15 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

G ÜNL Ü K S A L A H B İ R S E L Kosut yasamlar 22 Haziran 1991 • ki yıl önce Bahariye sahaflarında I Bekir Sıtkı Kunt'un yazılarından oI luşan birtakım gazete kesiklcri bulmuştum. Monografisini harmanlarken akıl tasıma onl'ar düştü. Kesikler, öykücümüzün çok genç yaşta (2021) kendini gazeteciliğe adadığını göstcriyor. Söyleşiler, öyküler. Çoğu Son Şaaflc. 19251927 yıllarmda. Nedir kiminin ayı, yılı belli değil. "Bir Maceranın Sonu" adh öykü 21 Temmuz 1926'da yayımlanmış. "Genç Çoban", "Küçük Serseri", "Alagarson Saç Modası", "Zavallı Bebek" öykülerinde ise hiçbir mırıltı yok. Bunlara karşılık söyleşiler hapır hupur soluk alıyor: "Kiraza Çileğe Dair" (25 Mayıs 1925), "Geiiyorsun" (30 Mayıs 1926), "Ağaçlara Çiçeklere Dair" (12 Mayıs 1926). Kimi yazıların ise hangi gazetede çıktığı bile açıklanmamış. Künyesi bilinmeycn öyküler: "78 kiloda Hikmet", "Acaba Kimden" (8 aralık) "Sucu Emin" (15 Ocak 1926), "Son Hatırası" (12 aralıkta Antakya'da yazılmış). Söyleşiler ise: "Mangala Dair (16 Ocak), "Adada Bir Gezinti" (2 Mayıs 1926), "İki Kadın", "Bahar Kokuları" (yazıhşı:13Nisanl927). Yalnız "Nesrin Dere" öyküsü için bir not var: 23 Haziran 1926'da Hilalıahmer gazete ya da dergisinde çıkmış. Bekir Sıtkı sanırım körpe yaşta "Gökkaya" takma adını da kullanmış. Kesikler arasında iki yazı da Gökkaya imzasını taşıyor. Bunlardan biri, "Beykoz Parkında Bekleyen Yılan Yolları." 12 Eylül 1925'te Vakit gazetesinde yayımlanmış. Öbürü ise (Gurbet Bayramında Eski Günler) 1924 yılında. Ama onun da gazetesi belli değil. Bilinen sadece öykücümüzün onu Antakya lisesinin beşinci sınıfında iken yazdığıdır. 25 Haziran 1991 ahariye'den aldığım kesikler arasında Cumhuriyet gazetesinin, "Hem Nalına Hem Mıhına" köşesinin yazarı Abidin Daver'in de bir yazısı var. 3 Aralık 1925 günlü. Yazar, bir gün öncc Son Saat'te, "Edebiyat" sütununda, Bekir Sıtkı'nın "Cici, Sevinıli Kız" adıyla yayımlanan yazısını eleştiriyor. Daha doğrusu, babayiğitliğine çam kömürü sürüyor. Gerçi Kunt, bu yazıyı 20 yaşın helhopluğuyla yazdığı için pek bir şeye benzemiyor, ama Abidin Daver işin o yanmda değil. O edebiyatın ahlaka ne dereceyc değin bağlı kalması gerektiğini araştırıyor. Görüşüne, okurlar katında, yandaş bulabilmek için de Kunt'un yazısından birkaç alıntı devşiriyor. Biri şu: Seni böyle kor gibi sıcak, cıva gibi oynak ve gün gibi parlak gördükçe çıldırıyorum. Hemen dördüncü kattan aşağıya, sana atılıp kollarımı gürbüz beline dolamak ve o kızıl dudaklarını bircr dilim reçel lczzetiyle emmek, sonra göğsünün o kabarık, sert meyvelerini sıka sıka ezmek ve kollarının eşsiz kokulu çiçeğini koklaya koklaya öpnıek ihtiyacını, hırsını, hevesini duyuyorum. Daver, köşesinin "ay ve ey"inc de şöyle son çekiyor: şünceye göre sanat ahlaka bağlı olmalıdır. On dokuzuncu edebiyat yüzyılı sonlarının bağnazhk yadigârı olan bu düşünccyi tartışmak, hakkında kesin hüküm verilmiş bir davayı yenidcn canlandırmak demektir. Hukuk bilginlerince olanaksız sayılan böyle bir "geriye dönüş" edebiyat için de iyisinden söz konusudur. Gazete, bu işin geçersizliğini anlatmak için bilinen bir fıkraya da uzanıyor: Zamanımızdan pek çok uzak olmayan bir çağın sadrazamlarından biri "Güzel Sanatlar Okulu"nu geziyormuş. Heykel atelyesine gelince birtakım genç bayanların çıplak konuları, önlerinde duran çamurlarla canlandırmaya çalıştıklarını görmüş. Sadrazam, heykelcilik üzerine en ilkel kuralların bu yollarla öğrenildiğinden haberli olmadığı için de derhal emir vermiş: "Bayanlar bu gibi konulara yaklaştırılmasın." Son Saat, "Hem Nalına Hem Mıhı B Edebiyat ama edeb'i (utanması) cksik. Acaba ne vakitten beri asıl ismini söylemekten teeddüp ettiğimiz bu yazılara "edebiyal" adı verilrneye başlandı. 4 Aralık 1925. Saldırı sırası Son Saat gazetesinde. Yazının adı: "Istenilen Cevap." Imza yok, ama Bekir Sıtkı'nın elindcn çıktığı düşünülebilir: Geçen günkü Son Saat'te, "Edebiyat" sütununda çok güzel, baştan başa bir sanat bediası (cicibicisi) sayılabilecek değerli bir yazı yayımlanmıştı. Bir zamanlar aynı masa etrafında çalışmakla zevk duymuş olduğumuz bir arkadaş, sabah yoldaşlarımızın birinde, "Hem Nalına Hem Mıhına" başlığıyla bu yazının "edep"ten uzak bir edebiyat örncği olduğunu yazıyor ve galiba yazının akıcı edasma kendi de kapılmış olacak ki bu "edep dışı" parçadan kimi bölümler aktarıyor (...). Uzun zamanlardan beri tartışıla tartışıla artık bayatlamış bir düşünce vardır: Bu köhne dü na" yazannın düşüncelerinin, o eski çağı kavrayan düşünceler kadar eski olduğuna da parmak bastıktan sonra zorunlu karşılığı şöyle bağlıyor: Gönül isterdi ki arkadaşımız, tek bir naziresini (benzcğini) bile yaratmaya gücü yetmediğine inandığımız böyle değerli bir yazıya dil uzatmamış olsun. Bu gibi haller, insanı, iyisinden düş kırıklığınauğratıyor. Edebiyat. Evsiz, barksız edebiyat. Onu, hep edebiyat dışı ölçülcr, edebiyat dışı tatavalarla değerlendirmişlerdir. Onu beyinleri soğukluk üzerine olan koskoslarakovalatmışlardır. 26 Temmuz 1991 oşut Yasamlar. Latin yazarı Plutarkhos'un yaşamöyküleri. Plutarkhos yapıtlarını, çokluk iki ayrı dünyanın (Roma ve Atina) ünlü kişilerini birbirine vurarak yürütür. K Sözün kendisi budur: O, yaşamöykülerine bir ayna gözüyle bakar. İnsanların davranışlarını araştırma ve yazıya dökme kendisine onlarla içli dışlı olmak, onlarla birlikte soluk almak gibi gelir. Antikası olmayan kişilerin başından geçenleri eşeledikçe, özellikleri üzerine eğildikçe de onları kendi evinde barındırdığına varır. Kitaplarında, zaman zaman, okurlarına seslenmeyi de savsaklamaz. Ama bunu, daha çok, bir tarihçi olmadığını belirtmek için yapar. Biiyük İskender'in önsözünde diyor ki: H e r şeyi anlatmıyorsak, o Büyük Kişi'yc yorulan tüm olayları titizlikle incelemiyorsak, okurlarımız bunu bilgimizin yetersizliğine vererck bizi suçlamasınlar. Çünkü biz burada tarih kilabı yazmıyoruz, yaşamları dile getiriyoruz. Evet, Plutarkhos tüm ömrünü tarihçiliği öğrenmeye değil, sadece insanların yaşamöykülerini yazmayı öğrenmeye adamıştır. Kaldı ki o, kişilerin iyi yanları gibi, kötü yanlarının da çokluk en parlak olaylardan damıtılacağına inanmaz. Önemsiz bir şey, bir söz, ya da bir davranış kişioğlunun yapısını daha açıjc ve seçik biçimde ortaya koyabilir. Öte yandan, tarih kitaplarının bütün gerçeği salçaladığı da söylenemez. Atinalı general Nicias'la (İ.Ö.V. yüzyıl) Roma'lı konsül Crassus'ü (Ölümü: I.O. 53) anlalırken okurlarından Thucydidcs'in tarihindeki görkemli anlatışa kapılmamalarını da rica edeccktir. Çünkü Yunanlı Tarihçi, Nicias'ın Sicilya bozgununu kendinden gcçerek ve dc ahlanarak vahlanarak betimlemiştir. Plutarkhos okurlarının, Yunanlı Philistc (Ölümü: İ.Ö. 356) karşısında da uyanık durmalarını ister. Hani, o da Thucydides gibi kendini konsuna kaptırmıştır. Ciceron bile Hatiplik Üstüne adlı kitabında onun Thucydides'e öykündüğünü açıkça bildirmek zorunda kalmıştır. Plutarkhos, Sicilyalı Timee'yi de (Ölümü: İ.Ö. 256 ?) aynı ayak izinde görür. Ne ki o, Ünlü Tarihçi'den daha vayvay çanağıdır. İkide bir çat diye düşer kırılır. Yalnız Timee çalışkandır. Sicilya üzerine kırkı aşkın kitap yazmıştır. Bunu yaparken de, yeteneğine dayanarak Thucydides'in sırtını yere getireccğini düşünmüştür. Aralıkta, Philiste'in yavan tarhana ve mayışık bir yazar olduğunu ortaya çıkaracağını da hesaba almıştır. Plutarkhos, Timee'yi, Sinop'lu şair Diphile'in (İ.Ö. IV yüzyıl) bir dizesiyle yerevurur: Şişmanıraktı. Sicilya içyağıyla lcbalen < C U M H U R İ Y E T DERGİ 12 O C A K . 1 9 9 2SAYI 3 0 5
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear