27 Kasım 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

G Ü N L ÜK S A L A H B İ R S E L lımı kıpırdatmamıştım. Ben hiç koku almam, dedi. Hiç değilse üç yıldır bu gibi hoppalıklarla ilişkimi kestim. Ben çok iyi duyanm. Benim artık dilim de kırık, belim dc bükük. üeçen gün de Müslim (Çelik) Bostancı'da bir çilkim hanımcli uzatnııştı: "Bu aylarda hanımelleri çok kcskindir." Çiçeği aldım, burnuma yapı^tırdım. Vay, vay, vay... To/unu alıp bir daha burnumda denedim. Nafile... hiçbir şey duymadım. Ama sesiıni deçıkarmadım. Yarım saat elimde avkaladıktan sonra Müslim'den izin aldım: Ben bunu atıyorum. At. Biliyorum, kimileri kokulara karşı duyarlıdır. Hele pis, mendcbur kokuları hemen ilan ederler. Ferit Edgü de Bir Gemide adlı kitabında bunlardan birinin öyküsünü yazmıştır. Gerçek bir koku uzmam. Kokulan en ince ayrıntılarına değin saptamaktadır. Üstelik, yalnız insanlann değil, hayvanların, çiçeklerin, eşyaların, odalann, evlerin, yemeklerin, sokakların kokusunu da keşkekler. Ona göre, her kadının kokusu da başkadır. Saçlannın, enscsinin, koltuk altlarının, gerdanının, memelerinin kokuları da birbirini tutmaz. Kulak içleri başka sığıntıdadır, bıırun delikleri başka yolda. Kadınlan da kokulan için sever. Gelsin ıtırşahilcr, gitsin ıtırşahiler. Durun, koklayacak bir dişi bulamadığında da yatağa uzanıp kendi kendisini koklar. Haa, yalnızlığında fırınlanmış bir kokusu olduğuna inanır. Bir gökdelen. Rcne Char: Kendi üzerine, dünya üzerine bir parçacık yanılgıya düşmeden, daha ilk sözcüklerde bir bönlük kırıntısına toslamadan insan, şiire başlayamaz. 13 Ha/iran 199J ün, dize üzerine döktürdüklerime şuncağızı da eklemeliyim: dize, bir de taze süt demektir. Çıngır çıngır kahkaha ve de hoppala yavrum demektir. Ne var, kimi şairler yaşlandıklannda, hoşnut düştüklerinde dizelerindeki sıkı düzcni iyisinden berkitirler ama, yılların onlardaki taze sütü, canlılığı, yaşam sevgisini alıp götürmesine engel olaınazlar. Bu son yadigâr şiirlerinde çokluk, insan sevgisi de yitmiş olur. Yitmese de bu, artık saçı başı alaztaraz bir sevgidir. Bir başka deyişle larengostenoz'a uğramıştır. Yani gırtlağı daralmıştır. Yalnızlık C arşamba günü Bostancı pazarından dönüyordum ki Taşlıçeşme j Sokağınııı orda demiryolunu boylu boyunca öptüm. llkin BoslancıHaydarpaşa yönündeki rayları büyük bir başanyla geçtimse de, ardından Haydarpaşa'dan Pcndik'e ve daha ötelere koşan demiryoluna tutsak düştüm. iki kolumdaki filelerin içindc ne var, ne yok, topu etrala saçıldı. Düşerken neye uğradığtmı, boyumu posumu nereye yerlcştireceğimi çok iyi biliyordum. Ama yere yapışır yapışmaz ezilmiş muşmulaya döndüm. Tren geliyor. Benden çok, pazara birlikte gittiğim Jale ne yapacağını şaşırdı. Bütün yaşamınca bana kullandığı sevgisiyle üstüme atıldı. Beni kımıldatmaya, ayağa kaldırmaya çalıştı. Ne var, tökezlerken 76 kilo idiysem, artık 176, dahası 276 kiloydum. Tren geliyor. Çevremizdeki insanlar da telaşlanmıştı. Onlar da benim, daha doğrusu Jale'nin yardımına koştu. Bir, ki, üç. Tüm ağırlığımı yere dikey durunıa getirdiler. Bir bölüğü de filedcn dışarıya fırlayan portakalları, patatesleri topluyordu. Perperişandım. Jale perperişandı. Bağdat'ı dolaşarak eve geldiğimizde trenin hâlâ üstümüze üstümüze geldiğini sanıyorduk. Son yıllarda bu düşmeler beni sık sık yokluyor. Hmzırlar, ilk 1988 kasımının haftasında, Taksim'de Atatürk Kültür Merkczi'nin köşesinde selam verdiler, selam aldılar. Jale'y'e Brecht'in Üç Kuruşluk Opcra'sından çıkmıştık. Ulker Köksal da yanımızdaydı. Ben yan sokaktaki dolmuşta onlara yer tutmak için koşarken yine ycrin ölçüsünü aldım. Ama Merkez'in sağ köşesine, ne işe yarayacağı bilinmeden uzatılan iki metre boyundaki zincir cenaplanyla tanışmak fırsatını da elde ettim. Sol ayağımın zaman zaman kösteklenmesi o gecedcn başlar. Bir ay sonra da bizim Çatalçeşme'de, bir kestirmeden Ahmet Cevdet Paşa Sokağfna antremi yaparken dengemi yitirmiş ve arka üstü yuvarlanmıştım. O ilk düşüşten fire vermeden kurtulmuş olsaydım, bu ikincisi meydana gelmeyecekti. Ondan iki ay sonra da üçüncü festival başgösterdi. Bu kez bizim evde, salondaydım. Ahmet Miskioğlu ile Amsterdan Üniversitesi Türkçe Profesörü Dr. 12Mayısl991 D Fuat Bozkurt da yanımdaydı. Düşerken biri sol kolumdan, öbürü de sağ kolumdan tutmak istediyse de başarılı olamadılar. Çiinkii ben düşmelerde artık büyük bir ustalık kazanımştım. Düşmeye niyet eder etmez kendimi bir küheylanın sırtına fırlatıyor, ordan da şipinişi aşuğıya kapaklanıyordum. Tümü de bir saniyede olup bitiyordu. 22 Mayısl99l otlarım arasında şu tümceye rastladım: Bilinçaltımn karanlık sokaklanndaki gerçcklcri arayıp bulmak! Bu, bana güldestelere yazılan önsözler gibi geliyor. Bu tümceyi nerden aldığımı bilmiyorum. Belki de benimdir. Ama olmayabilir de.... Her ne halse, bugün için önemli buluyorum bu sözü. N HHaziran 1991, tumartesi ızıltoprak'a doğru yol bir " O " çizmeye durmuş muydu, durmamış mıydı, direksiyonun başındaki Sabahattin (Batur) açık pcncereden arabaya doluşan iğde kokusuna merhaba çekti. Biraz sonra da: Bak, duyuyor musun, hanımelleri kokusu geliyor. Ben bir şey duymamıştım. Az önce iğde kokusu karşısındu da kı K I2lla/iranl991 en bir dize sürücüsüyüm. Bıkmaz, usanmaz bir mısraı berceste'ci, avara kasnak dönen bir turna kuşu, sesli sesli soluyan bir perendebazım. Düzyazıda bile dizcnin, dört nala koşup kendisini öykünün, romanın, özellikle de denemcnin denizine fırlatmasını isterim. Dize gaygaylı bir hanendedir. Maskeli ve çatapatlı bir yol. On dört gözlü bir ay parçası. Bir atlıkannca. Velveleli bir Ali Paşa. Dört dörtlük bir yapı. B 6Arahkl991 olonyalı çağdaş oyun yazarı VVitkiewicz, her iştc sadece kendisinin haklı olduğu inancındadır. Bunu bas bas bağırmaktan da çekinmez. Ne var, hebennekaların, bilisizlerin ve kaşmerdikozların, adım başında, boğazına sarıldıklarını da söyler. Alman düşünürü ve günlükçüsü Hermann Kayserling de kendini beğenmişlere, acı bir reçete çıkarır. Ona göre de kafalaklar, kendini övenler, buruk satanlar, iki lam elif" ve 4 vav ile düzülmüş bir terazide tartılanlar köşebaşlannı tutuyordur. Bunlann, zaman zaman beliren alçakgönüllülükleri ise miskince oynanmış bir güldürüden, fırsat gözleyen bir püskürme ben'den başka bir şey değildir. Ne ki her yazarın, her insanın gözü burnuna bakmaz. Çiinkü, kimi samur kaş, kimi çatık kaş, kimi uçları kaçık kaş, kimi düzgün kaş, kimi de elifi kaştır. Çoğunun yüreğinde, azlık da olsa, sanat sevgisi, sanat özverisi yani insan sevgisi dalgalanır. Sülcyman Nazif İki Dost adlı kitabında Şipka Kahramanı Süleyman Paşa'nın Hissi İnkılap'ta kendisinden üçüncü kişi olarak söz ettiğini yazar. 28 Tcmmuz 1881 'dc Tayfa sürülen ve orada öldürülcn Mithat Paşa da alçah» gönüllü, fiske vursan kan fışkıran bir yiğittir. Süleyman Nazif onun da, anılannı yazarken aynı yoldan gittiğini fıslar. Mithat Paşa, günlük konuşmasında da çokluk kendini geriye çekerek laflar. Tayfta, ölümünden 15 gün önce arkadaşlanna şöyle demiştir: Bu aşınmış kalıp eskidi. Ezaya ve cefaya katlanması, sabır göstermesi kalmadı. Yaş ise altmış beşe geldi. Şu var ki, o yıllarda, böyle konuşmalar, böyle fiskoslar pek gözde, pek geçer akçeimiş. ^ P ; U M H U R l Y E T D E R S İ 3 0 A â U S T O S 1992SAYI 331 15
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear