26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

CUMHURİYET DERGt f stanbul 'dan tsviçre ve Berl in' e, oradan da Paris' e uzanan çileli yaşamının son yıllannı Provence'da bir köyde geçirmiş ve yurdundan, dostlanndan uzak bu bölgenin düşkünlerevinde ölmüş ressam Fikret Muallâ, hırçınlığı, efsaneleşmiş kişiliği ve yaratıcı dehasıyla akl ından çıkmıyordu. Amacı Muallâ'nın yaşamındaki bazı karanhk noktalan aydınlatmak, her zaman yapoğı gibi, iz sürüp belgetoplamaktı. Ressamınölümündençok sonra Paris ve lstanbul'da açılan sergilerde gördüğü tablolan yeşilsan ama çok kederli, yalnızlığı, ölümü çağnştıran birsankırmızı ve mavı, özellikle de mavi birpanltıda, hoş bir renk alacasında kıpırdayıp duruyorlardı zihninde. Fikret Muallâ'nın Paris'te yaşadığı mekânlan görmcklc başlamıştı işe. Sanatçmın savaş sırasında neredey se her gün gıttıği, gece yaptığı resimleri bir şişe şarap karşıhğında sattığı, kışın soba kenanndayer kapabilmek için 'karga bokunu yemeden' yola düşüp daha gün doğmadan kapısından içeriye girdıği Döme Kahvesi'ni örneğin. Bir karakalem deseninde bu kahvenin adını Ingilizce'de 'çöküş' anlamına gelen Doom diye yazdığını biliyordu. Zaten tam yirmi üç yılını geçirdiği Paris onunçöküşüne tanık olmamış mıydı? Parasızlık, alkol, çatı katı ve otel odaları, delıliğe kadar varan vehimlere kapılmalarve SainteAnne Akıl Hastanesi. Muallâ'nın izini surmek için geldiği Paris'te ilk işi SainteAnne'a uğramakolmuştu.' Deli' yaftası yapıştınlan ressamın kapatıldığı yeri görmek istiyordu. Oysa doktorasını yaptığı yıllarda buraya çok yakın bir öğrenci yurdunda kalmıştı Kâmil. Ne var ki, belki de bilinçaltı bir korunma içgudüsüyle, kapısından içeriye adım bile atmamıştı. Sante Hapisanesi'nin yanı başındaydı yurt. Akıl Hastanesi 'yse bir sokak ötede. Pans'te gördüğü, hatta ateşlenince acil servislerine kaldınldığı hastanelerden pek farkı yoktu SainteAnne'ın. Yine de, eski yapılar arasında dolaşırken, koguşlara girip çıkanhemşirelerinherdefasındakapılaniçendenkılitlemelendıkkatiniçekmiştı.Bırde demirparmaklıklar. SainteAnne gerçekte, yüksek duvarlan, bir parka da baksalar içeriden kilitli koğuşlan ve Nuh Peygarnber'den kalmış izlenimi uyandıranmutfakbacasıyla hastane ıle hapisane arasında bir yerdi. Oysa Fikret Muallâ, Kâmil Uzman'ın eski dergi koleksiyonlanndan bulup çıkardığı bir yazısmda, "Ben hürriyetimi çok severim," diyordu. "Bunu naçız sükutumdabulurum. Resim yaparken,ibadetedergibi,sükutu,beynimın tepesinde, saçlanmın tepesinde hissedemezsem, o zaman bilirim ki yanlış birişle meşgulüm ya da işgal edilmişimdır. Bu sırada bana, benim nazanmdaki sanata neler söylemezler; 'lştezavallı yine resim yapıyor. Parakazanacağı yerde boyalarla, fırçalarla uğraşıyor, sonra ekmek parası bulamıyor!' Doğru, bu bezirgânlann haklan var. Resim yapmak, resim yaptırmak zengin cemiyetlerin lüksüdür ve ben leblebiciler arasında bir ucubeyim. Ben bukitle içinde onlarca deliyim." Sanatçı işte bu odada, genellikle geceleyin bir çırpıda kâğıt üzerine yaptığı resmi ertesi sabahkolruğuna sıkıştınyor, Döme'auğramazsa Buci Sokağı 'nın yolunu tutuyor, orada Seine Nehri 'nin sol yakasındaki galerilere birkaç kuruş, bazen de bir yemek karşılığında yapıtını satmayaçalışıyordu. Butarz yaşadığı ve çalıştığı için ilk kişisel sergisini ancak Diana Vierny'nin önayak olmasıyla 1954'te, Paris'e gelişınden tam on dört yıl sonra açabilmıştı. Ve sonunda, aç kalıp metro koridorlarında izmarit toplama pahasına daolsa,kendıniParis'tekisanatçevrelerine kabul ettırmeyı başarmıştı. Ne varkı yaşamına bir düzen veremiyor, alkolizmin smırla nnda dolaşmayı sürdürüyordu hâlâ. Ne yeni taşındığı sağ yakadaki otel odasında, ne de felç geçirip ölümün kıyısından döndükten sonra yerleştiği' koruyucu meleği', koleksiyoncu Madam Angles' in evinde rahat edebiliyordu. Gölge pek koyu değildi belki, ama Cezanne bu bölgenin çocuğuydu. Alışıktı yakıcı güneşe. SaınteVictorie Dağı'nı boyamaktan bıkıp usanmıyordu bir türlü. Tıpkı Fikret Muallâ gibi. O da bu yöreye gelip demir atmış, Akdeniz'in ışığında evleri, ağaçlan, kıyıda ağlannı ören balıkçılarla Camargue köylülerini, mavi fonda kısa kesilmiş saçlan, çivit mavisi bakışlan ve olmayan gözleriyle devinip duran çıplak kadınlan evet, hele onları! balık lokantalanyla barları, mor tezgâhlı pembe, sarı, mavi, yeşil kahveleri, o kahvelerdc üst üste yuvarladığı şarap kadehleriyle yalnız ve mutsuz insanlan bıkıp usanmadan, kendini hırpalarcasuıa resmetmişti. Yolda, isteristemez, Muallâ'nın bir dostuna gönderdiği mektupta CĞzanne hakkında söyledikleri gelmişti aklına: "Provence olağanüstü güzellikte bir bölgedirbüiyorsunuz.OrayagidipBabaCezanne' ın yaşadığı ve resmettiği yerleri tavaf etmek istiyorum." Demek ki Cezanne'ın yaşadığı, yüzlerce Onlarca deliden biıi Yazar Nedim Gürsel'in Can Yayınları'nca yayımlanan romanı "Resimli Dünya", tarihle bugünün iç içe geçtiği bir yapıt. Okuyucu öykülere tablolar aracılığıyla ulaşıyor. Gürsel'in roman kahramanı Kamil Uzman, Fikret Muallâ ve onun öyküsünü de anlatıyor. Biz de bu bölümü sayfalanmıza F. Muallâ'nın resimleriyle aktardık... Resimli Dünya F. Muallâ 'yı da anlatıyor. tablosunu yaptığı bu bölge, arabanın camından hızla geçen bu mavi yeşil manzara Fikret Muallâ'nın Kâbesi'ydi. Ne yazık ki bu ıstediğini gerçekleştirememişti ressam, Cezanne'ın cografyasını keyfince tavafedememişti. Yaşamının son dört yılını geçirdiği Reillanne 'da parasız ve yalnızdı. Yaptığı tablolann tümünü, ona düzenli birçalışma ortamı sağlayan Madam Angles'e vermek zorundaydı. Üstelik ayaklannı felç yokluyordu arada bir, aylarca köy kahvesine bile inemediği oluyordu. Hem Muallâ'nın Kadıköyü'nde, 'Bakla Tarlası'nın yanındaki evde başlayıp Khamil'in az sonra varacağı Reillanne Köyü'nde sonbulan serüveni birhazin türküydü, Cezanne'ınki gibi durmuş oturmuş, sakin bir küçük burjuva yaşamı değil. Zaten iç dünyasının renkleri, karmaşası, kendiacılanydıdoğadaaradığı.Onuntablolanndanortayaçıkarak,Cezanne'ınkilerden olduğu gıbı bir Provence topografyası oluşrurulabileceğini hiç sanmıyordu Kâmil. On beş yaşında yıtirdiği annesi Nuber Hanım'ın ölümünden bu yana, belki gerçekanlamdabirsevgılısıolmadığından,Berlin'de öğrencilikyıllanndaâşıkolduğukız,ayağındaki sakathğı yüzüne vurduğundan ya da kimbihr dört yaşına dek kız çocuğu gibi saçı uzatılıp etek gıydırıldiğinden, evet şu kahro
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear