Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
yaşamı, sonıadan gözlediğimiz kadarıyla, o kadar renkli, o kadar esprilerle, tatlı şaka ve kavgalarla dolu ki, hep bunlardan bir şeyler edinmiş Selçuk ağabey. llk 1961 yılmda heyecanla yazdığı skeçleri getirdi bize. "Bıınu yapabilir miyiz? Haflada dört gün yayınlanacak. 22.5 daktilo sayfası olacak. Siz bir ekip oluşturun. Bunları çekmeye başlayalım" dedi. Ve aşağı yukarı kendi tiyatromuzun elemanlarıyla Ugurlugiller oynanmaya başladı. Çevreden gelen sesler iyiydi. önce haftada 4 gün oynanıyordu. Sonra ikiye indi. Uzun yıllar ilgiyle izlendi ve sanıyorum Türkiye radyolarının sevilen bir programı oldu. Selçuk ağabey, fıkra ve hikâye dağarcığı oldukça geniş. Ama olmadık zamanda bunların hiçbirini anlatmaz, mutlaka bir mecliste konuşulanlarla ilgi kurduğu zaman anlatır ve büyük reaksiyon alırdı. Bu konuda ustaydı. Coştuğu zaman, Lalin tangoları söyler, hepimizi coştururdu... Çok dobra dobra, hepimizi azarlayan, gözlerini, kendi tabiriyle, zaman zaman belerten; ama hiç kimsenin bu azarlamalanndan kırılmadığı can bir insandı.. Sık sık buluşur, otururduk. Biz rakı içerdik, ama o içemezdi. Fakat sabahın dördüne kadar, bizlerden daha coşkulu, meclisi devam ettirirdi. Faruk Yener Efendim, radyonun 1963 ve sonraki yıllannda emek vermiş bir görevlisi, daha doğrusu bir sesi var aramızda. Sayra Orkan kardeşimiz. Sayra Orkan Efendim, elbetteki beninı hatıralarım burada hazır bulunan sayın konuşmacılar kadar geniş çapta ve fazla değil. Ancak şu var. Ben Orhan Boran, merhum Mesul Cemil bey ve merhum Baki Süha Ediboğlu gibi bu konuda hakkıyla ün yapmış kişilerle beraber çalışmış olmanın ve onlarla beraber programcılık yapmanın mutluluğunu yaşıyorum. Faruk Yeırar Şimdi efendim, biz hep radyocular, üreticiler olarak konuştuk burada. Oysa bir de sesi tuketenler var. Yani dinleyiciler var. Radyoları izleyenler, o programlar hakkında söz söyleyenler, fikir yürütenler, yorum yapanlar var. Bunlardan bir tanesi de Metin Deniz arkadaşımız, aramızda. Acaba o ne der bize?.. Metln Denlz Çok teşekkür ederim Faruk ağabey. Radyo benim için inanılmayacak kadar heyecan verici bir ilelişim aracı oldu, çocukluğumdan bu yana. Umur bana böyle bir toplulukta olmayı isteyip istemediğimi sorduğunda, neredeyse heyecandan ağlayacaktım. Çünkü radyo bizim ilk beslenmemizi sağlayan, ilk kültür aracımız oldu. Belki de, bugünkü tiyatroculuğumu, radyodaki ilk aldığım Radyo Tiyatrosu birikimiyle oluşturdum. Bugün dekendimi çok iyi bir radyo izleyicisi olarak görüyorum. Çünkü ilk televizyonu izlediğimde, radyonun çok üstünde bir keyif alacağımı düşünüyordum. Ne ya/.ık ki alamadım. Çunku düş gUcümü, yaratıcılığımı, o rakamlı camın arkasındaki kendi başıma kurduğum dünyayı son derece engellenmiş olarak görüyorum. Çünkü belki abartıyorum, ama radyo bir romanı okumak gibi bir olay. O anda nasıl kişileri kendimiz fiziki bir biçimde ortaya çıkarabiliyorsak, radyoda da olayların yorumunu insan beyni kendisi yapıyor.. Faruk Yener Efendim, radyonun üç dönemi hakkında, o dönemleri yaşayanlar, o dönemlere tanık olanlar ve ne mutlu ki anı birikimine sahip olanlar bize bunları anlattılar, tattırdılar.. Bir de radyonun 359 sayılı kanunla TRT olarak faaliyete geçtiği dönem var. Bu dönemi, şu veya bu şekilde eleştirebiliriz. Fakat eleştiremeyeceğimiz yanını söyleyeyim önce. Bugüne kadar çok geç kalmış teknik aşamaların gerçekleştirilmesi. Efendim, Cumhuriyet UERGİ adına bu güzel sohbete katıldığınız için hepinize teşekkür ediyoruz. D 79407/ yılların programları arasında Ankara Radyosu'nun gonglan Düğmesini "çıt" diye çevirince, alıcı biraz ısındıktan sonra, kimlerin sesi kulağımızı doldururdu dersiniz? Spikerin o kocaman gonga vurarak verdiği "memleket saat ayarı", tüm ülkenin kalbinin Ankara'da attığını vurgulamaz mı idi?.. Saati" başladı işte. Hazırlayan ve sunan Dr Galip Ataç. Bir dakika! Hazırlayan doğru d; sunan Baki Sıiha Ediboğlu olacak. Faruk Ye ner, Baki Süha'mn "Evin Saati"ni sunmayı başladıktan sonra radyocu olarak ün kazaıî dığını söyledi bana. Oysa başlangıçta Baki Sü ha'nın sesini herkes konuşma metriinin yaza rı Dr. Galip Ataç sanırmış. lşe bakın ki, 1941 mayısında "Evin Saati"ni okuınaya başladığında Dr. Galip Ataç'la daha tanışmamış Bakj Süha. Ama daha sonra ona kendi konuşmasını bizzat kendisinin mikrofonda okumasını önerince, Dr. Galip Ataç şu fıkrayı anlatır: "Vaktiyle Abdülhamit, sarayını gezerken ünlü Hattat tzzet Efendi'nin çahştığı odaya da girer ve sanatçının büyük özenle yazdığı yazıyı izler. Oku bakalım Izzet Molla şu yazdığm cümleyi. Aman devletlim, bendeniz yazmasını bilirim de okumasını bilmem.." Arkasım Baki Süha Ediboğlu şöyle tamamlıyor: "Galip Ataç bu hikâyeyi anlattıklan sonra, işl tatlıya bağlayarak bizi atlattı ve mikrofonun onıine çıkmadı." Şimdi bir gong sesi daha. Hem de bayan spiker yerinde bir dav^ ranışla büyük gonga vurdu. Ve bir başka radyo programına geçiyoruz... Yine uzayda başı boş dolaşan seslerden biri: Bir gong ve arkasından Ankara radyosunun ilk "Çocuk Saati" başlıyor. Beş çocuk ve bir "Ayşe Abla" (Nerim,an Hızır) ile... Gün 12 Şubat 1941. Ben ilkokul birinci sınıftayım. Benimle aynı yaşta olanların da, benim de unutulmaz bir coşkuyla dinlediğimiz ilk " Ç o cuk Saati." Yıllarca bizlere çeşitli dinletiler, şarkılar, masallar, temsiller, "faydalı konuşmalar", şiirler, monologlar ve daha neler neler sunacak bu saat. Ve oradan kimler, kimler yetişip ya birer önemli sanatçı ya da başarılı bir bürokrat olacak. Burada saymakJa bitiremem. Zaten bu kısacık yazı içinde o yıllarda Ankara radyosuna emek vermiş kimi meslektaşlarımın, uzmanlann ve sanatçıların adlarını belirtirken unuttuklarım, anımsamadıklarım, tanımadıklarım, adları bana verilmeyen ya da elime geçen belgelerde açıklanmayanlar olabileceği için çok Uzgünüm. Ama asıl üzüntüm o günlerde ses bandının henüz kullanılmamasıdır. Gerçi kimi eski radyo konuşmaları, söz ve müzik programları taş plaklara alınmıştı. Bu taş plakların çok azı günümüze dek geldi. Eğer ilk yıllardan başlayarak ses bandı radyo yayıncılığına girmiş olsaydı, radyo ustalanmızın sesleri, çabaları ve ürünleri bugün uzayda başıboş bir durumda dolaşmaz, somut olarak kulaklarımızda yankılanırdı. Ama yine de o ilk radyocularımızı burada sevgi ve saygıyla anıyorum. Ankara Radyosu'nun tartışmalara yol açan programı "Kimgiller"i oynayanlar, mikrofon başında. Mahmut T. Öngören imbilir kimlerin sesleri dolaşıyor uzayda, başı boş ve özgürce? Her geçen gün en yeni teknolojilerin cirit attığı dünyamızda, acaba eski yıllardan hoş bir seda olarak kalanları yakalayıp bizlere yeniden dinlettirebilecek bir makine de yaparlar mı dersiniz? Bir yapsalar onu da evimizin baş köşesine yerleştirir miydik? Hiç kuşkunuz olmasın, o da bugünkü TV alıcılan, dünkü radyolar gibi ailemiz içindeki yerini alır, hatta belki de üstü gördüğü saygıyı sessizce açığa vuran kar beyazı bir örtüyle donatılır, görkemli möblesi de uzaklardan getireceği seslerin gizemiyle çok şey bilenlerin ağırbaşlılığını yansıtırdı. Mertliği bozan televizyon çıkmadan önce radyo da aynı ağırbaşlılığı taşımaz mıydı? Kaç kişi kaldık şurada, radyonun bir zamanlar krallığını tek başına sürdüğünü anımsayan? Rakibi olsa olsa gramofondu. Rekabetini televizyon, video gibi gaddarca sürdürmeyen, çoğu kez huni gibi hoparlörden çıkan sesi, bir köpeğin dinlediğini (sahibinin sesini di liyor) gösteren resimle suslü, yumuşak başlı ve hırsı için azmayan gramofon... Böyle rekabet dostlar başına. Yıllarca geriye doğru sarkıp bulutların arasından elimizi uzatarak radyotnuzun düğmesini " ç ı t " diye çevirince, alıcı biraz ısındıktan sonra kimlerin sesi kulağımızı doldururdu dersiniz? Yanındaki kocaman gonga elindeki tokmağı dikkatle vurarak "memleket saat ayarı"nı günde tam dört kez veren spikerlerden Emel Gazimihal, llhan Lütem, Bedia Deyim, Berter Tali, Suat Taşer, Behin Diker, Türkân Belli, Hikınet Münir Ebcioglu ya da Diırnev Tunaseli mi? O kocaman gongla verilen "memleket saat ayarı" ki, tüm Ulkenin kalbinin Ankara'da attığını vurgular ve sonra ulusça "ajansl" dinlemeye geçerdik. "Radyo haber bülteni"nin adı, halk arasında "ajans"tı. Çünkü Anadolu Ajansı tarafından hazırlanır ve radyodan da böyle açıklanırdı. Dilimize de böyle yerleşmişti. K saptayıp dinleyebilseydik, bizleri en çok "Kimgil Ailesi" şaşırtırdı. Şimdi izlediğimiz "Kuruntu Ailesi"nin, biraz daha eskiden radyodan dinlediğimiz "Uğurlugiller"in anası, 1940'lı yıllarda Ankara radyosundaki "Kimgil Ailesi..." Yazarı Neriman Hızır. Yani ünlü "Çocuk Saati"nin "Ayje Abla"sı... Ad babası ise radyonun ünlü temsil kolunda olup HUsnü Kimgil'i canlandıran Vahi Öz... önce çarşamba akşamları saat 21.30'da, daha sonra pazar günleri 21.10'da geniş kitleleri başına toplayan "Kimgil" ailesinin eleştirilen tek yanı adı oluyor önceleri. Kimileri çeviri olduğunu ileri sürüyor, diğerleri de bir yerden esinlenerek yazıldığını. Daha başkaları ise Amerikan radyolarından kopya edildiğini bile ileri sürdü. Ama bu adın herhangi bir orta halli memur ailesini temsil etmesini sağlamak amacıyla "Kimgil" diye konduğu açıklanmış o günlerde. "Kimgiller"in çeşitli sorunlan var. Yine de birbirlerine sevgi ve anlayışla yaklaşıyor tüm aile üyeleri. Gelin ve kaynana bile. Herkes hoşgörulü ve saygılı ailede. Aralarında uyum var. Sorunlarla birlikte... Aile sorunlarına düz radyo konuşmalarıyla çözümler önermenin yerine, konuyu dramatize ederek anlatma yöntemi, 194O'lı yıllarındaki radyoculuğumuz için önemli bir aşama sayılmalı. Nitekim, Vedat Nedim Tör aynı yıllarda "Işte Neriman Hızır, dramatizasyon tekniğini ustaca kullanrnasını bildiği için 'Kimgil Ailesi' saaline bu kadar alaka uyandmcı bir mahiyet verdi" diye yazdı. Evet, "Kimgil Ailesi" bitti. Şimdi bir başka yayına geçeceğiz. Herkesin merakla beklediği, dinlemekten bıkmadığı bir konuşma: "Evin Saati". Ama önce nöbetçi spikerin, programları birbirinden sesle ayırmak için gonga vurması gerekiyor. Aman dikkat! Bu iş için küçuk gonga vurulacak. Ama işte baş spiker Hikmet Münir Ebcioglu dalgınlıkla "memleket saat ayarı"nın verildiği büyük gonga vurdu ve çıkan sesi duyunca da açık mikrofon karşısında gülmemek için kendini zor tutuyor. Anılarına yazmıs. bu olayı. Aynı gonglan 16 yıl sonra aynı stüdyoda birbirine karıştırıp aynı yanlışhğı yaptığımda, açık mikrofon karşısında bir kahkaha atmamak için ben de kendimi zor tutmuştum. Küçük gongun alçakgönüllü sesi yerine, büyük gongun görkemli gümbürtüsünü yanlış zamanda duyunca, insan gulmeden yapamıyor demek ki. Neyse, yanlış gongtan sonra da olsa "Evin Ikinci Dünya Savaşı ile birlikte, Türkiye'de radyonun önemi de artmış ve kısa dalga yayınlara Cumhuriyetin 15. yıldönümünde başiamlmıştı... Savaşın son yıllarına doğru da Ankara Radyosunun söz yayınları giderek artar. Eğer bugün uzayda birbirinden ayrı ayrı dolaşan bu söz programlarının seslerini özel bir aygıtla 14 Ankara Radyosu'nun, programlan birbirinden ayıran "küçük gong"u.