Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
fonksiyoneldir. Şimdi yine pencere şekline dönmek icap ederse, illa ki şu veya bu olsun diye hir iddia doğru değil. Şimdi bizde genellikle şehirlerde yan yana konmuş olan pencereler yerine, bunları yırtmak, böyle ağzı açık pencere yapmak moda oldu ve bu bütün eski evlerin manzarasını bozdu. Ve moda oldu. Şimdi bu pencere şeklinden anonim olan mimariye girmek isterim. Ben ev mimarisinin daha anonim olmasını daha doğru buluyorum. Orada bir mimarın şahsiyeti görülmemeli. Ev sahibinin şahsiyeti de bariz bir şekilde görülmemeli. Nihayette bir ev bir şehrin, bir sokağın bir parçasıdır. Her mimar, her ev sahibi kendi şahsiyetini davul zurna göstermeye kalkarsa sonu ne olur? Şimdi siz bunları başka bir şekilde gördünüz, etüt ettiniz: Sıraevler. Sıraevlerde bir güzellik var. Bunlar sanki birbirine benzer insanlar için yapılmış ve hiçbiri illa ki ben şöyleyim böyleyim diye böburlenmiyor. Aynı sıraya giriyor ve tevazu içinde yaşamayı kabul ediyor. Yani anonim bir şekilde. Bu anonimite çok mühim. Bu sebepten dolayı şehirler o zamanki güzelliklerini elde edebilmişlerdir. Yani, evler muzikte fon müziği durumunda kahyorlardı. Abideler, zaten malzeme de farklı olduğundan o ev sıraları içinde ayrılabiliyordu ve en ufak bir abide, bir ufacık kubbeye bile o sayede kıymet verebiliyordu. Bu güzellik, tabii yeşillikle daha da kuvvetlendiriliyordu. Maalesef, böyle bakılınca, insan güzelliklerin kaybolduğunu düşünüyor. Fakat bu tarzda, böyle bir esprı içinde Türk şehirlerinin yapılması kabildir diye düşünurüm. O zaman başka bir konuya gelmiş oluyorum. O da apartman konusu. Yaşantı meselesi, apartmanda yaşantı meselesi ortaya çıkıyor. Birçok memlekette apartman, yüksek bina artık çok demode oldu. Bizde yeni yeni başlıyor. Hele insanları kuleler içersinde yaşatmak kadar gayri insani bir şey düşünülemez. Çocuklar ıçin en kötü şey budur. Zeminden ne kadar U7ak olurlarsa, o kadar kötü. Halbuki, bizden her bakımdan çok daha ileri olan memleketlerde, mesela Amenka'da apartman evler için pek kullanılmaz. Amerikalıların çoğu yine evlerde oturur. Kendi bahçesüıin içinde, iki katlı evlerde. Yani bizde eskiden olduğu gibi. Bu evleri bir sıraya dizmek, illa ki ayrı ayrı değil de birbirine yapışık yapmak, çok fayda verebilir. Çok daha iktisadi olur. Yine tekrar etmek isterim, ben Le Corbusier'nin boydan boya devam eden penceresine evet derim. Ama bizim mimarimizdeki sıra pencerelere hay hay derim, onlan alkışlarım. Fakat münferit, yarık pencerelere de aman derim, sakın derim. Onları istemiyorum. Bu belki özel, şahsıma mahsus bir şey. Kontıtlanni7 ile kamu yapılarınız arasında lasarıııı bakımından bir ayrım gozetiyor musunuz? Evet efendim. Bir ayrım olmasını doğru bulurum. Mesela, bizim memlekette bir banka belirli bir şey ifade eder. Binaenaleyh o bina da ona göre yapılmış olmalı. Bazı binaların kendi başına aınblem gibi gfirülmesi aranabilir mal sahipleri tarafından. Fakat o zaman mimar, mal sahiplerinin, bankacılann vs. bu gibi heveslerini frenlemek durumunda olmalıdır. O binanın her ne kadar bir bankaysa da şehrin bir parcası olduğunu hatırlatmalıdır. Bir sokağın bir parçasıdır. Onun güzelliğine uymak mecburiyetindedir. Fakat tabii bir banka, bir iş binasından, bir ev binasından farklıdır. Mimarisi de farklı olmahdır. Ama buradan, şu cam kutular meselesine gelebilirim. Her nedense, bu cam kutulara karşı benim çok büyük bir alerjim var. Mimari ile bu cam kutuları bir türlü bir araya getiremiyorum. Ben bir de araştırmacı ve ögretici yanınızı sormak istiyorum. Öğrenciniz olmuş çok mimar tanıdım. Hepsi de sizin zor bir hoca olduğunu/ıı, titizliğinizi soyler, hatta yakınır. Biraz konuşalım mı bu hocalık işlerinden? Hocaögrenci ilişkisinin ve oıellikle ınimarlık eğiliminin nitelikleri, o/elliklc uzerine duşuncclerinizi öğrenmek isterim. Ben, mesela Ankara'ya veya lzmir'e ziyarete gittiğim zaman, arkadaşlar gelirdi, eski talebelerim. Toplanırlar, büyük bir sofra kurulur, eksik olmasınlar davet ederlerdi. Yemek içmek filan. Aralarında çenesi daha kuvvetli olan başlar biraz içkiden sonra. O zaman benim hoca ofarak marifetlerim ortaya çıkardı. Şöyle etmişim, böyle yapmışım. Fakat bütlln bunlardan, hepsinin de benim göstermiş olduğum bazı sertlikleri şimdi çok hoşgördukleri ve nıemnun oldukları manası çıkıyordu. Evet, mesela dokuzda başlardı dersler. Ama sekiz buçukta daima kürsünün başında bulunurdum. Yarım saat şöyle bir kendime gelmek için. Halbuki kendime gelmemi gerektirecek bir hadise yoktu o zaman. Ne trafık vardı, ne başka bir şey. Dersime hürmeten bunun lazım olduğunu hissederdim. Nitekim sonradan birçok başka yerden ders verme teklifleri aldım. Bunları kesinlikle, hayretle, hatta adeta nefretle reddettim. Bir hocanın böyle elinde çantası, birçok yerde papağan gibi aynı dersi okutması benim için anlaşılacak bir şey değildi. Daima mesleğime, hocalık mesleğime bu bakımdan hürmet taşımışımdır. Evet, o zaman, ben derse girdikten sonra kimse giremezdi, kapı kapanırdı. Bu şimdi çok şaşılacak bir hadise ama o zaman tabii bütün memlekette de kendine göre bir disiplin vardı. Sonra talebenin sayısı da gayet azdı. Her biriyle şahsi bir tanışıklığıiTuz vardı. Evet, belki sert oldum. Yani birçok konuda şakam yoktu. Ama şaka yapmasını da, şaka yapılmasını da severdim. Ben zannetmem ki prensip itibarıyla bir sertlik hevesinde olmuş olayım. Belirli senelerde akademi Türkiye'de hakikaten, Türkiye'de ve Avrupa'da az bulunur bir bilim ve öğretim müesscsesi oldu. Tabii, bu özelliğini kaybetti zamanla. BugUn de artık aynı duruma girmesine imkân yok tabii. Bugün her şey başka türlü. Zannedıyorum ki o esnada birkaç kişinin canını sıkmışımdır. Fakat genellikle devam edecek bir hoşnutsuzluk yarattığımı sanmıyorum. Şimdi mesela göruyorum ki çok büyük üstatlat, hatta Avrupalı hocalar, gelip oturup çiziyorlar nerdeyse, kendileri çiziyorlar projeyi. Ee, o zaman talebe hiçbir şey öğrenemiyor tabii. Taklitçilikten başka. Binaenaleyh, ben daima talebelerın şahsiyetini korumaya çalıştım. Şahsiyeti ezilmesın, taklitçiliğe duşmesin diye. Bilhassa mimari projelerde bunun çok ehemmiyeti var. Bunu anlayan anladı. Sizin bir başka yönüniiz de araştırmalarınız ve yayınlanmz. Kitaplarınız, çok crken loplanmaya başlamış belgeler. Belki kamuu, yu yeterînce bilıniyor, bileceği gtinler çok da uzak olmasa gerek. Ama söylemek islediğim, ilgililerin bildiği veya merak ettiği malzemeleriniz. Örnegin, ben kişisel olarak yayımlamış oldugunuz malzemeden çok yararlandığımı, borçlu oldugumu belirlmek isterim... Ben böyle bir araştırmanın iz bırakma fi\ bir şekilde tespit etmiş olsalardı. Bunu yadan bir şahısta kalıp da yok olmasına karşı 'pamâdılar ve ölduler. Ne bıraktılar? Birkaç tane bina. Bizim memleketimizde mimarların savım. İnsan bildiğini paylaşmalı. Fakat bu payiaşma kolay değil. Bunun güçluğünü ben bü dece bina değil, aynı zamanda araştırma yaptün hayatımın, profesyonel hayatımın bir kıs maları bence mecburidir. ÇUnkü başka türlü mında gördüm. Ancak şimdi ferahlamış va bu memlekete uygun bir mimari yapma ımkânı yok. Akademide biz bunu yaptık. Ondan ziyetteyim. Gittikçe daha büyük ölçüde neşriyat yapmak durumuna giriyorum. Ben de sonra bizim çıkardığımız dokUmanlar yandı. rim ki kcşke Kemaleddin Beyler, Vedat Beyler, kı onlar bize nazaran neler gördüler, çok müt Büyük bir kısmı yandı. Yandıktan sonra birhiş şeyler gördüler, keşke onlar bunların yüz kaç gazete birkaç söz söyledi. O zaman anlatde birini, kroki olsun, fotoğraf olsun, herhan mak istedim ki bu kütüphanenin kitapları satın alınır yeniden. Bina da yapılır. Kimse bunu anlamadı. O zaman yaptığımız işin fazla erken olduğunu anladım. Fakat şimdi düşünüyorum, bu bugün olsaydı, yerine getirilebilir duruma gelseydi, kimbilir kaç milyar kıymetinde olurdu. Çünkü o binalar da yandı, yok oldu çoğu. Biz o zaman sivil mimari üzerınde çalıştık. Ne şehirler üzerinde çalışmalar yaptık. Onların hepsı yok oldu. Mesela, Zeyrek yok bugün. Yani paha biçilmez bir servet gitti, efendim. Ama öyle olmamla beraber bunların üzerinde yayın mayın hiçbir şey yapılamadı. Beş kuruş alamadık, bunu yapmak için hiçbir yardım görmedik. Bunun aksine düşmanlık kazandık. Mektebi istismar ediyor, dediler. Neler neler! Neler söylenmedi, hem de en başta meslektaşlar. Bugün bu zihniyet değişti çok şükür. D Ç% Bir hocanın elinde çantası, birçok yerde papağan gibi aynı dersi okutması, benim için anlaşılacak bir şey değildir. Daima mesleğime bu bakımdan hürmet taşımışımdır. "BUtm memkketimlıde mlmarlann sadtce bina dtğil aynı vtmanda arafttrma yapmalan bence mecburidir" diyen Prof. Sedad Hakkt Eldem çahfma masannm bajında.