25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

14 Yeniden çocuk olsam tahta atıma binerdim ZUHAL AYTOLUN Göztepe’de beyaz, dört katlı, tarihi bir köşk... Dışarıdan bakınca içeride sürpriz bir dünyayla karşılaşacağınızı az çok farkediyorsunuz. Burası bir şairin aileden kalma milyarlarca değerindeki konağı. Ancak burası bir müze: Oyuncak müzesi... Sunay Akın’ın kendi çocukluğundan kalma oyuncaklarının yanı sıra, yıllardır dünyanın dört bir yanından topladığı antika oyuncaklarla açtığı bu müze Türkiye’de kapsamı itibariyle bir ilk ve açıldığı günden bu yana ziyaretçi akınına uğruyor. Buranın müdavimleri yalnızca çocuklar değil, aynı zamanda yetişkinlerin de çocukluklarıyla el ele tutuşup gittikleri bir arınma mekanı. Sahne tasarım sanatçısı Ayhan Doğan’ın tasarladığı her oda ve her köşe bir filmin sahnesi gibi. Oyuncaklara bakarken hem tarihi yaşıyor hem de uzak kaldığınız tasarladığı Piti ve Pitiş adında oyuncakları, Anadolu’da yapılan oyuncak bebekleri, köşeli sinemaları görebilirsiniz. Kızılderililere özel ilgisi olduğunu bildiğimiz Akın, onlar için de bir oda hazırlamış. 1930’lu yıllarda yapılmış kızılderili ve kovboy figürleri öyle canlı ki 150200 yıl önce Amerika’daki bir günlük yaşamı görebiliyorsunuz. Aynı katta, George Washington’dan Nixon’a kadar Amerika başkanlarının oyuncaklarını görebilirsiniz. Oyuncak beyaz saray, zorro, maden ocakları, Alamo kalesi, ve savaşlarla bir dönemin tarihini oyuncaklardan okuyabilirsiniz. Diğer bir odada, oyuncak gemiler, uçaklar, denizaltı, balıkçılar, dalgıçlar ve kürekçiler var. Bir üst kata çıktığımızda gerçek bir trenin kompartımanındayız. Otomobiller bölümünde ise kendinizi taşıt müzesinde hissedebilirsiniz çünkü üretildikleri çağın tanığı olan oyuncakların her biri dönemsel gelişimi yansıtıyor. Şimdi de uzay odasına giriyoruz. İnsanoğlunun uzaya gidişi, aya gitme sevdası, Nasa’nın belgeseli ve işte insan aya gitmeden önce üretilen oyuncaklar. Son olarak da tavan arasında da Akın’ın çocukluğunda hep olmasını istediği bir alanı geziyoruz. Hayallerindeki tavanarasını canlandırdığı bu bölümde sallanan tahta at, bisiklet, kayak takımı, pedallı arabalar, bavullar, gırgır süpürgesi, bebek arabası yer alıyor. C röportaj ESİNTİLER ZEYNEP ORAL KASIM CUMA Acımasız Olan Doğa Değil İnsan larımızı rahatlatmaya çalıştığımız her olaydan sonra yaşanan acıların, yokluğun, ölümlerin hiç ama hiç de doğal olmadığını anlamak kavramak için daha kaç “felaket” yaşamamız gerekiyor? Mimar, mühendis, şehirciler, inşaat ve çevre mühendisleri odaları uyarıyorlar, tehlikeyi gösteriyorlar, raporlar sunuyorlar, haykırıyorlar, ama duyan yok… Oktay Ekinci yaşadıklarımızın “imar rantına sevdalı politikaların" ürünü olduğunu belirtiyor ve kentsel rantları da engelleyeceği için iktidarın “İmar ve Şehircilik Yasası”nı erteledikçe ertelediğini yazıyordu. Bu ne demek biliyorsunuz. Bu akıl dışılık, bu kapkaç düzeni, bu hırsızlık ve yağmacılık düzeni hep sürsün, her “doğal felaketten” sonra daha çok insan ölsün, daha çok kent yıkılsın, daha çok acı çekilsin demek! Belki anımsarsınız, Adana depreminden sonra enkaz altında kalan bir çocuk, yardıma gelenlere, "Beni kurtarırsanız, size gazoz ısmarlarım” demişti. Hayatın, yaşamanın karşılığında gazoz… Oysa ülkemde, hırsızlığın, rüşvetin, yolsuzluğun, yağmacılığın, bilgisizliğin, denetimsizliğin ve sorumsuzluğun karşılığı, çıkar ilişkilerinin, oy depolarının , kabaran banka cüzdanlarının labirentlerinde ödeniyor… Hiç kuşkunuz olmasın. Bu kez de sel, en yoksulu, en kıt kanaat geçineni vurdu. Bundan sonra da İstanbul’da ya da Diyarbakır’da , farklı olmayacak. Yoksulluğu, işsizliği, yokluğu sırtlamış da yaşamaya çalışanları vuracak bundan sonraki seller ve depremler de… Bu vurdumduymazlık ondan mıdır diye sormaktan kendimi alamıyorum… İstanbul’da dolaşıyorum. Gözlerim açık. Ortaköy’de Ambarlı Dere yatağına kurulmuş sitelere bakıyorum… Ihlamur’da, Fulya Dere yatağına dikilmiş gökdelenlere bakıyorum… İçimden bir küfür sallıyorum… Kâğıthane’de Cendere Deresi’nin, Kadıköy’de Kurbağalı Dere’nin boz bulanık sularına bakıyorum… Bakalım bunlar ne zaman kurutulup , üzerleri yapılanmaya açılacak diye sorarken yakalıyorum kendimi… zeynep@zeyneporal.com Faks: +90 0 212 257 16 50 G Babaannesi Ayşe Hanım torununun uçan dairesine eskimesin diye bir kılıf dikmiş... çocukluğunuzla barışıyorsunuz. Müzede sadece oyuncaklar sergilenmiyor. Haftasonları Geleneksel Türk Kuklası olan İbiş oynuyor, sihirbazlık gösterileri yapılıyor. Nebil Özgentürk’ün Türk sinemasında oyuncağın konu olduğu sahnelerden hazırladığı “Yeşilçam’ın OyuncağıOyuncağın Yeşilçam”ı adlı belgeselin gösterimi yapılıyor. Bunun yanı sıra Yelda Baler’in verdiği fotoğrafçılık eğitimleri ile Akgün Akova ve Sunay Akın’ın Yaratıcılık Seminerleri’ni de takip edebilirsiniz. Ayrıca her Pazar Saat 09.3013.00 arası oyuncak müzesinde siz kahvaltınızı yaparken çocuklarınız da “Theo dede ile oyuncak boyama” etkinliğine katılabilir. Müzenin katları, Bremen Mızıkacıları’ndaki hayvanlarla ayrılmış. Müzede eşek, köpek, kedi ve horoz katı bulunuyor. İlk katta, Abdülmecid ve Abdülhamid dönemine ait 120 ve 150 yaşlarında deve derisinden yapılan Hacivat ve Karagöz figürlerini, 1960’lı ve 1970’li yıllarda Türkiye’de yapılan plastik, teneke ve tahta oyuncakları, İstanbul’da bilinen en eski oyuncak kalıpları ile bir dönem her evin penceresinin önünde duran oyuncak bebekleri, horoz şekeri kalıplarını, Müjdat Gezen’in kuklası ve kendi Türkiye’de müzecilik alanında yapılanları nasıl yorumluyorsunuz? “Türkiye’de müzeciliğin yasası ve statüsü yok. Çok zor koşullar altında yapıyorum bu işi. Çünkü Türkiye’de ya devletin ya da holding vakıflarının müzeleri var. Özel müzeciliğin önü açılmalı. Sponsorların katkıları da çok yerinde ancak yeterli değil.” Devletten ne yapmasını bekliyorsunuz? “Burası sivil bir müze ve giderleri çok fazla; bakımı, çalışanları ve yeni alınan oyuncaklarla masrafı çok yüksek, hepsinin ötesinde vergiler de üzerimizde bir kambur. Devletten bu konuda bir beklentim yok ama üzerimizdeki yükü alsın. Bize yardım etsin demiyorum ama Oynamayan insan kirlenmiştir artık sırtımızda bir kambur olmasın. Burayı kar etmek amacıyla kurulan bir şirket gibi görmekten vazgeçsin. Devlet, bu ayıbını temizlemeli artık.” Devamında yapmak istediğiniz proje var mı? “Elbette var. Şimdi de çocuk olmanın tarihinin anlatıldığı bir müze kurmak istiyorum. Fatih Sultan Mehmet, çocukken resim aşkıyla devamlı resim yapardı, Akdeniz kıyılarına vurulan kaplumbağaların içi boşaltılıp beşik yapılırdı... Bu topraklarda çocuk olmanın tarihini anlatmak istiyorum ama çok fazla desteğe ihtiyacım var ki en büyük destekçim müzenin ziyaretçileri.” ünlerdir Güneydoğu’yu izliyor gözlerimiz, yüreklerimiz. Diyarbakır, Mardin, Şırnak, Bitlis, Batman, Urfa, Harran, Hakkâri, Mersin ve daha nice iller, ilçeler, beldeler, mahalleler, evler, barklar, okullar, hastaneler …. Hepsi sular altında. Sel diyorlar, su baskınları diyorlar, dinmeyen yağışlar diyorlar, doğal felaket diyorlar, doğal afet diyorlar, doğanın acımasızlığı diyorlar! Yalan! Yalan! Yalan! “Hırsızlık” diyemedikleri için, “Yolsuzluk” diyemedikleri için, “Gözleri bürüyen para hırsı, çıkar hırsı, rant hırsı” diyemedikleri için, “Yanlış politikalar, insana ve doğaya düşman politikalar” diyemedikleri için bunları diyorlar! İnanın bana, doğa bu kadar acımasız değil. “Bu kadar”, yani insanoğlu kadar acımasız değil! İnanın, doğa insan kadar yozlaşmış ve yalancı, insan kadar hırslı ve hırsız, insan kadar tehlikeli değil. İnanın, insanın insana yaptığını, doğa insana yapmıyor! Evet, ülkem bir sele kapılmış gidiyor. Yeni değil, ne zamandır sele kapılmış, elden gidiyor… Ama bildiğimiz yağmur sularından, su baskınlarından oluşan sel değil söz konusu olan. Daha çok, daha çok kazanma tutkusu seli bu… Hırsızlık ve rüşvet… Malzemeden çalmak, topraktan çalmak seli bu… Bilgisizlik, yetersizlik., Beceriksizlik seli… Doğanın yasakladığı yerleri, imara açmak seli… Dere yataklarına inşaat ve yol yapılmayacağını çocuklar bile bilir. Ama insanı sadece seçmen ya da oy potansiyeli olarak görenler, bu gerçeği bilmezlikten gelir! Birbiri peşi sıra çıkarılan imar afları seli… Bana rant sağlayacaksa, oy kazandıracaksa, varsın yozluk yolsuzluk devam etsin, varsın insancıklar ölüversin düşüncesi! Çarpık yapılaşma, altyapı olmadan kentleşme seli bu! Denetimsizlik seli! Ağacı, ormanı yok etme, yok edip yerine beton yığma seli! Ağaca saygısı olmayanın toprağa da saygısı olmaz! Evet bilim dışı, akıl dışı, izan ve insaf dışı bir afete kapılmış gidiyoruz! İnanın bunun doğayla hiçbir ilgisi yok! “Doğal felaket” diye nitelediğimiz, “suçu” doğaya yıkıp, vicdan Mehmet Aydıner’e Cengiz Han nişanı B ülent Ecevit’i yitirdik. Ölümünden sonra televizyon kanallarında söylenenlere, yazılanlara baktığımda sanki bizim tanıdığımız, bildiğimiz Ecevit’ten değil de başka birisinden söz ediliyor. Dün onu “ulusalcı” olduğu, iktidarda kendinden bekleneni vermediği, Erbakan’a iktidar yolunu açtığı, Güneş Motel’de milletvekili devşirdiği, AB konusunda yanlışlar yaptığı, Fethullah Gülen okullarını övdüğü, gereksiz af yasaları çıkardığı, “karıkoca partisi kurduğu”, kısacası yaptığı ve yapmadığı daha pek çok şey için kıyasıya eleştirmiş, ona saldırmış, “bir bölen” diye ad takmış olan sağdan ve soldan onca politikacı, gazeteci gözyaşı döküyor. “Timsah gözyaşı” denen şey bu olsa gerek. Bizim toplumumuz ilginç bir toplum; bu toplumun bireyleri de doğal ki kendisi gibi ilginç oluyor. İnsanlar, sözgelimi, neyi ve ne zaman “doğru” söylüyorlar, bunu anlamak kolay değil. Çeşitli ortamlarda sıkça rastlanıyor; adamın biri yanınıza gelmiş, hiç durmaksızın ortak bir tanıdığınızı çekiştiriyor, yerden yere vuruyor. Bunalıyorsunuz. Tam o sırada çekiştirilen kişi görünüveriyor ortada, bakıyorsunuz, demin onu yerden yere vuran adam kollarını açmış, ağzından “Canım GÜRSU KUNT ANTALYA Moğol İmparatorluğu’nun kuruluşunun 800’üncü yıldönümü anısına, Aydıner İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Aydıner’e, Moğolistan Başbakanı Miyegombo Enkbold tarafından Cengiz Han Nişanı verildi. Tören, Cengiz Han’ın yazlık sarayıyla aynı adı taşıyan ve Aydıner’in Antalya’da sahibi olduğu Xanadu Otel’de düzenlendi. Törende, Aydıner’in oğlu Moğolistan Fahri Konsolosu Ömer Aydıner’e de Cengiz Han döneminde kullanılan diplomatik pasaport verildi. Türkiye’yi ziyaret eden ilk Moğol başbakan olan Enkbold, ‘‘37 yıl önce başlayan iki ülke ilişkileri son 16 yıl içinde hızla gelişti’’ dedi. Besteci Cenan Akın yaşamını yitirdi Kültür Servisi Tanınmış bestecilerimizden Cenan Akın, yaşamını yitirdi. Bir süredir kanser tedavisi gören Akın'ın cenazesi Karacaahmet Şehitlik Camii'nde kılınan namazın ardından Kanlıca Mezarlığı'nda toprağa verildi. 1932 Şebinkarahisar doğumlu olan Cenan Akın, İstanbul Belediyesi Konservatuvarı'nın vurmalı çalgılar bölümüne girdi, Raşit Abet'ten armoni, Ferdi Statzer'den kompozisyon dersleri aldı. 1955 yılında konservatuvarı bitirdikten sonra okula solfej öğretmeni olarak atandı. İstanbul Şehir Orkestrası’nda vurmalı çalgılar üyesi olarak da çalışan Akın, bu yıllarda koro yönetmenliğine başlayarak İstanbul Üniversitesi Gençlik Korosu’nu çalıştırdı. Bu başarılı deneyimini geliştiren Cenan Akın, kendisini uzun yıllar koro çalışmalarına adayarak, İstanbul’da yeni koroların kuruluşunu ve eğitimini üstlendi. Bestecinin bu alandaki yapıcı çalışmalarının başında, TRT bünyesindeki çocuk ve gençlik korolarının kurumsallaştırılması gelir. ÖDÜLLER, YAPITLAR... Cenan Akın, 1968’de Hamburg’da koro yönetmenliği için yaz kurslarına katıldı, ayrıca Salzburg’da kısa dönem orkestra şefliği çalışmaları yaptı. 1957 yılında Akbank Çocuk Korosu’nu kurdu. 1978 yılında İstanbul Devlet Konservatuvarı armoni ve kontrpuan bölümlerini bitiren besteci, aynı konservatuvarda armoni, enstrümantasyon ve koro yönetimi dersleri verdi, profesör olarak sürdürdüğü görevinden 1997 yılında emekliye ayrıldı. 1998 yılında Marmara Üniversitesi Müzik Eğitimi Bölümü’nde “eğitim müziği besteciliği” üzerine dersler vermeye başladı. Cenan Akın, büyük emek verdiği koro müziği alanında Türkiye’de düzenlenen yarışmalarda besteleriyle ödüller kazandı. Yapı Kredi Bankası Yarışması'nda “Melodi Ödülü”, 1955, TRT Halk Türküleri Armonileme Yarışması'nda birincilik ödülü, 1971, TRT Bando Müziği Yarışması'nda, özel ödül, 1978, ENKA Gençlik Şarkısı Yarışması'nda özel ödül, 1985, Sevda – Cenap And Müzik Vakfı’nın Gençlik Şarkısı Yarışması'nda ikincilik ödülü ve özel ödül, 1985, Kültür Bakanlığı Yarışması'nda ikincilik ödülü, 1986, TRT Çocuk Şarkısı Yarışması'nda birincilik ve üçüncülük ödülü, 1989. Bestecimiz, Türkiye’de çoksesli müziğin yaygınlaşması ve benimsenmesi için çocuk ve gençlik korolarının büyük önem ve işlev taşıdığı görüşünü savunmuş, bu amaçla özellikle okul korolarında değerlendirilmek üzere 100’ü aşkın koro yapıtı yazmıştı. Bu parçalarında halk müziği renklerinden yararlanmış, Batı'nın “üçlü armoni” yönteminin yanı sıra, Kemal İlerici’nin “dörtlü armoni dizgesi”ni de kullanmıştı. PANO DENİZ KAVUKÇUIĞLU Bülent Ecevit anımsıyorum. Bülent Ecevit 12 Eylül Darbesi sonrasında bir süre önce yaşama veda eden Oryantalist/Türkolog Prof. Dr. Petra Kappert aracılığıyla Hamburg Üniversitesi’ne konuk doçent olarak davet edilmişti. Karı koca bir sömestr Hamburg’da kaldılar, çoğunlukla insanlardan uzak yaşadılar. Kimi zaman onları kentin en büyük parkı olan Hirschpark’ta el ele dolaşırken görürdüm. Yalnızdılar; yalnızlığı yeğliyorlardı. İnsanın bozmaya kıyamadığı duygu dolu bir yalnızlıktı onlarınki. Buna gereksinimleri vardı. ??? Cumhuriyet tarihimizin tek şair başbakanı idi; kendinden sonra gelen, estetiği beygir boyamakla, sanatçı duyarlılığını şarkıcı Fatih Ürek’i havalimanı VIP’inden uçurmakla, edebiyatı da Tom Miks ve Teksas çizgi defterleriyle eş tutan “devlet adamları” düşünüldüğünde arkadaşım, bilsen nasıl mutlu oldum seni gördüğüme..” türünden yalanlar dökülüyor. Siz duyduklarınızdan utanıyorsunuz, o ise yalanlarından utanmıyor. Şimdi bana, “Bunun neresi ilginç? Basbayağı utanmazlık bu!” diyebilirsiniz. Haklısınız. ??? Ben kendimi siyasal duruş olarak Bülent Ecevit’e hiç yakın hissetmedim. İzlediği politikaların Marksistsosyalist muhalefetin yolunda engeller oluşturduğunu, “sol”u sulandırdığını düşündüm, düşündüklerimi de yazdım. Fakat siyasalideolojik eleştirilerim onun kişiliğine duyduğum saygıyı hiç eksiltmedi. Benim için o dik duruşuyla, yürekliliği, kaba kuvvet karşısındaki ödünsüz tutumu ve dürüstlüğüyle içten saygıyı hak eden bir insandı. Onu ve eşi Sayın Rahşan Ecevit’i Hamburg yıllarımdan bir fotoğraf olarak siyasal yaşamımızda haklı olarak çok ayrı, çok seçkin bir yer edinmişti. Yakın tarihimizde parmakla sayılacak kadar az örnek dışında hiçbir politikacı Türkçeyi onun kadar güzel konuşmadı. Sayısız politikacının Yüce Divan’da yargılandığı, yolsuzluklara bulaştığı, gözetim altında tutulduğu, dokunulmazlıklarını kaldırmamak için direndiği ülkemizde o bir “dürüstlük anıtı”ydı. ??? Bülent Ecevit bana 19781985 yılları arasında görev yapan İtalya Cumhurbaşkanı, sosyalist Alessandro ‘Sandro’ Pertini’yi anımsatıyor. İtalyan Sosyalist Partisi onun kişiliğinin gölgesinde iktidar ortağı olacak ölçüde güç kazanmış olmasaydı büyük olasılıkla İtalyan Komünist Partisi’ne o yıllarda iktidar yolu açılabilirdi. Olmadı; ama buna rağmen İtalyan komünistleri 1929 yılında Pisa’da tutuklanan ve hakkında verilen 10 yıllık hapis cezasını, “Kahrolsun faşizm!” diyerek karşılayan Pertini’yi hep sevdiler, hep saydılar. Bülent Ecevit’i son yolculuğuna saygıyla uğurluyorum. Toprağına ışıklar yağsın. dkavukcuoglu?superonline.com
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear