Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
14 ELEŞTİRİ Eren AYSAN 6 Ocak 2012 Cuma 392 Yoksulların Yenilgisi İ lk defa San Diego sınırında görmüştüm kaçakçıların hayatlarını güvence altına alan tabelaları... Meksikalılar ABD’ye kaçak girerken otobanda ezilmesinler diye dil bilmeyenlere yönelik birtakım işaretler vardı bu tabelalarda... “Bakın biz ülke sınırına giren insanları düşünüyoruz” imajını garip bir biçimde yaratmak onlara mahsus... Öldürmeyip süründürme üzerine bir dizi popülist kırıntı... Albert Camus de Amerika Defteri’nde, bir Meksikalının öyküsünü anlatır: Meksika’da bir kaza geçiren Amerikalı, kaza geçirdikten sonra kesik bacağını kristal bir kutu içinde yanında götürmek istemiş. Ama Amerikalı bacağından ayrılmaktansa Meksika’da kalacağını açıklayınca, ABD onurlu bir yurttaşını kaybetmemek amacıyla harekete geçmiş! Bu anlatıda yurttaşlık parodisi var her şeyden önce. Ne yazık ki biz böyle bir hikâyenin içinden geçmeyi bile beceremedik! Derdim vatandaşlık kavramını sorgulamak değil. Sanatın insandan uzaklaşmasını ele almak. Çocukken defalarca okuduğum Fikret Otyam’ın Ceylanlar Suya İndi kitabında mayınlı araziye rağmen, hayatını sürdürmek için mecburen kaçakçılık yapan insanların dramı anlatılırdı. Küçük bir okul öğrencisinin gözünden Doğu’nun acılarla dolu yaşamı sunulurdu okura. Benzer durum Yaşar Kemal’in “Kaçaklar Arasında Yirmi Beş Gün” isimli kitabında vardır. Namlı Kaçakçı Adanalı Hasan’ın aysız gecede ipek, entarilik basma, çakmak ve cigara kaçakçılığı, olanca gamla, hicranla ve açlıkla sunulur. Peki Bekir Yıldız’ın Kaçakçı Şahan’a ne demeli? Sonu gelmez yoksulluğun, ezilmişliğin ortasında dinmeyen bir umudun anlatıldığı öyküler toplamında, bir babanın oğlu karşısındaki aczi yalnızca yürekleri dağlamaz, hırpalar okuru. Örnekler çoğaltılabilir. Sinemada ise akla hemen Şerif Gören’in Katırcılar’ı geliyor. Bingöl dağlarında kaçakçılarla jandarmanın ortak kaderi paylaştığı görülen, kaçakçı ya da asker olmadan önce herkesin insan olduğunu anlatan filmdir Katırcılar. Özellikle çığ düştüğünde kaçakçıların çığın altından askerleri kurtarması unutulmaz sahnelerdendir. Ömer Lütfi Akad’ın Hudutların Kanunu’nda ise başrolde Yılmaz Güney, ağalık sisteminin ortasında kaçakçılığa mahkum olan bir adamın çaresizliğini oynar. Anaların gencecik oğullarına “aAsker görürsen korkma oğlum” yakarışını bugün başka türlü düşünüyorum. O zaman jandarmayla karşı karşıya olanlar daha mı şanslıydı yoksa? Bilmiyorum. Ama tek gerçek şu ki, insansız hava aracının vicdanı olamaz. Yıllar geçti aradan, kaçakçılar hayatlarına yoksullukları ve perişanlıkları katlanarak devam ettiler. Onlar yaşamlarını acılarla sürdürdüler, bir sanat uzaklaştı yanlarından. Hatta toplumcu edebiyata / sanata karşı olan kinlerini düşmanlıkla perçinleyenler kazandı. Biz kaybettik. Hem de yoksullar öldürülürken… Otuz beş kişi… Öldürülürken… Aristophanes’in 2.500 yıllık ‘Barış’ adlı komedyası, Anadolu dekorunda gündeme sataşıyor! AntikYunan’dan güncelTürkiyekomedisi SELDA GÜNEYSU NKARA Oyunun adı “Barış.” Antik Yunan Komedyası’nın “en büyük temsilcilerinden” Aristophanes tarafından yazıldığı için oyuncuların sahneye Antik Yunan türü kıyafetlerle çıkacağını düşünüyorsunuz. Ama hayır! Sahnede oyuncular tam anlamıyla Anadolulu. Şiveleri de kıyafetleri de Anadolu’dan. Yönetmen Yücel Erten oyunu Antik Yunan’dan taşıyıp, bugünün Türkiyesi’ne getiriyor. Oyundaki espriler de bugünün gündemini takip ediyor. Hükümetin gerçekleştirdiği özelleştirmeler, Türkiye’nin dış politikasına değin Türk siyasetinin gündeminde ne varsa her şey tek tek espri konusu. Ankara Devlet Tiyatrosu’nun (ADT) sahneye taşıdığı “Barış” adlı oyun Aristophanes’in 2 bin 500 yıl öncesinden kalma bir komedyası. Aristophanes’i “özel” kılan en büyük nedense, eserlerinde yaşadığı toplumun eleştirilerini yapması, kültürel ve siyasal sorunları yansıtması. Oyunun yönetmeni Yücel Erten, “yazarın yaşadığı çağı eleştiren” yapısını bildiğinden oyunu bugünün Türkiyesi’ne uyarlıyor. A Cumhuriyet Ankara’nın izlediği oyun, “yeryüzündeki savaş ve yıkımlara artık katlanamayan köylülerin, gökler katına çıkıp, Baştanrı’dan hesap sormak istemesini ve derin bir kuyuya hapsedilmiş olan Barış Tanrıçası’nı kurtararak, yeryüzüne yeniden barışı getirmeyi” konu ediniyor. Sümeyye’ye gönderme Tiyatroseverler yakından bilirler, bugünün Türkiyesi’nin politikalarını eleştiren oyunlar bugüne değin pek çok kez sahneye taşındı. Ancak “Barış”ı diğerlerinden ayıran bir özellik var. Bir Barışherşeyden önemli Ortadoğu’daki Arap Baharı sonrasında bölgedeki durum, sivillerin can kayıpları, tarihten bu yana savaşlarda kullanılan silahlardan en çok sivil halkın zarar gördüğü vurgusu oyunun ana konusunu oluşturuyor. Erten dünyanın içinde bulunduğu bu sorunu da esprili bir dille oyunun içine yerleştiriyor. Bu, zaten Aristophanes’in de 2 bin 500 yıl önce yazdığı eserde vurgu yaptığı bir nokta. Oyunun Yılmaz Onay’ın çevirisiyle basılmış kitabında “Aristophanes, 2500 yıl öncesinden, savaşların acısını çeken sınıfın, çalışan, üreten emekçi halk kesimi olduğunu, barışın ancak emekçi sınıfların çıkarıyla uygunluk gösterdiğini vurgularken, savaştan çıkarları olan ve silah ticareti yapanların insanlık düşmanı olarak toplum dışı edilmelerini eğlenceli bir öykü ile dile getiriyor” ifadelerine yer veriliyor. Devlet Tiyatroları (DT) yapımı olan “Barış”ta yer yer DT’ye yönelik politikalar da hicvediliyor. Örneğin, oyunun başında önce izleyiciye “izlediklerinin bir oyun olduğu gerçeği” anlatılmaya çalışılıyor. Bu bağlamda da izleyiciden “bu gerçeği oyunu izledikleri süre içinde unutmamaları ince bir dille” istiyor. Bu ince hiciv bize, izleyiciye geçen yıl DT’de yaşanan “Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın kızı Sümeyye Erdoğan krizini” çağrıştırdı. Sümeyye Erdoğan geçen yıl izlediği “Genç Osman” adlı oyunda, oyuncu Tolga Tuncer’in “kendisine ‘kaş göz yaparak’ hareket ettiğini” öne sürmüş ve oyunu terk etmişti. Ardından yaşanan tartışmalar, “DT’nin kapanması gerektiği”ne kadar tırmanmıştı. Erten de DT üzerinden süren tartışmalarından rahatsız olmuş olacak ki “bu türlü tartışmaları ustaca oyunun içine yerleştiriyor.” Bu nedenle de oyunda izleyiciye “Bu her şeyden önce bir oyun” deme ihtiyacı duyuyor. Sezon sonuna kadar gösterimde kalacak Oyunda dikkat çeken bir başka gönderme de, DT’nin Erzurum, Konya, Diyarbakır gibi bölgelerinden son dönemde Ankara’ya tayin olan oyunculara yönelik. Erten, dialoglar arasına yerleştirdiği göndermelerle, yeni tayin olanlara “yumuşakça sataşıyor”.