Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
18 GÜNCEL C haberlerin devamı AĞUSTOS CUMA İşte ülkenin geldiği nokta ANKARA/İSTANBUL (Cumhuriyet) İzmir’in gözde tatil beldesi Karaburun’da bikinisiyle denize giren genç kızın bir grup gerici yobaz tarafından tartaklanması, Diyanet’in ‘‘hurafeli’’ çözüm önerileri, AKP’li yerel yönetimlerin ‘‘kadınerkek’’ eşitsizliğini savunan yayınları 2006 Türkiye’sinin geldiği noktayı gösteriyor. Türkiye AKP iktidarıyla birlikte ‘‘haremselamlık’’ otelleriyle, başı açık olduğu gerekçesiyle ‘‘taşlanan’’ gazetecileriyle, sokaklarında sakallı takkeli kişileriyle, erkeklerden yardım istemedikleri için boğulan türbanlılarla anılır hale geldi. Karaburun’da gazeteci Gülden Aydın’ın kızı Ceren Aydın’ın, ‘‘Bikini giyen pislikleri istemiyoruz. Gideceksiniz buradan’’ diyen 4 haşemalı erkek ve 10 tesettür mayolu kadının saldırısına uğraması, dikkatleri bir kez daha toplumdaki ‘‘dönüşüme’’ çevirdi. Türkiye’de insanları inançlarına göre ayırma anlayışı yasaklı lider Necmettin Erbakan’la başladı, AKP iktidarıyla birlikte yaygınlaştı. AKP iktidarında yurttaşlara yönelik dinsel ve mezhepsel ayrımcılık başta kamu kurumları olmak üzere hayatın her alanında görülmeye başlandı. 2002 yılında AKP iktidarıyla birlikte yurtta birçok kişi oruç tutmadığı, küpe taktığı, dövme yaptırdığı, saçını uzattığı, alkol kullandığı, sevgilisine sarıldığı için saldırıya uğradı, dövüldü. Bu dönemde, reklamlarda modellerin resimleri AKP’li belediyelerce indirildi, içkili mekânlara yönelik baskılar arttı, türban takmayan kadınlar ‘‘namussuz’’ damgası yedi. ‘‘Haremlikselamlık’’ uygulaması, AKP ile birlikte hayatın birçok alanında yaygınlaştırılmaya çalışılıyor. İşte toplumda AKP iktidarıyla birlikte yoğunlaşan ayrışmaya bazı örnekler şöyle: Boğulan türbanlılar: Bir süre önce İzmir’in Urla ilçesinde denize giren türbanlı kadın ve genç kızlardan oluşan 48 kişilik gruptan 5 genç kız, yüzme bilmedikleri için boğularak yaşamını yitirdi. Görgü tanığı Erdoğan Toğan’ın, ‘‘Sabah türbanlı bir grup geldi. Grubun başında Hacı Öğretmen dedikleri orta yaşlı bir hanım vardı. Denizde birden panik yaşandı. Çadırımızın yanına gelen türbanlı bir hanım, erkek olduğum için benden yardım istemeyip eşime yalvardı. Ben ve arkadaşlarım yardıma koştuk ancak 5’i ölmüştü’’ sözleri, olayın boyutlarını da ortaya koydu. Haremselamlık oteller: Turizm bölgelerindeki haremselamlık otellere her gün bir yenisi ekleniyor. Bundan birkaç yıl önce modern turizm tesisleriyle gündemde olan Çeşme’de bugün 4 haremselamlık otel hizmet veriyor. Türkiye’nin önde gelen otelleri gibi ‘‘her şey dahil’’ sistemiyle çalışan oteller, özellikle dinci gazetelere verdikleri ilanlarda, ‘‘Kadınlara özel tekne turları, yüzme havuzları, özel koylarla’’ müşteri çekmeye çalışıyorlar. Oteller ilanlarında, ‘‘kadın ve erkeklerin ayrı havuzlarda yüzdüğünü’’ de özellikle belirtiyorlar. Zaman gazetesinin yalnızca dünkü sayısında yayımlanan 8 otel reklamında bu özelliklere vurgu yapıldı. Büyükşehirlerdeki havuzların büyük bir bölümü ‘‘harem selamlık’’ haline getirildi. Başkentte içkisiz otel: Ankara’da hizmet veren Aktif Metropolitan Otel’de, ayrımcılığın farklı bir örneği sergileniyor. Lüks otelde içki servisi yok. Otel Hamas yetkilileri tarafından da tercih edilmişti. Gazeteciye linç girişimi: Konya’da Hz. Muhammed’e hakaret karikatürlerini protesto etmek amacıyla düzenlenen ‘‘Resul’e sadakat’’ yürüyüşü sırasında bir kadın gazeteci ‘‘başı açık olduğu’’ gerekçesiyle ‘‘tahrik edici’’ bulunarak taşlı saldırıya uğradı. Yaklaşık 30 kişilik grup, otobüsün üzerinden mitingi izleyen gazeteciye ‘‘kahpe’’ ‘‘kâfir’’ diye bağırdı. Grup gazeteciye ayakkabı ve taş fırlattı. Belediyelerden içki yasağı: AKP iktidarıyla birlikte aralarında turizm merkezlerinin de bulunduğu Türkiye’nin birçok il ve ilçesi içki yasaklarıyla tanıştı. Başkent Ankara’da, birçok piknik yerine içki yasağı getirildi. Hurafe dolu broşürler: AKP’li belediyelerin kamuoyunda tartışmalara neden olan bir diğer uygulaması da, hazırladıkları ‘‘hurafe dolu’’ dini broşürler oldu. Beyoğlu Belediyesi’nin ilköğretim öğrencilerine dağıtmak üzere hazırlattığı trafik rehberinde kazaların ‘‘takdiri ilahi’’ olduğu savunulurken, Tuzla Belediyesi de, evlenen çiftlere dağıttığı ‘‘Delilleriyle Aile İlmihali’’ adlı kitapta, ‘‘İmanlı kadınlar ve erkekler el sıkışmayı ya da el öpmeyi yalnız mahrem hısımlarla sınırlı tutmayı şiar edinmeli’’, ‘‘İslama göre aralarında eşitliği sağlamak şartıyla erkeğin aynı anda dört kadınla evlenmesi mümkün’’ gibi ifadeler yer aldı. Eyüp Belediyesi’nin ise okullara dağıttığı broşürlerde ‘‘Başörtülüye eğitim ve sosyal sahalarda reva görülen muamele sadece zulüm ve haksızlık olarak değerlendirilemez. Aynı zamanda İslam dinini hatırlatan her şeye düşmanlıktır’’ görüşü savunulmuştu. Aylarca süren kutlu doğum: Her yıl 920 Nisan tarihleri arasında çeşitli etkinliklerle kutlanan ‘‘Kutlu Doğum Haftası’’, AKP iktidarıyla birlikte takkeli kişiler yurttaşları uyarmaya başladı. HizbutTahrir örgütü el ilanlarıyla yurttaşları ‘‘şeriata’’ çağırır hale geldi. Türbanlı bürokrat eşleri: AKP’nin kamuya atadığı bürokratların büyük çoğunluğunun eşleri türban takıyor. Çevre ve Orman Bakanlığı’nın düzenlediği bir toplantıya katılan bütün bürokratların eşlerinin türbanlı olması basına da yansımıştı. Oruç dayağı 6 Kasım 2003’te İstanbul’da TaksimBahçeköy hattındaki halk otobüsünde kahve içen bir genç, ‘‘Utanmıyor musun lan kâfir.. oruçlu insanların önünde kahve içmeye’’ denilerek saldırıya uğradı. Türban dayağı 2 Mart 2005’te İstanbul Beykoz Karlıtepe İlköğretim Okulu Müdürü Korkmaz Gülen, ‘‘Haydi Kızlar Okula Kampanyası’’ kapsamında okula gönderilmesini istediği kız çocuğunun velisinin kendisine ‘‘Ben çocuğumun başını açarak okula gelmesini istemiyorum’’ demesiyle başlayan tartışma Gülen’in dövülmesiyle sonuçlandı. Heykele saldırı 31 Mart’ta MÜ Atatürk Eğitim Fakültesi’nde, ikisi nü resim ve heykel öğrencisi dört kişiye satırlarla saldırıldı. Uzun saç dayağı 7 Nisan 2006 Ankara’da Gazi Üniversitesi Endüstriyel Sanatlar Eğitim Fakültesi Araştırma Görevlisi Remzi Altunpolat, akşam fakülteden ayrılmak üzereyken uzun saçlı ve küpeli olduğu gerekçesiyle saldırıya uğradı. Sarılmak bile yasak 16 Mayıs 2006 Konya’da Selçuk Üniversitesi bahçesinde Coğrafya Öğretmenliği Bölümü öğrencisi Talip Sefil, yanlarında başka iki öğrenci daha olduğu sırada, kız arkadaşı Yeşim Yükselen’in omzuna elini atınca ülkücü olduğunu ileri süren bir kişinin saldırısına uğradı. Bira dayağı 15 Nisan 2006 Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’ndeki Cansuyu Şenlikleri’nde yine ülkücü bir grup, öğrencilere bira içiyorlar diye satırlarla saldırdı. Bir öğrenciyi başından, güvenlik görevlisini ise kolundan yaraladı. Haremselamlık Çorum’da kültür parkı içerisinde bulunan spor alanı haremlikselamlık olarak ikiye ayrıldı. Alanın, kadınların erkeklerle paylaşmaktan rahatsız olmaları nedeniyle ikiye ayrıldığı öne sürüldü. Denizli’deki BirNet İnternet Cafe’de haremlikselamlık uygulamasına geçildi.İzmir’de Körfez Dershanesi ve FEM dershanelerinde dersler haremselamlık olarak görülmeye başlandı. Derslerde, ‘‘Evrim teorisi yoktur’’ deniliyor, Matematik derslerinde faiz problemleri çözülmüyor. Kamplarında namaz kılınan dershanenin öğretmenleri, ders aralarında aptes alıyor. GÜNDEM MUSTAFA BALBAY CÜNEYT ARCAYÜREK Prestij Politikası’na Vay! Kerkük’e Sus Lübnan’a Koş T elefon üstüne telefon Batılı ülkelerin kodamanlarından... Daha önce İsrail Başbakanı, daha sonra İsrail Milli Savunma Bakanı’ndan çağrı. Slogan da tumturaklı mı tumturaklı; Büyük Türkiye’siz Ortadoğu olmazzz! Sonuç; gönder Lübnan’a Türk askerini. Bizimkiler çevremizde dolaşan kimi tehlikelerin farkındalar mı; yoksa Amerikan rüzgârına kapılmış bir semti meçhule doğru pupa yelken gidiyorlar mı? Galiba ikinci olasılık değer kazanıyor ve sanki bindik bir alâmete gidiyoruz kıyamete deyişini kanıtlamaya çalışıyor bizimkiler. Öyle bir başbakanımız var ki; benim valim, benim bakanım diye söze başlıyor, ben ben diye sürdürüyor. Bencillik kokan ‘‘ben’’den, ‘‘benim’’lerden vazgeçemediği için Bakanlar Kurulu kararı çıkarmadan, TBMM’den asker gönderme izni almadan Lübnan Başbakanı Sinyora’ya, BM yetkililerine Lübnan’a asker göndereceğimizi ‘‘müjdeleyebiliyor!’’ Ortadoğu’nun patronları; İsrail+Amerika ise RTE’nin kalın etli dudaklarına, hafız sedalı sesine, geniş burun deliklerine... Abdullah Gül’ün kalın bıyıklarına, kıvrılmış alnına düşen kâkülüne baygın mı ki; ‘‘Gel, Lübnan’a gel... Sen de Ortadoğu ateşine at kendini’’ diye yalvar yakar oldular, oluyorlar. Bizimkiler de arkalarından koşturuyorlar. ??? Hükümetin Lübnan’a asker göndermekteki amacı ve bu amacı yutturmaya çalışan gerekçesi ise harika: İtalya, İspanya, Pakistan gibi ülkeler asker göndermeyi ‘‘deklare etmişler’’; biz buralarda ‘‘yüzyıllarca hüküm sürmüş devletin mirasçısı olarak bu işin dışında kalırsak’’... Şu olurmuş: ‘‘Ciddi prestij sorunu yaşayabilirmişiz!’’ Bu sözler, bu savunu, Mehmetçiği Ortadoğu’da kaynayan kazana atmaya hazırlanan bu gerekçe, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’e ait. Askerimizi geleceği meçhul bir konuma atan bu gerekçeye ağlamak ne fayda. Gülünüz! Dışişleri Bakanı Gül, dostlar görsün, dostlarını görsün diye ya Lübnan’da ya da İsrail’de veya Suriye’de. Durup durup henüz asker göndermeye karar vermediğimizi açıklıyor. Oysa bu tedbirli açıklama hükümetin basiretli politikasından kaynaklanmıyor. Genelkurmay Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanı ile yaptıkları toplantıda askerler BM kararı nedir, ne değildir, Türk birliğinin ateş ortasındaki bölgede hangi görevi üstleneceği bilinmeden alelacele karar alınmasına karşı çıkmasalardı kuşkunuz olmasın RTE, toplantıdan sonra ‘‘benim ordum’’ Lübnan’a gidecek diye açıklama yapacaktı. Gül, askerin çatışmalardan uzak kalacağını ilan ededursun; gazetelerin yazdığına göre Türk birliği için olası görev yeri olarak belirlediğimiz Bekaa Vadisi’ne İsrail komandoları ateşkesten hemen sonra saldırdı, iki ölü. Düttürü Leyla dış politikamıza somut bir örnek! ??? Deniz Baykal, asker göndermeyin diye ısrarlı. Laf olsun, muhalefet olsun diye konuşmuyor herhalde. 1701 sayılı sözüm ona ateşkes emreden BM kararının ‘‘açık biçimde silahlı çatışma yapılmasını öngördüğünü’’ söylüyor. Lübnan’da konuşlandırılacak BM Barış Gücü’ne ‘‘başlangıçta açık destek veren İngiltere, Almanya ve Fransa gibi büyük ülkelerin olayın dışına çıktığına’’ dikkat çekiyor. Bu gerçekler Gül’ümüzün umurunda mı; o, prestij sağlamak, prestij yitirmemek peşinde. RTE’ye gelince: O başka bir âlem. Başkan Bush’una ters düşmemek için güdümlü bağımsız Türk dış politikası uğruna ne gerekiyorsa yapma kararında. Haklı da sayılır. 3 Ekim’de Washington’a davet edildi. Bush’a, hem ABD izinde Ortadoğu’daki başarılı politikasını anlatmaya fırsat bulacak... Hem Mayıs 2007’den önce Washington’a son ziyaretinde Beyaz Saray’dan cumhurbaşkanlığı için icazet almak da var işin ucunda. Ha bir de PKK sorunu var; görüşmede koordinatör aracılığıyla terör örgütü ile ne zaman masaya oturacağımızın ilk işaretleri alınabilir. Her şey, muhtar bile olamayacağı söylenen RTE’nin cumhurbaşkanı olabilmesi için... Vay benim köse sakalım! B Yasalar ve Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına karşın türban kamu kurumlarına sokulmaya çalışıldı. TRT’ye türbanlı stajyerler alınırken, AKP grup toplantılarında türban şovları yapıldı. ‘‘aylarca süren’’ bir törene dönüştü. Bazı illerdeki kutlamalar aylar önce başladı. Bazı AKP’li belediyeler, il milli eğitim müdürlükleriyle işbirliği yaparak özellikle ilköğretim okullarında ‘‘altın, gezi, Kuran meali ve para ödüllü’’ yarışmalar düzenledi. Türban her yerde: Yasalar ve Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına karşın türban kamu kurumlarına sokulmaya çalışıldı. Öyle ki.. TRT’ye türbanlı stajyerler alınırken, TBMM’de AKP grup toplantılarında türban şovları yapılmaya başlandı. Türbana geçit vermeyen yargı organları hedef gösterildi. Sokaklarda takkeliler: Özellikle büyük kentlerde kara çarşaflı kadınların sayısındaki artış dikkat çekti. Başkent Ankara’nın göbeği Kızılay’da sakallıtakkeli ve ‘‘iki adım arkasından yürüyen türbanlı kadınlarıyla’’ bazı kişiler ortaya çıkmaya başladı. Barlarda dini tebliğ: Barları dolaşan sakallı Sabotaj gibi yangınlar Haber Merkezi Yurdun çeşitli bölgelerinde günlerdir art arda çıkan orman yangınlarında yüzlerce hektar alan kül olurken, Antalya ve Bodrum’daki yangınlar hâlâ kontrol altına alınamadı. Emniyet Genel Müdürlüğü yetkilileri yangınların birçok noktada aynı anda başladığına dikkat çekerek ‘‘Sabotaj söz konusu ve bu birden çok oluyorsa akla ilk önce terör örgütü geliyor’’ açıklamasını yaptı. Sendika ve vakıflar ise önleyici tedbirlerin alınmamasını eleştirerek AKP döneminde azaltılan teknik kadro sayısı nedeniyle söndürme çalışmalarının başarısız olduğunu vurguladı. Yurdun çeşitli yerlerinde çıkan orman yangınlarını söndürme çalışmaları aralıksız sürdürülüyor. Antalya’nın Kaş ilçesi, Kıbrısderesi mevkiinde 18 Ağustos’ta başlayan yangın halen devam ediyor. Sarp arazi üzerindeki yangın kontrol altına alınamıyor. Yangında, 300 hektardan fazla alanın zarar gördüğünü ifade eden Orman Bölge Müdürü Ahmet Gedikağaoğlu, ‘‘Yangın birkaç gün daha sürebilir’’ dedi. Bodrum’da başlayan orman yangını da kontrol altına alınamazken, 1100 hektarlık alan kül oldu. Adana’da Turunçlu ve Evciuşağı köyleri yakınlarında çıkan yangınlar ise dün kontrol altına alındı. Yangınlarda 100 hektar ormanlık alanın kül oldu. Orman yangınlarının son zamanlarda artış göstermesi, sabotaj olasılığını da gündeme getirdi. Emniyet Genel Müdürlüğü yetkilileri,terör örgütünün geçmiş yıllarda bu tür eylemlere giriştiğini belirterek ‘‘Çalışmalarda her türlü olasılık göz önüne alınıyor’’ dedi. Yangınların söndürülememesi ise konuyla ilgili çevrelerin tepkisini çekiyor. ABD PKK flörtü Baştafrafı 1.sayfada gelmesini sağlamak. İkincisi ise Türkiye’deki Kürtlerin ayağa kalkmasını sağlamak. ? PKK bu eylemleri planlamak için Irak’ta her türlü olanağa sahip. Irak yönetiminin PKK’ye zarar verecek hiçbir tutumu yok. Barzani ve Talabani, hedeflerine ulaşmak için PKK’nin başarılı olması gerektiği görüşünü benimsemiş durumda. Adımlarını bu saptamaya dayalı olarak atıyorlar. PKK ile birlikte Barzani ve Talabani, Türkiye, Irak ve İran topraklarında bir Kürt devleti kurulabileceği hedefini geliştiriyorlar. Suriye’deki Kürtlerin bu hedefin parçası yapıl masının şu aşamada zor olduğu değerlendiriliyor. Buna ulaşmada kendilerine en çok ABD’nin yardımcı olacağını düşünüyorlar. ? Terör örgütü kadroları, bu planın önemli bir parçası olarak öngörülen Türkiye’deki Kürtlerin ayağa kalkması konusunda ise başarısız olunduğunu düşünüyor. Terör örgütü ve destekçileri, buradaki başarısızlığın öteki alanlardaki ilerlemeyi de etkileyeceği görüşünde. ? Önümüzdeki dönem Türkiye’nin masaya oturtulması ana hedef olarak düşünülüyor. Bunun için her türlü fırsatın değerlendirilmesi gerektiği görüşü hâkim. Asker göndermeyin ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Türkiye’nin Lübnan’da oluşturulacak barış gücüne asker gönderip göndermeyeceğine ilişkin tartışmalar sürerken muhalefet partileri asker göndermeye karşı çıkıyor. Muhalefet partilerinin asker gönderme konusundaki tutumları şöyle: CHP Genel Başkanı Deniz Baykal: Lübnan’a asker göndermeye kesinlikle karşıyız. Bu, çatışmalara dahil olmak anlamına gelir. Bu, Türkiye’nin ateş çemberine bir anda karışması anlamına gelir. Bu noktaya olağanüstü dikkat etmek gerekmektedir. Bu çatışmalar bizi olağanüstü girdaplara sürükleyebilir. Asker gönderme konusu kamuoyunda tartışılmadan karar verilmemeli, gelişmelere göre verilmelidir. DYP Genel Başkan Yardımcısı Saffet Arıkan Bedük: Türkiye’nin Lübnan, İsrail ve Filistin ile yapmış olduğu görüşmeler içerik itibarıyla kamuoyuna açıklanmamıştır, ayrıca muhalefete de bilgi verilmemiştir. Ortadoğu’da yaşanan sıcak olaylar Türkiye’yi doğrudan doğruya ilgilendirmektedir. Bu olaylar karşısında Türkiye hem kendi milli çıkarını düşünecek hem de bu bölgede vuku bulan olayların durdurulması istikametinde üzerine düşen görevi yapacaktır. Görülen o ki taraflar, barış gücüne Türkiye’nin de katılmasını istemektedir. Ancak Türkiye barış gücüne katılma kararı almadan önce BM’nin barış gücüne verdiği sorumluluk veya görevin ne olduğunu iyi bilmek, bir çatışma ortamına girmekten ziyade barış ortamını devam ettirmeye yönelik bir gayretin içinde olunması gerekir. Türkiye, diğer ülkeler gibi değildir. Çok yakınında ve tarihsel bağlantısı, kültürel ilişkisi olması itibarıyla atacağı her adımı dikkatli ve hesaplı atmak zorundadır. ‘‘Cumburlop’’ diye asker gönderilmesi yanlış olur. Barış gücüne hangi görev veriliyor, üstlenilen misyon nedir, onu iyi bilmek lazım. Hizbullah ile çatışma noktasına gidilecekse böyle bir şeye girmemek lazım. MHP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Şandır: Lübnan ve Irak’ta yaşanan vahşetten AKP iktidarı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan sorumludur. Lübnan’a asker gönderme kararı, orada yaşanan vahşete Türkiye’yi ortak etme anlamına gelecektir. AKP iktidarının dostları ve stratejik ortakları ABD ve İsrail, Büyük Ortadoğu Projesi’ni gerçekleştirmek için bölgemizi yangın yerine çevirdiler. Lübnan, Irak ve Filistin yok edilmeye çalışılıyor, binlerce masum insan savaşla hiçbir ilgileri olmamasına karşın katlediliyor, yerlerinden yurtlarından ediliyor. ANAVATAN Genel Sekreteri Muharrem Doğan: Bu koşullar altında asker göndermek Türkiye’nin yararına değil. Sadece tartışılıyor, TBMM Genel Kurulu’na nasıl bir tezkere geleceği belirsiz. Ben kişisel olarak hayır oyu kullanacağım. azen öyle gelişmeler olur ki, alt alta koyarsanız, hiç yorum gerekmez. Zaten olaylar durumu açıklamaya yeter. Çok satışlı gazetelerin birinci sayfalarında biri büyük, öteki küçük gösterilmiş iki haber vardı. Biri Lübnan’la ilgiliydi... Tabii büyük olan! Her gazete kendi yapısına göre olayı ele almış: ‘‘Türkiye, Lübnan’a seyirci kalamaz...’’ ‘‘Bizi bekliyorlar...’’ ‘‘Gelmemiz için sabırsızlanıyorlar!’’ Kerkük’le ilgili haberler ise vurguladığımız gibi, küçücük gösterilmişti. Uluslararası Kriz Grubu’nun (ICG) Ortadoğu direktörü Joost Hiltermann, Kerkük’te yakında iç savaşın patlayabileceği uyarısında bulunuyor, şöyle devam ediyordu: ‘‘Yakında yapılacak referandumda şehrin Kürtlerin eline geçmesi, Irak’taki diğer toplumlar ve bölge ülkeleri tarafından meşru kabul edilmeyecektir. Orada Kürtleri ikna edebilecek tek güç, ABD’dir. ABD’nin şu aşamada sürdürdüğü Kerkük’e karışmama politikasını devam ettirmesi halinde, iç savaş kaçınılmaz olacaktır.’’ ??? İki haberin aynı güne rastlaması, gelişmeleri Türkiye’den izleyenlerin ve yönlendirmeye girişenlerin gözünün içine sokmak için olsa gerek! Türkiye Kerkük’e girsin, herkese haddini bildirip dönsün, gibi bir düşüncemiz yok. 1 Mart tezkeresi sürecinde de, ABD’nin Türkiye’ye asker konuşlandırmasının, bunun karşılığında Türkiye’nin Irak’taki gelişmeleri kontrol etme hakkını elde etmesinin akılcı olmadığını vurgulamıştık. Bildiğimiz tek şey var: ABD’nin işgalle girdiği yere, huzur girmez! Kaldı ki, ABD ne olursa olsun Irak’ta söz sahibi yapmayacağını Türkiye’ye baştan söylemişti. Şu anda Irak’ta, özellikle kuzeyinde meydana gelen gelişmelerin, ABD’nin kontrolü dışında olduğunu düşünmek aptallık olur. ABD, Türkiye’yi Irak üzerinden akla gelecek her türlü yöntemle rahatsız edip istediği noktaya getirme hedefini de güdüyor olabilir. Bunlar ayrı yazı konuları. Ancak, Kerkük’te Kürtlerin şehrin nüfusuyla oynamasına hiç ses çıkarmayan Türkiye’nin Lübnan’da rol için çırpınması akla mantığa sığmaz, sığsa sığsa AKP anlayışına sığar! ??? Lübnan’a barış gücü gönderilmesi tartışmasının başladığı günden beri, yeri geldikçe şu vurguyu yapıyoruz: Bu gücün ne yapacağı, kimlerden oluşacağı, kimlerin tanıyacağı, ne kadar kalacağı, silah kullanma gücününhakkının ne olacağı konuları belirsizliğini koruyor! Son birkaç gün içindeki gelişmeler yukarıda altını çizdiğimiz soruların ne kadar oynak yanıtlara sahip olduğunu gösteriyor. Örneğin AKP, ‘‘İslam ülkelerinin askerleri de barış gücünde olsun’’ bezine affedersiniz tezine sarılarak barış gücünde yer kapmaya çalışmıştı. Biz de sormuştuk: Sözünü ettiğiniz ülkelerden niye tıs yok? Daha bu güce İslam ülkelerinden katılımın olup olmayacağı netleşmeden, İsrail bir kural koydu: İsrail’le diplomatik ilişkisi olmayan ülkelerden bu güce asker verilmesini istemiyoruz! Yine ateşkesin başladığı günlerde bunun adına ateşkes denemez, ancak ateşkıs denir yorumunu yapmıştık. Önceki gün ajanslar İsrail’in ateşkesi ihlal ettiği haberlerini geçtiler. İşin acı yanı BM Genel Sekreteri Kofi Annan’a bir tek, bunun doğru olduğunu açıklamak düştü! BM’nin açılımı neydi? Bushlaşmış Milletler olmasın! ankcum?cumhuriyet.com.tr Sahte Maske Baştafrafı 1.sayfada ise her türlü hürriyet kısıcı hareketleri önleyecek derecede kuvvetlidir: Madde 30 Bu beyannamenin hiçbir hükmü, içinde ilan olunan hak ve hürriyetlerin bir devlet, zümre veya fert tarafından yok edilmesini güden bir faaliyete girişmeye herhangi bir şekilde hak verir mahiyette yorumlanamaz. Yalnız bu madde, yurdumuzdaki din ve vicdan sömürücülerini ikide bir İnsan Hakları Beyannamesi’ne sığınmaktan alıkoymaya yetmelidir. Çünkü beyannameyi hakkı ile tatbik ettiğimiz gün, bütün irtica ocaklarının derhal, resmen ve şiddetle söndürülmesi gerekmektedir. C