Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Hayat düşsel bir sarhoşluktu onun için, ama... Aliye Berger, ciddi bir insandı Ünlü ressamımız Aliye Berger, İstanbul'da Büyükada'da doğdu. Aile çevresinin edebiyat ve sanata dönük ortamında büyüdü. Resme, ablası, ressam Fahrünnisa Zeid'ten etkilenerek başladı. Fatma Oran S on dercce ciddi bir insandı Aliye Berger... Biliyorum, bu düşüncem onu tanımış olan pek çok kimse için şaşırtıcı gelecek. "Alyoşa" ve ciddiyet nasıl bağdaşır, diyecekler. llk bakışta bu itiraz haklı da görülebilir. Gerçekten de Aliye Berger gibi sıcakkanlı, insancıl, en yalın, en gündelik eylemlerde bile, sözgelimi su içer, kapıcıya şunu bunu ısmarlar ya da penceresinı açarken bile, kendine özgü o değişik romantizmiyle bir rüyada yaşarmışcasına davranan, üstüne vazife olsun olmasın, en ayrıntısal bir olayda insancıl bir yan bulup buna bütün ruhu ve zihniyle katılan bir kişilik, "ciddiyet" de7 nilen buz gibi bir kavramla açıklanabilir mi' Peki ama bir tutkuyu, bir inanç ve ilkeyi bütünüyle hayatına geçiren, hiçbir ödün vermeden onları hayatıvla özdeşleştiren bir insanın tutumuna ne ad verilebilir? TUtku, inanç, ilke sözcüklerini gelişigüzel kullanmıyorum. Bu üç öğe Aliye Berger'in hayatında sonuna dek birlikte sürüp gitmiştir. Tiıtku derken, proffessor (Aliye'nin deyişiyle) Carl Berger'e karşı duyduğu tutkudan söz ediyorum: Aliye, on yedi on sekiz yaşlarındayken, lstanbul'a 'Avrupa'da isim yapmış' ünlü bir virtüoz olarak gelen musiki hocası Carl Berger'e âşık olur. Bu tutkunun en ilginç yanı, bütün bir ömrü kaplamasıdır. Oysa bunu yok edecek binbir çeşit neden vardır: O günkü toplumun tepkileri, gelenekler, kör inançlar, maddı zorunluklar... Kaldı ki, Aliye o dönemin en güzel kadınlarından biri. Gözlerinin o ormanları.. Okyanusları aşan rengi bile başîı başına bir konu. Zeki, iyi eğitim görmuş, çocukluktan tngilizce ve Fransızcayla donatılmış biri. Çevresinde kendisine âşık olan olana. Bunlar arasında da Türkiye dışında etkinlikleri olan ünlü kişiler de var. Ama ne zamanının ünlüleri ne de yakışıklıları onu ilgilendirmez. Tek istediği, Tünel'de, Narmanlı Yurdu'nun küçük bir daıresinde oturan ve keman dersleriyle geçinmeye uğraşan Carl Berger'le özgürce birlikte yaşayabilmek... Aliye, bu özlemine tam yirmi beş yıl sonra kavuşur. Çeşitli zorlukları aşarak evlenirler. BUyükada'nın tepelerinden birinde, çamlar arasında kendi fantezilerine uygun eski bir köşkü kiralarlar. Gelecek icın planları vardır; Bay Berger yaz mevsimini hazırlıkla geçirdikten sonra, Avrupa'ya keman turnesine çıkacaklardır. Ama işte evliliklerinin sekizinci ayında Carl Berger, Büyükada'nın iskele gazinolarından birinde bir kalp krizi sonucu ölür... Gazinodan, uzun zamandır içinde oturulmayan Şakir Paşa köşküne gidilir. Aliye Berger, Carl'ın olUmüne bir türlü inanamadığı için onu bir kanapeye yatırıp, suni teneffüs yaptırır. Akraba olarak bir ben varım. Ama ne ben, ne de salona doluşmuş olan yabancı insanlar hiçbir şey yapamıyoruz. Kalakalmışız. "Bay Berger öldü" dıyemiyoruz, yaşayacagına öyle inanmış bir halı var kı... ObUr akrabalar tstanbul'dan Ada'ya üç dört saat sonra gelebildiklerinde artık her şeyin bittiğine inanan Aliye Berger o ânın getirdiği üzüntünün üstüne çıkmayı başararak, ikinci bir görev yüklenir. Bu ikinci görevi çeşitli biçimlerde ömrünün sonuna kadar da sürdürecektir: Bu görevi, Carl Berger'in anısını yaşatmak diye özetleyebiliriz... Ama ilk aşamada yapılacak işlem, Bay Berger'in hu kitabı bırakarak genç yaşta ölmUştür. Annesi, resim eğitimi görmediği halde yağlıboya, suluboya tablolar yapmaktadır. Ağabeyi Cevat Şakir (Halikarnas Balıkçısı), Avrupa'dan her gelişinde koridorları opera şarkılarıyla inletmekie, tesım atolyesıne vevırdıği bahcıvan odasına kapandı mı yemek ve uyku zamanlarını bile unutmaktadır. Aliye'nin çocukluğunu bütün bu üretkenlik çabaları kavramış, yaşama biçiminı bu üretkenlik ilkesı belirlemiştir. Bay Berger'le yaşadığı sürece de onu yitirdikten sonra da... Son olarak inancı konusuna değinmek istiyorum. Bu kavramla belirtmeyi çalıştığım, Aliye Berger'in yaşamaya, yaşamanın eşitsizliğine olan duygusal ve düşünsel bağıdır. Elbette ki, eşitsizliklerın, çirkinliklerin, çevresinin kokuşmuş ilişkilerinin bilincindeydi. Ama bunlann ötesinde yaşamak denen gerçek, olağanüstü bir olaydır onun ıçın: Yürümek demek, bir tur danstı, konuşmak demek, şarkı söylemekti. Hayat, duşsel bir sarhoşluktu. Bu hayat felsefesi, dünyaya gelişigüzel bir bakışın mı yoksa hayatla, ölümle, ınsanla ilgıli her şeyi inceden inceye düşünmuş, hepsini ciddi bir biçimde ele almış tutumun Urünü müdür? Aliye Berger bunu ölUmün eşiğindeyken daha somut kanıtlamıştı: Damar içi tüpler, serumlar, şişeler, kontrol cihazlarıyla dolu hastanenin bunaltıcı bir odasında son kertcsine gelmiş bronşlektazi sonucu sürekli kanama geçirirken, neşesi, kendine özgü muziplikleriyle bu durumu olağan bir hale getirmişti. öyle kı,. odada kahkaha, şenlik gırla gidıyordu. Durumunun ağırlığı 71yaretçilere ancak dışarı çıktıklan zaman bıçak gibi saplanıyordu. ölumün çok yakınında olduğunu biliyordu elbet, ama bunun için somurtmak, gelenleri tedirgin etmek neyı değiştirirdi? Eşdostla sen şakrak paylaşılan zaman dilimlerı ölümden kopartılmış yaşamlardı. Aliye Berger son derece ciddi bir insandı...D Alıye Berger'in 1950 yılında yaptığı otoportresi yuna, zevkine göre bir cenaze evı ve töreni hazırlamaktır; geceyarısı olmasına rağmen derhal çiçekler ısmarlanır, kefen ve tabut için beyaz ipekliler, sadakor kumaşlar sağlanır. Uzun zamandır kullaııılmayan köşkün eşyaları ve ortalık temizlenir, düzene sokulur. Nice dramlar yaşamış baba ocağımızın bu tarihsel salonu bir anda çiçeklere, ipeklilere gömülür ve bütün bu saydıklarımı Aliye Berger tek başına yapar, çünkü herkes tuhaf bir şaşkınlık içindedir... Bütün ışıklar yakılıp, her yer pırıl pırıl, ışıl ışıl olduğunda, Bay Berger tabutun içıne, çiçeklere yatırılır. Tabutu ışığa, gölgelere, salonun durumuna göre güzel bir yere koymak için çeşitli denemeler yapılır. Her şey Carl Berger'in beğeneceği bir düzene getirildikten sonradır ki, Aliye Beıger yatışır ve derhal kendini başka bir işe adar. Bu da, gün ışıyıncaya dek eşinin karakalem portrelerini çizmektır.^ Yazının başında bir ılkeden söz ettik. Aliye Berger için, onun en yalın deyişiyle, dünyaya bir şeyler verebilmek, diye özetliyebiliriz bunu. Ortaya koyduğu eserler bu ilkenin somut kanıtlarıdır... Aile ortamı da böyle bir yaklaşıma teşvik edicidir: Babası Şakir Paşa uzlete çekildiği Büyükada'da kitaplar yazmak, çeviriler yapmak peşindedır. Amcası Sadrazam Cevat Paşa ardından birçok çeviri ve basılı bir tarıh Ünlü pıyanıstımiz Idıl Bıret (solda) Bir dönem "harika çocuk" olarak adlandırılan Bedrı Baykam (küçük çocuk) ve Aliye Berger, Bedrı Baykam'ın resım sergısınde 19