağın ortalama fiyatı 44 milyon, saatlik uçuş masrafı 6 bin dolar civarında. Olcay BÜYÜKTAŞ AKÇA Başbakanlık halen Ana ve Ata uçakları bulunan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a yeni bir uçak alınması için Türk Hava Yolları’na (THY) sipariş verdi. Sık sık arızalanma gerekçesiyle değiştirilmesi planlanan Gulfstream G400, Holywood yıldızlarının da tercih ettiği G550 ile değiştirilecek. Uçak satınalımı konusunda uluslararası deneyime sahip THY, Gulfstream G550 Jet tipi uçağın alımı için kolları sıvadı. Borsaya açıklama yapan kurumun verdiği bilgiye göre jet, 2009’un ilk çeyreğinde teslim edilecek. THY, prosedür gereği jeti Başbakanlığa satacak. Son dönemlerin en prestijli uçağı kabul edilen Gulfstream G550’nin bir saatlik uçuş maliyeti 10 bin dolara kadar çıkıyor. Ünlü oyuncu Tom Cruise’un da kullandığı jetin fiyatı, iç tasarıma göre 65 milyon dolara kadar çıkıyor. Sık sık arızalanan uçak en son geçen yıl arızalanmış, nikâh şahidi olan Erdoğan ve ailesi nikâha yetişememiş ve nikâhın şahitliğini yapamamışlardı. Başbakanlığın halen 50 kişilik, 2005 yılında alınan ve içinde özel toplantılar yapılmasına olanak tanıyan Ana uçağı; Airbus A319 ve kısa mesafeler için kullandığı jet tipi Ata uçağı; 14 kişilik Gulfstream G400’ü bulunuyor. Disiplin de Disiplin mi? C 9 L ROLLS ROYCE’LU TANITIM ? Ortalama 14 olan koltuk sayısı 18’e kadar çıkarılabilen Gulfstream G550, saatte 944 kilometre hız yapabiliyor. ? Büyük gövdeli jet tipi uçağın en son RollsRoyce BR 710 motorunun da takılmasıyla G550’nin menzili 500 km. daha uzamış ve 12 bin 500 kilometre aralıksız uçma özelliği resmen doğrulanmıştı. ? İlk olarak 2002’de tanıtılan uçağın önüne Rolls Royce araba konmuştu. Financial Times: Türkiye hâlâ riske açık İŞ BANKASI: CARİ AÇIK ARTIYOR İş Bankası İktisadi Araştırmalar Müdürlüğü Raporu: * Yılın ikinci yarısında, küresel ekonomideki olumsuz gelişmelerin iç ve dış talep büyümesini sınırlayıcı yönde etkileri artırdı. * 2007 sonunda yüzde 5’lik büyüme hedefine ulaşılabilir. Bunun için IMF ile ek tedbirlerin alınması bekleniyor. * Hizmetler sektöründeki istihdam artışı yavaşlamaya devam edecek, dolayısıyla tarım dışı işsizlik oranındaki düşüş sınırlı kalacak. * Azalan dış talep ve enerji fiyatlarındaki yükseliş, önümüzdeki dönemde cari açığın genişlemesi ihtimalini artırıyor. OYAKBANK: BÜYÜME YAVAŞLAYABİLİR Oyakbank Hazine Grubu Ekonomik Araştırmalar Bölümü Raporu: * Yıl sonuna kadar faiz indirim politikası sürebilir. * Dünyada düşük büyüme, yüksek enflasyon riski hâlâ korunuyor. * 2007’de kırılganlık arttı, 2008 hedefleri önemli hale geldi. 2007’de büyüme yüzde 4.6 4.9 aralığında kalır. * Bu yıl dış ticaret açığı en iyi olasılıkla 59 milyar dolar, cari açık da 35 milyar dolar civarında gerçekleşecek. Ekonomi Servisi Financial Times (FT) gazetesi, Türkiye’deki seçimlerden sonra iki ayı aşkın bir süre geçmesine karşın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, ikinci hükümet döneminin ekonomi gündemini henüz açıklamadığını belirterek hükümetin “iddialı bir ekonomik reform programı” ortaya koyması gereğini vurguladı. Ekonomi gazetesi FT, Vicent Boland imzalı Türkiye’nin ekonomisine ilişkin son analizinde “Ekonomi biraz yavaşlama işaretleri gösterirken ve kredi sıkış Yeni gözden geçirmeyi “Türkiye için şans” olarak nitelendiren FT, iddialı ekonomik program gereğine işaret ederken yatırımcıların ayrıntılı bilgi talep ettiğine dikkat çekti. ması nedeniyle uluslararası ortam belirsiz iken yatırımcıların ayrıntılı bilgi” talep ettiklerini belirtti. İngiliz gazetesi, Dresdner Kleinwort’ten bir ekonomi ekibinin Türkiye’ye yaptığı ziyaretin ardından “Piyasalar ve IMF şimdiye kadar affedici oldu ancak başta mali cephe olmak üzere, makroekonomik konularda net bir sıkı tutma politikasına olan ihtiyaç artık çok açık” dediğine dikkat çekti. Gazete, IMF’yle yeni gözden geçirmenin, Ankara’ya son beş yılda ortalama olarak yüzde 7.4 oranında büyüme sağlanan ekonomik politikaları sürdürme taahhüdüne daha da içerik katmak için bir şans oluşturduğunu kaydetti. Türkiye’nin, ABD’deki mortgage kri zinden fazla etkilenmediğini belirten gazete, buna karşın Türkiye’nin “yükselen piyasalardaki yatırımcıların arasındaki hissiyat değişiklikleri ile risk ve oynaklık algılanmasına kırılgan” olduğu yorumunu yaptı. Analizde Morgan Stanley’den ekonomist Serhan Çevik’in “Temel olarak Türk ekonomisi, beş yıl öncesine göre çok daha iyi bir yerde ancak hâlâ küresel likidite akımlarının risklerine ve oynaklığına çok açıktır” değerlendirmesine yer verildi. Vize konusu, TOBB heyetinin kontrole tabi tutulmaksızın giriş yaptığı Berlin’de yine gündemde Almanya’ya vizesiz girdiler TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu, Türkiye’nin reform süreci ve AB vizyonunu korumak için Avrupa’dan ve öncelikle Almanya’dan destek vermelerini beklediklerini söyledi. Murat KIŞLALI BERLİN Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu “Alman işadamlarının Türkiye’nin AB ile üyeliğine destek vermede payı olacağını düşünüyoruz” diyerek Alman işadamlarından üyelik sürecinde destek istedi. Alman Ticaret ve Sanayi Odaları Birliği (DİHK) Başkanı Ludwig Georg Braun, “Türkiye’nin AB’ye girmesine destek vermemiz gerekiyor” derken Berlin Belediye Başkanı Harald Wolf da “Berlin olarak biz her zaman Türkiye’nin AB’ye alınmasını ve bunun elementer sorgulamaya tabi tutulmamasını istedik” diye konuştu. TOBB’un temasları çerçevesinde yaklaşık 200 işadamı Türkiye’den Berlin’e geldi. Heyet havaalanında pasaport ve vize kontrolüne tabi tutulmadan ülkeye giriş yaptı. DİHK’nin genel merkezinde yapılan toplantıda iki birlik arasında eğitim ve eşgüdümü içeren bir işbirliği anlaşması da imzalandı. Almanya ile tüm olumlu ilişkilere karşın “Gül bahçemizde dikenler de vardır” benzetmesi yapan Hisarcıklıoğlu, “İşadamları, sanatçılar, bilim adamları vize sorunu yaşamaktadır. Vize engellerinin bir an önce kaldırılması elzemdir. Bir diğer rahatsızlığımız Almanya’da yürürlüğe giren yeni Göç Yasası’dır. Mesela, Almanya’ya aile birleşimi yoluyla gelecek Türk vatandaşlarının Türkiye’de Almanca öğrenme zorunluluğu ayrımcı bir politikadır. İnsan haklarına aykırı hükümler içeren bu yasa Türkiye’yi rahatsız etmiştir” diye konuştu. ÜRKİYE İÇİN SES OLACAĞIZ’ Berlin Eyaleti Ekonomi ve Teknoloji Bakanı ve Berlin Belediye Başkanı Harald Wolf, DIHKTOBB işbirliği toplantısında yaptığı konuşmada, Türkiye’nin AB üyeliği konusuna şüpheyle bakılmasını istemediklerini belirterek, “Her zaman Türkiye’nin AB üyeliği için bir ses olacağız’’ dedi. ‘T mıydı? Gerçi İslam’ın Aşil topuğu “kadın”ı, onun memleketinde çuvala sokması imkansızlık derecesinde zordu. Ne de olsa 300 yıllık bir “aydınlık” vardı geride... O da devreye kaçak göçmeni, araba yakan banliyölü yoksul çocuğu, haytaları, kerataları bahane edip eğitimden girerdi... ??? Biliyorsunuz şu sıralar herkes kendince “cumhuriyetçi” değerlere sarılıyor. Sovyet cumhuriyetçiliğinin külleri henüz soğuyor, etki ve sonuçları ortada. İslam cumhuriyetçiliğinin kara mora çalan korları önümüzde, Suudi cumhuriyetçiliğinin yeşil dolarlarla bezenmiş ejderhalarının alevli nefesleri ensemizde. Nurcu cumhuriyetçilikse Vakkolu, Hermesli türbanlılara “özgürlük”; kandilli, iftar yemekli akşamlarla sınırlı “eşitlik”; birkaç çuval kömür, bir avuç sadakayla taçlanmış “kardeşlik” beyan eder. Fransız cumhuriyetçisinin (!) yüzde 79’u da, öğretmen sınıfa girdi mi, öğrencilerin ayağa kalkıp, iskemlelerin arkasına geçmelerini ister. Peki, başka? Başka ne ister bu (gerici) cumhuriyetçi? Biz de sizin gibi gazetenin ilerleyen satırlarında, 55 sayfalık araştırma metninin içinde gazetenin manşetlerine uygun olarak, Fransızların daha fazla “otorite ve disiplin” istediklerine dair kanıt, ipucu bekliyorduk. Zira diğer saptamalar, eğilimler hiç de yazıldığı gibi “baskı yöntemleri” arayan talepler değildi. Hayretle gördük ki, ebeveynlerin yüzde 57’si okuldan memnundular. Hatta yüzde 65’i eğitimin kaliteli olduğunu savunuyordu. Yüzde 89’u her sınıfa en azından bir engelli çocuğun girmesini, yüzde 87’si derslerden sonra saat 18.30’a kadar ihtiyacı olan her öğrenciye yardım hizmeti verilmesini, yüzde 78’i çocukların okula cep telefonuyla girmemesini, yüzde 77’si grev olduğunda asgari bir eğitim programın garantilenmesini, yüzde 70’i öğleden sonraları yalnızca sanat ve spor derslerine yer verilmesini ve cumartesi günleri okul olmamasını, yüzde 69’u anaokulundan itibaren İngilizce derslerinin başlamasını istiyordu. Hani nerede disiplin, zorlama talebi? ??? Evet, daha saygılı ve kurallara uyumlu bir ortamın yerleşmesini kim istemezdi, ama araştırmanın sonuçlarından Le Figaro’nun manşete taşıdığı “Otorite ve Disiplin” buyuran (!) bir Fransa çıkmıyordu. Bu talep gazetenin kendi görmek istediği sonuç ve arzusu, “hüsnü kuruntu”suydu. Sarkozy’nin kazımaya ant içtiği, 68’in “Sınır Tanımayan Rüyaları”nı gören Fransızlar yok olmamıştı. Le Figaro tam 40 yıl önce, 9 Eylül 1967’de And dağlarında alçakça katledilen Ernesto “Che” Guevara’nın aynı gün bütün diğer gazetelere taşan isyankar ışığını, devrimci heyecanını kendince gölgelemeye çalışıyordu. Che (ve gerçek bir sosyalist) hiçbir zaman disiplin veya yasa, kutsal metinler, yönetmelikler aracılığıyla verilen, verilecek bir eğitime inanmadı. Örnek davranışlar ve ikna edilmiş bireylerle eğitilmiş toplumların geleceğini savundu. Rüyası belki henüz hiç bir yerde gerçekleşmedi ama bize hiç olmazsa “Sınır Tanımayan Rüyalar”ı(mız) kaldı... (*) Araştırmanın tamamı: http://www.lefigaro.fr/assets/pdf/france2ecole.pdf ugur.hukum@gmail.com zellikle AKP’nin iktidara gelmesinden sonra Türkiye, “ABD ve AB’nin gözünde, önemi çok artan bir ülke” oldu. Abdullah Gül AB’yi ziyaret ediyor; Avrupalılar kendisine, “Ülkenizin önemi giderek artıyor; siz bu yolda devam edin” diyorlar. Fransa’nın Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner, “Türkiye önemli bir ortak” diyor. Acaba neyin ortağı olmuşuz, bir de biz bilsek... Eski ABD Hazine Bakanı John Snow, “Türkiye’ye ihtiyacımız var” buyurmuş... İhtiyaçlarını çok iyi giderdiğimiz kesin!.. AKP iktidarı ile birlikte, Türkiye üzerinden kendi ihtiyaçlarını çok daha fazla gidermeye başladılar. Adamların ağızlarının suyu daha fazla akıyor. Gözleri parlıyor, ağızları kulaklarında. AKP iktidarı da, “oh ne güzel, bizden çok memnunlar, daha fazla tatmin ediyoruz” diye bunu bir övünme vesilesi yapıyor. AKP’den niçin memnunlar? Önce, “iktisadi ihtiyaçlarını karşılama durumumuzu” görelim. Türkiye yıllık, 50 milyar doların üzerinde dış ticaret açığı veriyor. İhtiyaçları karşılanmış oluyor. Onlardan gereksiz yere aldığımız mal ve hizmetlere paramız yetmediği için borçlanıyoruz ve onlara bağlanıyoruz. Sonra, onların kendi iç piyasalarında sermayenin yıllık getirisi yüzde beş dolayında iken paralarını bizim borsamıza getirip dört beş katı havadan kazanç sağlıyorlar. Sağmal inek gibi sağıyorlar. İhtiyaçlarını bol bol tat Ö BIÇAK SIRTI EROL MANİSALI min ediyorlar. Bu kadar değil; piyasamızı onlar gibi korumadığımız ve en serbest piyasayı oluşturduğumuz; makro ve ulusal iktisat politikası izlemediğimiz; neyi yapıp neyi yapmayacağımızı, AB’ye ve IMF’ye bıraktığımız için yerli sanayiciler ya tesislerini kapatıyor ya da yok fiyatına yabancılara terk ediyor. Dev yabancı tekeller mobilyadan mücevhere, gıdadan reklama, iletişimden bankalara kadar sanayi ve hizmet sektörünü ele geçiriyorlar. “Türkiye bizim parlayan yıldızımız” diyerek, ağızlarından köpükler saça saça ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Merkel, Sarkozy gibi yeni iktidara gelenler Türkiye’nin ihtiyaç gidermede ne kadar önemli olduğunu başlangıçta bilemedikleri için önce, dangalakça açıklamalar yapıyorlar; yok, Türkiye Avrupa’ya alınamazmış; yok özel statüymüş diyerek saçmalıyorlar!.. Adamlar Türkiye üzerinden her yıl elli milyarlarca dolar ihtiyaçlarını giderirken böyle şeyler söylemenin mantığı var mı? Önce Washington ve Londra kulaklarını büküyor; “Susun” diyor. Sonra bizim oligarşinin patronları ve genel başkan “danışmanları” Av İhtiyaç Giderdikleri ‘Önemli Ülke, Türkiye’ rupa turlarına çıkıp gerekeni söylüyorlar; her şeyi vereceğiz, yeter ki susun, uyandırmayın diyorlar. Kullanmak, tatmin olmak serbest; ama konuşmak yasak!.. Halk uyanmasın. Gelen yabancıların “Siz bizim için çok önemlisiniz. Sizinle çok iyi işler yapıyoruz” türünden sırt sıvazlayan medyatik açıklamalarını çok iyi anlıyorum. Ama bizimkileri hiç anlamıyorum doğrusu. Erdoğan Amerika dönüşü, “İlişkilerimiz çok iyi, bizden çok memnunlar” dedi. Abdullah Gül seçildikten sonra çıktığı AB gezisinden yine aynı şekilde “avdet etti”. “Bizim onlar için ne kadar önemli olduğumuzu anladım; Türkiye’deki değişimden çok mutlular; siz bu yolda devam edin diyorlar” demez mi? Pes doğrusu... Tatmin olan onlar, biz kaybediyoruz; üzülmemiz gerekmez mi?.. ABD ve AB, AKP iktidarından istediklerinin hemen hemen hepsini aldılar ve almayı sürdürüyorlar. 1) AB ve ABD, “Kıbrıs’ta AKP’den istediklerini fazlasıyla aldılar” ve tatmin oldular. 2) AKP, TSK ile karşı karşıya gelme paha sına Irak’ın kuzeyinde ABD ve İngiltere’nin istediği her şeyi yerine getirdi. 1 Mart 2003, bir trafik kazasıydı; fazlasıyla telafi edildi zaten. 3) AB ile 2004 ve 2005’te yapılan anlaşmalarla AKP, “Türkiye’nin AB dışında tutularak, Brüksel’den yönetilmesinin” altyapısını hazırladı. 4) AKP hükümeti çıkardığı kanunlarla, “Lozan’ın kazanımlarını yavaş yavaş aşındıracak bütün kapıları açtı.” ABD ve AB çevreleri, AKP yönetimlerinin bu uygulamalarından çok memnun kaldılar ve karşılığında desteklerini sürdürüyorlar. İşte bu nedenle, “Siz bizim için çok önemlisiniz, sizden vazgeçmeyiz” diyorlar. AKP onlar için altın yumurtlayan bir tavuk. Vahşi kapitalizm Türkiye’yi sömürürken işbirlikçi oligarşi de hizmetinin karşılığını alıyor; Şeriatçılar, emperyalizmi arkalarına alarak “dinci bir devlet yapısı” kuruyorlar. Bölücüler Batı sayesinde ilerliyorlar. Büyük sermaye daha da büyüyor. Yerli sanayi çökerken; tarım yok olurken, “dolar milyarderlerimizin sayısı artıyor.” Ve ekonominin büyüdüğü söyleniyor. Ulusal ekonomi değil, büyüyen sadece oligarşidir. İstatistikler bu gerçeği net olarak doğruluyor. ABD ve AB daha fazla tatmin ediliyor. Yalnız yabancılar değil, oligarşi de soygundan payını alıyor. Pazarı işgal eden yabancı lüks tüketim kimin için? www.istanbul.edu.tr/iktisat/ emanisali Koç Holding’in amiral gemisi Arçelik de cirosunun yüzde 1’ini ürün geliştirmeye ayırıyor. Uzun süre Arçelik ArGe direktörlüğünü sürdüren, bir süre önce de ArGe’nin de bağlı olduğu ürün direktörlüğüne gelen Şemsettin Eksert, aynı zamanda patent şampiyonu olan Arçelik’in başarısını disiplinli çalışmaya bağlamıştı. Koç, dünya ArGe listesinde BRÜKSEL (AA) Koç Holding, dünyada ArGe’ye en fazla kaynak ayıran ilk bin şirket arasında 736’ncı sırada yer aldı. AB Komisyonu’nun ArGe Yatırımları 2007 araştırmasına göre Koç Holding 2006 yılında ArGe yatırımlarını, bir önceki yıla göre yüzde 15.9 artırarak 62.51 milyon Avro’ya yükseltti. Türkiye’den yine Koç Holding’in iştiraklerinden Ford Otomotiv, AB şirketleri hariç tutulduğunda 28.81 milyon Avro’yla dünyada ArGe’ye en fazla yatırım yapan 892’nci şirket oldu. Geçen yıl dünyada en fazla ArGe yatırımını, 5.76 milyar Avro’yla ABD’li ilaç devi Pfizer gerçekleştirdi.