15 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Eski bir I türküye ağıt ıllar öncesinde algıladığım şeyler, senin ölUm habcrinle geçiverdi gözlerimin ö n ü n d e n . Dalgacıklar çürümüş, parçalanmış bir cansimidi attı kıyıya, bırakıp gitti. Bir tren yavaşça kaydı kılıç ışıltılı rayların UstUnde, sessizce akıverdi uzaklara; kısacık bir an bir mendil sallandı. Sallandı da denmez, mendil iniverdi. O yerde ve oranın çok yakınında bizi yıllarca yakan güneşi, trenin yerinden seni ilk görüşümü duyumsadım: Vardınız yok oluverdiniz Yaşanmakta olanla varlığın yitvermesi arasında aşağı kayıvermiştiniz... Yeniden kayıyordunuz. Senı tanıdığımda eviniz istasyona da deın/e dc yakındı. Ariık trenlerin boyuna gözden uzaklaştıkları çağa geldıııı ben de. Mendil sallayanlara herkes gülüyor. Sen, bilmediğim bir günde sun kez soluk vernıişsin. Bunu duyduğumdan beri aklımdan çıkmıyorsun. Iki görüntü var: Keskın. Bir birı bclirginleşiyor, bir Obürü. Son görduğümde yüztlnde şişlikler vardı, hastalıklı kı/.ıllıklar. Yanak derilerin sarkmış, gözlenn sayısız çizikle çevrelenmişti. Derinlcrden ışıldanıasına alıştığım çağla ycşili yitmişti. Saçlarınır. çoğu beyaza dönmüştü ama telııııam kızıllığı tümden yok olmamıştı. Sanki birı, kızıl boyayı rastgele başının üslünde dağıtmıştı. Mantonu çıkartmamıştın. Eşarbını indirmiştin. "Çok iişüyorum," demiştin. Zor soluk alıyordun Gövdene deslek olsunlar diyc ellcrini yumruk yapıp oturduğun sedire bastırmıştın. Gerıldiklen için belki, ne çok yıprandıklan bellı değıldı. Dc rideki karaciğer lckcleri artmış ve yayılmıştı. Sedirde oturduğun sürece ellcrin durgun, gövden i:>c rahatsız ve kıpır kıpırdı. öbürü... ÖbUrU seni ilk gördüğum günkü yü zün, Şadiye Hala. Bırakamadığııııız resimler vardır hani, onlar gibi direniyor son görünUmünün önüne geçiyor. Seni öyle hatırlamak insana, goz alabildiğine yeşıl çevreyi tepeden seyran etmek gibi coşku veriyor Zaman geçtikçe, başka görünümlcrini buluyorum. Her değişimde bir ışık çakıyor sankı. Bir lane, bir tanc daha... Sayamıyorum. Yine başa, son gördüğum güne dönüyorum. Ardından ilk gördüğüme. Ezgisini hatırlayıp sozlerini unutluğum bir tUrkUnün dilimin ucunda eksikli eksikli çağıldaması gibi, zorlasam bile başka şeyler düşünemiyorum. öyle ya, sen bir türkUydün. Evin önüne çıkmıştın geldiğimizi görüp. Gölgelerimiz önümüzdeydi, sana erişmiyordu. Saçların. güneşin denıze batarken dönüştüğü renkti. Uzun bir misafirlik geçirdik sizde o yaz. Nedenini doğru dürüst söylcyemem. Belki babam ıkinci kez askerlik yapıyordu da ondan. Gölgelerin ışığı kovaladığı saatlerde, işlerinizi bitirip, annemle birlikte bizim ardımızdan deniz kıyısına geldiğiniz zamanlar, dalgaların bizim çocuk gövdelerimizi yorduğu, sizlerin ise yalmzca ba caklarınızı yaladığı o akşam Ustlerinde kaç kez güneşe ve sana bakmışımdır, dalçalarla oynaşmayı unutup; güzelliğini algılamışımdır. Annem ve sen, kimselerın ayak basmadıkları kumsalda birbirinizden bile sakınarak soyunur, eskı, yıpranmış gecelikler giyerdiniz. Kollarınız kemiksiz gibiydı: Kalınca, ama tombul dcğil. Tüysüz, ak ve ışıltılıydılar. Yıllar sonra Ingres'nin resimlerini gördüğümde, güzlenmiş olduğumuz kuşkusuyla irkilmişimdir. Kadınları öylesıne sizlere benziyordu ki, geçmiş yıllara karşın ardımızdaki kayalara dönüp çevreyi hatırlamaya çahşarak sizleri gözleyen bir baş aranmışımdır. ni alınmış sedef parlaklığındaki sakızlı akide şekeri kütlesi şeker askısma takılıyor, çekilip uzadıkça yeniden askıya atılıyor, yine çekiliyor Çevreye dayanılmaz bir koku yayılıyor o zaman. Beş kııruşluk akide şekeri alıp onu Uç çocuğa pay laştırmak müsriflik görünüyor gözüne. Annem sesleniyor. Şekerci gözlerimizi kamaştıran yığından bir kuçük parça koparıp mermer tezgâhın Ustünde yuvarlayarak inceltiyor, keskin bir bıçakla hızlı ve müzikli, küçük parçalara bölüyor. Bi/ıııı ağızlarımızın nasıl sulandığını, daha sertleşmemiş, soğumamış üç bes şekerin avuçlarımızda ılıklıktan soğuğa geçmesinde aldırmıyorsıın sen, sevincimizi görmezden gelıyorsun. Otuzuna varmamış bir genç kadındın o yaz. Bcnim için değişik, iş olmasına karşın oyuna benzeyen yenilikle dolu. Deniz sesini duyamayacağımız uzaklıkta. Yosun kokusu ise yaygın ve yakınımızda. Akşanı alacasında bu koku belirgin çer, tren yolunu parmak uçlanmıza, topuklarımıza basa basa acıyla zıplayarak aşar, şoseye çıkardık. Uzaktan kara sakız gibi gorUnürdU yol. Ustündeki kurşun rengı kır örtusünden yer yer tasar, kara ipek çilcsi gibi parlar, köpuklenmişcesine kıvrım kıvrım birbiri Ustüne yığılırdı zift. ilk adımda yapışırdık. Ne zordu o kaynar sakızdan kurtulmak. Deniz kıyısına varıp da ilk ıslak kuma ayak bastığımızda yüreklerimiz soğurdu. Bazı akşamlar sen yalnız gelirdin, eve dönmeyi akletmedığimiz için bağınrdın. Güneş batınak Uzere olurdu. O saatte yüzün şeftalinin güneş görmüş yanı, çorapsız bacakların, o dolgun kolların ise gölgede kalmış öbür yarısının rengine bürünürdü. Sen kıyıda, bizler suyun içinde, güneşın, ilk batışın ardından çıkmasını, bu kez geç kalmış gibi telaşla yeniden denizin ardındaki yerine düşmesini beklerdik. Artık eve gidebılirdik. olabilir ama o da içinden kabullenirdi. Yenice radyo girmişti evinize. Bir gün Sabit Enişte: "Artık şu anlaşmayı bozalım mı?" demişti. "Bozmam, dilnyada bozmam," diye bağırmıştın. "Pinli sen de. Ksklsl gibi olsa, haklısın diyellm. Alırıııı ben, hakkımı sende koymaın..." öyle çok bagınp çagırdın ki, Sabit Enişte günlerce sustu. Sonuna kadar sürdU mü anlaşmanız? Sürseydi bile, iyice gUlünçleşmişti. Düğün gecesi Sabit Enişte senin yüzUnü açar açmaz oylesine vurulmuş ki, başından geçtiğini duyduğu sevdayı sana unutturmak derdine düşmUş. SozcUkleri gereksiz bulurken, nasıl yapsın istesin? O gUnlerde Unlenen tUrküyU her duyduğunda elini cebine atmaya, sana elli lira vermeye başlamış. Bu anlaşma hiç konuşmadan yapılmış. Nerede duysanız parayı avucuna saymış. Penceresi ıtırlı, kUpeçiçekli evlerden dışarı vuran gelinlik kızların falsolu sesleri bile bu parayı getirmiş sana. Bunu anlatırken sesinde kibir büyürdO. "Elli lira deylp Recmeyin," derdin. "Elli lira, Alatiırk'un saglıgının elli llrası." Seni Ada sahıllerınde düslemckten mutlu ol ıııus Sabit Hniştc. Bu düşün ne kadar sürdüğünü kimse bılmıyur. Bcni yad el Sadlye bafin için. Ne kadar sad ettın Sabit Lnişteni? Nasıl bellı edebilırdı şad olduğunu? Ne kadar önemsendi ğini anlayabildın mı lam olarak? Bu gUnlerde hiçbir anlamı yok elli liranın. öykünüz paranın değeri kadar gülUnç geliyor başkalarına. öyleyse saklayalını Şadiye Hala. Oğlunu doğurduğun gUnlerde, Sabit Enişte günler ve gecelerce kumar oynuyor. Bırecik'teki büyük fıstıklığıru yitiriyor. Gümbür gUmbUr Halit Bey ailesi göçüyor ve aç kalıyorsunuz. Sabit Eniştenin ağa oğulluğundan bir istasyonun küçücük bir görevlılığıne gönül indirmesine kimseler inanmıyor. O günden başlayarak yıllar ve yıllarca sen alacağın her ellilik için duvara çetele çiziyordun Şadiye Hala. Okuman yazman yok ama para hesabını biliyorsun. bn önemlisi, Sabit Eniştenin bir gün odeyeceği borcu. Ne çok çızik gördüm mutfak olarak kullandığınız bölmenin duvarında. Sana sonsuz umutlar veren ne çok çizgi. "Beni şad et Şadiye başın icin," sözlerının karşılığı saydığın paraları öyle uzun süreden beri alamıyordun ki, sonunda unuttun. Radyoda çalsa da kalkıp bir çizik çekmeye Uşendin. Hem bu Sabit Eniiteyi daha çok incitiyordu. Evini kireçle badana ettığinde, eski süpürgeyle defalarca geçtiğıni farketmedin çetclenin UstUnden. Kireç çizgilerın Ustünü bir ikı belırsız gölge dışında kapamıştı. Günlerce ağladığını anlattın sonra. Atatürk öleli on yıldan çok olmuştu. Senin hesabını luttuğun ellilikler yarı değerinden aşağı inmişti. "KJIi kunış verse razıyım," diyordun. "Altı defa verse kıza bir pabuç alırdım..." Yine de çok kötü günler değilmiş o günler Şadiye Hala. Kazlar vardı. Onlar ve başkalarının kazları gagalardı bacaklarımızı akşamları toparlamaya gittiğimizde. Büyük, söbü yumurtalarından birıni bile çocuklann ve benim için yağa kırmadın. Yumurtaların sıcaklığı kaç kez elimizin ayasında duymuş olmamıza, senin gözlerinin ta içine bakarak istekle durmamıza karşın. Tek kuruş harcamayı gerektirmiyordu o gUnlerde ve koşullarda kaz beslemek. tş ki, şoseye kaçmasınlar. Bi? ardımıza takılan kazları göletlere, sazlıklara, bol sivrisinek ureten bataklığa doğru kovalayıp gerı döncr, çok büzgülü, kireç kaymağında ağartılmış Amerikan bezinden dikilmiş donlarımızla tabanlarımız yanarak acıyla bağıra bağıra denize koşardık yağda yıımurta yeme umudunu bir sonraki güne erteleyerek. Yoksulluktan kurtulacağın umuduyla ya, evlenirken böyle bir umudun vardı yüzünü görmeden razı olduğun Sabit Enişte çalışmak zorunda kalınca, güvence isteğın büyümüş olmalı. Yaşadığın günlerin hiçbir anlam taşımaması bundan olsa gerektir. Borç harç edip, iki bileziğini satıp bir dana alman o yüzden. Dana bUyüyüp süt veren bir inek olana kadar ne yurek carpıntıları geçirdin. Bir çay bardağı süt çaldığı için kızını dövdün, gördüm Şadiye Hala. öyle çabuk kızardın, öfkcn o kadar uzun sürerdi ki, o gün lerde. Çocuklann bir kaymak yemediler ineklerinin sütünden yapılmış. Akşamlar gölgelerle oynaşıp onları yuta yuta gelirken, bir yandan sen bir yandan oğlunla kızın korkular içinde ineği aramaya koyulurdunuz. Kızının oğlunun okullan, kocanın yorguluklan ve iş sorunları hiç aklını kurcalamıyordu senin. Ineğin memeleri sütle dolu olarak geliyordu eve. Onu görünce içindeki haznede dalgasız, çağıltısıı duran sevgi gözlerine vuruyordu. Aklına gelen bütün güzel sözler onaydı. Hastalanacağı, öleceği korkusu bir saplantıy Y Picasso leşiyor. Çıplak bacaklarımızı kazlar gagalıyor. Göletlerin çevresi dikene benzer sazlar, sık ve ince kamışlarla çevrili. Onlardan kurtulmak kolay, kazlardan kaçmak ise zor. Sakınıyor, hopluyoruz ikide bir. Onları boylan fidan boyuna varmış otların arasından çıkarmak için eline uzun bir sopa alıyor, çırpınıyorsun. Çok akıllı buluyorum seni. O kadar çok kazın içinde kendininkileri tanıyabiliyorsun diye. Biri kızıyor, hışımla saldırıyor, hoplaya hoplaya kaçıyorum, nereye kaçacağımı bilmeden. Gülüyorsun. Ne çok gülüyorsun o gUnlerde. Seni gagaladıkları zaman, daha önce hiç duymadığım küfürler yağıyor sessiz alacakaranlığa. Ya/ boyunca her gün senin oğlun ve kızından görüp, onlarla birlikte denize attım kendimi. Tek gözlu evinizde ayağımızda bir don kalasıya soyunurduk. Annemle sen ağız ağıza verır, kımbilir nelerden konuşurdunuz. O gUnlerde, bitmek bılmez söyteşilerinizi merak bile etmezdim. Evden fırlar, sazlı çimenli yerleri bir koşu geKocan seni nc çok severdi Şadiye Hala. Çok az erkek karısına o kadar uzun sureyle ve yitireceği korkusuyla bağlı kalmıştır. Sonralan sen çekilmez bir kadın olduğunda sevdasının hatırına, sesini hiçbir zaman yükseltmeksizdn karşı çıktı, dayamsının sonuna gelmişti sanırım. Sen, susmak soluklanmak nedir bilmeksizin konuşurdun. Düşünmeyi unuttuğun bellıydi. O uzun sürc durur bekler, ya Uç en çok beş sözcük eder sonra hüzünlü gözlerini yere indirirdi. Bir kibrit kuiusuydu eviniz. BUyUk bir odaydı yapıldığında. "Bizim Lojman" diye övUnüyordun başkalarına ama onlar konuk gelirler diye de korkuyordun. O tek odayı yaşanır duruma getirmek için kimseler sizin kadar uğFaşmamıştır. Otuzunu aştıktan sonra, "Slz bir de benim gençligimi görmcUydiniz..." demeye başlamıştın. Bunu söyleyecek kadar yüreklı olmak hakkındı, çünkü karşıda kim olsa güzelliğinin goz kamastırdığını yadsıyamazdı. Bunu senden saklayan Seni unuttuğum yalmzca yanılsamaymış. Çogalarak gelıyorsun. Bunun için bcnim eskiye dönıııem, orada durmam, beklemem gerekse de. Zanıanın eskide geçtiği ama bugünkü algılamalarla geçtiği bir yer dUşünmelisın. Sen böylc şeyleri düşünemezdin Şadiye Hala. öyle bile olsa, böyle dUşünmenı isteycbilirim.. Yaruk şeker, yosun kokusu geçiyor o zamanın ıçinden. Kazandan yc 20
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear