27 Eylül 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Kitabın Biri GÜRAY ÖZ 6 27 HAZİRAN 2009 CUMARTESİ Gardi Geç anlatırdı... Gardi Geç bir dünya ötesi kişidir. Ermiş diyecektim vazgeçtim. İstemiyor çünkü. “Cümle alemin atası” o. Hindi Kuş dağlarının tepelerinde, Mezarı Şerif’te, Bagram’da, Kabil’de, o eski dünyanın hemen her yerinde gezmediği görmediği ırmak, dere tepe yok onun. İnsanlara bakıyor en çok. Joseph Kessel’in insan üstü kahramanı o. Peki Joseph Kessel kim? Böyle bilmişlik taslayan soru mu olur. Ben duymamış olanlar için söylüyorum. Babası Rus, annesini bilmiyorum, büyük bir olasılıkla Fransız, Sorbonne’daki eğitimi Birinci Dünya Savaşı ile kesintiye uğruyor. Savaştan sonra gazeteciliğe başlıyor. Ama edebiyat dünyasının adamıdır o. Yalnız edebiyat dünyasının değil, İkinci Dünya Savaşı gelip çatınca, Alman orduları Fransa’yı ve Paris’i işgal edince direnişçilik oluyor mesleği. Sonra, savaştan sonra o yılları anlatan Gölge Ordu’yu yazıyor. Peki Atlılar’da neyi anlatıyor? Bozkırı, dağları, vadileri, Gardi Geç’i, Tursen’i onun sevgi ve öfkeyle içselleştirdiği oğlu Uraz’ı anlatıyor. Bir de o yel gibi giden atı, Cahil’i anlatıyor. Tenin, hırsın, tutkunun kurbanlarını, ihaneti ve bağışlamayı Mukhi’yi ve Zere’yi anlatıyor. Ama roman bir oyunun çevresinde örülmüş müthiş bir destandır aslında. Buzkaşi oyununu anlatıyor Joseph Kessel. Burada durayım da, biraz kibirle, kaşlarımı hafifçe kaldırarak çoğunuzun bilmediği, seyretmediği bu oyunu Moğol bozkırında izlediğimi, nasıl bir oyun olduğunu bildiğimi söyleyeyim. Hem sizin romana merakınız artsın, hem ben de kendimi, Atlılar’da bu oyunu dinleyenleri sihirli bir rüyaya sürükleyerek anlatan Gardi Geç’e ortakmış gibi hissetmenin anlamsız gururunu yaşayayım. ??? O uçsuz bucaksız bozkırda Gardi Geç’in dediği gibi “Buzkaşi’nin anası” olan bozkırdaydık. Konuk olduğumuz, uyuduğumuz yurtlarımızdan çıktık, Artık ona derviş diyeyim, başka zaman anlatırım niye dediğimi, mihmandarım, aralarındaki uzaklık iki yüz üç yüz metreyi bulan iki uzun direği, orta yerde başsız bir teke ölüsünün yattığı çukuru ve hemen iki metre sağında çizilmiş çok da büyük olmayan çemberi gösterdi. Atlılar çok uzakta nokta gibi görünüyorlardı. Çocuklar, büyükler bir tarih romanından, filminden çıkıp gelmiş gibiydiler. Sonra oyun başladı. Çok uzaklardan kopup gelen atlılar hep birden çukurdaki tekeye hücum ettiler. Biri kaptı, diğerleri onun peşinden direklerin etrafından geçerek at sürdüler. Kelimenin tam anlamıyla birbirlerini tepeleyerek, dövüşerek tekeyi almak için tutuştular. Birinden öbürüne geçti teke ölüsü. Kahraman olan güçlü ve usta olan Buzkaşi oyuncusu sonunda tekeyi çemberin için fırlatmayı başardı da bitti oyun. Atlılar’ın o yücelik kokan insan hallerinin birbiri peşi sıra yaşandığı hikâyesi de işte benim böyle pek kuru bir şekilde anlattığım bu Buzkaşi oyunu çevresinde şekillenmiş. Romanı okuyacaksınız da, oyunu Gardi Geç’ten dinleyeceksiniz, benden değil. Okumadıysanız nasılsa bulup okursunuz, Can Yayınları‘ndan çıkmış olan, bendeki nüshası 1983 baskısı olan romanı. Çeviren Dursun Hatko’dur. Yabancı gelmeyecek bu isim size. Şimdi biz dönelim de yazardan söz edelim. Gazeteci dedik, romancı dedik, direnişçi dedik. Tamamlayalım. Ünlü Partizan Türküsü’nün yazarıdır. Academie Française’in üyesidir. Dünyayı gezmiş adamdır. Gözlemleri Atlılar’da olduğu gibi romanlarına yansımış demeyeyim hafif kaçar, nüfuz etmiştir. İşte yazdıklarını aktarayım da ansiklopedilerden, nasıl bir çalışkan kişiyle karşı karşıya olduğunuzu bilin: Uçak Mürettebatı (L’Equipage, 1923), Tutuklular (Les Captifs, 1926), Gündüz Güzeli (Belle de jour, 1928), Son Darbe (Le Coup de grace, 1931), Mutsuzluk Döngüsü (Le Tour du malheur, 1950), Büyük Socco’ya (Au grand Socco, 1952), Tajo’nun Aşkları (Les Amant du Tajo, 1954), Aslan (Le Lion, 1958), İsimsiz Alkolikler Arasında (Avec les acholiques anonymes, 1960), Mucizevi Eller (Les mains du miracle, 1960), Atlılar (Le Cavaliers, 1967), Suriye’de (En Syrie, 1927), Temiz Kalpler (Les Coeurs purs, 1927), İnsanlar Arasında Tanıklıklar (Temoin parmi les hommes), Herkes Melek Olamaz (Tous n’etaient pas des anges, 1963), Cava Gülü (La Rose de Java, 1937) Küçük bir not daha eklemekte de sayısız fayda vardır. Ünlü Komiser Maigret’nin yaratıcısı Georges Simenon Kessel’in yüreklendirmesiyle kısa bir hikaye yazdı. Komiser Maigret doğdu. Sonra Komiserin maceraları birbirini izledi. ??? Dağıtmış bir yazarın darmadağın yazısından daha kötü bir şey olamaz. Toplayalım o nedenle. Gardi Geç’le başladık öyle bitirelim. Yaralı, hasta, bitkin, dindar Uraz kaygılı bir sesle sordu. “Kitapların Kitabı Babür’ün zamanında gerçekten şimdikinin aynı mıydı?” “Her satırına, her sözcüğüne, her virgülüne kadar” diye karşılık verdi Gardi Geç. “Öyleyse değişen onu öğretenlerin kendi anlayışları” dedi Uraz. “Ya da duyguları” dedi Gardi Geç. “Öyleyse o zamanların öğretmenleriyle, bizim zamanımızın öğretmenlerinden hangisi gerçeği gördü?” “Ne şimdikiler ne de o zamandakiler.” Uraz gözlerini ateşten ayırıp Gardi Geç’e baktı. “Demek karar vermek bana düşüyor dedi, sadece kendi mantığıma, kendi yüreğime göre.” Sonra Uraz bitkin düştü, uykuya geçmeden önce son bir söz duydu Gardi Geç’ten. “Tanrılar herkesin yardımcısı olsun.” “Neden tanrılar, diye mırıldandı Uraz, bir tek tanrı var.” “İnsan dünyada çok dolaşınca, hele yıllar boyu dolanınca buna inanmakta zorluk çekiyor” dedi Gardi Geç. Bizden olmayan hep öteki, peki biz kimiz? Tiyatro oyuncusu Ayten Soykök’ün farklı hikâyeleri var. Oyunculuğun yansı sıra çocuk oyunları ve kitapları yazıyor. Henüz bitirdiği kitabı Yanık Yüzler Ülkesi’nde “öteki”leştirilenlerin yaşadıklarını anlatmaya çalışıyor. Oyun karakterlerinin psikanalitik analizlerini gönüllü olarak doktorlarla paylaşıyor. Çünkü oyunculukla psikolojinin birbirine bağlı olduğunu düşünüyor. Dudaktan Kalbe dizisiyle tanınan Ayten Soykök’ün farklı hikâyeleri var. Oyunculuğun yansı sıra çocuk oyunları ve kitap yazıyor. Son iki sezondur İstanbul Şehir Tiyatroları’nda, ALİ DENİZ “Temizlik Ülkesi” adlı çocuk oyununda oynuyor. “Yanık Yüzler USLU Ülkesi” ise büyüklere yazdığı bir masal kitabı. Kitapta on üç ayrı hikâye var. Bu hikâyeler birbirini takip ediyor fakat dünyaları ve mekanları ayrı. Her şeyi bilmek, duymak isteyen ve zaaflarından kurtulamayan bir sultanın hikâyesini ironik bir şekilde anlatıyor. Kahramanlarının yalnızlıktan doğduğunu söyleyen Soykök, hikâyesindeki isimleri de metoforik olarak seçmiş. Gülhayat dışında diğer kahramanların isimleri Ejder, Yalnız Yüz ve Yanık Yüz. Oynamak anlamaktır Soykök aynı zamanda Çapa Tıp Fakültesinde Sanat ve Psikoloji Bölümü’nde doktorlarla gönüllü olarak Tennessee Williams’ın kadın karakterlerinin psikanalitik açıdan incelemesini uygulamalı olarak gösteriyor. Çapa Tıp Fakültesi’nde 1963 yılında kurulan Sanat ve Terapi Bölümü halen Nuran Eren yönetiminde atölye çalışmalarına devam ediyor. Soykök de bir yazarı ve onun yazdığı karakterleri hayata nasıl geçirdiğini anlatıyor, yorumluyor. Zaten oyunculukla psikolojinin birbirine çok sıkı bağlı olduğunu düşünüyor. Bu yüzden de hastalarla çalışmanın her iki tarafa da faydalı olduğuna inanıyor. Oyunculukta çözümlemenin anahtarının koşulsuz empati olduğunun farkında. Mesela diyor, “Bir katili oynadığınızda ona inanmanız gerekir. Onun nedenlerine inanmaz, kabullenmezseniz, hatta onu savunacak duruma gelmezseniz rol üstünüzde sırıtır. Zaten oynamak anlamaktır. Oyunculuk da karakterin sırrını öğrenmekten geçer.” Onun oynayacağı kişiyi iyi anladığına şüphe yok. Elbette bu anlayış özel hayatına da yansıyor, “Çünkü numara yapmayı biliyorsunuz. Beklentileri bilmek, karşınızdakini anlamak kötü bir avantaj aslında.” Peki çocuk oyunlarına ilgisi nasıl başladı? Soykök anlatıyor; “Konservatuvarda çocuk oyunları yazıyorduk. Çok da önemsemiyordum. Bir gece, ertesi sabaha bir oyun yetiştirdim. İşte Temizlik Ülkesi’ni böyle yazdım, çok beğenildi. Sanırım hayatımda tesadüflerin yeri büyük. Hem çocuklarla ilişkim de çok özel. Ben altı kardeştim; dört kız, biri ikizim olan iki erkek. Kalabalık bir aileydik ve çocukluğum çok hareketli geçti. Ablam annem, annem anneannem gibiydi. Oradaki enerjiyi ve hızı özlüyorum.” Nasıl oynadığım daha önemli Ya yazarken ne düşünüyor? Düşündüklerini, “Hayalimde bir dünya var. Yanık Yüzler Ülkesi’ni de ötekini anlamak adına yazdım. Bizden olmayan hep öteki, peki biz kimiz? Farklı olanı ya da farklı hissedeni dışlamak büyük riyakarlık” diye özetliyor. Kitapta çirkin olduğu için kendini öteki hisseden bir kahraman var. Kendini kargaya benzetiyor ve kargaların dünyasına hakim oluyor. Soykök de “Ben de öteki görülmemin anlamını metaforlar üzerinden anlatmaya çalışıyorum” diyor, “Herkes ‘biri’ olmanın peşinde ama bu kendisi değil. Başkası olamayınca kendini öteki görme hikâyesi çok yavan. Sisteme dahil olmak ya da olmamak tüm mesele işte bu.” Soykök sistemin içinde, bunu biliyor. Ama sistemin acımasız olduğunu, insanları öğüttüğünü söylüyor. Onun dışında kalmanın yok olmak anlamına geldiğini anlatıyor ikisinin de yok oluş olduğunun çelişkisini yaşayarak. Önemli olanın insanın varlığını ne kadar koruyabildiği olduğunu düşünüyor. Elbette oyunculuğa ilk başladığında “görünür olmak”, “onaylanmak” onu çok mutlu etmiş. Şimdi ise bundan rahatsız. Sorumluluklarının arttığına inansa da değişimden yakınmıyor. Kazandığı tecrübe rotasını değiştirmiş. “Artık”, diyor “Bir şey oynamak değil, nasıl oynadığım önemli. Eskiden oynamakla ilgileniyordum şimdi anlamakla.” İzmir’in kuzeyinde Bergama ilçesi insan uygarlığının en önemli yörelerinden biridir. Antik “Pergamon” kenti, İ.Ö. 200’lü yıllarda, SEFA İstanbul’dan Antakya’ya uzanan geniş bir TAŞKIN kadar alanda, yaklaşık üç yüzyıl Anadolu’ya başkentlik etmiştir. “Parşömen”, Bergama kağıdı, denen hayvan derisinden elde edilen yazı gerecini icad edenler bu kentin yurttaşlarıdır. 200 bin ruloluk kütüphanesiyle Bergama, zamanında Mısır’ın İskenderiye’si ile birlikte dünyanın en büyük kütüphanesine sahip olmuştu. İnsan yüzünün ilk duygusal; ağlayan, gülen, acı çeken, vb, heykelini yapanlar onlardır. Binlerce kişilik dört tiyatrosu, yüzlerce metrelik su kanalları, dere üstünde köprü görevi gören uzun su tünelleri bu uygarlığın günümüze değin yaşayan izleridir. Hatta Kralları Attalos’un kurduğu “Attalia”, yani Antalya, “kardeşini çok seven” anlamına gelen “Filadelfia”, bugünkü Alaşehir adları bu uygar insanların bize bıraktığı mirastır. Öyle bir mirastır ki Filadelfiya adını Atlantik ötesine, Kuzey Amerika’ya kadar taşır. Bergama’nın Domuz Alanı görkemli taş yapılarla çevrilidir. Yüz yıl öncesinin Bergaması Osmanlı yönetiminde çok kültürlü bir kasabaydı. Türkler Akrapol’ün ayak ucundaki düzlüklerde; Yahudiler, Bergama’nın içinden geçen Selinos Deresinin doğu uzantısında yaşarken, Rumlar derenin üstünde, Akrapol’ün yamacında yaşıyordu. “Domuz Alanı” olarak bilinen yer Rum Mahallesi’nin merkeziydi. “Alan’ın” kasabayı kuş bakışı gördüğü yerde, o zamanlar “Kafeneon Attalos” adı verilmiş bir “kafe”, Rum Cemaat’ın toplandığı bir yapı vardı. Bu görülesi binanın bir pencere kıyısına ya da balkonuna oturduğunuzda hemen ileride Sultan II. Beyazıt’ın camiye çevirdiği eski Ayasofya’yı, karşı yamaçta da dünyanın ilk hastanelerden biri olan Asklepieon’un, günümüzde “Viran kapı” denen giriş kapısını görürsünüz. Hemen yanında da otuzbin kişilik Roma tiyatrosunu. Bu kapının üstünde “Buraya ölüm giremez!” yazarmış. Hastane gerçekten ona sığınanları iyileştirmekle ünlüymüş ama bu başarıda, hasta kabulu sırasında bu kapıdan geçtikten sonra uzun bir yolda yürüyüşleri izlenen hastaların, kolayca iyileşip iyileşmeyeceğini gözlemleyen uyanık hekimlerin de rolü çokmuş! Eski kentin bu kuytu köşesi, “Domuz Alanı”, yüzyıl önce kasabanın yabani hayvan avcılarının toplandığı yermiş. Çevredeki bakir ormanlarda avlanan mahir avcılar, vurdukları domuzları getirip bu alanda satarmış. Yılların bilgeliği Tabii ki o zamanlar günümüz global dünyasının icad ettiği “domuz gribi” gibi nalet hastalıklar daha icad edilmemiş! Doğaldır ki, domuz eti, Müslüman ve Yahudi Mahallleri’nde yenmediği için domuz eti pazarının merkezi de burasıymış. O günün koşullarında Osmanlının yönettiği kasabalarda Türklerle birlikte yaşayan Hristiyanlar, onlara etinin yenmesi yasak olmayan domuzu rahatlıkla yetiştiremezken avcıların getirdiği domuzları hemen paylaşırlarmış! “Domuz Alanı” adı bu nedenle konmuş olmalı buraya. Bu isme o kadar alışılmış ki, resmi adı bugün farklı bile olsa halk arasında hâla “Domuz Alanı” olarak anılıyor. Binbir çeşit yeşilin birbiriyle sarmaştığı, insan emeği ürünü esşiz eski taş evlerin boy gösterdiği “Alan”, günümüzde ona gösterilen ilgiyle bizleri sessizce selamlıyor. Çevredeki yapılara, özellikle “Kefeneon Attalos’a” yapılan onarım ve yenileme çalışmaları dikkat çekiyor. 1997 yılında Bergama Belediyesi tarafından restore edilmeye başlanan bu bina bugün Ticaret Odası Lokali olarak kullanılıyor. Domuz Alanı; genişliğinin getirdiği ferahlık, çam ağaçlarının vakur duruşu, Kozak yaylasından esen temiz rüzgarın okşayışı, yere döşenmiş dere taşlarının serinliği, geçmiş yüzlerce yılın geride bıraktığı ağırbaşlılık ve bugün bu alanda oynaşan, gülüşen çocukların yaydığı umut ve neşeyle bize gülümsüyor. Antik sütunlara yaslanmış yaşlı kadınların yansıttığı bilgelik günümüze el uzatıyor. Ölüm giremez Antik Pergamon, kentçilik anlamında da bir öncüdür. O güne değin kentler ya Atina gibi dağınık, anarşik biçimde kendiliğinden oluşuyor, ya da Söke yakınlarındaki Miletos gibi kentçi Hipadamos’un buluşuyla ızgara biçiminde, birbirini dik kesen sokaklarla kuruluyordu. Pergamon Akrapol’ünün eğimli yapısı, kentsel yerleşimi sağlamak için teraslar yapılmasını, yapıları bu teraslara yerleştirmeyi gerektirdi. Anıtsal yapılar, tapınaklar, pazaryerleri hep bu teraslara yapıldı. Bu, genellikle yüksek tepelere kurulan kentler için büyük bir yenilikti. Bugünkü Bergama’nın antik Akropol’e yaslanan teraslarından birinde bulunan, eğimli arazinin taş tonozlarla desteklenmesiyle oluşturulan geniş alan, halk arasında “Domuz Alanı” olarak anılan yer o zamanlardan kalan ilginçliğini günümüzde de koruyor. Yaşlı kızıl çamları, görkemli çınarlar, onurlu serviler, pembe zakkumlar arasında yemyeşil bir cennete benzeyen bu mekan yüzyıl öncesinin “Sakız adalı” taş ustalarının elinden çıkmış Ötekiler Robert Musil’in Niteliksiz Adam romanının ikinci cildi çıktı. Ahmet Cemal çevirdi. YKY’den... C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear