26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

BİR FRANSIZ DİVASI: ISABELLE HUPPERT Kırılgan rollerin ‘antistar’ı ? ‘‘Oyunculuk bence olağanüstü etkileyici bir iksir, ayrıca da büyüleyen bir zehir. İnsan oynarken yorumunun dışındaki her şeyi unutuyor, bir tür özel algılamama evresine geçiyor. Organik bir durum bu. Oyunculuk içinizdeki bir şey, bence sonradan oyuncu olunamaz, oyuncu doğulur’’ diyor Fransız sinemasının güçlü, başarılı aktrisi Isabelle Huppert (51). Madame Bovary ASLI SELÇUK Genellikle kurban, kaybeden rollerinde izlediğimiz Huppert bu ince, kırılgan, şaşırtıcı karakterleri daima alabildiğine inandırıcı, azimli bir yorumla yansıtıyor. Versailles Konservatuarı’nı bitirip önemli tiyatro adamları Antoine Vitez, Robert Hossein’le çalıştıktan sonra 16 yaşındayken ‘Faustine et le bel ete’ (Faustine ve Güzel Yaz/1971) filmiyle sinemaya geçti. ‘‘Sinemaya adım atmadan önce kendime sayısız sorular sordum. Önümdeki modeller Jeanne Moreau, Catherine Deneuve, Romy Schneider’di. Bendeki özelliklerse onlarla hiç mi hiç bağdaşmıyordu. Özgün formülümü kesinlikle bulmalıydım. Oyunculuğun en iyi yolu, başkalarına öykünme eğiliminden sıyrılmaktan geçiyor’’ diyerek yorumculuğunu özetleyen Huppert’i Bertrand Tavernier unutulmaz ‘Le Juge et l’Assassin’de (Hâkim ve Katil/1976) oynatır, bu rol de ona yılın en umut veren oyuncu ödülünü getirir. Uluslararası alanda ünlenmesini iki filme borçludur: Claude Goretta’nın ‘La Dentelli?re’iyle (Dantelci Kız/1977), Claude Chabrol’ ün ‘Violette Nozìre’i (Zehirli Çiçek/1977). Her iki çalışmasıyla sinemadaki yerini adamakıllı sağlamlaştırır. ‘Dantelci Kız’la ilgili değerlendirmeleri şöyledir: ‘‘Dik bir yarın kıyısında gözlerim kapalı yürüdüğüm sahneyi anımsıyorum da, bence bu sahne oyunculuğu betimleyen en vurucu metafor. Karakter körlüğünün içinde ilerler, kördür fakat sağduyuludur. Yolda ona rehberlik edilmesine izin vermelidir. Böylesi rollerde kesinlikle başarabilme inancınız tam olmalı, yönetmeninize eksiksiz güvenmelisiniz. Rollerimi seçmezden önce uzun, acılı bir kararsızlık dönemi yaşarım. Bunda çekilecek filmin ve yönetmenin etkileri büyüktür. Karardan sonra sancılarım yatışır, böylece rol benden tümüyle çıkıp bağımsızlaşır’’. Violette’deki yorumuyla Cannes’da en iyi kadın oyuncu ödülünü alır, olağanüstü bir Violette’dir, izleyeni şaşırtan bir gerçekliktedir yansıttığı. Filmdeki mekanların boyutlarını, eşyalarla olan ilişkisini, zamanı duyurmayı tüm varlığına geçirmiştir. Biblo zarifliğindeki sıradan katil yorumundan sonra Chabrol’ün fetiş oyuncusu olur, onunla ‘Une affaire de femmes’ (1988), ‘Madame Bovary’ (1991), ‘La Ceremonie’ (Seremoni/ 1995), ‘Merci pour le chocolat’ da (Sıcak Çikolata/1995), ‘L’ Ivresse du pouvoir’da (2006) çalışır. İlk uluslararası çalışması Michael Cimino’nun ‘Heaven’s Gate’idir (Cennetin Kapısı/1980). Aranılan isim ‘‘Birlikte çalıştığım yönetmenler, öncelikle Chabrol, bana karakter olgusundan tümüyle sıyrılma özgürlüğü tanıdılar. Belirledikleri karakteri oynamamı, buna göre kendimi hazırlamamı isteselerdi asla komedyen olamazdım. Komedyenlik herşeyden önce kendi özgürlüğünün çoraklığına gönüllü olmak demektir. Oynamak bana göre eksiltmektir arttırmak değil. Davranışlar ve sözcüklerle doldurulan bir boşluk, bir zevktir. Oyunculuk insanın kendini yalıtması, yaşamla ilintisini koparmasıdır’’ diye oyunculuk anlayışını tanımlayan Isabelle Huppert böylece tecimsel olmayan projelerin aranılan adı oldu. Onu, André Téchiné’nin ‘Les soeurs Bronte’ (Bronte Kardeşler/1979), JeanLuc Godard’ın ‘Sauve qui peut la vie’ (Herkes Başının Çaresine Baksın/1979),‘Passion’(1982), ‘Maurice Pialat’ nın ‘Loulou’ (1980), Mauro Bolognini’nin ‘La Vera Storia della Signora delle Camelie’ (Kamelyalı Kadının Gerçek Öyküsü/1981), Joseph Losey’in ‘The Trout’ (Alabalık/1982), Marco Ferreri’nin ‘La Storia di Piera’ (Piera’nın Öyküsü/1984), Andrzej Wajda’nın ‘Les Possédés’ (Ecinniler/1988), Hal Hartley’in ‘Amateur’ (Amatör/1994), PaoloVittorio Taviani’nin ‘Le Affinita elettive’ (1996), Michael Haneke’ nin ‘La Pianiste’(Piyanist/2000), ‘Le temps du loup’ (Kurdun Günü/2003) filmlerinde izledik. Bu birbirine hiç benzemez çalışmalarda çok değişik yorumlarıyla izleyicinin karşısına çıkan Huppert her oyununda yoğunluk, belirsizlik, hüzün gibi duyumsatmayı sevdiği şeyler olduğunu da vurguluyor: ‘‘Louis Feuillade sinemayı uyuyan bir prensese benzetirmiş. Rollerde uyuyan prensesler gibidirler, sürekli içinizde uyurlar. Her yeni öneriyle hızla yüzeye çıkarlar, her defasında da bana varoluşçu, heyecanlı bir serüven yaşatırlar’’. Onun narin, kırılgan yapısının içinde çok yönlü usta bir yorumcu saklıdır, Masum, saf, incinebilir karakterlerin yanısıra gizemli, sert, acımasız Kişiliklerde de aynı yoğunlukta başarılıdır. Sinemayı duvarlarında gölgelerin devindiği gizemli bir mağaraya benzetiyor Isabelle Huppert: ‘‘Sinema benim ilerlemek için kullandığım bir kalıp, izini sürdüğüm bir yanılsama değil. Kimi zaman ondan daha güçlüyüm diye düşünüyorum, onun beni kullanmasından çok ben onu kullanıyorum’’ 20. SAYFA 25. ULUSLARARASI İSTANBUL FİLM FESTİVALİ
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear