26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Ö Y K Ü Muzaffer İzgü Fesleğenli Cinayet urduk yerde geliverdi aklima, hemen kıvılcım gibi, çakıverdi, şak... Kendime koruyucu tutayım dedim. Koruyucu canım, bildiğimiz koruyuculardan, hani devlet büyüklerinin olur ya, büvük yürürken sağına soluna tesbih tanesi gibi dizilirler, kafaları da bir o yandadır, bir fou yanda, bakalım saldırı nereden olacak diye. tşte onlardan tutayım dedim kendime. D Herhangi bir kan davasından mı korkuyor^ım, yooo. öyle yenmez bitmez paralarım mı var, eh işte birazcık var. Ünlü bir insan mıyım, yooo. Devlet adamı? Yo hiç değilim. Eh o zaman? O zaman, bu zaman, aklima geliverdi işte. Hiçbir resmi işlem olmaksızın kendime iki tane koruyucu tutuverdim. Ulkede o denli işsiz çok ki, soruyorsun, "Cehenneme bekçi olur musun?" Yanıt hazır, "Aylık kaç lira?" Evet aylık kaç lira? Sen paradan haber ver. Yo, ben öyle büyük ücretler vermedim, birisine söyledim, o da gitti iki adamla çıktı geldi, ikisi de bıyıklı, ikisi de iri yarı. Işimiz abi? dediler. lşiniz beni korumak, dedim. İkisi de şöyle bir bana baktılar, bir elli beş boy, elli beş kilo, "Yani bir tehlflce anında üzerine kaparuversek, koruruz bu adamı" der gibi başlarını salladılar. Ama bir soru daha geldi sarışınından: Kime, neye karşı koruyacağız seni abi? Sorunun yanıtını esmer olanı verdi: Her türlü tehlikelere karşı, bunu bilmeyecek ne var, değil mi şefim? Oymuş, o dakikadan sonra adım gitti, yerine şef geldi. Bu "Şefim" diyeni gerçekten gözüm tuttu. Hemen onu oracıkta "Koruma Müdürü" yapıverdim. Maaşını da azıcık ötekinden yüksek tuttum. Esmer, koruma müdürü olur otmaz, hemen ardıma geçip, pencereyi inceledi, dışarıya baktı, sonra karşıya geçti, kapının arkasına baktı, ötekini ardına taktı, evin Ust katındaki Uç odayı, alt kattaki iki odayı gezdi. Beni pencerenin yanından aldı: Şefim, biz sizi bu konumda koruyamayız, onun için şu çalışma masanızı şuraya alalım, dedi. Çalışma masam değil, dedim. Ben orada şekerleme yapmayı severim. Şu koltuğa oturup, ayağırnı masaya uzatarak şekerleme yapmak çok hoşuma gider. Müdür: Ama orada tehlikedesinizşefim! dedi... Çünkü şu ağacı görüyor musunuz? Pencereden ağaca baktım, breh, niçin bugüne dek bunun ayırdına varmamışım? Oraya biri çıksa, eline tabancasını alsa, beni bir kurşunla öteki dünyaya göndcrebilir... lyi de kim o eline tabancayı alacak insan? Bilmem... Ah, bu bilmemezlik ne kötü işte. Oysaki şu koltukta günler günü ne şekerlcmcler yaptım ben, adı şekerleme ama, bazen Uç saat bile uyuduğum olmuştur; işte o tatjı öğle uykusunun en şekerli yerinde bir kurşun, ense kökümden girip boğazımdan çikıyor ve ben koltuğun üzerine yığılıp kalıyorum... Nasıl da o günü kafamda kıvılcım çakıvermiş, "Kendine koruyucu t u t " diye... Oh aklım, sen bin yaşa e mi. Müdürüm o gece nöbetçi oldu. Sabaha dek o bekledi evimi. Ama kaygılannı açıkça belirtti: Bilmem ki şefim sabaha dek sizi nasıl koruyacaSım? Baksanıza, pencerelerinizde demir yok, pancur yok... Kapınız demir değil, ağaç. Sonra, hiçbir alarm yok. Bahçe kapınız Allahlık, avlu duvarlarınız bir atlamalık... Poflaya poflaya bana sunmak istediği raporu hazırladı sabaha dek. Ama arada bir yazdığı rapordan başını zınk diye kaldırıyor, gerili bir yay gibi fırlıyor, pencerenin yanına yaklaşıyor, yan gözle aşağılan izliyordu. Hele bir kezinde, aşağıdan fazlggürültü geldiğinde, hemen beni dolaba sokup, pencereye fırladı. Dolabın içinden bağırdım: Kedi köpeklerdir... Benim görevim sizi korumak şefim, ya kedi köpek değilse? Gerçekten ya kedi köpek değilse... Büzülüverdim dolabın içinde. Büzüldüğüm yerden dolabın kapağını araladım, baktım, benim baba armağanı tabanca elinde, yavaş yavaş salon kapısına doğru yürüyordu. Tabancayı kapıya doğru tutmuş, kapının kilidini kıvırıyordu ki az daha benim yüreğim duruyordu. Kapı gıcırt diye usul usul açıldı ve kara kedi içeriye girdi... Oh... Evet evet, her gece bu zamanlar bu kedi böyle yiyecek ister. Ben alıştırdım, gecenin bu saatında kapıyı tırmalar, yo önce köpekle bir dalaşır, sonra kapıyı tırmalar, bugün tırmalamasına gerek kalmadan, koruma müdürüm kapıyı açtı ve kedi içeri girdi. Dolabın içinden seslendim: Kedi değil mi? Yo hayır, dedi. Titredim yine dolabın içinde. Ağacın arkasında bir karaltı var. Ne diyorsun? Evet, saklanıyor galiba... Rüzgâr uğulduyor, kapı gıcırdıyor ve koruyucum ağacın yanına doğru yaklaşıyor, yaklaşıyor, yaklaşıyor, ben dolabın içinde büzüldükçe büzülüyorum, şimdi bir olay olacak, şimdi... Oşt!... Oh, yüreğim yerine oturdu. Ama ne olur ne olmaz, koruma müdürümün dolabın kapağını tıklatmasını bekliyorum. Tık tık... Çıkabilirsiniz. Çıktım... O da ne? Koruma müdürüm bağırdı, ama ne canhıraş... Ben geri dolaba doğru koşuyorduın. Bu kedi de ne zaman girmiş içeriye? diye konuştu. Oh, rahatlayıverdim, demek kediyi içeri girerken görmemişti. Kara kedi, öyle bir sıyrılır girer ki insanın ayaklarının arasından, ben bile bazen ayırdına varmazdım. Müdürüm: Uzaklaşın uzaklaşın! diye bağırdı. Nereye gideceğimi, ne yapacağımı şaşırdım; salonun köşesine büzüldüm kaldım. O, kediye yavaş yavaş yaklaştı, başını yere dek eğdi, kedinin karnına baktı, sonra, kediyi tuttuğu gibi kapıdan dışarıya fırlattı. Ona yemek verecektim, dedim. Yo, dedi, bu kedi böyle gelişi güzel gece yarıları sizin yanınıza yaklaşırsa ben sizi koruyamam ki. Allah Allah, kuduz mu yoksa, nereden anladınız? Müdürüm, bir kaşını kaldırdı, bir kaşını indirdi: Kuduzun aşısı var şefim, dedi, ama bombayla parçalanmanın aşısı yoktur, her bir parçanız duvarın bir yanına yapışır. Bakıverdim kaldım duvarlara, sağ kolum şu duvarda, bacaklarım şu duvarda, kafam yerde futbol topu gibi, gövdem kapının yanında sanki basılmağa hazır paspas... Nasıl olur bu? dedim, olamaz!.. Müdürüm fısıltıyla: Kedinin karnına saatli bomba bağlayıp buraya salabilirler. Yaaaaa! Yahu bu kedi, altı ay mıdır, yo yo ne altı ayı, belki bir yıl oluyor, her gece böyle, saatin ikisinde üçünde kapımı tırmalayıp içeriye girer... Demek ben ne tehlikeler atlatmışım da haberim yok. ölümün ucundan dönmüşüm. Hay sen çok yaşa aklım, hay sen çok yaşa koruma müdürüm. Duvarlara da bakamadım artık, un ufak gördüm kendimi, duvarlarda toz toz, ama kıpkırmızı bir toz... Kedi kapının önünde miyavlıyordu. Kov o haini, dedim. Koruma müdürüm çıktı, bir tekmede kedinin sesini kesti. O saate dek uyumamıştım, korunmam üzerine koruma müdürümle birtakım şeyleri konuşmuş, yeni yeni kararlar almıştık. Son karar, karyolamın yerini saptamak oldu. Aynı şekerleme yaptığım zamanlar gibi, derin gece uykularımda da benim hiç can güvenliğim yokmuş... Ve bundan da benim şu denli olsun haberim yokmuş. Şuraya koysak yatağı? Hiç olur mu şefim, sizi armut gibi avlarlar. Şuraya koysak? Hiç olur mu şefim, sizi orada elma gibi avlarlar. Şurası nasıl? Hiç olur mu şefim, sizi orada ceviz gibi avlarlar. Koruma müdürüm, armuta, elmaya, cevize, ayvaeriknarı da ekledikten sonra, koca salonun hiç pencere olmayan köşesinde bana yer yatağı hazırladı. Çünkü karyola olunca başım yükseliyormuş, ikili pencerenin kapıdan yana olanından rahatça bana ateş edılebilirlermiş. Yarına, hemen hemen ayaksız denecek bir karyola ısmarlanacak ve ben onun üzerinde yatacakmışım. Sonra yattığım yerde bir yığın ıvır zıvır, bunların hepsi benim için tehikeymiş, çünkü duvarlar alçak olduğundan, ta dışarıdan atılan bir bomba, pencereden içeriye düşüp de patladığında, bu ıvır zıvırın her biri havada top gibi yüzer, son ra benim orama burama yığılırlarmış... Vay bana vaylar bana, daha düne değin ne tehlikeli şeyler arasmda mışıl mışıl uyuyormuşum da hiç haberim yokmuş. lyi bir bomba atıvermemişler. Kimler??? O hafta içinde altı kamyon tuğla geldi, kaç usta, kaç işçi, her biri bir yandan başlayarak bahçe duvarlarını yükseltmeye başladılar. Demirciler ölçüler aldılar, bahçe kapısına, bina kapısına, hatta salon kapısına demirden kapılar yaptılar. Bahçe davarımn yüksekliği üç metreydi. Hayır olamaz, dedim. Koruma müdürüm de başını salladı, daha ustalar işçiler işi teslim etmeden umanna bakmalıydık. Koruma müdürüm: Dört metre olmalı, dedi. Ben: Yoo, beş metre olsun, dedim. Ustalar duvarın bir yanını beş metreye yükselttiler... Oh, içime öyle bir ferahlık çöktü ki, derin derin soluk aldım. Demirci ustaları kapılara en iyi kilitlerden ikişer tane taktılar. Birer de sürgü ki, bilek kalınlığında... Ama acaba sürgüyü de iki tane mi yaptırsaydım... Evet evet iki tane olmalı, biri kapının tam altından sürülmeli, öteki de kilit ustunden... Ah şu pancurlar... Koruma müdürüm de, ben de o denli sabırsızız ki, duvarlar oldu, kapılar oldu, ama pencereler yol geçen hanı... Duvara merdiven dayayıp çıkmak o denli zor değil ki, sonra bir iple aşağıya, oradan, gel gir içeri diyen pencerelere, sonra bıçak boğazımda, aman aman... Hangi bıçak, niçin, kim bıçaklayacak? Koruma müdürüm haklı: Bu pencereler böyleyken ben sizi koruyamam şefim, der demez bende şafak attı. Ne yapalım müdür? tki adam daha tutalım, sonra iki de kurt köpeği, onları bahçeye salarız... İki korumacı da bahçenin birer köşesine yerleşirler... ' İki korumacı daha buldu geldi müdür, iki köpek de hemen bir gün sonra bahçede gezinmeğe başladı, öyle iri kurt köpekleri ki, bahçeye ağaçtan bir yaprak düşse, hemen havlayarak hırlayarak oraya doğru koşuyorlardı. Pencerelere demir kepenkler takıldı, demir parmaklıklar yapıldı... Birlik demirden olacakmış, ne biîirim ben birlik demiri, birlik demir demek, bir santimetre kalınlığındaki demir demekmiş, hiç olur mu, müdürüm de ben de karşı çıktık. Müdürüm: Ikilik olsun, dedi. Ben: Üçlük, dedim. Başüstüne. dedi demirci. Müdürüm bakkalın çırağından kuşkulanmış. Bu çocuktan kuşkulanıyorum, btTçocuk bu eve girip çıkarsa bir şeyler olacak gi bi geliyor bana şefim dedi. Ne diyorsun? Evet... O günden sonra çocuk, bahçe kapısının ya nındaki kulübcden içeriye bir adım atamadı. Bakkalın çırağıyla çok sıkı fıkı olan yemeklerimi pişiren kadının da işine son verdik. Çünkü müdUrüm öyle istedi. İnsan salt tabanca bıçakla öldürülmez şefim, zehirle de öldürülebilir. Ne diyorsun sen? Evet, zehiri bu bakkal çırağı sepetin içine koyar getirir, sonra bu kadın da yemeğin içine ve siz... Hay Allah, kusacak gibi oldum... Oysa ki o kadının yaptığı zeytinyağlı biber dolınasına bayılırdım. O kuş üzümlü, o fıstıklı, o naneli zeytinyağlı doimanın içine kuş üzümü denli bir zehir... Afiyetle yiyip içtikten son
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear