Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
E G AZARIN PENCERESİNDEN Selçuk Erez Kadıköy'de bir sokak Haldun Taner adını alırken eçen hafta Kadıköy Belediyesi'nin güzel bir değer birlirlik gösterisine şahit olduk: Haldun Taner, ölüm yıldönümünde Kadıköy Belediyesi'nin Kültür Merkezi'nde anıldı; bu merkezin bulunduğu sokağa yazarın adı verildi. Gerek bu toplantıda, gerekse bu toplanlıyı izleyen diğer anışlarda, Taner'in "İstanbul efendiliği"nden bahis açan, çoktu. Öykü yazarlığı, gazeteciliği, hocalığı ve tiyatro yazarlığı yanında "lstanbul efendiliği" de Taner'in önemli bir yönü müydü? "İstanbul efendiliği" diye bir şey var mıdır? Varsa nasıl tanımlanır? Bu soruların cevaplarını Haldun Taner'in yazılarında aradım. Gördüm ki Taner de bu tamlamayı arada sırada kuilanmış. Mcsela Abdiilhak Şinasi Hisar'dan, "Mesafeli, ölçülü tam bir İstanbul efendisi konuşması vardı..." diye bahsetmiş. Eski Beylerbeyi'ni tanımlarken, "İstanbul efendileri"ni nasıl teşhis edebileceğimizi de anlatmı^: "Beylerbeyi, eski Bogaziçi'nin en kalburüstü biirokratlannı banndıran, âdabın, erkânın, teşrifatın, Osınanlı güngörmüşlüğünün simgesi, bir köşesidir. Sabahleyin memurları İslanbul'a indiren Şirketi Hayriye vapııru, her iskelede ücdört dakika durdııgu halde, Beylerbeyi'nde ononbeş, bazen yirmi dakika bekler. 'Önce siz buyrun beyefendi', 'Estağfurullah siz buyrun', 'tmkânı yok mirim, vallahi geemem', 'Türabınız olayıın, kerem edin'... şeklinde alçakgönüllülük yarışı nihayel kaptanın sabrını taşırır, düdüğiinıı birkac kez calınak /.urunda bırakır." Okudukça gördüm ki Taner, İstanbul efendisini cok iyi tanıyor ve tanımlıyor.. Yalçın Pekşen'in yaptığı bir söyleşide (Cumhuriyet, 15 Ocak 1984), "İslanbul'un tam yirmi bir ayrı semtinde olurmuşum... Istanbul'u her semtiyle yaşamak, sevmek fena mı?" demiş. Istanbul'u, İstanbul efendisini öyle iyi tanıyor ki Abdülhak Şinasi Hisar'ın Merkiz Pastanesi'nin hangi köşesini, neden sevebileceğini tahmin edebiliyor: "Marki/'in mııhteşem inzivasını seçerdi... Oranın Belle Epoque duvar çinileri, kibar tenhalığı, levanten almosferi, giimüş çatalbıçakları, fayans tabaklan, Bay Avedis'in güngöraıüş üslubu, ona belki Paris'te Kcole Libre des Sciences Poli(iques'tc okuduğu zaman gitliği Sainl Germain kahvelerini, Dome'u yahut da Brasserie Lipp'i anımsatıyor olabilirdi..." Peki, Haldun Taner bir lstanbul efendisi miydi? Bu sorunun cevabı olumludur ama Taner öyle sıradan ve klasik bir İstanbul efendisi değildir. Istanbul efendilerinin zaaflarını, eksik yönlerini de iyi bilir ve güzel sergiler: Mesela, Prof. Arif Miifid Mansel'den bahsederden, "Osmanlı cenlilmeni lipinin son örneklerinden biriydi.." der, "Sadaret Müstesarlığı, Ticaret Nazırlığı, Ayan Azalığı yapmış olan büyükbabasından sadece ve sadece Osmanlı inceliğini almış ama Babı Ali kulisçiliğine bir giin olsun iltifat etınemişti.." Demek ki İstanbul efendiliğinin alınacak ve Nasıl bir İstanbul efendiliği Yıl 1986; aylardan mayıs: Haldun Taner, ölümünden kısa bir süre önce, arkadaşımız Füsun Ûzbilgen ile yaptığı "Son Söyleşi"de... yadsınacak yönleri vardır... Başka bir ya/ısında Kerim Sadi'nin, diğer bir İstanbul efendisi, Ret'ik Halit Karay hakkında söylediklerini büyuk bir zevkle nakelder: "Refik Halid, eski konakların mutfagını anladrken bir lapınagı tasvir eder gibi vecde kapılır. Onun nazarında, en büyiik sosyal iıntiyaz bir köşkiin bahçesinde biiyüyiip İstanbul ç«Ruğu nlmak ve dadılarla seyislerin elinde büyümeklir. Dedelerimiz derken, emlak ve akar sahipleriyle arislokratik biirokrasiyi ve .siyah sakallarına elnıas nisanlar asılı saray usaklarını kasdediyor. Bunun i(,indir ki polüikada Osmanoğullarına ve lordralara kolayca hizmel etli ve Bursa'da dutlııkları yanmasın diye Kurlulus Savaşı'na kursun atarak yü/.elliliklerin arasına karıştı." 1977'de Milliyel Yayınları tarafından yayımlanan "Dcvekuşuna Mekluplar" adlı yapıtrnda yer alan bir yazısında İstanbul efendilerinin sevmediği yönlerini şöyle anlatır: "Osmanlı aydını, Taıı/imal'lan bu yana, bilinci ile akılcı ve Batılı ama bilinçaltı ve duygu alanı ile alaturkanın alaturkası kalmanın dramını yaşadı. Bilinçli dünyasında diyalek(igi uygulayan ama yargılayısında duygusallıktan kopamayan nice ilericiler lanıdık. Osmanlı insanı bilinç ile bilinvaltının bu çelişkisini siirdiırdü de Cumhuriyet kusagı, daha sonraki kıısak çok mıı daha tııfarlı olduk sanki? tstemeden, bilmeden o da atavik korkuların i(,inde hasladır." (s. 138) Haldun Taner, lstanbul efendiliğinin olumlu ve eksik yönlerini iyi bilen bir tstanbul efendisidir... Sıradan lstanbul efendilerinden bilinci ile bilinvaltının çelişmemesi, yajanıı ile yazdığının bağdaşık olması ile bir hayli ayrılır. Böyle olmasa bunca makalesinde, öyküsünde.ve oyununda önce İstanbul efendilerini, hatta /amanla İstanbul'a doluştuklannda, eski Adana, Urfa, Ga/iantep, yeni İstanbul efendilerini de en etkileyici bir şekilde 'ti'ye alıp irdeleyip sonra da uyarmaya ealısabilir miydi? Kabare Tiyatrosu'nun her oyununda söylettiği 'Devekuşu' şarkısıyla bu gibilere seslenirdi: "Devekuşu, devekuşu Kanadın var: yerdesin! Hörgüciin yok: devesin ! Kuından çıkmaz hiç başın Sen ne kaypak nesnesin." Bir yazısında ^öyle demisti: "Fatih hakkındaki eserleriyle iin yapan dostumıiA Prof. Babinger'in Mıınih'te bana söylediği bir sözii. hep anımsarını. Babinger, 'Toplumumuzda topu topu iki tane Osmanlı Grand Seigneur'ü kaldı, onlara iyi bakın' demişti, 'Biri Yahya Kemal, öbürü Abdülhak Şinasi Hisar' ...' Babinger bugün aramızda olup bize seslenebilseydi herhalde ^öyle derdi: "Yahya Kemal'i de Abdülhak Şinasi'yi de, nihayet Haldun Taner'i de yitirdiniz... İstanbul efendiniz kalmadı artık! Ama bu Grand Seigneur'lerin lütfedip bıraktıklan kitaplar var.. Onlara iyi bakın! Sokaklara adlarını vermekle, büstlerini dikmekle, onları tanımışlan konuşturup anma lorenleri diizenlemekle çok iyi ediyorsunuz... Kitaplarını da okuyor musunuz? Bu Seigneur'leri, efendileri olağanüstü kılan, yiice kılan tiim sırlar bu kitaplardadır. Kuhları, ancak bu sırları özümleyip düfünen taşınan, lepki gösterenlerin sayıları arttıgı zaman şadolacaktır." L J 14