24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Cumhuriyet Ankara 256/29 Mayıs 2009 GazetemiztarafındanÇocukve GençlikGünlerikapsamındadüzenlenenyarışmadabirinciolanşiir Bir Yasam Bir bebek olduğumu hayal ederim, Biberonla, emzikle, sallanan bir beşikle. Bir çocuk olduğumu hayal ederim, Topla, oyuncaklarla, parkla. Bir genç olduğumu hayal ederim, Hayata yeni açılmış bir kapıyla, barış pankartlarıyla, Yeni başlayan aşkla. Bir yetişkin olduğumu hayal ederim, Az gelen maaşla, ödenmesi gereken faturalarla, İşle, güçle. Bir yaşlı olduğumu hayal ederim, Bastonla, gözlükle, Yaşamdan geriye kalan son dakikalarla. Bir ölü olduğumu hayal ederim, Soğuk taşla, soğuk toprakla, Sona ermiş bir yaşamla. Bir hayat yaşamış olduğumu hayal ederim, Bebeklikle, Çocuklukla, Gençlikle, Yetişkinlikle, Yaşlılıkla, Ölümle..... MeleklerinYolculuğu N e kadar zamandır orada olduğunu bilmiyordu. Kaç gün olmuştu? Bu lanet yerde kaç gündür duruyordu? Günlerden hangi gündü? Pazartesiydi belki de. Ya da çarşamba... Peki ya günün hangi saatiydi? Zamana dair hiçbir şey bilmiyordu. * * * Bir uğultu duymuştu. Nerden geldiğini kestiremediği bir uğultu. Böyle bir uğultu yeryüzündeki hiçbir varlığa ait olamazdı. Kesinlikle yeryüzüne ait değildi bu ses. Sanki yerin en derin ve kasvetli köşesinden kopup geliyordu. Ölüm gibi soğuk ve belirsiz; ama bir o kadar da kendinden emin... Ölüm, o kilitli kutusundan çıkmış güçlenerek yer kabuğunu kırmaya geliyordu. Bu ses ölümün o acı dolu çığlıklarıydı adeta. Sonra olanlar oldu. Her yer büyük bir şiddetle sallanmaya başladı. Kaçmak için ayağa kalkmaya yeltendi; fakat zemin ayağının altından kayıp gidiyordu. Şiddetle yere düştü. Büyük bir güç, onun kaçmasını engellemek için yerkabuğunu şiddetle sallıyordu. Bu güce karşı koymayı başaramadı. Sımsıkı kapadı gözlerini. Yerde yuvarlanıyordu şimdi. Fırtınanın ortasında kalmış bir gemi gibi sallanıyordu. Nereye gittiğini bilmeden sürükleniyordu fırtınada. Sarsıntının şiddeti daha da artıyordu. Bir yandan sabit kalmaya çalışırken bir yandan da bu işkencenin bitmesi için dua ediyordu. Ama durmuyordu hiçbir şey. Yer kabuğu öfkeden delirmişti. Her şeyi yok edene kadar durmayacak gibi görünüyordu. Şimdi de yağmur gibi eşya yağıyordu tepesine. Her şey devriliyordu, her şey... Bir kirpi gibi büzüldü olduğu yerde. Düşüyordu şimdi de. Çarparak, savrularak... Kolonlar devriliyordu üstüne. Şimdi tek hissettiği, korku ve büyük bir acıydı. Savruldukça acı büyüyordu. Eşya ve kolonlardan oluşan yağmura şimdi kum da bütün şiddetiyle karışmıştı. Kumlar, düşerken attığı acı çığlıkları yok etmek için ağzına doluyordu. Kumlardan kurtulmak için büyük bir savaş veriyordu. Daha sonra her şey karardı. Acıdan ve korkudan kendini kaybetmişti. Bayıldı. mediği bir toprak... Toprağı temizlemek için ellerini kaldırmaya çalıştı; ama kalkmıyordu elleri. Ellerinin üstünde büyük bir baskı vardı. Karanlığın marifeti miydi bu gene? Kurtulmalıydı bu karanlıktan. Kaçıp gitmeliydi. Kalkmak için tüm gücüyle hamle yaptı; ancak daha büyük bir güç ona karşı koydu. Kalkmasını engelledi. Kıpırdayamadı bile. Sanki dünyayı kaldırıp onun üstüne koymuşlardı. Kafasına dank etti o an. Göçük altındaydı. Üstünde tonlarca ağırlık vardı. HATIRLAMAYA BAŞLADI Olanları hatırlamaya başladı yavaş yavaş. O berbat sesi, büyük sarsıntıları, savruluşunu, çarparak düşüşünü... Hepsini hatırlıyordu. Şimdi ölüm yanı başındaydı. Yeraltından kendine özgü korkunç sesiyle, büyük sarsıntılarıyla gelen ölüm başucunda durmuş, onun pes etmesini bekliyordu. Kitaplarda okuduğu, filmlerde duyduğu ölümün nefesini şimdi yanı başında tüm ürperticiliğiyle hissediyordu. Önce ağzındaki kumu temizlemeliydi. Kollarını tekrar oynatmaya çalıştı; ama bu imkansızdı. Kafasını yana yatırdı. Diliyle ağzındaki kumu dışarı itti. Şimdi daha iyi nefes alıyordu. Burnundaki toprağı temizlemek için ağzından derin bir nefes aldı ve ağzını sımsıkı kapatarak burnundan verdi nefesi. Bunu birkaç kez tekrarladı. Burnundaki topraktan da kurtulmuştu. Bir parça rahatladı. Yerini belli etmeliydi. Belki yukarda onu kurtarmak için çabalayanlar vardı. Yapabildiği tek şey, çığlık atmaktı. Gücü yettiği kadar bağırmaya başladı. Boğazı ağrıyana, sesi kısılana kadar... Her çığlığında gücü biraz daha tükeniyordu. Arada bir kulağını iyice kabartıp onu duyan birinden bir kıpırtı, bir cevap almaya çalıştı; ama ne gelen vardı ne giden. Çığlıkları hiçbir işe yaramıyordu. Üzerindeki kolonlar ka ranlıkla bir olup çığlıklarını geçirmemek için yemin etmişlerdi. Attığı her çığlık karanlığın içinde yok olup gidiyordu. Çığlık atmaktan yorgun düşmüştü. Gücü kalmamıştı artık; yapacak hiçbir şeyi de... Ölüme yenilecek miydi? Oysa ki bugün onun doğum günüydü. Doğum gününde ölümü düşünmek pek de iyi bir fikir değildi. Planları vardı onun. Yaşayacakları vardı. Karısının onun için yaptığı pastayı bekliyordu kızıyla. O anda oldu olanlar. Güzeller güzeli eşi ve bir meleği andıran kızı... Onlar, ailesi... AKLININ UCUNDAN BİLE GEÇMEZDİ Şimdiye kadar nasıl aklına gelmemişti onlar? Kendinden nefret etti. Küfretti, lanet etti kendine; bencilliğine... Şu ana kadar sadece kendini düşünmüştü. Onlar aklının ucundan bile geçmemişti. Bu kadar bencil bir insan olduğuna inanamıyordu. Hayatta kalma güdüsü insanı bu kadar bencilleştirebilir miydi? Yoksa bu, onun bu zamana kadar içinde sakladığı kendi bencilliği miydi? Peki, nasıldı onlar? Hangi yığının altındalardı? Yaşıyorlar mıydı? Ölmüşler miydi? Bu ihtimali aklına getirmek bile çıldırtıyordu onu. Ahh o güzeller güzeli karısı; kadını... Kızından sonra hayatındaki en değerli insandı. Hayatının ilk büyük şansıydı. Meleğim diye çağırırdı onu. Onsuz yaşayamazdı. Üniversitenin ilk günü görmüştü onu. Gördüğü an âşık oldu. İlk görüşte aşka inanmazdı hiç. Ama o an başına gelen bu değil miydi? Hayır, hayır; olamazdı. Bir insan ilk defa gördüğü birine nasıl âşık olurdu ki? Kıza, meleğine, bir kere daha baktı. Tanıyordu sanki onu. Bu güzelliği daha önce bir yerde görmüştü. Ama bu güzel, alımlı kızı gördüğü an HER YER KARANLIKTI Her yer karanlıktı. Halbuki açmıştı gözlerini. Neden hiçbir şey göremiyordu hâlâ? Neredeydi peki? Etrafta en ufak bir ışık huzmesi bile yoktu. Etrafını yapış yapış, zifiri bir karanlık sarmıştı. Delinmesi imkansızdı adeta. Nefes almakta güçlük çekiyordu. Karanlığın o her türlü kire bulanmış elleri boğazında kilitlenmişti. Tenini geçerek nefes borusuna ulaşmış ve nefes almasını engelliyordu. Ağzında ve burnunda fazlasıyla toprak vardı; nereden geldiğini bil Ruken ASYA ÇİFTÇİ Tevfik Fikret İlköğretim Okulu, 3. Sınıf öğrencisi 12
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear