27 Kasım 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

10 AĞUSTOS 2003. SAYI 907 Amerika'da cezaevlerindeki insan sayısı giderek artıyor, sürekli yeni cezaevleri açılıyor. Çünkü dünyanın devi, cezaevlerini büyük kazanç kapısı olarak görüyor. Bu yüzden ucuz işgücü için suç teşvik ediliyor, cezalar ağırlaştırılıyor. kck nüfusun yaklaşık olarak yüzde 80'i sabıkalı. Çok sayıda insan mahkumiyetleri yüzündenoykullanamıyor. Üniversiteeğitimi için parasal yardım almaları da önlenen bu insanların çoğıı etnik azınlık gruplarından. Ceza sistemindeki cn son gelişmelerden biri hapishanelerin özelleştirilmesi oldu. UluslararasıAfÖrgütü'negöre:"Devletler, matiyetleri düşürmekiçin artanbirbiçimde çeşitli tesislerin ve sağlık gibi hizmetlerin yönetimini özel firmalara devrediyor. Bunun sonucu hapishaneler, yarattıklan büyük kârlarla Birleşik Devletler'de en hızlı büyiiyen iş alanlarından biri oluyor." Bu endüst ride kâr etmek, hücrclcrin insanlarla dolıı olmasına bağlı. Bu yüzden cezaevlerine düzenli bir mahkum akışı gerekiyor. Özel cezacvi işletmeleri kâr edebilmek için yüzde 9095 dolulukoranını tutturmak zorundadır. Hapishanelerdeki mahkumlara doğrudan veya aracıları yoluyla i§ veren şirketler arasında AT&T, Bank of America, Boeing, Chevron, Costco, Dell Computers, Eddie Bauer, IBM, Microsoft, and Starbucksgibi tanınmış büyük şirketler var. Cezaevlerinin özelleştirilmesi hakkında Texas'ta Aralık 1996 yılında yapılan bir konferansınbroşüründeşunlaryazıyordu: "Tu tuklamalar ve mahkumiyetler sürekli artarken kazanılabilecek kârlar var suçlardan kazanılacak kârlar bıınlar. Siz de patlama yapan bu endüstride şimdiden yerinizi alın". üeniz aşırı ülkelerde az ücretlerle sağhksız koşullarda işyerleri açmaktansa, yurt içindeki mahkum insanların emeğini kullanmak hem daha kolay hem daha ucuz. Cezaevlerindeki tutuklu insanların saati 45 sentten günde 9 saat çalıştmlmaları yaygın bir uygulama. Bu yolla üretim yapan şirketler şimdi ürünlerineövünerek "Amerikan Malı" etiketinidetakabilmektedirler. Özel şirketlerin maliyetleri düşürmede daha güçlü çıkarları olduğundan, içerdeki insanlara kötü davranmaları ve onları kötü yaşam koşullarına mahkum etmeleri daha yüksek bir olasılık. Personel, mesleki eğitim, sağlık, eğitimverehabtritasyonprogramları vehatta yiyecek ile ilgili harcamaları azaltmaya gi rişebilirler. Hem Uluslararası Af Örgütü hem de tnsan Hakları îzleme Örgütü özel cezaevlerinde mahkumlara fiziksel eziyet uygulandığınıbelgelemişdurumdalar. Birleşik Devletler hükümeti sadece ceza yasalarını sertleştirerek cezaevlerinin dolmasına yardım etmiyor, aynı zamanda kullanıcılarınıhapishaneyedüşürenuyuşturucuların sağlanmasında da hükiimetin parmağı var. Bunu görmek için Irankontra skandalınabakmakyeterli. David McGrow, Derailing Democracy: The America the Media Don't Want You to See (Rayından Çıkan Demokrasi: Medyanın Görmenizi Istemediği Amerika) adlı kitabında Merkezi Haber AlmaÖrgütü'nün (CIA) kongreninyasağını delerek Nikaragua'daki karşı devrimcüere yasal olmadığı halde para desteği sağlamak için Birleşik Devletler'e tonlarca kokainin sokulmasına nasıl göz yumduğunu, hatta bu işi nasıl desteklediğini de anlatıyor. Bu durum, tam da uyuşturucu kullanıcıları ve pazarlayıcılarının pahalı beyaz tozu küçük "krak' külçelerine çevirerek ucuzlatmaya çalıştığı bir zamanda Los Angeles şchir merkezinde büyük miktarlarda kokain dağıtımınayolaçtı. 1980'lerve 1990'ların ilk yıllartnda da CIA, Afganistan'da Sovyet destekli hükümete karşı savaşan Mücahidin adlı isyancı grupları haşhaş ekiminde desteklemişti. CIA bu ülkede sadece eski müttefikimiz Usame bin Ladin gibi militanlar yetiştirmekle kalmamış, aynı zamanda ülkenin haşhaş üretimini büyük oranda arttırmaya zemin hazırlayan siyasi koruma ve lojistik yardımı da sağlamıştı. Rogue State adlı çalışmasında Blum'un yazdığına göre, CIA'nin Afganistan'daki bu operasyonu tahmini olarak Birleşik Devletler'de bir yılda tüketilen eroinin yarısını, Avrupa'daki yıllık tüketiminse yüzde 75 'ini karşılamıştı. Anlaşılanoki 1980'lerdeki "Uyuşturucuya Karşı Savaş " Devamı arka sayfada Sanal demokrasi ve hapishanesi ABBAS KARAKAYA Ben bunu yazarken Amerikan bayraklarıyla sarılmış durumdayım. 11 Eylül 2001'deki terör saldırılarından bu yana, tüm Birleşik Devletler'de milliyetçilik yeniden diriliyor gibi. Tam sayfa gazete ilanlarında, araba satıcılarınm bürolarının camlarında ve başka bir sürü yerde "Tanrı Özgür insanların Ülkesi Amerika'yı Kutsasın " yazısı görünüyor. Birleşik Devletler hâlâ Afganistan'da "Ayın Düşmanı" Usame bin Ladin'i yakalamak için savaşıyor. Önceki Amerikan başkanı Bill Clinton'a göre: "Amerikalılarterörünhedefî oluyorlar, çünkü biz barış ve demokrasiyi geliştirmeye çalışıyoruz." Özgürlük, barış, demokrasi. Bu sözcükler, bir kâse alfabe çorbasının içindeki harfler gibi kafamda dönüp duruyor. tşin gerçeği Birleşik Devleder'de sahip olduğumuz şey, "sanal demokrasi"den başka bir şey değil. Elimdeki Oxford Essential sözlüğünün 1998 baskısına göre sanal "bilgisayar yazılımı ile duyularımıza gerçek gibi gelen imaj veya ortamların yaratılması" anlamına geliyor. Bu tür bilgisayar programları çoğunlukla uçak pilotlannın similasyonlu uçuş eğitimlerinde ve Savuntna Bakanlığı'nda savaş oyunları oynamak için kullanılıyor. Yazar Urvashi Vaid şöyle söylüyor: "Sanal gerçeklikte hiçbir şey gerçek değildir, fakat biz gerçekmiş gi bialgılanz". Birleşik Devletler hükümeti, Birleşik Devletler'in özgürlük vedemokrasinin zirvesinde, taklit edilmesi gereken bir ulus olduğuna milyonlarca insanı ikna etmekte gerçekten mükemmel bir iş kotarıyor. Bu kitle iletişim araçları tarafından yaratılıp sürdürülen aldatıcı bir dış görünüş. Birleşik Devletler, bilgi alanındaki tek süper güç olarak dünyanın en çok film, televizyon programı, kitap, dergi vemüzik üretip dağıtan ülkesi. Yüzden fazla ülkede Birleşik Devletler Bilgi Hizmet Kütüphanesi var ve tekbaşına Amerika'nın Sesi Radyosu milyonlarca dinleyiciye ulaşıyor. Birleşik Devletler, özgürlük, demokrasi ve barış kavramlarınm, adeta en yakın bakkaldan alınabilecek mallarmış gibi seri üretimini yapan bir propaganda makinesi. Lise yıllarımdaki Birleşik Devletler tarihi derslerinde, üzerinde eski başkanların fotoğrafları olan bir posteri uzun uzun seyrettiğimi hatırkyorum. Posterdekiifadesiz beyaz yüzler adeta birbirlerine karışıp tek bir yüz oluyorlardı. Hep birlikte bu yüzler dayatmacı bir dünya düzeninin sembolüydü. Bendeki sözlük, demokrasiyi "kitlelerin, genellikle seçilmiş temsilciler aracılığıyla kendi kendini yönetimi" olarak tanımlıyor. Ayrıca demokratik bir hüküme tin "toplumsal eşitlikten yana" olması beklenirmiş.Nevarkihalihazırdaoyhakkma sahip Amerikan vatandaşlarından yarıstndan daha azı bu haklarını kullanıyor. Oy kullananlara, nihayetindebirbirinden pek defarklı görünmeyen iki seçenek Cumhuriyetçiler veya Demokratlar sunuluyor. Temsilciler Meclisi'nde bir yer kapabilmek için bir adayın 500 bin dolar, senatodaki bir yer içinse 5 milyon dolar bulması gerekiyor. Amerikan başkanlığı ise şimdilerde 100 milyon dolara gidiyor. Politika çok büyük bir ticari yatırım ve hep böyle olagelmiş. G. Washington zamanın mülti milyoneriydi. O zamanlar sadece toprak sahibi beyazların oy kullanmasına izin verilirdi. Şimdi ise daha çok sayıda Amerikalı oy kullanma hakkına sahip, ancak hakka sahip olmak, hakkın kullanıldığı anlamına gelmiyor. Birleşik Devletler'in üzerinekurulduğu, henüz gerçekleştirilmemiş olan düşü seviyorum, fakat ne var ki Amerika hiçbir zaman "gerçek" bir demokrasi olmadı. Umut ediyorum ki bir gün olacaktır.#
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear