23 Kasım 2024 Cumartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

2 27 HAZİRAN 2009 CUMARTESİ Doğum ve ölüm Arada bir şey var, adına hayat dediğimiz. İkisinden biri için nedensiz diyebilir miyiz? Seçemediğimiz, bilmediğimiz, belirleyemediğimiz, asla hatırlayamadığımız, geriye dönemeyeceğimiz yolun sonundaki sıcağını başka kucaklarda bulamayacağımız kollara hasretle geçen hayatın sonunu da sadece “aradaki” ile tanımlayacağımız bir hikayemiz var bizim. Bizim hikayemiz ancak bizim tarafımızdan yazılabilir. İçinden geçmek için içini bezemek zorunda olduğumuz o hikaye biz iki kapılı bir handa yürürken gündüzgece ne anlatsın isteriz? Hiç kimsenin gözünün önünden alamadığı villaların, binemediği en üst model arabaların, oturmaya yanıp tutuştuğu makamlı koltukların geçtiğini sanmıyorum son soluklarını muma üfler gibi telaşsız terk ettiği dönüş vakitlerinde. Nasıl olsun isteriz dönüşümüz –eğer doğum bir geliş ise? Ah çeker durur gönlüm Benden ziyade Biri biter biri başlar günümün “Aradaki” iki parantez içi yani nefesini tüketmeye değecek bir şeyle dolsun derim ben. En az bir şeyle. Göğün gözü görüyorsa sıradanlığa tahammül edemeyen hayatlarımızı, gözümüzün ermeğe uzandığı yerde ne bulmalı da yürümeli hep ve hep? Yolcuyu yolsuz bırakmayan neyin yolu ola ki hep? Sınırlarla büyüyen çocuk benliğimizin ergenliğini erginliğe eriştiren ne ola ki? Ta o ilk çocukluk var ya, hani sadece istemeyi şehvetle tattığımız ülke; oradaki süssüz hayallerin haliyle tanımıştık dünyayı. Ve sevilmekten başka arzumuz olmamıştı hiç ve hiç. İhtiyarlıktaki seyrü sefer hafıza bile ilke ve sona en yakın olanı anımsıyor netlikle. İkisi de çocukluk nereden baksak! Pamuk helvalara benzer huzurlu yaşlanmışların gülümsemeleri. Şebnem Sönmez Gülmek isteyen gülümsetebilmeli! Gözden ırak durur Gönülden özge Biri ağlar biri çağlar dünümün Doğum ve ölüm arasında yaşanacak tek bir hayat var. Yaşanabilecek tek bir ömür var elinde insanın. O tek hikayedeki tek yazar ve tek oyuncu kendini tarihe yazmak için de yaşasa; altında gezindiğim gökler, üstünde debelendiğim toprak şahidimdir ki şefkatle kucaklanmaktan başka bir şey arzulamıyor. Yüzü karaya dönmüş despotlar, dünyaya hakim olmak için yanan diktatörler, öldürmeyi yaşamanın tek anlamı sanan zavallı seri katiller bile, koydukları kuralları takipten yorgun düşen ve ayakları kendilerinden başka hiçbirşeye dolanmayan politikacılar bile! Onlar ve daha birçok sevemeyenler salt sevmekten korktukları için sevmeye yanaşamıyor. Aslında ne iyi biliyorlar sevmenin korumak olduğunu! Biliyorlar ama korumayı bilmiyorlar, belki de en sevdikleri tarafından korunamamış olduklarından. Ne büyük bir sorumluluk olduğunu da biliyorlar sevmenin. Ama bilmiyorlar ki o sorumluluğun yükü ağır değildir. Anlamı, içinde gizli bilmeceler gibi zengin koca bir ülkedir sevmek. Ve sadece tek eylemle korunur ve taşınır sevmek: Severek. Öyle bir ilaçtır ki o, iyileşiriz sevdiğimizde öteki’ni. Bizi sevmeyeni sevmemeyi nereden öğrenmiş olabiliriz? Ne zaman? Kalır mı ilk günüm Senden ziyade Biri bakar biri akar gözümün Kim akıtmış olabilir ruhun cenderelerden süzülen kanını içimize böyle öfkeler içinde? Neden olduğunu hakikaten tam olarak anlamadan niçin bize benzemeyenin yaşamasını istemiyor olabiliriz? Dünyanın en ilginç buluşması değil miydi bize benzemeyenle ilk karşılaşmamız? Hangi dilde konuşuyor olduğunu anlamadığımız o başka kişi kimdi? Ve nasıl olup da anlaşıvermiştik yanaştıkça birbirimize? Öğrenmek yeniden başlamıştı sevmenin başladığı yerde. Zaten bitmesi imkansızdı o tek koca eylemde! Doğum ve ölüm “arasındaki” şeye hayat denir! Bizim hikayemiz ancak bizim tarafımızdan kaleme alınabilir! Yazı ise sorumluluk isteyen bir eylemdir sevmek gibi soylu ve sonsuz. Bizi biz olmaktan ayıran şeye de düşmanlık denir! İnsanlık, birbirine düşmanlığı ancak sevmekle aşabilir doğum ve ölüm arasında. Ölmek uyumak sadece Shakespeare’in dediği gibi. Uykudayken hepimiz, umarım mutlu rüyalar görürüz “aradaki” uyanıklıkta. Umarım ve dilerim ki, her insanoğlu anlasın çabucak neye muhtaç olduğunu ve ersin çarçabucak kaçınılmaz olan ülkeye –adına asla ütopya demeyeceğim. Kanayan yaradır aşk Gönülden özge Biri açar biri solar gülümün Merhaba “Kocam size emanet” diye bir yarışma programı var, mutlaka görmüş, merak edip izlemişsinizdir; aynı benim gibi... İddia ise hayli trajikomik; beş günde erkekleri daha doğrusu kocaları değiştirmek... Hem fiziken hem de ruhen üstelik. Nasıl olacaksa bu? Adam çıkıyor ekrana, yılların şovmenlerine taş çıkartırcasına oynuyor; hayır bari inandırıcı olsa ve eğlendirse bizi, gam yemeyeceğiz. Ancak yetmiyor, karısıyla en özel sırlarını kamera karşısında bangır bangır anlatıyor. Bu nedir yahu? Madem bizi eğlendirme iddiasındasın, niye bize en özel sırlarını anlatıyorsun, üstelik iki gözün iki çeşme. Sorunların varsa öncelikle git eşinle konuş, olmadı doktora git... Koltuklara yayılıp, dedikodunun ta dibine vurup kocalarına gülen; kocam bana değer vermiyor, birlikte vakit geçiremiyoruz, beni dinlemiyor, ayakları kokuyor, horluyor diyen kadınlar; sizi kime emanet etmeli işte bunu bilemedim. Başka bir yarışma, adı ‘Aşkın Gözü Kördür’ gibi bir şey. İzlediğim kısım sanırım tanıtım bölümüydü. Bir odada kadın ve erkekler, içerisi tümden karanlık. Konuşuyorlar, birbirlerini tanımaya çalışıyorlar. Amaç aşkın gözünün gerçekten kör olduğunu kanıtlamakmış. İyi de neredeyse kör tuttuğunu dedirteceksiniz... Diğer yanda çocukların “büyüklere özel” şarkılar söylediği, nedense bakamadığım, bende gözlerimi ekrandan kaçırma hissi uyandıran yarışma. Bu süreç bizi nereye götürecek diye merak ediyordum ki, haberi gazetelerde okudum. Gözümüz aydın nur topu gibi bir yarışmamız daha oluyor. Farklı dinlerden din adamları toplanacak, bir ateisti ‘imana getirecek’. Din siyasete alet ediliyor, insanların inançları sömürülüyor diye tartışalım yıllar yılı sonra da kalkıp hadi dinsizleri imana getirelim diyelim. Hani size neydi benim dinimden ya da dinsizliğimden. İnanç kişiye özel değil miydi? Pek umutlu değilim ama diyelim ki bu programa katılacak din adamlarını buldular, hadi diyelim onların karşısına geçecek gerçek bir ateisti de buldular, sonuç ne olacak asıl bunu merak ediyorum. Aman ne güzel ülkede inançsız hiç kimse kalmadı mı diyecekler... Ne diyelim, burası Türkiye. Bunlar da Türk televizyonları... İyi hafta sonları... Eğlenceli, leziz ve hesaplı Cihangirliliğim iki ay sonra 22. yılını tamamlayacak. Ama Cihangir sevgisinin bende yeşermesi yarım yüzyıldan da eskidir. Yatılı okumuşlar ile hapis yatmışlar bilirler, çoğunluğun “kaldırım mühendisliği” diye dudak büktüğü sokak sürtmek bayağı ciddi bir iştir, çok önemli sonuçlar verir. Çıkıp rastgele dolaşmak, seni davet eden herhangi bir kapıyı açıp içeri girmek, insanların, kedilerin köpeklerin suratlarına bakmak, kuşları dinlemek, yağmuru hissetmek, hülyalara dalmak ciddi işlerdir, seni bir yere götürmezler ama yine de.. Okul dönemimin ilk yıllarından itibaren her fırsat bulduğumda sokak sürttüm, özgürlüğümün keyfini çıkardım. Ders olmayan ve dışarı çıkmamıza da izin verilen Çarşamba öğleden sonraları, sık sık Cihangir’de sürterdim. Cihangir’i ilk kez hangi vesileyle keşfettiğimi bilemiyorum, ama bana kentin ortasında gizli bir bahçe gibi gelir, yaz kış fırsat düştükçe oralarda gezinir, dururdum. Geçen yüzyılın ellili yıllarında bayağı kozmopolit olan kentin, renkli, levantenler, ecnebiler, yabancı dilden ders veren hocalar ve bohemlerle dolu bir semtiydi Cihangir, yabancı diyarların, bildiğim hissettiğim yine de yabancısı sayılabileceğim duyguların çağrışımını yapan Cihangir’i benim için simgeleyen ise, sıcak bir yaz günü öğleden sonrası (kuzu başı dalgalara neden olan poyrazın çıkmış olmasından zamanı kestirmek mümkün oluyor) semtle aynı adı taşıyan caddenin, Akyol yokuşu ile keşiştiği noktadan, Boğaz’a, Kabataş araba vapuru iskelesine bakışı canlandıran İbrahim Safi’nin bir tablosudur. kişinin iki şişe Çankaya beyaz şarapla 694 TL hesap ödediklerini söylüyor ve eğer yazımda fiyatlar konusunda da bir şeyler yazsaydım, davet sahibinin bütçesini zorlayan bu tür sürprizlerle karşılaşmayacaklarını çok kibar bir üslupla belirtiyordu. Değerli okurumun bu uyarısını bundan böyle dikkate alacağım. Zengin meze çeşidi ve balık çeşidi, makul fiyat 2006’da kurulmuş olan Savoy Balık’ın yöneticisi Mahmut Karakuş ile konuşurken kendisine, akşamları içkili bir balık masasının hesap pusulasının ne olduğunu sordum, “alt limit olarak 45, üst limit olarak 60, ortalama da 50 lira” yanıtını aldım. Kalitesini göz önünde bulundurunca hesabın makul olduğunu belirtmek gerek. Ayrıca belirtmeliyim ki, öğlenleri, balık çorbası + salata+ balık ve çaydan oluşan mönü 13 lira. Tabii bu fiyata önünüze getirilen levrek ya da çipuranın deniz mi yoksa çiftlik balığı mı olduğunu sormazsınız sanırım. Cihangir’in sakinleri rahat ve sempatik insanlar, genelde sonradan görme gösterişçilikleri de olmadığından, ortam çok hoş oluyor. Savoy’da kırk çeşit meze var. İçinden bazılarını özellikle salık veririm. Mevsiminde yenmek şartıyla patlıcan salata, levrek marin, kabak çiçeği dolması, uskumru turşusu, köri soslu somon ızgara, balık SİYAHKALEM Değişen Cihangir 22 yıl öncesine kadar Cihangir’in değişimini uzaktan izledim. 22 yıldır ise, elden geldiğince içinden yaşıyorum. Hızlı bir değişim yaşayan bu semtteki son dalganın biraz öncesinde buraya geldiğim için de halime şükrediyorum. Çünkü moda bir yer haline gelen Cihangir’e biraz daha gecikseydim, yerleşmem ekonomik açıdan mümkün olamazdı. Şimdi artık Cihangir, barları, lokantaları, restoranları, meyhaneleri, balık lokantaları, cafeleri, kaldırım üstündeki çayhaneleri, tüm İstanbul’a nam sarmış ünlü şarap kavı La Cave’ı ve de özellikle kedileriyle son derecede gözde, yalnız kendi sakinlerini değil, tüm İstanbul’u ağırlayan bir eğlence semti haline gelmiş bulunmakta. Bunların bir kısmını daha önce tanıttım (Doğa Balık gibi), bir bölümünü de fırsat buldukça yine tanıtacağım. Bugünkü durağımız Cihangir’in ortasında Sıraselviler caddesinde, önünde bir zamanlar mütegallibenin tasallutundan Cihangiri Güzelleştirme Derneğinin girişimiyle kurtarılan otoparka bitişik küçük parkın üstündeki Savoy Balık. Semtin ikinci balık restoranı olanı Savoy Balık, birincisi gibi, (Doğa Balık) kentin her yanından insanların gelecekleri seçkin mahallerden bir olma yolunda. Geçenlerde yine İstanbul’un ünlü ve kalitesi tartışılmaz, manzarası eşsiz balık lokantalarından “Tarihi Karaköy Balıkçısı”nı yazmıştım. Birkaç gün önce okurum Hüseyin Özen’den bir eposta aldım. Tavsiyem üzerine oraya gittiklerini söylüyor, servis ve kaliteden memnun kaldıklarını, ama yedi kokoreç, balık böreği, yaprak ciğer, kalamar, balık çorba, bunların bazıları. Kırk çeşit meze içinden kimileri değişiyor, bir gün birini sunuyorlar, kimi gün ötekini... Balık çeşitleri de zengin, bir örnek olmak üzere 22 haziran günkü balık çeşitlerini söyleyeyim: Tekir, istavrit, iskorpit, mevsimi henüz başlamış olan sardalye (bir on gün daha bekleyin derim ben) gerçek deniz levreği (deniz levreğini şiş olarak da deneyin), çipura kılıç tranş, sarı kanat çinakop... Tazeliklerinden kuşku duyulmayan balıkların iyi hazırlandığını zaten göreceksiniz, hakeza, servisin güler yüzlü ve seri olduğunu da... Bütün bu niteliklere sahip Savoy’a gitmeden önce, hele özellikle hafta sonu ise mutlaka, yer ayırtmanız gerektiğini belirtmek isterim. Ben oraya gittiğimde keyif aldığım ve bundan sonra daha sık gitmeye karar verdiğim için size de tavsiye ediyorum. SAVOY BALIK BAKRAÇ SOK.No.32 SIRASELVİLER CADDESİ KÖŞESİ CİHANGİR TEL. (0212) 249 3382 Posh Brasserie yeni şubesinde 2003’den beri Kalamış’ta hizmet veren Posh Brasserie şimdi Bebek’te. Posh Brasserie Bebek, şehrin göbeğinde sunduğu özgün, huzurlu ve keyifli atmosferini mönüsünde yer alan birbirinden lezzetli tatlarla birleştirerek lezzetli saatler vaat ediyor. İster Bebek’in tüm enerjisini soluyabileceğiniz ön bahçesi, ister gizli kalmış güzelliğiyle huzurlu bir atmosfer sunan arka bahçesinde her damak tadına hitap eden kdjsı. birbirinden lezzetli alternatiflerin yer aldığı menüsü, iddialı kokteylleri ve keyifli kaçamakların ev sahibi gizli bahçesi ile Bebek’in yeni gözdesi olacak. Posh Brasserie’nin mönüsünde Posh Kahvaltı ile başlayan lezzet yolculuğu, birbirinden keyifli atıştırmalıklar, risottolar, noodlelar, kendi müdavimlerini şimdiden oluşturan sandviçler, tercihleriniz doğrultusunda tavuk, et ya da deniz mahsullerinden oluşan ana yemekleriyle devam ediyor. Gecenin ilerleyen saatlerine kokteyller başta olmak üzere hepsi birbirinden özel içeceklerle uzanan eğlence müziğin ritminde hayat buluyor. Yaşamın tüm renklerini farklı ve yepyeni bir solukla sunan Posh Brasserie sizleri büyüsü ve ışıltısı ile baştan çıkmaya, sınırsız coşkusuna dahil olmaya davet ediyor. hafta?cumhuriyet.com.tr C MY B C MY B İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Ayşe Yıldırım Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Miyase İlknur Görsel Yönetmen: Elif Tokbay Yayınlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ Yönetim Yeri: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No.2 Şişliİstanbul Tel: 0 212 343 72 74 Fax: 0 212 343 72 64 Reklam: Cumhuriyet Reklam Genel Müdür: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Reklam Koordinatörleri: Hakan Çankaya, Neşe Yazıcı Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı Reklam Rezervasyon: Mete Çolakoğlu Tel: 0 212 251 98 7475 0 212 343 72 74 Cumhuriyet gazetesinin ekidir. Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear