Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
19 MART 2000. SAYI 730 nesi çığlıklar, korkular içerisinde son anda yakalayacaktı oğlunu bacağından... tşte bu acının arkasından doğacaktı resim yapmatutkusu..önce yakınlanndaki insanİannportrelerini yapmayabaşlayacaktı Ercümend Kalmık. Annesi,babası,arkadaşlan... Buyüzlerinarkasındaduranduygulan, yaşamöykülerinin izlerini taşıyan ifadelerini geçirmeye çalışacaktı beyaz kâğıda.. Her çizgidebirazdahagörecektikendisini.Sanşın bır Rum kızımn yüreğınde, belleğınde bıraktığı izler dökülecekti kaleminin, fırçasının ucundan... Görecekti ki, hikâyeleri farkh olsa da; hüznün, coşkunun, aşkın, sevginin, dostluğun izleri aynıdır yüzlerde. O ifadeleri kâğıda geçirmek, belgelemek bir keşiftir aynı zamanda. O keşfin ucunda belirecekti yaşam. Her şeye rağmen yaşamanın sevinci, anlamı... Kendini ifade edemeyişin sancısında beliren bu çizgiler, hayata atılan çizgilerolacaktıartık. Bırsevgili uğrunahayatın üzerine çizgi çekilmemesi gerektiği, çizgilerin kuvvetinde, anlamlılığında serpilip büyüyecek, yetkinliğe ulaşacaktı. Varoluşun, o kendini ıfade etmenin dayanılmaz mutluluğuıledonanacaktı içi. Balığagiderken bile kalem kutusunu, boyalannı, kâğıtlannı yanından hiç eksik etmeyecekti. ölüme karşı koymanın gizli silahlanydı resim malzemeleri. Artık hayata her olta atışında, varoluşunun keyfini ona geçiren resmin o şaşırtıcı, coşku uyandıran gizemli çağnsı, rengin derinliklerinde (yoksa deniz mi.. her şey o kadar iç içeydi ki... Biri diğerinden aynlmıyordu) ona yaşamın panltılannı geçirecek ve çok sevdiği denizin sonsuzluk duygusunda umudun, yaşam sevincinin resimlerini yaptıracaktı. Güneşin parıltılanndagökyüzünde yükselen yelkenlilerin direklerinde, balıkçı ağlarının etrafında beliren doğa, Kalmık'ın dünyasının renklerini giyinecek, onun çizgilerinde balığı, tekneyi, limanlan, martılan onun gözleriyle seyredecektik. yorlardı. "Hayır, hayır Ercümend her şeyi halleder" diyordu Emel Kalmık. Ona olan güvenini boş çıkarmayacaktı Ercümend Kalmık. Resim hocalığı, Cumhuriyet ve Tan gazetelerinde, dergilerde illüstrasyon çalışmalar ve ek işlerle ailesi için gerekli parayı kazanacaktı. Ailesininendişesiboşaçıkmıştı. Mutluydular. Resim onlann ortak tutkusu halinegelmişti.Sanatçıdostlanylakurulan sofralar, yenen yemekler, sohbetler, tartışmalar... Aynı gözlerle bakıyorlardı hayata.. Sonra karar verdiler. Paris 'e gitmek gerekti. Sanatın merkezi olan, her gün yeni bir sanat tartışmasımn açıldığı o ortamı solumak, atölyeleri, galerilen gezmek ve eğitimin üzerine butuğlalan döşemek gerekti. Emel Kalmık' ın ailesinın düğün armağanı olan Yeşilköy'deki evi satıp, Paris'e gittiler. Ercümend Kalmık o dönemin en parlak atölyesi olan Andre Lhote'a ve Sorbonne Üniversitesi 'nin Sanat Tarihi bölümüne kaydoldu. Emel'le birlikte büyük bir açlıkla Paris' in ünlü galerilerinı, atölyelerini, müzelerini geziyorlardı durup dinlenmeden. tstanbul'un o dönem içine kapanık sanat ortamından sonra Paris'in sokaklanna, kahvelenne, barlanna dek sinmiş sanatın dinamik yapısı, şaşırtıcılığı, bohemliği, avangardlığı hayatın tüm renklerini bırarada görmek ikisini de büyülemişti. Şiir, roman, resim kokuyorduheryer...Braque, Derain, Jean Paul Sartre, Simone de Bouvar, Argon gibi ünlü isimlerle DomĞ Cafe 'de karşılaşmak, nefis Fransız şarabmı yudumlarken, soluklanırken, sanatı biryaşam tarzı olarak gören, destekleyen insanlann arasında olmak... tşte aradıkları buydu. Onlar da kendi sanat komünlenni kurmuşlardı. Fikret Mualla, Cahit Sıtkı Tarancı, Oktay Rifat, Mehmet Ali Aybar, Ragıp Sanca, Bülent Cimcoz da o tarihte oradaydılar ve sık sık bir araya gelir olmuşlardı. Sık uğradıklan bir yer de Fikret Mualla'nınatölyesiydi.Huysuzluğuvekavgaçıkarmasıyla ünlü Mualla, bu sanatçı çiftı çok sevmiştı. öyle ki Paris'e ılk geldiklerinde atölye evinin kapısını açmış, kendi yer yatağında yatıp, yatağını bile Kalmıklar'a vermişti. Doğru dürüst soba bile yoktu Mualla'nın evinde. Sobanın kandıran sıcaklığında, içilen sıcak şaraplar, birbirlenyle yanşırcasına yapılan resımler, sanat sohbetleri öylesine keyifliydi ki, ısınmak tali bir sorundu onlar için. Havalar iyi olduğunda resim çalışmaları kırlara, sokaklara uzanıyordu. Kırlara çıkıp grup halinde resim yaptıklan bir gün Korsıkalı bir polis bisikletiyle yanlanna yaklaşacak, onlan sual yağmuruna tutacaktı. O gün Mualla da vardı yanlannda. En ufak bir şeyden kavga, olay çıkaran Mualla'nın olması hepsini tedirgin edecek, alttan alarak polisin tüm suallerine yanıt vermeye çalışacaklardı. Onlann bu sınık hali, polisin saldırganlığını artıracak ve yaptıklan resimlere kanşmaya kadar vardıracaktı işi. O gün Mualla dahernedense, alttan almayaçalışmaktadır. Bırden Kalmık'ın sesıgürler"Bırakın oresmidahayaşo!"Tampolisiyollayacaklarken, Kalmık' ın polisi azarlamasıyla hepsi karakoluboylayacaklar, sonundakarakolda işi tatl lya bağlayacaklar ama gruptan kımse bu olayı unutmayacak, iki laf arasında "llişmeyin Ercümend'e aman dikkat ha, Mualla 'dan daha delisivararamızda.."dıye şakalaşacaklardı aralannda... Gözleri rahatsız olmasın diye perdeyi çekmişti Hülya... Kızının en ihtiyacı olduğu yıllarda, yanında olamamıştı ama o ıse yaşlılığında, bakıma ihtiyacı varken; başucundaydı..Acıylakapandıgözlen.Işıkheryandaydı artık, bir şeyler aydmlanıyordu sankı. Güneş geimesin diye çekılen perdenin arasından sızan ışık, bir yolunu bulmuş, o anda Paris'i Tours'a bağlayan etrafı kırlarla kaplı yoldakı, beş bisikletli adamla kendisine* Ercümend Kalmık 'ın göziiyle tstanbul Limanu.. Yd 1969. karyolamn metalini parlatıyor, yansımalarıyla gözbebeklerini acıtıyordu. Gözlerini kırpıştırarak seslendi kızına F.mel Kalmık, "Hülya perdeyi çek lütfen, gözüm yanıyor!". Gözü müydü yanan yoksa yüreği mi! Kaç günlerdir buhastanenin odasındaydı bilmiyordu ama bildiği bir şey vardı; 7 yaşındayken bir sevgili uğruna terkettiği kızı, gençliğinde herkesin yüreğini hoplatan, duru güzelliğini ona hatırlatan, geçmişteki günlerin en belirgin hayali olarak duruyordu karşısında. Aynı zamanda bağışlanmayan hatasının ete kemiğe bürünmüş simgesel bir görüntüsüydü sanki. Hasta yatağında acısını, ıstırabını daha da artıran bu görüntünün karşısında, yaşamak için ne kadar mücadele edecek bilmiyordu. Yıllann hesaplaşmasını, bir hastane odasında vermek.. bunu hiç düşünmemişti. Zaten hayatı boyunca hiçbir şeye uzun uzun düşünerek karar veren bir yapıda değildi. Ercümend Kabnık'laevlenmeye de bir anda karar vermemiş miydi! Bomonti Gazinosu'ndaonugördüğüan, karannı vermişti onunla birlikte olmaya! Madem o Güzel SanatlarFakültesi'ndeydi. Liseyibitirir bitirmez o da Resim bölümüne kaydolacaktı. Kızlann peşinde olduğu birgençti ama olsun, onu bir dakika bile yalnız bırakmayacaktı. Nitekim öyle oldu.. O düğünde yaptıkları bir dansla başladı her şey. Emel Kalmık resim bölümüne kaydoldu. O kadar güzel bir kızdı ki, Akademide lakabı "Butterfly"dı.. öylesine hoş, cilveli ve hoşsohbetti ki, Kalmık o Rum kızından sonraki kadınlara mesafeliyaklaşımınıunuttugitti.EmelKalmık'ın ailesi "resim parasıyla geçinemezsiniz" di Martı bacakları... Yetkm bır ressam olduğunda da deniz ve yelkenliler onun resimlerinde işlediği ana izleklerdenbiri olacaktı. Bizimbildiğimiz denizin maviliğine uzanmayacaktı onun denizi. Lirik soyut bir anlay ışla resmettiği onun denizi, bir renk cümbüşüne bürünüyordu adeta. Sakin denizin dibini süsleyen rengârenk mercanlar, bahklar, yengeçler, yosunlar, midyeler, deniz kestanelen renklerini fırlatıyorlardı denizin yüzeyine. Denizde gezinen kayıklar, tekneler, yelkenliler en albenili renkleriyle hayatın ışığım, rengini, neşesini yayıyorlardı etraflanna. Onun denizi böylesine renkliydi. Tekneler güneşin ışığıyla parlayan gövdelerinden, yaşamın o görünmezparıltısını geçiriyorlardı hayata. Siyahbeyaz özgün baskı çahşmalannda bile Kalmık coşkunun rengini geçirecekti bizlere. Siyahbeyaz o disiplinli, yetkin çizgilerinin eşliğinde siyahın o karanlık, kasvetli havası dağılacak, birçocukarabasındaoyuncaksatan adamın kavalında rengârenk bir dünyanın kapılannı aralayacaktı. Bahklar o bildik pullu giysilerini bir tarafa atacak, onun desenlerinden oluşan bambaşka kıyafetlerle adeta "bir insan figürünün duyarlığında" hayata gülümseyeceklerdi. Martılar uzunbacaklannı sergileyerek, bir kadın edasıyla bakacaktı. Hayata dair her şey enikonu bir yaşam sevincinin içinde, tutkusu olan denizin mavisinı ve başka renklcn de peşıne takarak yeralacaktı resmınde. Portrelerindeıse coşkunun içinde yer alan o hüznün ızlcrine rastlayacaktı.Duygularınkırılabilirliği,birgülümsemenın gizemli havasında belirecekti.. Ama ne olursa olsun o ışığı görebilecektik resimlerindeki anlatımın son noktasında... Güneşin ışığı Cenevre Cantonale Hastanesi'nde yattığı odada başını yasladığı demir Kadınlar ilgileriniesirgemediler Kalmık'tan... O Nü'lerindegizlediyalmzJığtnı...