01 Temmuz 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

4 14 adalı bir başkent... Yaşam beklentisi 100 yıl! 7 KASIM 2012 ÇARŞAMBA İsveç’in başkenti Stockholm’un 14 adası var. Yürüyerek rahatlıkla gezebileceğiniz bu kentin en ünlü adası Gamla Stan. Turistlerin ilk uğrak noktası olan bu ada, “eski şehir” olarak da adlandırılıyor. Çok iyi korunmuş bu tarihi alandaki binalar, daracık sokaklar, cafeler, hediye dükkânları, tasarım mağazaları çok çekici. Bazı sokaklar o kadar dar ki, ortada durup, iki kolunuzu yana açtığınızda duvarlara değebiliyorsunuz! Bir müzeler kenti olan Stockholm’de, görülmesi gereken yerlerin başında Djurgarden adasındaki açık hava müzesi Skansen geliyor. 19. yüzyılın sorunda kurulan Skansen’da, İsveç’in geçmiş yüzyıllardaki yaşamı anlatılıyor. ‘Kaliteli göçmen’ Türkler FİGEN ATALAY İsveç’i önce Olof Palme ile tanıdık. İsveç’e göç eden neredeyse her Türk işçisinin hâlâ minnetle andığı, sinemadan evine dönerken öldürülen ünlü İsveç Başbakanı. Bizimkiler korumasız, araçsız adım atmazken, İsveç Başbakanı’nın sinema bileti almak için kuyrukta beklediğini, korumasız gezdiğini şaşkınlıkla okumuştuk yıllar önce. Vikinglerle, her neslin sevdiği ABBA’yla, Volvo’yla, Ingrid Bergman’la, Pippi Uzunçorap’la aşina olduğumuz İsveç, son yıllarda en çok İKEA ile gönlümüze taht kurmuş durumda! Geçtiğimiz günlerde üniversitelerini görmek için gittiğim İsveç’te, başkent Stockholm’ün yanı sıra pek çok kenti gezdim, çok sayıda İsveçli ile bu ülkede yaşayan Türkle görüşme olanağı buldum. İsveç, bu ülkede yüksek lisans öğrenimi gören bir Metro ile her yere ulaşmak mümkün ama İsveçliler işe ve okula bisikletle gidip gelmeyi tercih ediyor. Zaten tüm İsveçliler sporu çok seviyor, her tür hava koşulunda spor yapıyor. İsveç’te ortalama yaşam süresi kadınlar için 83, erkekler için 79 ama bugün doğan bebeklerin 100 yaşına kadar yaşayacağı öngörülüyor. Bunda da sporun katkısı büyük. Doğayla iç içe ve stressiz yaşamı, şekersiz günleri, balık ağırlıklı beslenmeyi de unutmamak gerek tabii! Türk öğrencinin sözleriyle, “yeşilliğin ve eşitliğin ülkesi”. Tartışmasız herkes eşit bu ülkede. Hiç kimseye ayrımcılık yapılmıyor. Dil, din, etnik köken, giyim tarzı, konuşma biçimi, ten rengi, şişmanlık vb. hiç ama hiçbir farklılık, hor görülmüyor, dudak bükülmüyor. Uzun bir sahil şeridi olan, çok sayıda gölü bulunan İsveç’in yüzölçümünün yarıdan fazlası orman! Bu göller ve yeşillikler ülkesinde, hele de trenle yolculuk yaparsanız manzaraya doyamayacaksınız. Minicik göller, kimisinde tek bir evin ancak sığdığı minicik adalar, bu adaları karaya bağlayan minicik köprüler... İsveç’in en kuzey bölgesinde yaklaşık 20 bin Sami yaşıyor. Kendi kültürel gelenekleri, kendi dilleri, kendi bayrakları ve kendi parlamentoları var. Samilerin bir kısmı rengeyiği güderek geçimlerini sağlar ve doğayla iç içe yaşarlar. Eski Sami Mitolojisi, rengeyiğini yakalamayı mümkün kılan Rüzgâr Tanrısı ve Samilerin Anası Güneş gibi doğal unsurlara dayanır. Şaman inanışlarına göre doğanın bir ruhu vardır. Samiler hâlâ kendilerini “Güneşin ve rüzgârın kavmi” olarak tanımlarlar. İsveç’te cumartesiler “Şeker Günü”dür ve çocukların çoğu haftada sadece bir gün şeker yiyebilirler. Elbette istedikleri kadar değil! “Cumartesi Şekeri”, annebabalar arasında yazısız bir kuraldır ve küçük çocuklar tarafından da hiçbir zaman sorgulanmaz. Bu kural, diş sağlığını korumak için konulmuştur. 1940’lı ve 1950’li yıllarda, şeker ve diş çürükleri üzerine birçok araştırma yapılmış. 1957 yılında da şeker ve diş çürükleri arasında doğrudan bir ilişki bulununca Sağlık 28 no’lu tramvay, Fado ve Lizbon Baştarafı 1. sayfada başkenti bodosloma içine dalınacak mekânlardan. Her köşeden farklı bir güzellik fırlıyor. Lizbon’un en eski semti Alfama’nın dar sokaklarında karşımıza çıkan yoksulluk bile beraberinde hoş bir estetiği taşıyor. Köşedeki duvarı umarsızca işgal eden mor begonvilin hemen altına atılıveren tahta bir iki sandalyede koyulaşan komşu sohbeti; yeşil seramik kaplı yüzyıllık evinin balkonunda sardunyalarını sulayan yaşlı kadın; Birkaç sokakta bir serpiştirilmiş likör dükkânlarından birer “Ginjinha” (geleneksel vişne likörü) kaparak devam ediyoruz yolumuza. Sao Jorge Kalesi’nin çevresinde kurulmuş eski Arap yerleşimi Alfama meşhur 1755 depreminden zarar görmediğinden, hâlâ eski yapısını korumuş halde. Ansızın karşınıza çıkan minik meydanları, dar merdivenleri ve denize açılıp gelmeyen Portekizli denizcilere yakılan türküleri (fado) dinleyebileğiniz restoranları ile gerçekten çarpıcı. Ulaşım için en akıllı yol metro istasyonlarından alacağınız günlük seyahat kartı (4.60 Euro) Bununla 24 saat boyunca metro, otobüs ve tramlerden yararlanabiliyorsunuz. Lizbon’u yorulmadan gezmenin en kolay yolu ise 28 No’lu tramvay. Biz de tabanvaydan yorgun düşünce hemen atladık eski püskü emektar 28 No’ya.. “Yukarı Mahalle” anlamına gelen Bairro Alto’da inip yeniden sokak aralarına daldık. Bairro Alto yenilenen tarihi binaları, minik şirin kafeleri, sanat galerileri ile kentin kalabalık semtlerinden biri. Epey dolaştıktan sonra hemen altında bulunan ve şık vitrinleri ile dikkat çeken Chiado’ya yöneldik. Lizbon’un en ünlü kafesi olan “Cafe a Brasileira”da oturup, bol köpüklü, bol aromalı Bica’larımızı (bira) yudumlarken etrafı seyrettik. Art Nouveau tarzının Lizbon’daki en güçlü örneği sayılan bu kafede, ünlü Portekizli yazar Fernando Pessoa’yı, bir masada soluklanırken tasvir eden heykel gerçekten görülmeye değer. Diğer görülmeye değer yerler arasında Praça do Comércio (Ticaret Meydanı) ve yakınlarındaki, güzel ön cephesiyle tanınan Nossa Senhora da Conceição Velha Kilisesi, Rossio Meydanı, Restauradores Meydanı, Elevador de Santa Justa (1900’lü yıllarda Baixa ve Bairro Alto’yu birbirine bağlamak için kurulan Neogotik tarzdaki asansör), Jerónimos Manastırı’nı sayabilirim. Estetik, kentsel koruma, saygılı ve cana yakın insanları, çok düzgün bir toplu taşıma sistemi, müthiş tatları ve özellikle de deniz ürünleri. Ve tabii fado.. İşte Lizbon deyince ilk aklıma gelenler. İzlanda hem ateş hem buz Baştarafı 1. sayfada 8.400 km2’lik bir alanı kaplayan Vatna Buzulu Avrupa’nın en büyüğü, Antarktika ve Grönland’den sonra dünyanın üçüncüsü. Yaklaşık 320 bin nüfuslu adanın yüzde 52’si volkanik çöl. Yüzde 12’sini ise buzullar oluşturuyor. Adanın ikinci büyük kenti Akureyri’nin nüfusu yaklaşık 17 bin. Ada halkının yüzde 94’ü Kuzeysoylu, Keltlerden, Vikinglerden geliyorlar. Son yıllarda başta Polonya olmak üzere bazı ülkelerden göçmen işçiler gelmeye başlamış. Halkın büyük çoğunluğu Lutherci Hıristiyan, okumayazma oranı yüzde 99. İzlanda flora ve fauna açısından olduğu kadar mineral çeşitliliği açısından da zengin. Adada yumurtlayan yaklaşık 230 kuş türü var. Yunus ve foklar dışında 910 farklı çeşit balina sahillerini ziyaret ediyor. Adanın maskotu ise puffin’ler. Deniz papağanı diye adlandırabileceğimiz bu kuşların yaşamı penguenlerinkini çok anımsatıyor. İzlanda her yıl kendi nüfusundan fazla turisti ağırlıyor. Ülkeye 2015 yılında 1 milyon turist geleceği öngörülüyor. Bu minik adada yaklaşık 100 rota bulunuyor. Yürüyüş, dağcılık, rafting, golf, nehirgöldeniz kayağı, dalış, balinakuş gözlemleme, buzul üzerinde köpeklerin çektikleri kızakmerkez. İnsanların doğanın enerjisi ile yaşam enerjisi yakaladıkları akılvücutruh uyumu sağladıkları bir yer. Ayrıca sauna, buhar, masaj odalarına sahip. İnsanlar yüzlerine beyaz çamur sürüyorlar… Yoğun jeotermal etkinin gözlendiği İzlanda’nın en etkileyici yerlerinden biri de Vatna Buzulu’nun kenarındaki Skaftafell Ulusal Parkı. Girişte Ada’da benzerlerinden çok bulunan bir ziyaretçi merkezi bulunuyor. Landmannalaugar’a giderken ise Alev Yarığı’na uğrayabilirsiniz Orada sizi jeotermal havuzlar karşılaşıyor. İlerilerde 10 yılda bir patlayan Hekla Volkanı görünüyor. İzlanda’da hazirantemmuzda, “gece yarısı güneşi” denilen olay gerçekleşiyor.. Kısacası beyaz geceler. Belli zamanlarda “kuzey ışığı” (aurora borealis) görmek mümkün. İzlanda yürüyüşseverler için de ideal bir coğrafya. En iyi gezi zamanı ise haziranağustos arası. [email protected] lara binme, snowmobile, buzulda yürüme, at binme, saga (kuzey söylenceleri) turları, gayzer, fokurdayan çamurlar, sıcak su banyosu gezileri mümkün. Başkent Reykjavik’e gelince Mavi Göl’e (Blue Lagoon) uğramadan olmaz. Burası başkente 40 dakika uzaklıkta bir jeotermal İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Sorumlu Müdür: Miyase İlknur Editör: Hayri Arslan Yayınlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ Yönetim Yeri: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No.2 Şişliİstanbul Tel: 0 212 343 72 74, Fax: 0 212 343 72 64 Reklam: Cumhuriyet Reklam Genel Müdür: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya Reklam Müdürü: Ayla Atamer Tel: 0 212 251 98 7475 Tel: 0 232 441 12 20 Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı Cumhuriyet Gazetesi’nin Ekidir Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri. C MY B Gecegündüz karışıyor... Burada yaşayan Türkleri en çok zorlayan, iklime uyum sağlamak oluyor. Yazları güneş batmak bilmiyor, gecegündüz birbirine karışıyor, zaman kavramınızı yitirip sabaha kadar oturabiliyorsunuz. Kışları ise 35’e kadar düşen hava sıcaklığı ve güneşsiz, karanlık günler, depresyona yol açabiliyor. Gündüz saatlerini işte ya da okulda geçirenler, aylarca hiç güneş yüzü görmeyebiliyor. Çünkü güneş, ocak ayında sabah 9 civarı doğup 3 civarı batıyor! Kurulu, İsveçlilere, haftada sadece bir gün şeker yemelerini önermiş. Bu gelenek, o günden bugüne sürdürülüyor. Astrid Lindgren’in yazdığı Pippi Uzunçorap, dünyanın en çok sevilen çocuk kitaplarından biridir. Türkçeye de çevrilen bu kitabın kahramanı Pippi, 9 yaşında, olağanüstü güçlü bir çocuktur. Kocaman evinde, atı ve maymunuyla yaşayan, komşu çocukları Tommy ve Annika ile arkadaşlık eden Pippi’nin maceralarını şimdiye kadar okumadıysanız çok şey kaçırmışsınız demektir!
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear