Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
4 9 ŞUBAT 2011 ÇARŞAMBA Köprü, Buda, Peşte... BURCU AKKAYA burcuakkaya.c@gmail.com Bir nehir akar Peşte ile Buda arasında, adı Tuna. Macarlar Duna diyor adına... Buda eski, Peşte yeni ve modern yüzünün adı şehrin. Budapeşte; eski ve yeninin muhteşem birleşimi olmuş Macaristan’da. Bir haftalık ziyaretimizden aklımda kalanları aktarmalıyım. İlk gün, uçak akşam vardığından; binaların mimari yapısı ve şehre hâkim koyu gri renk dışında pek bir şey algılayamamıştım şehirle ilgili. İnanılmaz bir sis kaplamıştı etrafı. Havaalanından kalacağımız yere giderken köprüden geçtiğimiz halde Tuna’yı görmek imkânsızdı. Ama o sis ve gecenin karanlığında Tuna’nın üzerindeki Özgürlük Köprüsü’nden yürüyerek geçtikten sonra, Gellert adında bir şatonun önünden geçtik ki bina beni büyüledi. Belki adından, belki de sistendi, bilemiyorum. Eski çağlardan fırlamış bir hali vardı… Bu muhteşem görkemli Gellert, zengin turistlerin ve işadamlarının uğrak yeri olan birinci sınıf bir otel, kaplıca ve spaymış (Spa: Şifalı sular ile yapılan bakım). Sis gezmemize izin vermiyor... O gece eşyalarımızı eve attıktan sonra yürüyüşe ve etrafı görmeye çıktık. Daha ilk akşamdan Budapeşte sokaklarını arşınlamak ve her şeyi bir an önce görmek, öğrenmek istiyordum ancak yeri göğü kaplayan sis izin vermiyordu. Tuna’yı yine bir köprü vasıtası ile yürüyerek aşıyorduk ama nehirde tek bir şey görünmüyordu. Yalnız yürüsem kesin korkardım diye geçiyordu içimden. Gerilim filmi çekmek için çok uygun bir yerdi. Ertesi gün sis kalkmış, görüş alanımız açılmıştı: Kahramanlar Meydanı ve Buda Kalesi’ni gezdik. Hava buz gibi olmasına rağmen bir parkın arkasında, yerlerdeki kimi noktalardan buhar çıkıyor, duman fışkırıyordu. Bu neymiş demeye kalmadan yüksekçe bir duvarın aralıklarından bizim hamamlara benzeyen kocaman bir açık havuz gördük. Demek o buhar ve duman da termal suyun soğuk havayla karşılaşmasıymış. Termal kaplıca ve havuzlarla doluymuş şehir. İçeri girmedik ama duvardaki aralıklardan havuzu görebilmiştik, buz gibi havada açık havuza giriyordu insanlar. S A N K İ İ S T A N B U L Yorulmak bilmeden tüm tepelere çıktık, bunlardan birinin adı da yine Gellert Tepesi. Köprülerle dolu şehir tepelerden baktıkça İstanbul’u andırıyor: Kiliseler, tarihi binalar, ışıklı köprüler el dokuması bir halı gibi uzanıyordu. Avrupa’nın ortasında geceleri ışıl ışıl parlayan, güzeller güzeli bir şehirdi... Ancak bu güzelliğin arkasında yaklaşık 20 bin insan gecelere çatısısız giriyor, çatısız uyanıyordu gündüzlere... Neden mi? Fabrikaları kapanmış ve sistem gereği tek bir şey yapmak üzerinde uzmanlaşmış olan bu insanlara yeni maharetler öğretilememiş geçen yıllarda. Onlar da yeni işlerin ucundan tutamamış, düşmüşler sokaklara... Yaklaşık 10 bin insan barınaklara toplanmış ama birçokları çatısız kalmayı tercih etmiş. Kimi, barınaklarda yeterli yer olmadığından, kimi de tanımadığı bir kalabalıkla birlikte yaşamaktansa tek başına olmayı yeğlediğinden, sokaklardaki köşe başları, merdiven altları, üstleri ve metro geçişleri hep evsizlerle dolu. İnsan donmamalarına şaşırıyor diyor dum döndüğümde ama kara iklimini küresel ısınmayla birlikte artık daha da kara yaşayan Macaristan, soğuktan donan evsizlerini mecburen teslim ediyor ölüme. Hayatta kalmayı başaran evsizler de ne yapsınlar, şarap içip ısınıyor ya da ver ediyorlar Palınka’yı. Elma armut gibi çeşitli meyvelerden yapılan geleneksel bir Macar içkisi Palinka. Macaristan’ın en güzel şarapları ise adını Osmanlı tarihinde ‘Eğri Kalesi’ olarak bildiğimiz Eger kentinden alıyor. Eger’in kırmızı şarapları, lezzetli bir hediyeye dönüşüyor, tatilcilerin bavullarında. Yolunuz düşerse Macaristan’a; ‘gulaş’ yiyin, 9. yüzyılda Macar çobanlarının ürettiği geleneksel yemeği Macaristan’ın. Haşlanmış dana eti ve soğanın acı lezzeti kalmıştı damağımızda. Kıyıda restoran olarak kullanılan hem şık hem salaş gemiler var. Eğer akşam yemeğinizi bunlardan birinde yemeyi seçerseniz nostaljik bir gece geçirebilir: Hatta Titanik’teyim; adım Rose, birazdan da Jack çıkıverecek karşıma sanabilirsiniz. E s t e r g o n K a l e s i Orta Avrupa’nın en büyük gölü nün adı Balaton. Macarlar, 1920’li yıllardan itibaren denize kıyıları kalmadığından Macar Denizi olarak isimlendirmişler gölü. Yolunuz düşerse bu kente; Macarların Esztergom dediği Estergon Kalesi’ni görmeden gelmemelısiniz. Saygısızlık olur tarihe. Bugünlerde ‘Muhteşem Yüzyıl’ dizisiyle gündemden düşmeyen, Kanuni Sultan Süleyman zamanında Osmanlıtopraklarına katılmış olan Estergon Kalesi’ne önce tren sonra da Kuzey köylerinden geçerek sallana sallana giden eski bir otobüsle ulaşmıştık. Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde ve birçok türküde anlatıldığı gibi: “Estergon Kalesi, su başı kale, Göklere ser çekmiş burçları hele, Biz böyle kaleyi vermezdik ele” “Estergon Estergon Yedi krala saray olan Estergon” Kazıklı Voyvoda olarak bilinen 3. Vlad Tepeş’in hapishanesi ile yine Kanuni Sultan Süleyman zamanında Avrupa seferlerine katılan ve Macarlar tarafından da sevilen hatta Macar sanatına ve edebiyatına konu olan, Bektaşi babası derviş ve şair Gül Baba’nın Gültepe’deki heykeli ve türbesi de rotanızı ilginç kılacak yerler arasında. Attila ismi çok yaygın Macaristan’da. Geçmişte bu topraklara göçerek gelen Macarlar, üçü Türk dört kavmin birleşmesinden doğmuş ki bunlardan biri de Hunlar. Dolayısıyla Türklük karışmış Macarlara ve Türk kökenli oldukları da söyleniyor. Gördüğüm kadarıyla seviyorlar Türkleri. Havaalanında ilk karşımıza çıkan Macar olan pasaport polisinin de yaka kartında yazıyordu, Attila. Bir de arkadaş oldukları her Türk’e “Jebimde bir alma var” demekten keyif alıyorlar çünkü Macarca’da ve Türkçede aynı bu cümle. 2004 yılında Avrupa Birliği’ne katılmasına rağmen tam bir Avrupa ülkesi denemez Macaristan’a. Avro geçse de para birimi hâlâ forint. Asya kültürü ve Osmanlı tarihinin izleri var sokaklarında. Macarca konuşulan ülkede İngilizce bilen insan sayısı oldukça az. Eğer kaybolur da yol sormak isterseniz İngilizce değil de Türkçe konuşan birine ulaşmak çok daha kolay oluyor. Türkiye’den giden Erasmus öğrencileriyle dolu Macaristan. Tıp ve benzeri bölümlerde okumaya gelen başörtülü kızlarla da karşılaşabilirsiniz sık sık. Zincirleşmeyi başarmış kebap restoranlarını da unutmamak gerek. ‘Török Etterem’ Türk lokantası demek buralarda. Gençler için çok çekici bir şehir Budapeşte, her mevsim çok çeşitli müzik festivalleriyle dolu hem de Avrupa’nın ortasında yer aldığından diğer ülkelere kolay geçiş yolu... C MY B C MY B