27 Kasım 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Olaylar ve kahramanlar 1955 yüında Bayburfda doğan Ülkü Ayvaz. Ankara Üniversitesi Tiyatro Bötomü mezunudur. 1982 yılında "Şahane Lunapark" adlı çocuk oyunuyla Devlet Tiyatrosu Opera ve Batesi Sanatçtlan Vakfı'run ödülünu, 1983'te "îşlerin Yotunda Gitmesint Engel Olan Kim?" adlı kitabıyla, Akademi Kitabevi öykü Başan Odulü'nü ve "Yeniden Yaratma" adlı oyunuyla 1984 Enka BUim ve Sanat Odülleri tiyatro birindlik OdOlOnü kazandı. ir öykü kahramanım var. Kendisiyle başım dertte. Dur durak bilmiyor, söz dinlemiyor. Daha kapıdan dışarı adımımı atar atmaz, bir bakıyorum takılıvermiş peşime. Konuklarım geliyor eve, oturup iki laf edemiyorum; çat kapı biliyor burnumun dibinde. Yazdığım öyküdeki yerini beğenmiyor kahramanım. Pek sıradan buluyor ona bağışlanan o yeri. Kendisine saygısızlık etmek istemiyorum; hani nasıl denir, huyuna gitmek için ter döküyorum ama, kime anlatacaksın. Son çare olarak tutup lastikli bir dosya içinde masamın çekmecesine kilitledim onu. Artık huzura kavuştuğumu sanıp, elimi kolumu sallaya sallaya dolaşıp duruyordum ki, ansızın evimin kapı önünde bekler buldum yine onu. Itiraf etmeliyim ki, içinde bulunduğu dosya ile birlikte şöyle on on beş parçaya bölüp çöp tenekesine pekâlâ fırlatabilirim öykümü. Böylece ortada ne olay kalır ne kahraman. Ama neden bu yola başvurayım, diye soruyorum kendi kendime: B de öyle kolay kolay açığa vurmaz kendini. Yazar ve ardından okuyucu, ele geçirdiği ip uçlarıyla öze doğru yürür ve bir bütünlüğe ulaşır. Bizim sevgili kahramanımız için geçerli değil ki bunlar. Bir defa anlaşılmaz bir yanı yok. Pencere camı gibi, bir yanından bakınca, görüveriyorsunuz hemen öteki yanını. "Nezaket altından değerlidir". Oturup uzun uzun konuştum kendisiyle. Büyük bir dikkatle dinledi beni. Sonra, daha önce kaieme aldığım Uç beş öykü verdim ona okuması için. Söz dinliyor hani; saatlerini bu okumalara ayırdı. Pek dc sabırlı. Verdiğim öyküler biraz soluk aldırdı bana. Konuklarım da memnun sonuçtan. tkide bir beni kutlamaları, övgülere boğmaları da bundan, kendi rahatlannı geç de olsa sağladığım için. Bir süre oturup, edebiyat ve sanattan rahat rahat konuşabiliyorduk artık konuklarımla. Ama ne zamana kadar! Sevgili kahramanıma verdiğim öykülerim, benim 'baht dönüşüm' oldu. Kahramanımız, ne yaptıysa yaptı, türlU hınzırlıklarla öteki öykü kahramanlarıru da bana karşı kışkırttı. Biriyle baş edemezken altı kişi oluverdiler karşımda. Hem de öfkeleri burnunda, hoşgörüden uzak bir tavırla. Kimse yerinden memnun değil. Dahası, yer değiştirmenin bile sorunlarını çözemeyeceği konusunda ısrar ediyorlar. Bu söz öyle bir huzursuzluğa sürükledi ki beni, anlatılır gibi değil. Mutsuzlukla boğuldum. MUthiş bir karamsarlığa sürüklcndim. Tek satır okumak, tek satır yazmak içimden gelmez oldu. Nasıl denir, uçsuz bucaksız bir boşluğa düştüm. Pekâlâ, dedim onlara, demek böyle ha! Hiç biriniz beğenmiyor öykülerdeki yerini, öyle mi? Kaldırıp atarız öyküleri olur biter. Böylece sorun kalmaz ortada. Bu sözler Uzerine hepsinin ellerime sarılacağını, yalvar yakar bu kararımdan vazgeçmemi isteyeceklerini sandım. Aman tanrım, altı kahramanım da kahkahalarla sarstı ortalığı, gülmekten katıldılar. "Biz zaten yaşamıyoruz ki" dediler bir ağızdan. Buyrun işte, kendi kazdığım kuyuya düşüverdim bir anda. Artık evde yedi kişiyiz. Sofraya birlikte oturuyoruz, gezilere birlikte çıkıyoruz, birlikte karşılıyoruz konukları. Soluk alınacak gibi değil evin içi. Neyse geceleri uyumak için çekmecelerine dönüyorlar, ama pekâlâ biliyorum, ben yatağımda kıvranıp dururken, çekmeceleri usulca aralayıp beni gözlüyor ve kıs kıs gülüyorlar. Altı öyküyü yeniden yazmaktan başkaca çare yoktu. Yemekten, su içmekten vazgeçıp öyküleri yazmaya koyuldum. lnanılmaz bir çözüm bulmuştum çünkü. öyküler, öyle önemli olaylar içeriyor, öyle ilginç mekânlarda geçiyordu ki, ister istemez kahramanları önemsiyordu kendini. Olayların önemi, kahramanları da önemli kılıyordu sanki. Oysa gerçekte bir figürandan başka bir şey değildi kahramanlar. Ama olaylar, korkunç bir hızla gelişiyor ve öylesine etkileyici, dikkat toplayıcı mekânlarda olup bitiyordu ki, kahramanlar bunun büyüsünden kendilerini düşünecek zaman bulamıyorlar ve pek önemsiyorlardı kişiliklerini. Olaylar, kahramanları yiyip yutuyordu. Olaylar için vardı onlar. Olaydan soyutlanıverdiklerinde, çınlçıplak kahveriyorlardı ortada. Benim altı sevgili kahramanım pek sevindi bu sonuca. Mutluluktan gökte uçar oldular. Aslına bakılırsa ayaklan havada, gerçekten uçuyorlardı. övgüler yağdırdılar bana ve her biri gidip yerini aldı öykülerde. Böylece ev boşaldı, huzur doldu odalar. Konuklarımla, sevinçle edebiyat tartışmalarına giriştik yeniden. Kahramanlarım, ara sıra ziyaretime gelirler. lhmal etmezler beni. Çay, sigara ikram ederim onlara. Günlük siyasadan konuşuruz. Mutlu olmasına mutlu görünüyorlar ya, bir kırıklık, hatta nasıl denir bir tedirginlik, huzursuzluk var yüzlerinde. ttiraf etmeseler de anlaşılıyor bu. Bu durum, son günlerde üstü örtülü bir korku uyandmyor bende. öykülerimdeki olaylanda mı beğenmemeye başladılar ne.D THOMAS BERNHARD Alman dilini ustaca kullanan şair ve yazar Thomas Bemhard, 1931 yılında Hollanda'mn H erlen kennnde dünyaya geldi. Avusturyalı bir çif çinin oğhtdur. Ortaöğrtnimini Salzbourg kentind yaptı. Keman vefan dersleh aldı. Müzikle yakından UgUendi. Yazın dünyasına fiirle giren Tho mas Bernhard, ilk şiirlerini 1957'de kitap halind yayımladı. Çoğu 1960'tan sonra sahneye konan birçok oyun yazdı. Daha sonra romanlanyla dik kati çeklL Yabancı dillere de çevrilen romanlan sunlar: Donma, Kanstkhk, Alçı Ocağı, Düzeitmeter. Evet. KOken. Mahzen. Taklitçi' adını tasıyan kitabmdan Türkçeye çevrilen, kimi lanıklıklanm veren küçük öykücüklerini yayımladığımız Thomas Bernhard'm yoğun anlatım biçimi içinde gerçek ve dtis iç içe dir. Çeviren: NAİM TİRALİ ŞÜPHE PEK de iç açıci sayılamayacak bir üne sahip konaklama yerlerinden Kitzbühel'de bir Fransız, basit bir şikâyete dayanılarak tutuklanmıştı. Nedeni de tki Başlı Kartal Oteli'ndeki bir oda görevüsi kadırun, gece yarısına doğru istediği üç tek konyağı odasına çıkardığı sırada, adamın kendisinin ırnna geçmeye kalkıştığı suçlaması. Fransız, jandarmaların önünde şiddetle yadsıdığı bu suçlamayı, ancak lyrollerde oturanlara yaraşır, igrenç bir karacalma diye nitelemişti. Bu Fransız, Paris'in ünlü Sorbonne'unda Alman yazını profesörüydü ve Kitzbühel'deki tki Başlı Kartal Oteli'ne dinlenmek niyetiyle gelmişti. Çünkü iki yılı askın süredir Nietzsche'nin ö y l e Derdi Zerdüşt'ünü Fransızcaya çevirmekten yorgun düşmüştü. Hiç ara vermeden Paris ikliminden Kitzbühel'inkine geçiş ise, kendisi için hiç de iyi olmamış, Fransa'dan Tyrollere hızlı yolculuk, gücünü tüketen ve onu Kitzbühel'e gelir gelmez birkaç gün yatağa çivileyen ağır bir griple sonuçlanmıştı. Fransız profesörün hiç de oda göreylisi kadını baştan çıkaracak, dahası kendisine edimsel saldırıda bulunacak durumda olmadığı açıkça kabullenildiğinden, birkaç saatlik ahkoymadan sonra serbest bırakılarak, tki Başlı Kartal'a dönmesi sağlanmıştı. öte yandan tki BaşL Kartaldaki işinden kovulan oda görevlisi kadın, gazetede, altında Bir Kltzbühd'oin Karacalması yazısı yer alan fotoğrafıyla karşılaşınca dayanamamış kendini hemen Inıı Nehri'ne atmış. Cesedi de o zaman bu zaman hâlâ bulunamadı. ACIMAK KOMŞULARIMIZDAN bir yaşlı kadın, iyilikseverliğini biraz ileri götürerek, yardıma gereksemesi olduğuna inandığı fakir bir Tiirkii yanına almıştı. Başlangıçta Türk de, iş sonunda yıkılıp sökülecek olan bir yapım barakasında oturmak zorunda kalmaktan kurtarıldığı ve bundan böyle, yaşlı kadının iyilikseverliği yüzünden büyük bir bahçe ortasındaki kentsoylu evinde yaşayabileceği için minnettar görünmüştü. Bahçıvanlık ederek, yaşlı kadına yararlı oluyordu. Yaşlı kadın, kendisini sadece tepeden tırnağa giydirip kuşatmakla da kalmıyor, adeta üstüne titriyordu. Bir gün, polis komiserliğine başvuran Türk, kendisini yanına alan yaşlı kadını, acıdığından öldürdüğünü acıkladı. Hemen olay yerine giden sorgu yargıcının da saptadığı gibi, yaşb kadın bogularak öldUrülmüştü. Sorgu yargıcı, Turke yaşlı kadını neden öldürdüğünü, hem de boğarak öldürdüğünü sorduğunda, aldığı yanıt yine aynı oldu: Acıdıgımdan. DİRENİŞ Augsburg'da oturan biri, bütün yaşamı boyunca, olur olmaz yer demeyip, şu savı ileri sürmüş: Goethe ölürken ağzından çıkan son sözler "Biraz daha ısık!" anlamına gelen "Mehr Licht!" değil, "Daha istemez, yeter!" anlamına gelen "Mehr nicht!"dir. Bu yüzden de adamcağız Augsburg akıl hastanesini boylamış. Çünkü zamanla, kendisiyle ilişkisi bulunanların da sinirleri bozulmaya başladığından, hepsi birlik olup, saplantısıyla kafayı acıklı biçimde üşüten Augsburgluyu akıl hastanesine attırmaktan başka çare bulamamışlar. Ne var ki, başvurulan altı hekimden altısı da, bu bahtsız adamın akıl hastanesine kapatılmasına karşı koymuşlarsa da, yedinci hekim, hemen bir resmi belge düzenleyivermiş. Frankfurter Allgemeine Zeitung, bu hekime bunun için Frankfurt kentinin Goethe madalyası verildiğini yazmasaydı, benim de bu olaydan böylece haberim olmayacaktı. TAKLİTÇİ CERRAHLARIN Dostu Derneği'nce dün gece Pallavicini Sarayı'na çağrılan taklitçi, gösterisinden sonra bizimle Kahlenberg'e gelmeye hazır olduğunu bildirdi. Kahlenberg'te bizim de, tüm sanatlara açık, hünerlerin gösterilmesi, hem de bir bedel karşılığında gösterilmesi için uygun yerimiz var. tngiltere'nin Oxford'undan gelme, ama Landshut'ta okula gitmiş ve Berchtesgaden'de silah yapımında çalışmakla işe başlamış bulunan taklitçiden, Kahlenberg'te aynı gösteriyi yinelememesini, bize Cerrahların Dostu Derneği'ndekinden değişik bir gösteri sergilemesini, Pallavicini Sarayı'nda taklit ettiği, o hepimizi yürekten heyecanlandıran seslerden tamamen başka bir izlence yapmasını istedik. Bunu bizc söz verdi. Gerçekten de Kahlenberg'te az ya da çok tanınmış, ama Pallavicini Sarayı'ndaki Cerrahların Dostu Derneği toplantısındakilerden tamamen değişik kişilerin seslerini taklit etti. Kimi isteklerimiz de oluyor ve taklitçi bizleri hoşnut kılmak için elinden geleni ardına koymuyordu. Fakat bitirirken, bir de kendi öz sesini taklit etmesinin yerinde olacağını anımsattığımızda, işte bunu kesinlikle yaDamayacağını söylemek zorunda kaldı. 20 Söz konusu öyküden memnunum; kim ne derse desin, hiç de fena bir öykü değil o. lnsanın yalnızlığım anlatıyor; sonra bu yalnızlığa giderek bir değer yüklüyor. E, başkaca ne beklenebilir bir öyküden. Sevgili kahramanımıza bakılırsa, kendisinin başından asla öyle bir olay geçmediği gibi, bundan sonra da geçeceği yokmuş. öyküdeki yeri göz önüne alınırsa, bir 'tipine uygunsuzluk' apaçık görülcbiliyormuş. Ha, ha, haay! Şimdi de yazara ders veriyor, öykü kahramanları. Kendi başına buyruk kişiter olmak istiyorlar çünkü. Ebediyatın yaygınlaşmasının bir sonucu bu. Olumsuz sonucu tabii. Aklına esen öykü kahramalığına soyunuyor.Eskiden sinemada böyleydi. Elbette burada, öykü sanaiının lıer köşe başında rastladığımız ınsanları kahraman olarak seçemeyeceği üzerine yargılara varacak dcğilim. Yoo, bu bütünüyle anlayışım dışında benim. Fakat nasıl denir, bir kahraman kimi derinlikler taşır, incelikler saklı tutar kendinde. Bu incelikler ÇILGINLIK LEND'de bir posta dağıtıcısının işine son verilmiş. Nedeni de, içinde kötü haber bulunduğundan şüphelendiği mektuplarla, tabii eline geçen cenaze töreni çağrılarını dağıtmayıp, hepsini evinde yakması. Sonunda posta yönetimi kendisini Scherrnberg Akıl Hastanesi'ne kapatmış. Ama orada da dağıtıcı üniformasıyla dolasan postacı, hastane yönetimince sırf kendi iyiletimi için hastane duvarlarından birine konulan posta kutusuna atılan ve bahtsız arkadaşlarına yazıbnış mektupları sürekli biçimde dağıtmayı iş edinmiş. Anlatıldığına göre de bu posta dağıtıası, daha Scherrnberg Akıl Hastanesi'ne kapatıldığı gün, çüdvmaması için, kendisine bir dağıtıcı Uniforması verilmesini istemiş.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear