Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
8 31 OCAK 2021 Salgında bedenimiz kurtulur belki, ya ruhumuz? 1 O kullar yarıyıl tatiline girdi, türk Kültür Merkezi’ne baktım hüzünle. Cumartesi sabah saat 11.00’de izlediğim klasik konserleri ankarneler verildi. Bu sıdım. Dünyanın en değercümle olağan koşulli şefleri, solistleri sahne larda sevinç yaratır, alırdı. Cep harçlığı yetergüzel düşler kurulurdi bilet almaya. Konserde du. Salgın döneminnasıl davranılır, giyim kude kekeme gibi aç şam nasıl olmalıdır, öğrekapa günlerini saymazsak, çok zamandır “uzaktan eğitim” ENVER AYSEVER KURŞUNKALEM nirdik. Öğleden sonra bale ya da opera izlerdik. Şimdi baleye spor muameledenen felaketle yaşısi yapılıyor. AKM bunu diyor çocuklar. İnsansız eğitim bu, yapay zekâ, robot çağınGençler arasında yaygın yebilmek için yıkıldı. Milyonlarca genç insanı yetiştiren binanın varlığı, kasıtda duygusuz insanlar söylem “paçayı lı biçimde ortadan kaldıyetişiyor. Yetişiyor derken, elbette nasıl, nereye diye sormak gerekir. Belki birtakım bilgiler istiflekurtarmak için kapağı yurtdışına atmak” şeklinde. Dili olmayan rıldı. Üstelik karşısına ibadethane konularak, bir tür ideolojik şifreleme yapıldı. Salgın koşulları sanatçıları muhtaç konumuna düniyor olabilir, lakin ruhsal gelişim, düşünsel olgunluk bağlamında kayıp günlerindeyiz. Eve kapanbirinin düşüncesi olmaz. Sabaha dek oyun bilgisayarları şürdü sanılıyor, oysa çok zamandır vaziyet böyle, ne zaman toplum AKM’den vazgeçti, İstanbul o gün son nefesini de verdi! 5 G mrldghtrllcnaaueiiaeeeenlrtrıinnlrbişderaelal,i,nlutnakrryeıiaea.lanabdçzısiGrosvblaooıngaynleakeckeuniadrntçuluriıieaceyiğdmsnllyıunaoaaiuiışmnç,rsyzohçkoldos.oalauoicoesklErfrtkuuen.tlaesvaaknuKğbvkre,çkaieiirk,amlairçkrioyaticea,lukğhdmkıekünlmeeakşcemzreakekdnhnakulşeeedaörrnikyurşçiyneeıibstiiıirniymidnoahikmrranaıitynuaknizranı..roşmSyıaseubımnnaimyduçhlaeiaaanonkkkydeb”kenetiainşrakpiedymnakoioiğnalynkgçiıisuntaııduyinnd,ymüruebıs.bşesrh.eköHtüiınaDndlnuyngçezıdrleiclşierteleasdıeakimrnaresreyoyasminasalö“aroimayabpnarzltlkiaaaYapımı süren yeni AKM. şılaşıyor karla; artık her ne varsa yaşama dair yapay, uzak. 2 Yeşile hasret her İstanbullu gibi, okulun kapanmasını fırsat bilip yürüyüş için Atatürk Arboretumu’na gittik. Trafik içinde geçecek olan zaman, gidiş dönüş yolu hesaba katılmalı, eylemin pek de akıllıca olmadığını gösteriyor elbette; tıpkı kara hasret çocuklar gibi, benzer sevinçle ağaçların, bitkilerin kollarına bıraktık kendimizi. Endemik bitkilerin varlığından haberdardık da, aralarında dolaşmak ayrı bir keyif; gelişmiş ülkeler yurttaşlarına şehir içinde dinlenme, düşünme olanağı sağlayan parklar sunar. Can çekişen İstanbul çoktandır bu armağanı veremiyor. Çocuklardan kar sevinci gibi, ağaçlar, parklar, yeşil, kuşlar, yaşama dair ne varsa çalınmış durumda. Kulak kesilince gençlerin sözcük dağarcığının ne denli yoksullaştığını görüyor insan. Hazin. Dilsiz, hissiz insanlar yetişiyor. 3 G eçen gün büyük bir şirketin başındaki adam sırıtarak “Evden çalışanların yüzde otuzu görevlerini aynı şekilde yapmaya salgın sonrasında da devem edecek” dedi. Eklemiş “Esnek çalışma koşulları hem insanların kendine zaman yaratmasına yarıyor hem de maliyetleri düşürüyor” diye. Birinci sav diğerinin kılıfı! İş yaşamına katılmak, özellikle bizim ülkede, sosyal varlık olmanın kazanımıdır. Keşke “esnek” denen koşullar sahiden patron bekçisinin söylediği gibi olsa, kölelikten kurtulan çalışan yaratıcı etkinliklere zaman ayırsa. Elbet hakikat bu değil, fırsattan faydalanan patronlar yeni sömürü biçimleri buluyor. Salgında katlanan kârlar bunun en güzel göstergesi. Dilsiz, hissiz, boyun eğen insanlar arasındayız. 4 T aksim’den geçerken yükselen heybetli camiye, yerle bir olan Atacüklerle birbirini asgari ölçüde anlaması evrensellik göstergesi değildir. Kaba ortaklıklar aynılaşma doğurur, rengi olmayan, rengini yitiren insan kimliksizdir. Elbet “kimlik nedir” sorusu değerli, tartışmaya muhtaç. İstanbul’dan silinen ne varsa bizim kimliğimiz değil midir? Gezi Parkı’nın hüzünlü, mahzun hali gözümün önünde... Kuşaklar arası bağ tamamen koptu. Aynı memleketin yurttaşları değiliz. 6 K redi kartıyla vergi ödeme olanağı sağlıyor devlet. Salgın günlerinde bu türden kolaylıklar olması hayranlık verici! Baktım, ne iş yaptığımı sormadan işsiz gazeteci çağındayız malum basmışlar cezayı. Birkaç kez hastanelere yolum düştü, hekimlerin canı pahasına çalıştığını gördümdü zaten o rakamları ödeyebilen kaç adem vardır memlekette acaba? Aşı tartışmalarının alabildiğine arttığı günlerde kimileri “özel teşebbüs de ithalat yapsın” diyor. Yoksul insanla yolu kesişmemiş tuzu kuruların hali böyle. Vergimizi ödedik, başımız belaya girmesin bari. Bir söz vardır; “devlet borcuna kuzu alacağına kurttur” diye. 7 B azı akşamlar ben de dizilere bakar oldum. “Unorthodox” adlı diziye denk geldim. ABD’de gettolaşmış Yahudi cemaatinden kaçan bir genç kadının öyküsü. Deborah Feldman başından geçenleri kitap haline getirmiş. Her dinde, mezhepte gericiliğin, cemaatçiliğin insanı nasıl esir aldığını izledim. Kadınlar için her yer güç, tüm dinler hapishane. İnsan kendi zindanını yaratıyor; çevrimiçi zorunluluklar farklı türden sürgünlüğe, hapisliğe hepimizi mahkum ediyor, o ayrı. Asıl sorun artık dilsiz yığınların sağa sola çarparak bu görüntü kirliliği içinde tükenişidir. Bu çağa yabancıyım, biliyorum. Peki, bu çağa kendini ait sayan var mı? Salgın geçer belki ama bu yara hep kanayacağa benzer... Fotoğraf: Vedat Arık Terso, Şila ve Ayaz mutlu mutlu yaşıyor Hisar’ın can dostları PATİ GÜNLÜKLERİ DEN IZ YAVAŞOĞULLARI cdenizy@gmail.com Onlar, Anadolu Hisarı’nın bir diğer türden semt sakinleri. Aslında onlar da sokak hayvanı, ama kimsesiz değiller, seviliyor, bakılıyorlar. Keşke her yer böyle olsa. Yazılarımda hep kısırlaştırmanın öneminden bahsediyorum. 2004’te çıkan 5199 sayılı yasaya göre belediyelere verilen kısırlaştırma görevi, disiplinle yerine getirilse 16 senede büyük aşama kaydedilirdi, sokaklarda birkaç köpek kalır, onlar da iyi bakılır, güzel bir ömür sürerdi diyorum. Yılbaşından bir süre önce bebeğimizin gaz sancılarının arttığı dönemde, biraz aile evinde kalayım diyerek köpeğim Luna’yı da alıp Anadolu Hisarı’na gittim. İşte kafamdaki ütopik tablonun gerçeğe yansımış halini burada buldum. MAHALLE KÖPEĞI KAVRAMI Sık sık gidip geldiğim halde, burada uzun vakit geçirme fırsatı bulamıyordum. Yılbaşı ve sokağa çıkma yasağı süreci eklenince bayağı bir süre burada kalmış oldum. Ben bir yerde iki günden fazla kalınca oranın sokak hayvanlarıyla da içli dışlı oluyorum ister istemez. Peşime bir grup sokak kedisini ilk günden taktım zaten. Daha doğrusu Luna’yı gezdirirken onlar peşime takıldı, içimi okuyorlar. Köpeklerle ilgili olan durum ise Luna’dan kaynaklı. Luna’yı gezdireceğim için babama, “Burada sıkıntılı köpek var mı” diye sordum. Babamın cevabı ise şöyle oldu, “Perizat Hanımlar’ın orada Şila var, bakkalın orada Ayaz var, Kardeşler Apartmanı’nda da Terso var. Hicbiri sıkıntılı değil”. Geçen yazılarımdan birinde “Kadıköy’de oturduğum bölgede sokak hayvanı yok” yazmıştım, ancak kısaltılınca Kadıköy’de sokak hayvanı yok şeklinde yanlış anlaşılmaya sebep oldu, bu konuda da epostalar aldım. Sadece yaşadığım bölgeyi, ancak gerçekten büyük bir alanı hesaba katarak söylemiştim bunu. Şimdi Hisar’a geldiğimde mahalle köpeği kavramını da özlediğimi fark ettim. Bakkalın önündeki Ayaz mesela, senelerdir burada, onu tanıyorum. 15 yaşına gelmiş, önünden Luna’yla geçerken havlıyor ama kalkacak mecali yok. Şila sokağın diğer ucunda yaşıyor, uzaktan meraklı gözlerle bakmakla yetiniyor. Terso’nun kim olŞila duğunu bir türlü anlayamamıştım. ADI TERSO AMA KENDI BAŞKA Sokakta gezen dünya tatlısı bir pointer var ama ona Terso adını konduramadım, meğerse oymuş. Onunla Luna arkadaş oldular zaten. Bunlar bizim sokaktaki köpekler, bir de çarşı kısmında kasabın önünde yatan, yemek su kapları bulunan iki köpek, iskelede ise başka bir köpek ve onun için Patika Doğa ve Yaşama Saygı Derneği hakkına saygı derneği tarafından koyulmuş bir kulübe var. Köpekler mutlu, insanlar mutlu. Kediler de mutlu. Mesela yine yaşadığımız sokakta, berberin önünde çok tatlı, ahşap kedi evleri var. Pek çok insan elindeki kedi evini, kuytu alana dahi bir tek kişinin edeceği laftan çekinip koyamazken, burada esnaf önünde bir değil, birkaç tane var. Aslına bakılırsa bir semtin insanı duyarlıysa hayvanları da refah içinde oluyor. Halk onları şikâyet etmek yerine kısırlaştırma talebinde bulunuyor mesela... HAYVAN REFAHI ARTAR Köpeklere dönersek, velhasılıkelam, düzenli kısırlaştırma olduğunda ortaya çıkacak tablo bu. Adı, sanı konulmuş, mahalleliler tarafından bakılan, sevilen, korunan birkaç köpek kalacak. Belediye tarafından kısırlaşan, aşılanan bu köpekler, üremeyecek, açlık sefalet yaşamayacak. Ve en önemlisi, ömürlerini bulundukları mahallede tamamlayacaklar. Bunu da dert edinen olursa, belediye yasa gereği, o köpeklerin başka yere götürülmeyeceğini belirtecek. Nüfus azaldıkça hayvan refahı artarken insanlar için Terso de bir renk olarak görülecekler... Ayaz İyi pazarlar...