26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Û Cezanne çalışmanın küpeli kölesidir. Tanrının günü durmadan, dinlenmeden E resim yapar. Ama kendisinden çokluk memnun kal© m a z . Hep daha iyinin, daha kusursuzun ardından koşar. Içine sindiremediği bir tablo C o l u r s a da onu, gözlerinin yaşına bakmadan . paralar ya da sobaya atar. M fl) 1890 yılında palet bıçağıyla delik deşik ettiği "Yıkanan Kadınlar" bunların sadece bir tanesidir. O yıl bir ölüdoğayı da pencereden fırlatacaktır. Ne var, tablo bir ağacın dalına takılı kaldığı için, birkaç gün sonra ^ ordan indirtip yeniden bağrına basar. 0^ Cezanne bu sinirli yaprakotu ayaklarına ÇO birine bozulduğu, bir şeye canı sıkıldığı, ya . S» da yaptığı resimden istediği sonucu alamadığı vakit yatar. Bir gün, ünlü tablo satıcısı Ambroise Vollard'ın resmini yaparken, durumdan mem"5. nun kalmayınca, atölyesinin duvarlarında^5 ki 12 suluboyanın topunu, yakaladığı gibi """ sobaya atmıştır. Ancak sobadan höngürdemeler, fingirdemeler yükseldiğini işittiktcn sonra içi genişlemiş ve de yeniden Vollard'ın tablosuna dönmüştür. Bir başka gün yine Vollard'ı ölümsüzleştirmeye çalışırken öfkeye kapılarak atölyedeki resimlerden birini bunu yapmadan önce bir an aynı işi Vollard'ın portresine uygulamanın daha doğru olup olmayacağını da düşünmüştür parça parça eder. Bu kez yardımcı kadının atölyedeki bir halıyı, silkmek için kaldırmasına bozulmuştur. Halı, Vollard'ın gözüne küçük bir ışık lekesi düşürüyordur ki Cdzanrıe, o olmadan resmi bitiremeyeeeğine bin yemin eder. Aralıkta bir daha eline fırça almayacağını da ilan ederse de bu, açıklanır açıklanmaz yürürlükten kaldırılır. öfke atına bindiği günlerden birinde de gençlik arkadaşı Zola'nın portresini dürüp « dizinde kırdıktan sonra emektar sobaya havale etmiştir. Bir gün de bir tabloyu, modelin, poz verirken, boyuna Clemenceaudan açması yüzünden yarıda bırakrnı^tır. Clemenceau'yu sevmemesinden değil, yaptığı resme aklını koymasına engel olmasındandır bu. Ne ki, onun bir tabloyu yüzüstü bıraktı ğı çok görülmüştür. Bunu ertesi yıl yeniden ele almak, ona yeni bir görüş gctirmek için de yapar. Gelgelelim bu erteleme, kimi zaman, ikiuç yıl surebilir. Kısacası, çalışırken sessizliğinin hiçbir biçimde bozulmasını istemez. Dikkatini bi Ak güller Algüller vim, renk, uyum doğruluğundan uzaklaştıracak her davranışa afarozman kesilir. Cezanne, tabloya koyacağı rerk lekesinin öbür renklerle tam biı uyum içinde olmasına da pek önem verir. Bunun için fırçasını tuvale dokundurmadan önce uzun uzun hesaplar yapar. Matisse'in alabandası da budur. Kimi zaman yapıtını iki fırça darbesiyle örterse de öncc boyayacağı figürün 20 ya da 30 desenini çizer. Bir yazar onun evinde bir düziııe albüm görmüşlür ki içi yüzlerce fermanferma desenle tıklımdır. Matisse "Europe'un Kaçırılması" tablosunu nasıl harmanladığını şöyle dile getirir: Bu resme üç yıldır çalışıyorum. Daha da çalışacağım. Kimileri tabloların, seri halinde çıkarılan otomobiller gibi şjpşak kotarıldığını sanıyor. Sadece bu tablo için üç bin kroki çizdim. Evet üç bin. Çokluk modelim dinlenir, ben desen çizerim. Burada ağzınızı padişah kaşığı gibi açacak bir açıklamada da bulunacaği7. Bonnard'ın sadece boyadıklan değil, atelyesi de tablodur. Tonların uyumunu kestirebilmek için ilkin duvarlara renk renk küçük kâğıtlar kondurur. Onlardan da bir suru tablo çıkarır. Ve de topunu birden boyar. Yarıi boyuna, bir tablodan öbürüne koşar. Ama birinde sarıdan yola çıkmışsa, öburunde yeşile, üçüncüsündc ya da dördüncüsünde ise kızıl şapa ya da beyaza el alar. Çirkinliğin ressamı diye anılan Rouaultnun da aıalık aralık, bir tablo üzerirıde beş yıl kaldığı olur. Onu bozar, yeniden yapar. Bozar, yeniden yapar. Rouault'nun ustası Gustave Moreau da aynı takımdandır. Bir tabloya kimi zaman uç yıl abanır. Nedir, genç bir ressamın aşırnıa teyelle çarpıştırdığı tabloyu kendi üç yıl lık resminden üstün tutmaktan da geri kalmaz. Bütün bu ressamlar, ağaçların, suların nonoş ve sexy renkleriyle göz tutuşur. Van Gogh, çokluk siyahbeyazları da sümbüli keysu, ya da tahrirli mavi görür. 18$5 arahğında Rembrandt'ın daha önce hiç karşılaşmadığı bir resminin fotografisiyle başbaşa kaldığı vakit onu birden renkli olarak algılamaya başlar. Kardeşi Theo'ya yazdığı bir mektupta bu olayı şöyle anlatacaktır: Bir kadın başıydı bu. Işık göğsüne, boynuna, çenesine, burun deliklerine ve eneklerine düşüyordu. Alnı ve gözleri gölgeleyen kocaman tüylü şapka herhalde kırmızıdır. Devrik yakalı bluz da ola ki kırmızılardan, sarılardan oluşuyordur. Arka plan Mulluydum uzatdm ayaklanmı Altına yeşil masanın Rimbaud'nun ünlülerini başka yazarlar da kalburdan geçirmiştir. Bunlara göre A harfi her şeyin içinden fışkırdığı karanlıktır. Boşluktur. E ise beyazlığı olduğu kadar kadınlık ilkesini de kucaklar. Bir de suyun (eau) ilk harfidir. Şiir denizi, beyazlığını ondan alır. 1 UnlüsU ise kadınla erkeğin zorbalık, benbenlik ve kana karışmış tüm raconlarını taşır. Hackett, tlluminations'daki egemenlik kavramı olsun, "Sarhoş Gemi"deki yaygaracı Kızıl Derililer olsun, dünyada ne kadar tehlikeli ve patburun yaratık varsa tümünü alır l'ye yükler. Claude Edmond Magny ise U sözcüğünü diapazona benzetecektir. Gözüpek düşünce ancak U ile özgurluğe ulaşabilir. Sessizliğin, çalışmanın, bilimin ve içe dönüşün barışını da o getirecektir. Insanı boşluktan, yani A'dan, E'nin buzul yaşamından, l'nin sa. yıklamalarından ve de cinsel taşkınlıklardan kurtaran da U'dur. Evren (univers) sözcüğünün ilk harfi o olduğu için de dudukuşu rengindedir. •.V i Cizanne, iki Emile Zola eskizi, karakalem, \ 187985 dolaylan. \ James Joyce Matisse, James Joyce'un "Ulysseus" kitabı için bir çalışma, 1935„ Arthur Rimbaud. karanlık. Yüzdeki anlamda ise gizemli bir gülücük var. Rembrandt'ın kendi portresindeki gülücüğün iıpkısı. Van Gogh'un siyahbeyazlara renk giydirmesi gibi Rimbaud da ünlülerin renkten başka bir şey olmadığı kanısındadır. Ona göre A harfi siyah kadife camedanıdır parlak kara sineklerin. E harfi ise yıkanmış yüzüdür çadırların. Ürperen çiçeklerdir. Buzdan mızraklardır. Bir de beyaz krallardır ama, bir Rimbaud uzmanı olan Bouillane de Lacoste onlann beyaz krallar değil, beyaz ışınlar olduğunu öne sürecektir. Çünkü kral anlamına gelen roi sözcuğüyle ışın anlamına gelen rai sözcüğünün sadece birer harfi değişiktir. t, tükrülmüş kandır. Yani lâl rengidir. Çılgınlıklara tünemiş güzcllcrin dudaklarındaki kıvrımdır. U, denizlerin tannsal çalkantısıdır. Hayvan serpiştirilmiş çayırların, ya da yüz kınşıklıklarının suskunluğudur. O ünlüsu ise mahşerallah bir borazandır. Sevgilinitı gözlerindeki menekşe panltılardır. Ve de Yunan alfabesinin son harfi omegadır. Ve de yayına eski Yunancanın "açık o"sunu göstermek için alınmıştır. Rimbaud ünlülere sadece renk gözüyle de bakmaz. Onlar bir de biçim ve dcvinimdir. Biçim ve devinim olan her şey onu büyüler. Gelirı görün ki, budalaca yapılmış resimler, kapı söveleri, tel cambazlarının ağları, dükkân levhaları, harcıâlem kitap süsleri, su perileri, haraba yüz tutmuş şehirler, güvercinler ve hacılar da yüreğini yabnayak bırakır. Modası geçmiş şiirler, kilise latincesi, imlası bozuk porno yazılar, langalunga romanlar, ıvırzıvır kavuştaklar, ilkel uyumlar karşısında da feleğini şaşırır. Çünkü bunlardan da kendisine göz kırpan yeşiller fışkırıvordur. Bir başka Rimbaud'cu Cecil B. Hackett yeşilin, şairin gençliğini simgclediğini söyleyecektir. Ne diyorum, yeşil, Rimbaud'nun şiirlerinde de kipirder: Geldim yeşil meyhaneye ki tereyag Reçelekmek ve sögüş et istedim Yeşil. sadece meyhaneye özgü de değildir. Masalar da yeşile durmuştur: Cizanne, kendi portresi, karakalem, 1886 O'ya gelince, Hackett onu benbenliğin ve gözün simgesi sayar. Nedeni de bu iki sözcüğün Fransızcada (orgueil ve oeil) o harfi ile başlamasıdır. Alman yazarı Hoffmann da renkler, sesler ve kokular arasında özel bir ilgi olduğu görüşündedir. Esmer ve kızıl aynısafaların kokusu onda törpüleyici bir etki yapar. Onu duşler kuyusunun dibine yuvarlar ki ordan bir obuanın tiz ve haykırışar sesini işitmesine yol açar. tmdi azizimiz, masada kala kala bir Joyce kaldı. O da her rengin insanı düşünceye saldığını mırıldanacaktır. Kara taş üstünde kara kargalar... Yavruağzı sabahlar... Siklamen ve kavuniçi güneşler... Gümüşi, krom sarısı, is siyahı yolculuklar... Hünnabi deve kervanlan... Kan kırmızı koyunlar... Beyaz ve mavi çekirdeksizler... Lacilerin, morların, firfirilerin, levarike pembelerinin ince ve parlak samurları.... Ak güller, al güller, tabak gülleri... Bütün bunlar düşüncenin kanatlan, ateş böcckleridir. Joyce, insan beyninin balkonlarına sadece yeşillcrin tırmananıayacağııu da fıslar. Çünkü doğada yeşil gül yoktur. Yeşil nehirler, yeşil göller, yeşil çağlayanlar da yoktur. Ama Rimbaud şöyle demekten kendini alamayacaktır: Yeşil sular doldu tahta tekneme benint
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear