Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Days
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Cumhuriyet Tarım Gıda Hayvancılık 46 / 10 Haziran 2008 eçtiğimiz haftalarda ülkemizde buğday ve pirinç başta gıda maddelerinde görülen hızlı fiyat artışları dikkatleri bu alana çekti. Dünya’da buğday fiyatları geçen yıl yüzde 130 artmış idi. Pirinç fiyatları ise Asya’da 2008’in ilk üç ayında iki katına çıktı. Dünyanın birçok ülkesinde sokaklarda gösteriler yapılmaya başladı. Büyük şirketlerin çıkarlarına çalışan küreselleşmenin ağır topları olan IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi kuruluşlar bu sonuçtan sorumlu oldukları halde şimdi çok endişeliler. Medya önüne çıkıp hala önlem alınmalı dedikten sonra hala mikrobu ilaç diye salık vermeye devam ediyorlar. Örneğin Dünya Bankası başkanı Robert Zoellick çözüm olarak hâlâ “daha çok ticari serbestleşme, daha çok teknoloji ve yardım” önermekte. Olayı küresel boyuta ele almadan önce kısaca Türkiye’ye ilişkin bir değerlendirme yapalım. Ülkemizde özellikle pirinçteki görülen fiyat sıçramaları dünyadan çok daha hızlı oldu. Bu ise başta Başbakanımız olmak üzere yetkilileri halkı, stok yaparak bu fiyat artışlarını hızlandıran spekülatörleri ihbar etmeye teşvik etmelerine yol açtı. Spekülatörler yöneticilerce de vurguncu olarak isimlendirilmeye başladı. Arkasından Toprak Mahsulleri Ofisinde (TMO) kilo kilo tüketicilere pirinç satılmaya başlandı. TMO birden bakkal olmuş idi. Şimdi kendimize soralım. Yıllardır “devlet bakkal olmaz” diyen kimdi? Neoliberal ideoloji savunucuları aslında kendi anlayışlarına uygun olarak “vurguncu” terimi yerine “spekülatör” terimini kullanmalıydı. Dahası bu ideolojiye göre spekülasyon ayıplanacak bir şey değildir. Bu güya “serbest piyasaya” hizmet eden normal bir mekanizmadır. Neoliberallerin ezberi bozulmuştur. Aslında şüphesiz yıllardır Türkiye’ye IMF ve Dünya Bankasının “TMO küçültülmeli” diye verdiği akıllar ve üretimi teşvik etmeyen politikalar sonucu bu kötü duruma düştük. Yıllardır TMO alım merkezleri kapatıldı, ekonomik gücü geriletildi. TMO on yıl kadar önce Türkiye pirinç üretiminin yüzde 20’sini satın alıyordu. Şimdi ise yüzde 2’ler düzeyinde alım yapan, elindeki ürünü özel sektöre veren bir TMO ile bu spekülatörlerin oyunlarına engel olamazsınız. Sıfır gümrük ile buğday ithalini özel sektöre emanet ederseniz, daha ne bekliyorsunuz? Yeterli buğday, pirinç alıp önce çiftçiyi, daha sonra onların elinden ürün çıktıktan sonra ise tüketiciyi korumayan bir devlet olsa olsa önce Amerikan tahıl devlerini daha sonra ise yerli spekülatörleri destekliyor demektir. Aslında propagandası yapılan “serbest piyasa” bir hayaldir. Gerçekte ise az sayıda güçlü yerli veya yabancı şirket piyasalara hâkim olmakta, istediği fiyatı dikte ettirmektedir. Gıda fiyatlarındaki artış küresel bir olay ve biraz karmaşık. Değişik etkenler söz konusu. Başta hemen söyleyelim ki, örneğin dünya hububat üretimi 2007’de 2,3 milyar ton olarak gerçekleşti ve bu bir önceki yıla göre yüzde 4 artış anlamına geliyor. Ayrıca 1961’den bu yana dünya hububat üretimi üç katı artarken, dünya nüfusu iki katı artmış idi. Bu artışlara rağmen dünya hububat stokları yıllardır gerilemekte. Ancak aslında dünyada herkesi besleyecek kadar gıdanın üretildiğini vurgulamak gerekli. Açlık sorunu aslında teknik olmaktan çok politik ve temelde dünyada gelir dağılımının çok kötü olmasından kaynaklanıyor. Ayrıca gelişmiş ülkelerde aşırı gıda tüketimi ve bunun giderek daha fazlasının başta et olmak üzere hayvansal gıdalardan yapılması problemi şiddetlendiriyor. Gelişmiş ülkelerde hayvansal ürün tüketimi sağlıklı beslenme için gereken düzeyin tam üç misli iken gelişmekte olan ülkelerde tüketim ihtiyaca eşit. Tabii bu verdiklerimiz ortalama rakamlar. Yoksa ABD’de bile milyonlarca insan aç. Etçilleşme denilen süreç gelişmekte olan ülkelerde de yayılıyor. Hayvanları beslemek için ise çok miktarda hububat gerekiyor. Bu nedenle dünyada üretilen hububatın yarıdan azı doğrudan insanlarca tüketilmektedir. Hububat üretiminin yüzde 33’ü hayvan yemi olmakta, yüzde 17’si ise etanol ve diğer yakıtların üretimi için kullanılmaktadır. Fiyat artışlarındaki hızlı artışlarda birden çok etmen söz konusudur. Hepsi birlikte bu olayın bu düzeyde olmasında rol oynadılar. Ancak bugün dünyaya yol göstermeye çalışan küre G Prof. Dr. Tayfun ÖZKAYA Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Gıdayı da vururlar Küresel egemenlerin yeni av alanı: selleşmenin patronlarının yıllardır yaptıkları olmasaydı bu olay bu düzeyde oluşmazdı. Yeşil devrim adı altında biyoçeşitliliğe darbe indiren, çiftçileri tohuma, ilaca ve kimyasal gübrelere mahkum eden, çevrenin kirlenmesine, ürünlerin zehirlenmesine ve besin maddelerince fakirleşmesine göz yuman dünyanın patronları kötüye gidişi başlattılar. Daha sonra Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu (IMF) kredileri, önerileri ile TMO benzeri yapıları özelleştirerek veya küçülterek yok ettiler. Daha sonra 1990’larda Dünya Ticaret Örgütü ısrarla gümrükleri yok etmeye çalıştı. Bunlar yapılırken gelişmiş ülkelerde de tarım politikaları değiştirildi. Amerikan ve Avrupa Birliği çiftçileri elinden ürünler büyük şirketlerce ucuza kapatıldı. Bu ülkelerde çiftçileri üretir halde tutmak için primler vatandaşların kesesinden dağıtıldı. Aslında bu ülkelerde de çiftçiler soyuldu. Kazanan büyük şirketler oldu. Şirketlere ihracat destekleri verilerek dampingli ürünleri dünya pazarlarına büyük karlarla satmaları sağlandı. Gelişmekte olan ülkelerdeki insanların, gelişmiş ülkelerin çiftçileri kazanıyor zannetmeleri sağlandı. İndirilmiş gümrüklerle, yok edilmiş devlet kurumları ile gelişmekte olan ülkelerin pazarları artık gelişmiş ülkelerin şirketlerinin talanına hazır hale getirilmiş idi. Bunlara itiraz edenler ise “Siz hangi dünyada yaşıyorsunuz?” diye azarlandı. Fiyat sıçramaları olayının tetiklenmesinde ABD’nin dünya patronluğunu sürdürme kaygıları önemli oldu. ABD’de mı ABD tahıl devleri devletin desteği ile Amerikalı çiftçiden ucuza kapattıkları buğday ve pirinci yüzde 26 dampingle satıyorlar. sır üretiminin son birkaç yıldır beşte biri etanol üretimine gidiyor. Etanol bildiğimiz alkol. Bu ise benzin yerine kullanılıyor. Bu politikayı destekleyen George W. Bush’tur. ABD Irak petrollerine el koydu ama Irak’taki varlığını garantili görmüyor. Etanol üretimi ile Orta Doğu petrollerine bağımlılığını azaltmaya çalışıyor. Brezilya’yı da şeker kamışından etanol üretmeye teşvik ediyor. Temelde ABD hegemonyasını sürdürmeye dayanan bu strateji doğayı koruyoruz diye pazarlanıyor. Aslında ABD Tarım Bakanlığının bir raporu bile mısırdan elde edilen etanolün doğayı koruma bağlamında hiçte bir işe yaramadığını ortaya koyuyor. Çünkü mısır üretiminde de petrol kullanılıyor. Mısırdan etanol üretilirken karbondioksit de açığa çıkıyor. “İşte bu noktada etanolün yeşil etiketi kararmaya başlıyor”. Cornell Üniversitesinden Davit Pimentel “biyoyakıtlarla uğraşmak boşuna zaman kaybı ve bizi aslında yapmak istediğimiz şeyden, çevre korumadan saptırıyor” diyor. Kimyasal gübre ve ilaçların da çoğunun petrolden üretildiğini unutmayalım. Mısırdan etanol üretirken de enerji kullanıyorsunuz. Bir depo etanolü üretmek için gereken tahılın bir kişinin bir yıllık yiyeceği olduğu he saplanıyor. Brezilya’daki şeker kamışına dayalı etanol ise enerji hesabında daha iyi ise de yeni tarım alanları açmak için yağmur ormanlarının yok edildiği biliniyor. Bu ise yeni bir felakete gidiş demek. Mısır; hayvan yemi, insan yiyeceği ve mısır şurubu üretiminde kullanılıyor. Etanole giden üretim arttıkça, mısır fiyatı artıyor. Mısır ekim alanı artınca buğday ekim alanları azalıyor. Bu defa buğday fiyatları da artıyor. Mısır, buğday fiyatları artıkça pirinç fiyatları da bundan etkileniyor. Kısacası ABD’nin etanol üretme çabaları sadece büyük şirketlerin bir avuç hissedarı çıkarına çalışan ABD hegemonyasını sürdürebilmek için. Yoksa çevreyi korumak gibi bir amacı yok. Son fiyat artışlarının dünya açlarına yeni bir yüz milyonun daha ekleyeceği Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı tarafından tahmin edilmektedir. Hızlı fiyat artışları Kazakistan, Rusya, Ukrayna ve Arjantin’in buğday ihracatını yasaklaması veya kısıtlamasına yol açtı. Benzer şekilde Çin, Endonezya, Vietnam, Mısır, Hindistan ve Kamboçya aynı şeyi pirinçte yaptılar. Endüstriyel tarım dediğimiz kimyasal gübreye, ilaca dayanan tarım sistemi petrolle çalışıyor. Adeta biz petrol yiyoruz. Bu ise tarım topraklarının verimsizleşmesine yol açıyor. Otomobillerin artışı, tarım topraklarının işgali vb. birçok olay küresel ısınmanın da etkisi ile dünya buğday ve pirinç stoklarının her yıl biraz daha azalmasına yol açıyor. Çin ve Hindistan’da orta sınıfların refah artışı daha fazla pirinç ve et tüketimine yol açıyor. Daha çok et tüketimi ise hayvan yemi için daha çok mısır ve buğday kullanılması demek. Diğer yandan petrol fiyatları arttıkça endüstriyel tarımda üretim maliyeti artıyor. Ürünleri taşımak için de gene daha fazla masraf yapılıyor. Türkiye dâhil birçok ülkede tarım ürünlerinde gümrükler dünya Ticaret Örgütünün, Dünya Bankasının ve IMF’nin etkisi ile düşürüldü. Üretimi teşvik eden sistemler yıkıldı. Tarımsal devlet kuruluşları, işletmeleri özelleştirildi. Kısacası ABD pirinci, buğdayına muhtaç bırakıldık. ABD tahıl devleri devletin desteği ile Amerikalı çiftçiden ucuza kapattıkları buğday ve pirinci yüzde 26 dampingle satıyorlar. Yani iç pazardaki maliyetinin altına satıyorlar. Damping aslında Dünya Ticaret Örgütüne (DTÖ) göre yasak. Ancak nerede ise ülkeler ABD’yi şikâyet etmeye çekiniyorlar. Aynı ABD, Türkiye yerli pirincini biraz korumaya kalkınca hemen DTÖ’ye şikâyet etmiş idi. Bütün bu saydıklarımız gıda krizinde önemli etmenlerdir, ancak son bir konu var ki, bu görülemez ise olay çok eksik kalır. Bu da finansal fonların, hedge fonların tarım ürünlerine kayışıdır. Dünyada çoğu gelişmiş ülkelerde oturan ve elini hiç buğdaya veya pirince değdirmeden borsalardan bilgisayarlarının başında gelecekte gerçekleşecek alımlar ve satışlar yapanlar var. Konut borsası artık işe yaramıyor. Bunlar da yeni av alanları olarak gıda ürünlerini seçtiler. Bu çevreler koşullar uygun olduğunda istedikleri rüzgârı estirebiliyorlar. Bazı tahminlere göre yatırım fonları dünyanın önemli ürün piyasalarında ticareti yapılan buğdayın yüzde 5060’ını kontrol etmektedir. Bir firmanın tahminine göre yatırımcıların pirinç veya buğday gibi, ürünü fiziksel olarak hiç alıp satmadıkları, yalnızca fiyat hareketleri üzerine bahisler yaptıkları future market piyasalarında dönen spekülatif para 2000 yılında 5 milyar dolar iken, 2007’de bu 175 milyar dolara çıkmıştır. Açlar dünya kentlerinin sokaklarında gösteriye başladıkları şu günlerde bütün bu sistemden kâr eden büyük dünya tarım şirketleri yöneticileri ellerini ovuşturuyorlar. Çünkü karlar bu yıl inanılmaz ölçüde arttı. Örneğin 2006 yılına göre değişik şirketlerin kar artışları şöyle: Cargill yüzde 36, ADM yüzde 67, Monsanto yüzde 44. Bütün bu sorunlar küreselleşme adına bir avuç yerli yabancı para babasının toplumlarımıza dayattıkları zorbalıkların sonucudur. Serbest piyasa diye devlet kuruluşlarını özelleştirip yerine Amerikan gıda tekellerinin hegemonyasına yol açan, köylünün tohum satmasını yasaklayan bu anlayışın gelip tıkandığı nokta budur. Şimdi gelişmekte olan ülkelerde halk protestoya başlayınca korkudan soğuk terler döktükleri anlaşılıyor. Acele bir şeyler yapmaları gerekiyor. Ama ne yapacaklarını bilemiyorlar. 20