Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Ö Y K Ü Nazh Eray: O sabah kafamın içinde binbir düşünce ile çıkmıştım dışanya; yerdeki karlar erimişti. Kış başından bu yana ilk güneşli gündu belki de; onun için yün başlığımı takmamıştım. Evin köşesini dönerken hafif bir ayaz kulağımı yaladı. Canım sıkıldı. Hastalığım hep böyle tedbirsizliğimden tepip duruyordu. Paltomun yakasını kaldırdım. Gelir vergisinin ilk taksidi ay sonuna değin yatırılacaktı; evin aidatını henüz yatırmamıştım; çocuklardan birinin gözüne % 60 hava geçiren yumuşak lens almıştım, oldukça pahalıydı; üst çenemdeki jaket kromu yokladım, çok yıpranmıştı ya, öteki aya kadar bekleyecekti... Vitrinlere baharlık kot takımlar, pastel gömlekler konmuştu; yan gözle baktım onlara... Yeni kitabı hangi yayınevine teslim etsem diye düşünüp duruyordum; şu sıralar kafamda da yeni bir öykü vardı. Annemin kaçan kiracısının yerine birini bulmam gerekiyordu. Belki öğleden sonra Er Emlak'a uğrarım diyordum. Ashnda ağdacı Hatice'yi de bir zaman dilimine sıkışttrmak zamanı gelmişti. Arabanın kabak lastiklerinin değişmesi gerekiyordu. Tamirci, "Şehir dışına çıkılmaz bunlarla..." demişti. Rejim yapmaya başlamalıydım. tlk fırsatta bir Bodrum'a gidebüsem, şöyle sessizken orası biraz dinlenebilsem diyordum. Şu kışın geçirdiğim hastalıklann yorgunluğunu bir atabilsem! Hâlâ Longatren alıyordum; cebimi yokladım, akşam alacağım tablet oradaydı işte. Perdeleri de yıkatmalı. Köpek kırpıcıya gidecek. Tüy dökmeye başladı. Salona kemik kaçınyor arada... Ona ithal malı aşı almalı hazirana kadar. En yakın arkadaşımın kardeşi Salim bir gemi kazasında kaybolmuştu. Ûç dört gündür bu acı olayı yaşayıp duruyorduk. Aklımdayken diyordum KDV fişlerinin bir kısmını babama, tstanbul'a yollayayım. Binnaz Hanım ay başında emekli maaşını almak için Boyabat'a gitmeye niyetli. Işi uzarsa yandık! Karşıya geçip Tunalı'ya doğru gitmeye niyetleniyordum. Vitrinlere bakıp bir dolanıp dönerim, bir kahve içip yazmaya başlarım. Hem ben dönene kadar ev biraz toparlanmış olur... "Son kitabınız ne zaman çıkıyor?" Kendi dünyama dalmış öylece giderken, yanıbaşımdaki bu ses ne güzel bir gerçeğe döndürmüştü beni! Baktım, son imza günümden anımsadığım fakülteli bir genç! Selamladım onu. "Yakında çıkacak" dedim. "Çok iyi" dedi, beni saygıyla selamlayıp yürüdü gitti. Kitabın kapağını bu kez yayınevine mi bırakmahydı? En iyisi lstanbul'a götürüp elimle yayıncıya teslim etmek. O zamana değin oto lastiklerini almalı... Ay başında zam gelebilirmiş.. Gene o çırak söylediydi... Tam arkamda acı bir fren sesi duydum. Bir an uyuftum, havaya fırladım. lçime bir ok girdi ve çıktı. Öyle bir garip duyguydu ki bu; çocukken bir kez salıncaktan düşmüştüm, yine ayru öyle uçuyordum işte havada. Sonra yere çarptım. Bir süre karanlık oldu. Gözlerimi açtığımda; "Lütfen, bu taraftan geçeceksiniz," diyordu yanıbaşımdaki saygılı bir ses. Bulutlu bir yerdeydik. Yoğun sisli bir hava... Pek tanıdığım bir yere benzemiyordu. lyice şaşırmıştım. "Nereye?" dedim. "Şuracıktan geçeceksiniz... Uzatın elinizi, ben size yardım edeceğim" dedi adam. Baktım, gençten biri. Tanımadık bir yüz. "Nereye, anlamadım?" diye sordum yeniden. "Sizi kolayca öteki tarafa geçireceğim. Odül Uzatın elinizi" dedi o. Uzattım elimi, ufak bir duvar atladık. Havada ak, soba dumanı gibi bir duman. Bir arsada mıydık, neredeydik bir türlü aklımı başıma toplayamıyordum. Sol taraftan bir yerden hafif bir bağlama sesi geldi kulağıma. Göçmen mahallesi filan olnıalı buralar... Adamın peşinden gidiyordum. Ankara'da böyle boş arazi olan yer pek anımsamıyordum; acaba diyorum içimden Solfasol'un arka tarafları mı? Yoksa Kesik Baş Mahallesinin oralara mı çıkacağız birazdan... Tepede villalar varmış diye duymuştum. Kim oturur ki buralarda, Allah bilir... "Nerelerdeyiz kardeşim? Ben tam çıkartamadım" dedim Adam bana döndü. Yumuşak bir sesle, "öbürdünya'dayız... Sakın ürkmeyin. Bu sabah bir kazada yaşamınızı yitirdiniz. Hacettepe Hastanesi'nde çok uğraştılar ya, komadan çıkamadınız. Ben sizi almaya geldim, yolu kolay bulabilmeniz için. Birazdan Yazarlar Kahvesi'ne ulaşacağız. Orada oturursunuz, arkadaşlannızı görürsünüz, zaman çabuk geçer..." dedi. "Olacak şey değil!" diye bağırdım. "Demek... demek bu sabah!" " E v e t " der gibi başını salladı adam. "Bırakın, düşünmeyin hiçbir şey." "Aman nasıl düşünmem!" dedim, iyice asabım bozulmuştu. Çocuklar evde beklerler, akşam arkadaşımla buluşacaktım..." "Hepsininhaberi var olaydan" dedi adam. Hayretle, "Demek duydular..." dedim. "Evet, pek tabii duydular. Neyse, şimdi bunları düşünmeyin. Çok kısa bir süre sonra her şey eskiye dönecek. Şaşıracaksınız. Gelin bakın, Yazarlar Kahvesi uzaktan görünüyor," dedi. Biraz toparlanmıştım. "Kusura bakmayın" dedim. "Çok ani oldu. Geride yarım kalmış birçok şey bıraktım. Yaşlı annem ve babam... Onlara birden duyurulmasa bari bu haber." Adam başını salladı. "Gazeteler yann erkenden yazacaklar... 'Yazarın zamansız ölümü... Kavşaktaki acı kaza.' Yann sabah size gazeteleri getiririm," dedi. "Lütfen" dedim. "Bir Cumhuriyet, bir de Güneş istiyorum. Yine de yann hepsine bir göz atayım..." Acı ile ekledim, "Kitabım bitmek üzereydi." Adam, "Hemen basılır şimdi. Listelere girer. tlk baskı çabucak tükeniverir," dedi. " D o ğ r u , " der gibi başımı salladım. "Bu akşamüstünü sakin geçirmeye çalışın" dedi adam, "İşte, Yazarlar Kahvesi'ne geldik." Yeşilliğin ortasında, Ustü asma çardağı ile kaplanmış bir çay bahçesiydi burası. "Türk yazarlarına ait bölüm" diye işaret etti o. Baktım, köşede Oğuz oturuyordu. Hemen tanıdı beni. Yerinden doğruldu. Sevim, upuzun elbisesi ve solgun yüzü ile bana doğru ellerini uzatmış yürüyordu. "Nasılsınız?" dedim. Sevim'e sarılıp onu öptüm, elleri nemliydi, sanki biraz üşümüştü. Oğuz masasından kalkıp yanımıza gelmişti. "Geçen gün oyununu izledim Oğuz." dedim, " ö y l e güzeldi ki! Herkes katıla katıla gülerken, ben nedense ağlamak istedim. öylesine etkilendim. Senin kitapların satışı da bu ara iyi. 'Korkuyu Beklerken', Nokta dergisinin listesinde 9. sıradaydı d ü n . " Sevim'e döndüm, "Akademi kitabevinde karşılaşmıştık bir kez. Yamnıza oturmuştum. Limon küfü rengi kadife elbiseniz ne güzeldi! Oyunlarınız çok etkilemişti beni" dedim. Oğuz kanyak söylemişti garsona. Ben çay istedim. Sevim Hanım bir şişe soda ısmarladı. "Sen de zamansız geldin buralara..." dedi Oğuz. Düşünceli düşünceli bakıyordu bana. "Bir sürü planım vardı" dedim. "Yazın Yunan adalarına gitmeyi düşünüyordum. Kitap da tam bitmek üzereydi. Bir sevdiğim vardı; perişan olmuştur şimdi. Eş dost... Hay Allah. Gene aklım gitti oralara..." Oğuz, "bugün düşUnmemeye çalış tüm bunlan. Gel başka şeylerden konuşalım," dedi. DUşündüm de ayıp oluyordu; onlarda çocuklarını, sevdiklerini, yanm kalmış kitaplarını bırakıp buraya gelmişlerdi işte. "Yahu, başka arkadaşlar nerede?" diye sordum. Sevim, "Arada Sait uğrar, ama huysuzdur, fazla sohbet etmez" dedi. "Pek herkes takılmıyor bu kahveye anlaşılan..." dedim. "Biz seviyoruz burayı" dedi Oğuz, "Arada Tezer de gelir. Başka kahveler de var. Sinema, tiyatro, aynı dünya gibi... Fazla bir değişiklik yok." Semaverle çay gelmişti. Sevim'e de ikram ettim. Oğuz kanyağa devam ediyordu. Aklıma geldi. "Burada bir şeyler yazıyor musun u z ? " diye sordum. lkisi de çok güldüler. "Yazmıyoruz," dedi Oğuz, "Burada okurumuz yok." " A h . . . " dedim, "Bu ne acı şey işte!" " A m a " dedi Sevim, " T ü m yeni kitap listelerini, kitap fuarlannı, buradan izleyebiliyoruz. Yeni baskılan filan hep biliriz... Hatta geçende Oğuz özel izinle, oyununu salondan gizlice izledi!" "Evet! Tiyatrodaki Hayalet!" diye bağırdı Oğuz, kahkahalarla güldü. "Nasıl beğendin m i ? " diye sordum. "İlk sahneye konuluşunu daha çok beğenmiştim. ölümümden hemen sonra sahnelenmişti... Ama bu da fena olmamış," dedi. Her yanım ağrıyordu. "Ben bugün yorulmuşum," dedim. "Eee, kolay değil.,." der gibi başını salladı Sevim. "Şiddetli bir şey geçirdin. Seninki çok ani bir şeydi..." dedi Oğuz. Kendime semaverden bir çay daha koydum. "Sigara var m ı ? " diye sordum. Oğuz cebinden bir paket Marlboro çıkartıp uzattı bana. "Kantinde bunu kolay buluyorum." Birden anımsadım. "Vasiyetnamem bulunmuştur," dedim, "Adıma bir ödul konması için vasiyet etmiştim. Hatta juri için bile, bir iki isim karaladıydım bir köşeye. Bakalım, nasıl olacak..." "Niye istedin ki ödül konmasını adına? Canın sıkılır birçok şeye," dedi Sevim. "Sevim, ben hiç ödül almadım, içimde kalmış olacak... Benim adıma kimler alacak bakalım ödülü?" dedim. Sevim, Oğuz'a döndü. "Sait memnun a m a . . . " dedi. "Evet," dedi Oğuz, "Sait her yıl iner, ödul törenini Burgaz adasındaki evinin üst kat pencerelerinden birinden izler. Sonra mutlu döner buraya. Kulaklannda martı sesleri, rakısını içer. Bize anlatır gördüklerini." "Onunla tanışmayı çok istiyorum." dedim. "Ben sizi tanıştırırım" dedi Sevim, "Dur hele, bir meydana çıksın. Az sonra gelir, duydu seni..." Eğildim Oğuz'a "Söyle Oğuz," dedim. (Sanki uzun yıllardır tanırmışcasına yakındım ona.) "Söyle lütfen... Nasıl bir dünya burası?" Eğildi bana, " N e yazık ki burası da azgelişmiş bir öbürdünya," dedi. "Yani her şey, Ulkenin tepedeki aynası gibi!.." "Para, enflasyon, filan!" diye hayretle sordum. "Tabii, hepsi var... Her şey aynı. Hiç yadırgamayacaksın" dedi. Acı acı güldü. "Yahu, nasıl bir idare var?" diye sordum. "Askeri idare var" dedi Oğuz. Bir sigara daha yakmıştı. Sevim, o muzip gülüşü ile katıla katıla gülüyordu, " N e fark eder?" diye sordu bana. "Ahh, evet," dedim, "Unuttum. Bizler nasıl olsa (zorlukla o kelimeyi buldum) yaşamıyoruz!'' Garip duygular içindeydim. Ayağa kalkmış, kahvenin içinde bir aşağı, bir yukan voltalıyordum. Köşede, beni buraya getirmiş olan adamı gördüm. Koltuğunun altında gazeteler, bana doğru geliyordu. 26