Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
AĞUSTOS CUMA SÖZ ÇİZGİNİN haberler TURHAN SELÇUK DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN POLİTİKA GÜNLÜĞÜ C 3 HİKMET ÇETİNKAYA Lübnan’a Asker Göndermeli miyiz? S oğuk Savaş’ın, süper güçlerden birinin sahneden çekilmesiyle sona erdiği dönemin başlangıcında, bir gün bir toplantıda, deneyimli bir yabancı diplomat şunları söylemişti: Ah o Soğuk Savaş döneminde her şey ne kadar da kolaydı. Sonra sözünü açtı: Her iki taraf için de, her şey siyah beyaz kadar açıktı, karar vermek de bugünkü kadar güç değildi. Bugün her olayı kendi içinde irdeleyip, karara varmak gerekiyor. Bu sütunda, bölgeyi doğru okumanın yöntemlerini ele almaya çalıştık. Bugün de, yukarıdaki gerçeklerin ışığında, Türkiye Lübnan’da oluşturulacak BM Barış Gücü’ne asker versin mi, vermesin mi konusunu irdelemeye çalışalım. Türk kamuoyunda bu sorun ile ilgili ‘‘göndersin, hiçbir şekilde göndermesin, duruma bakarak karar verilsin’’ diyenler olmak üzere, üç görüş var. Olaya kafadan dalarak, ABD’nin emperyalizmini, İsrail’in insanlık dışı politikasını kınayarak, ‘‘hiçbir koşulda asker gönderilmesin’’ demenin bir anlamı olduğunu sanmıyorum. Türkiye, bölgedeki gelişmelerden etkilenen bir ülkedir. Bu durumda, bölgede barışın yerleşmesi konusunda kendisine bir rol düşecekse, yerine getirmek zorundadır. Tabii ki, burada Dışişleri Bakanı Abdullah Gül gibi, acul bir biçemle ‘‘Gecikirsek, bölgedeki iddiamızı kaybederiz’’ yollu bir mesaj vermek aklımızdan geçmiyor. ??? Sayın Gül’ün bu konudaki açıklamasının talihsiz olduğunu söyleyebiliriz. Dış politikaya yön verenler (gerçekten yön veriyorlarsa eğer) gerçekçi olmalıdırlar. Türkiye’nin bölgedeki iddiası nedir? Kendi güney sınırlarında neler olacağı ona mı soruluyor? Bizim sınırlarımızı da değiştiren haritalar yapılırken, Ankara’ya dönüp, ‘‘Bunu nasıl çizelim, ne dersiniz?’’ mi deniyor? Ya da Hizbullah ya da İsrail, ‘‘Aman, kötü batağa saplandık, gel bize arabulucu ol!’’ mu diyorlar? Ya da Türkiye, PKK’ye karşı sınır ötesi operasyona girişen bölgesel bir güç müdür? Türkiye’nin bölgedeki ‘‘iddiası’’nın ne olduğu, bu sorulara vereceğiniz yanıtlarla ortaya çıkacaktır. Ama şurası açıktır ki, Sayın Gül’ün savıyla gözü kapalı asker göndermek çok kötü sonuçlar verebilir. O zaman Dışişleri bürokratları ile TSK’nin de benimsediği yolu tutarak, koşulları irdeleyip bir karara varmak daha doğru olur. Eğer Lübnan’daki BM gücü, temelinin ilk harcı atılmış bir barışın korunması, koşullarının güçlendirilmesi, gelişmesi için katkıda bulunmasına yardım edecekse, Türkiye de buraya asker gönderebilir, hatta mutlaka göndermelidir. ??? Şimdi koşullara bakalım: Birleşmiş Milletler bölgede de dünyada da saygınlığı kalmamış Güvenlik Konseyi’nin yapısı gereği, ABD’nin politikasına karşı tavır alması olanaksız bir kurumdur. Bu durumda bu kurumun oluşturacağı güç, bütün tarafların desteğiyle nasıl bir çalışma yapabilecektir? Böyle bir misyon ancak, hem Lübnan’ın, hem Hizbullah’ın (bu aynı zamanda Suriye ve daha önemlisi İran demektir) hem de İsrail’in görevi; barışı kurmaya değil, korumaya yönelik olmak üzere, iyi tanımlanmış bu gücün varlığını ve işlevini kabul etmesiyle mümkün olacaktır. Böylesine bir kabulün anlam taşıması ise, ancak, Hizbullah’ın silahlarını bırakmayı kabul etmesi, İsrail’in de gerçekten ateşkese uymaya gönüllü olmasıyla mümkündür. Oysa şu anda durum bu değildir. Nitekim, bu güce en fazla askeri vermeye hazır olduğu söylenen Fransa’nın Dışişleri Bakanı Phillipe DousteBlazy, ‘‘Hizbullah’ın silahlarını bırakacağına dair kesin bir güvence olmadan, ülkesinin Lübnan’a tek bir asker bile göndermeyeceğini’’ açıkladı. Lübnan böyle bir misyona soyunmayacağını söylüyor Hizbullah, İsrail barış koşullarını yerine getirmeden silah bırakmayacağını açıklıyor. Peki bu durumda söz konusu güvenceyi kim verecek? Bu koşullar altında, gidecek güç, hangi kurulmamış barışı koruyacak ve de eninde sonunda çatışma kaçınılmaz olmayacak mı? Bu gerçeklerin ışığı altında acaba Türkiye, Lübnan’a asker göndersin mi, göndermesin mi? Ne dersiniz? İlhan Selçuk Hedef Gösteriliyor G İNGİLİZCE BİLMİYOR MUSUN, VAAUV, NASIL TÜRKÇE KONUŞACAĞIZ SENLE.. EYLÜL’ÜN PARANOYA ETKİSİ YARATTIĞI VE TOPLUMU SİNDİRDİĞİ VURGULANDI Türkiye sessizliğe büründü İstanbul Haber Servisi Sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, örgütsüzlük ve tepkisizliğin Türkiye toplumunun en önemli sorunlarından biri olduğuna dikkat çekti. 12 Eylül askeri darbesinden sonra yerleşen siyasal geleneklerin, dünyayı saran bireycilik akımının Türkiye toplumunu tepkisizleştirdiğini anlatan sivil toplum örgütlerinin yöneticileri, siyasi ve ekonomik taleplerini ifade edenlerin karşılaştığı baskıların da Türkiye’nin sessizliğine neden olduğunu belirtti. 68’liler Birliği Vakfı Genel Başkanı Sönmez Targan, Türkiye’de uzun süre boş kalan solun yerini dinci kesimlerin almasının bir Amerikan projesi olduğunu söyledi. 1960’lı yıllarda SSCB ile kapitalizm arasındaki rekabetin Türk toplumunun tüm katmanlarını politize ettiğini anlatan Targan, 12 Eylül’le birlikte travmatik bir kırılma yaşandığını söyledi. ÇYDD Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan, 12 Eylül darbesinin paranoya etkisi yarattığını ve toplumu sindirdiğini belirterek şöyle konuştu: ‘‘1980 darbesi sonrasında Türk halkı çok eziyet çekti, korku içinde yaşadı. Evlerimiz arandı, korkudan kitap yaktık, insan hakları ihlal edildi, ardından baskı, paranoyaya dönüştü. Örgütlenmek korkunç bir suçmuş gibi gösterildi. Biz öğretim üyeleri olarak, her akşamüzeri o gri zarf gelecek ve işimize son verilecek korkusuyla yaşadık.’’ Toplumun tepkisizleşme sürecini, ‘‘ektiğini biçmek’’ olarak yorumlayan İnsan Hakları Derneği Başkanı Yusuf Alataş, ‘‘1980 darbesi ile yaşanan acılar, o dönemi yaşayan anne ve babaları, çocuklarını siyasetten uzak yetiştirmeye itti. Emperyalizmin neoliberal politikaları doğrultusunda, köşe dönmeci anlayışın etkisinde kendine yönelen gençlik, bireyci ve tepkisiz bir hale geldi’’ dedi. İnsan Hakları Vakfı Genel Sekreteri Metin Bakalcı, yıllardır insan hakları mücadelesini sürdürmelerine karşın dünyadaki genel gidişatın Türkiye’yi de etkilediğini anlattı. Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Şener Eruygur, 12 Eylül’ü yaşayan ailelerin, çocuklarını korumak amacıyla apolitik bir biçimde yetiştirmesinin, toplumun siyaset dışına çekilmesinde ve tepkisizleşmesinde etkili olduğunu kaydetti. ADD Kadıköy Şube Başkanı Coşkun Gürel, ‘‘Toplumlarda tepkisizlik bir hastalıktır. Bu hastalıktan, ulusal birlik ve bütünlük sayesinde çıkılabilir. Medyaya da bu yolda önemli bir rol düşüyor’’ diye konuştu. 78’liler Girişimi Sözcüsü Celalettin Can, toplumun tepkisizleşmesinde 12 Eylül darbesinin etkisini vurguladı. Can şunları söyledi: ‘‘12 Eylül, yargısız infazlarıyla, işkenceleriyle, kayıplarıyla toplumun en dinamik kesimini kırdı. Ardından Özalizmle toplum kendi gerçeğine ve özüne yabancılaştırıldı.’’ ilan renkli ericiliğin ve yobazlığın kol gezdiği, tarikat şeyhlerinin, din baronlarının egemen olduğu coğrafyalar binlerce yıllık tarihin ve kültürün boy verdiği topraklar değil mi? Sabah gazeteye geldim... Gazeteleri okumaya başladım... Yaklaşık bir haftadır Cumhuriyet Vakfı Başkanı, Cumhuriyet gazetesi imtiyaz sahibi, yayın kurulu başkanı ve başyazarı İlhan Selçuk’a karşı yobazlar saldırıya başlamışlardı... Hedef Cumhuriyet gazetesi ve İlhan Selçuk’tu... İlhan Selçuk, Hacıbektaş Şenliği’nde yaptığı konuşmada Batı coğrafyasında kadın erkek eşitliğinin giyim kuşamdan başladığını anlatarak şöyle demişti: ‘‘Türban, insan hakları ihlalidir...’’ Laik demokratik Cumhuriyet bugün bir tehlike altındadır, yobazlık artık Karaburun, Çeşme, Seferihisar kıyılarına inmiştir... İlhan Selçuk iyi söylemiş, bir gerçeği açıkça ortaya koydu... Erkek egemenliği kültürünün ivme kazandığı Türkiye’de ‘‘sıkmabaş’’ ve ‘‘tesettür’’ bazı sözde aydın kadınlarımız tarafından ‘‘özgürlük’’ olarak nitelendiriliyor... Kadınlara ‘‘sıkmabaş’’ ve ‘‘tesettür’’ giydiren düşünce, erkeklerin kıskançlığından ötürüdür ve bu, apaçık insan hakları ihlalidir. İlhan Selçuk ve Cumhuriyet gazetesi yine hedef gösteriliyor, Fethullahçılar, din pazarlamacıları AKP iktidarından güç alarak saldırıya geçiyorlar... ‘‘Aydınlanma Devrimi’’yle hesaplaşılıyor günümüz Türkiyesi’nde... Bu yüzden İlhan Selçuk hedef gösteriliyor... ??? Türkiye hızla ‘‘din devleti’’ne gidiyor; Diyanet İşleri Başkanlığı yirmi kentte ‘‘danışmanlık hizmeti’’ veriyor... Bu iş Batman’da kadınların intiharından sonra başlatıldı; önce altı, ardından yirmi kentte sürdürülüyor... Kadını evine tutsak kılan, onu tesettüre sokan bir düşünce ancak Sudan’da, Suudi Arabistan’da vardır... İşte bu gerçekleri yansıtmıştır İlhan Selçuk... Türkiye’de ‘‘kadın sorunları’’nı ‘‘din adamları’’yla çözmek istemenin nedeni çok açıktır: ‘‘Adım adım din devleti...’’ Batı’da ‘‘kadın sorunları’’, ‘‘aile içi şiddet’’ papazlar tarafından değil, Psikolojik Danışma Merkezleri tarafından çözülür... Türkiye’de yetişmiş uzmanlar yok mu? Var! O zaman niçin onlara görev verilmiyor? Türkiye laik demokratik bir hukuk devletidir... Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı İzzet Er’in açıklaması Türkiye’nin laik demokratik bir hukuk devleti olmaktan çıktığını gösteriyor: ‘‘Biz muhafazakâr bir toplumuz. Halka ancak imamlarla ulaşabiliriz...’’ O zaman, hırsızlık yapanların elleri kesilmeli, kadınlar toplanmalı, kız çocukları miras almamalı, aile hukuku bir kenara itilmeli... Türkiye’yi ‘‘İslami kurallara’’ göre yönetmek isteyen bir zihniyet adım adım yol alıyor... Bir ilahiyat profesörü, ‘‘kadın erkek birlikte oynarsa haramdır’’ diyor; bir erkek şarkıcı televizyonlarda ‘‘Mayo giyen kadın o...dur’’ diye konuşabiliyor... Nereye gidiyor Türkiye? ??? Elimde İlhan Selçuk’a gönderilmiş, bir elektronik posta var... Noktasına virgülüne dokunmadan yayımlıyorum: ‘‘ey kâfir ilhan selçuk ALLAH senin ve senin gibilerin belasını versin iny. sen o kuş kadar beyninle Allah’a akılmı vermeye çalışıyorsun beyinsiz. sizin gibilerin de hiçmi allah korkusu inancı yok hiçmi düşünmüyorsunuz bu müşrik hayatınızın bi gün hesabının sorulacağını seni bi yaratının ve hesaba soracak birinin olmadığınımı sanıyorsun Allah’ın vadi vardır kafirler istemesede Allah nurunu tamamlayacaktır. işte ogün sen ve senin gibiler hesabı görülecektir sen ve senin gibilerini ellerimle boğarak öldürmek isterdim ALLAH belanızı versin hepinizin. islam çok geri kalmış öylemi başörtide asıl gericiler sizlersiniz cehennemi görünce gerçeği anlayacaksınız bu eşsiz dünyanın kendiliğindenmi var olduğunu sanıyorsun.’’ hikmet.cetinkaya?cumhuriyet.com.tr Faks numaramız: +90 0212/ 343 72 69 asirmen?cumhuriyet.com.tr