Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
28 MAYIS 2000. SAYI740 bağlı duruyorbu gemilerin. Selim San'ın deyimiyle, nasıl terk edilmiş bir ev gittikçe dökülurse, gemi de öyle dökülüyor. San'a göre, "Zaten gemi, personelinin çıkttğının ertesi gunü dökülmeye başhyor." örneğin Hellas... 20 yıl yatıp gelmiş Aliaga'ya. 1930'luyıllardalngilizyapımıolan geminin öyküsü de ilginç; Hellas' ın ait olduğuşirketinbirgemisi, 1965yada66'da Girit'te batar, 3 50 kişi ölür. O günün Yunan hükümeti el koyunca şirket iflas eder. Gemiler de bankalara olan borçtan dolayı bir yerebağlanır. BürokrasiaynenTürkiye'dekigibiolduğundan gemileröO'lıyıllardan 89'akadar Yunanistan'ademirlenirler. Son limanı Ailağa olan bu gemilerden Athinai 'de, hem de demirli olarak çürüdüğü yerde, Raise The Titanic diye bir film çevirir Amerikalılar. Film seti olarak kullanılan bu gemiyi, Selim San şöyle anlatıyor: "O film Türkiye'de de oynatıldı. Gemi sanıyorum 1926'da yapılmış. Tipi de Titanic'i andınyor. Burunkısmı, kaptanköşku, ön güvertesi ve içinin dekorasyonu Titanic'ten fazla farklı değil. Ben geminin içine girdim, her tarafa yemyeşil beton püskürtülmüş. Denizin dibinde kalmaktan yosunlanmış izlenimi vermek istemişler. Geminin burnunda da Titanic yazıyordu. Gemi, film çevrildikten sonra da yedisekiz yıl yatmış. Yangın da geçirmiş." Terk edilen gemilerle ilgili bir başka gerçek ise, soyulmalan. Selim San, "Vandalizm, denizde büyük kanundur" diyor. Bir gemi bırakıldıy sa, demir attıysa, hatta karaya oturup personeli içinden çıktıysa hemen soyarlar gemiyi. Selim San, bunubahkçılann da, denizcilerin de, madencilerin de yaptığını belirtiyor; en son da hurdacılann. Yani, "Gemi öyle veya böyle soyuluyor". Hatta soyulmasın diye içine konulan bekçi satıyor geminin içindekileri. Şirketin kendisi bile, başka bir gemisinde kullanmak için soyuyor gemiyi; mobilyasını alıyor, gemiyi boşaltıyorhurdayavermedenönce. Son limana "çalışırken gelen" gemiler ise bambaşka bir olay; gemi, her şeyiyle gelir ölüme; daha capcanlıyken; diri diri gömülmek gibi. Heniiz seferdeyken, sahibi hurdacıya satar gemiyi vetelsizlepersonele emir verir, "Git Aliağa' ya hurdacıya teslim et" diye. Gemi, mürettebatıyla gelir son limana. Tıpkı Dalaman şilebinde olduğu gibi .Selim San, Al iağa'da geminin içine girdiğinde çay ocağmın hâlâ kaynadığını görür. Personel, gemiyi ağlayarak terk eder." Böyle gemileri personeli getirmek istemez" diyor Selim San, "Gemiyle gemici arasında bir bağ vardır ". Eğer gemi, son seferine çalışarak gidecekse, başka gemilerin personelinden toplama bir murettebat bulurlar ve başka bir kaptan gemiyi hurdaya götürür. Kendi kaptanının vicdanı elvermez gemisini son limana götürmeye. Selim San'ın dediğine göre, bazı armatörler de gemiyi kasten hurdacıya satarlar. Bunun dünyada örneklen çok görülür. Çünkü armatör, kendi gemisinin, başka bir armatörün elinde başka bir baca forsuyla çalışmasınıistemez;"Bugemibenlebaşladı benle bitsin" düşüncesiyle. Bu, özellikle büyük yolcu gemilerinde böyledir. BAŞKENT GUNLERİ Bu da işkence değil mi? MÜŞERREF HEKİMOĞLU Hatıra diye diye... Selim San, Dalaman şilebiyle ilgili anılannı anlatırken, özellikle bir olayın kendisini çok etkilediğini belirtiyor. Murettebat gemiden inerken kızar armatöre; "Nasıl kıydınbugemiye.nasılsattın" diyeahvah eder. En son kaptan iner gemiden. O da geminin çanını hatıra olarak alır. Selim San'ın dediğine göre, bu bir gelenektir, kaptana bir jest. Her nekadar gemileri çok seven bir kişi olarak son liman kendisine hüzün verse de, Selim San da kendi deyimiyle "artık kasapgibi" olmuştur/'Neyürütebilirim" diye bakar gemiye; fazla üzülmez. Ancak bir olay tüylerini diken diken eder; "Murettebatterkettigemiyi. tzmir'edönecekler ve şirketin başka gemisiyle devam edecekler, işsiz kalmıyorlar yani. En son otobüse bindiler, hurdacı geldi kapıyı açtı, 'Hakkınızı helal ediyor musunuz?' dedi, 'Helal olsun' diye otuz kişi birden hep bir ağızdan bağırdı ve onlar gitti. Ondan sonra akbabalar gıbı, başta ben olmak üzere, hepimiz, hurdacılar falan geminin içine doluştuk ve ben plaketi sökmeye başladım." Hurdacılar, Selim San'ı çok seviyorlar. Bütün gemileri tanıdığı için, yeni gelen bir gemi oldu mu, San hemen evindeki arşivinden geminin planını bulup götürüyor. Onlara geminin tarihçesini anlatıyor ve kendi anlatımıyla "çok da anlarmış gibi", "Oo, san bakırçok, iyi para kazanacaksınız" diyor. Selim San, herçektiğı fotoğraftan birer tane de hurdacılara veriyor. Gemi merakı beş yaşında başlayan, bugün 48 yaşında hâlâ tutku halinde devam eden Selim San'ın, çocukluğunda Izmir Kordon'daki evinden körfez vapurlannın kaptanlarıyla "ışık ve düdük" aracıhğıyla işaretleşmesinden tutun da, evinde sis düdüğünü çaldığı için şaşıran kaptanın rotayı değıştirip kaçmasına kadar pek çok ilginç anısı bulunuyor. Selim San, "Aliağa Son Liman" adıyla açtığı fotoğraf sergısinın ardından, tngiltere 'den gelen foto albüm hazırlaması tekl ifini değerlendireceğini belirtiyor.^ Y San, tutkusunun peşinde topladığı gemi parçalarını evinin duvarında değerlendiriyor... ıllarca önce bir söyleşimizde çocukluğundan, gençliğinden kesitler anlattı bana. Gözleri paıiayarak özetledi sonra: Yaşamıma Atatürk yön verdi. Önce anlamadım, hepimizin yaşam biçimi Atatürk ile oluşuyor çünkü. Laiklik llkesiyle, kadın devrimiyle, eşit haklar, özgürtüklerie. Nermin'in özelliği var. O Türkiye'de değil, Peşte'de tanıyor Mustafa Kemal'i. Basında izliyor, büyük ilgi duyuyor, babası ölünce güç koşullar yaşıyor, aile bütçesi elvermiyor, okumak umudunu yitiriyor. Derken bir haber gazetelerde, eğitim parasız olacak Türkiye'de. Karannı veriyor, ver elini Türkiye. önce izmir Lisesi, Istanbul Hukuk Fakültesi ardından. Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde akademik çalışmalara yönelirken, Fullbright bursunu kazanarak ABD'ye gidiyor 1952 yılında. Dört kişiydiler okyanusu aşan vapurda. Inci Plrinçcioğlu, Vakur Versan, Yılmaz AHuğ ve Nermln Abadan. Geçen hafta Çankaya'da bir yemekte buluştu o dörtlü, eşleriyle birtikte, Beyaz Saray'ın çizgilerini taşıyan ABD elçievinde. Hayli kalabalık bir yemek, kimi konuklar da Fullbright bursundan yararlananlar. ABD'li senatörün kurduğu bursu ülkemizde 3000 kişi değerlendiriyor. Büyükelçi Parisse güzel bir seslenişle Fullbright'ın başan ödüllerini sundu o dörtlüye. "Toplumsal uğraşlan ve akademik araştırmaları nedeniyle" sözlerini taşıyan ağaçtan bir plaket. Bilimsel sadeliğı ve şıklığı var. ABD'li diplomatlar için Ankara'nın özelliği var. VVashington'a dönüşte önemli görevler Cumhuriyeti kuranlar çağdaş bir başkeni öngördü ama... üstleniyor. Buyükelçi Parisse bir süre daha ülkemizde ama Helena Finn Dışışleri'nde, büroya gittim geçen gün. Murat "Global Ölçekte Eğitim Yardımı Yazıcı'nın danışmanlık bürosu. Bölümü"ne atanmış bulunuyor, yakında Aydınlandım, soluklandım bir anda. Başka dönüyor VVashington'a. Bu atama ilginç bir ülkede, başka bir kentteymiş gibi bir yorumlara yol açıyor. Ortadoğu'dan duygu. Her köşesinde sevgi ve özlem var. Uzakdoğu'ya yönelme, diye düşünenler Dışardaki çirkinliğe en güzel tepki bu belki var. Oysa güzel Türkçesi, geniş çevresi ve de. Çirkin bir başkentte güzel bir yaşamın birikimiyle Helena Finn'i geleceğin Ankara özlemini, yaşama sevincıni yeşertmenin elçiliğine yakıştınyor başkentliler. O gizemini yansıtıyor. Miman genç bir kadın, yemekte çok tartışılan bir konu da Ayşe Savaş, belli köşelerde de Fatoş ABD'nin UNESCO'dan çekilmesi. Hayli Yazıcı'nın elleri var. Asıl miman Murat eleştiriliyor. ABD'den, Ingirtere'den dönüş Yazıcı bence. Güzel bir işyerinde çalışmak yolunda bir adım bekleyenler de var ama özlemini gerçekleştiriyor. Atatürk politika o yönde gelişmiyor! Bulvan'nda ya da başka bulvarlarda, Buyükelçi Pulat Tacer'i anımsadım yollarda renk renk tabelalar, kocaman birden. Mesleğinin son döneminde yazılaria ancak gözümüzü kiıietiyor, ama UNESCO'da görevli. Onun da bu konuda belli bir düzen, çağdaş bir görüntü çarpıcı düşünceleri var, bir de armağanı. öngörülmüyor nedensel Ünlü Okurianmız da anımsar belki. Ida Dağı'nın mimarlanmız nerde, neden söz almaz, eteklerindeki Tahtakuşlar Köyü'nden çok sesini duyurmaz acaba? Bizim söz ettim bu köşede. Derken bir mektup gözlerimize batan çirkinlikler, onlann geldi Paris'ten. Buyükelçi Pulat'tan. gözünden kaçabilır mi? Serumlu bitkiler Tahtakuşlar'da kurulacak Etnoğrafya gibi yükselen katlar, ek yapılar, allımoriu Müzesi için UNESCO'ya başvurduğunu, duvariar, turuncular sarılar da bir başka 10 bin dolar aldığını müjdeliyor bana. Ben terorizm yaşatıyor başkentimizde! Kişisel, de Alibey Kudar'a. Geçen gün bireysel çabalarla değişir mi bu? gazetemızde okuyunca çok sevindim, Yitik bilincini nasıl, ne zaman duyacak günde 300400 kişi geziyormuş bu köy başkentliler. Çarpık kentleşmeyi ne zaman müzesini. Yakında ben de giderim belki. düzeltebilecek? ^ Çok rahat yürüyemiyorum ama Ida'yı çok özledim, ona tırmanırken güçlenirim. Kim bilir neler anlatacak bana. Çevre kirlenmesiyle yeşilliği soluyor, doğasını koruyamayanlar için neler düşünüyor kim bilirl Bilgece gülümsüyor belki de! Yüzyıllar boyunca eteklerinde ya da doruğunda yaşananlan düşünüyor, kıyımı, yozlaşmayı, denizi kirleten, yeşili solduran, doğal güzellikleri, kültür variıklanmızı yok eden eylemleri. Kentlerde de neler yaşanıyorl Başkentimiz de nasıl çirkinleşiyor, kirleniyor, paslanıyor! Bayramlar nedeniyle Kızılay'da ya da Kavaklıdere kavşağında oluşan çirkinlikleri, renkli lambalarla oluşan ışık düzenini görmemek için yol değiştiriyor, karanlığı özlüyor insanl Ne yana baksan bir çirkinlik, havuzlar, fıskiyeler, çaydanlıklar diken türü batıyor göze ve yüreğe. Bu da bir işkence değil mi? Ruh sağlığını bozuyor! Dahası tepkisini eyleme dönüştürememenin şaşkınlığı yasanıyor. Başkentin sahibi değil miyiz biz! Niçin sesimizi duyuramıyoruz, bu umursamazlığa niçin sessiz kalıyoruz. Yolumuzu, parkımızı, alanımızı niçin koruyamıyoruzl Çankaya tepesinde, Plot Sokakta bir