25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

4 31 OCAK 2021 ÜLKER İNCE inceulker@gmail.com M etin Eloğlu’nun bir şiiri vardır, kısacık bir şiir. Şiirin ilk birkaç dizesinde şair bazı sorular sorar, sorular aklımda kalmamış, ama son dize hiç aklımdan çıkmaz: Metin Eloğlu son dizesinde, “Ha şöyle, düşünmeye alışın” der. Metin Eloğlu çok zeki bir şairdir, kamçı gibi sözleriyle sizi afallatır ama onun çok muzip ve alaycı bir şair olduğunu da bilmek gerekir. Ancak o zaman anlarsınız, “Düşünmeye alışın” derken, oturup ıvır zıvır şeyler düşünmek, düşünmek değildir demek istediğini. HHH Uğur Mumcu’nun da bir sözü vardır, herkes bayılır, tekrarlar durur. “Bilgi sahibi olmadan fikir (yani düşünce) sahibi olmak” sözünü. Bu sözün, gazetecilik bağlamında, bir şeyin doğrusunu bilmiyorsan eğrisini söyleme, yazma, doğrusunu araştır anlamında söylediği doğrudur. Doğrudur ama gerisi de vardır. Bana sorarsanız Uğur Mumcu, oturup bu ay kiramı nasıl vereceğim diye düşünmek, gerçekten düşünmek değildir, düşünmek başka bir şeydir, demek istiyordu. Yoksa neden “bilgi” sahibi olmaktan söz etsin? Çünkü, “Ben nasıl kiramı ödeyeceğim?” diye düşünen adama bilgi gerekmiyor, onun hesap yapması gerekiyor, o zaten kirasını zor ödeyeceğini biliyor, zor ödeyecek çünkü parası yok, parası yok çünkü yoksul. Ama bu adam ben neden yoksulum diye düşünmeye başlarsa ona işte o zaDurup dururken aklıma ne geldi? Düşünmeye dair man “bilgi” gerekir: İnsan toplulukları nasıl oluştu, nasıl gelişti, başlangıçta insanlar avcılık ve toplayıcılık yaparken zenginyoksul var mıydı, bunlar nasıl ortaya çıktı, nasıl süreklilik kazandı, yönetimlerin bunda payı ne oldu, yönetimler neyi yönetiyor, dinler nereden çıktı, bize ne öğütlemek için çıktı, dünya nereye, nasıl geldi falan filan diye başlayıp pek çok şey bilmesi gerekir. Bu bilmenin adeta sonu yoktur, kurcalaya kurcalaya bilgi içinde bilgi edinmenin. Bunu yapmadığınız zaman elinizi şakağınıza dayayıp düşünmeye düşünmek denmez. HHH Hannah Arendt, Yahudi kasabı Eichmann yakalandıktan sonra 1961’de The New Yorker dergisi adına duruşmaları izlemek üzere Amerika’dan İsrail’e gitti, duruşmaları izledi ve bu duruşmalarla ilgili görüşlerini Kötülüğün Sıradanlığı alt başlığını taşıyan bir kitapta topladı. O duruşmalardan çıkardığı şey şuydu: Eichmann onca kötülüğü yapabildiyse olağandışı biri olduğu için yapmamıştı, sıradan sizin benim gibi bir adamdı, yalnızca kendisine verilen emirleri körü körüne yerine getirmişti. Yaptığı kötülüklerin sonuçlarını düşünemezdi çünkü düşünmeyen bir insandı. “Düşünmeyen insan.” HHH Bana bu yanıt az geldi, sorun yalnızca düşünmemekte değil, dedim kendi kendime, insanın doğuştan gelen ve terbiye edilmemiş içgüdüleri, dürtüleri, gereksinimlerinde de var, bazı kötülüklerin anası bunlar olabilir, dedim. Ama biraz düşününce baktım, insanın doğuştan gelen gereksinimlerine, dürtülerine ya da içgüdülerine teslim olması da onun, “insan nedir, ne olmalıdır” hatta “hayat nedir, yaşamak nedir” sorularını kendisine hiç sormamış, bu konuyu düşünmemiş olmasıyla ilgili ve iş sonuçta yine gelip “düşünmeye” dayanıyor. Bu “körü körüne”, yani düşünmeden “itaat”e bizde “biat” diyorlar. “Biat” sözcüğü sözlükte “bir kimsenin egemenliğini tanıma” diye tanımlanmış. Biat etmek isteyen insan, kendisine ne söyleniyorsa onu yapar, ne söyleniyorsa ona inanır. Bağımsız aklını kullanan çocuklarına annelerin dediği gibi “İcat çıkarma”z. Oysa Cumhuriyet icat çıkaran gençler yetiştirmeye çalışıyordu, biatçılar o yüzden Cumhuriyeti hiç sevmediler. HHH Şimdi durup dururken aklıma bir kadın bakanın söylediği bir söz geldi, tarikat yurtlarında ırzına geçilen çocuklar için “Bir kereden bir şey çıkmaz” demişti. Belki bu eski bakan hanım çok iyi bir annedir, çocuklarının üzerine titrer, çocuklarına böyle bir kötülük yapılsa çıldırır ama kendi partisinin ideolojisi ona tarikat yurtlarına tepki göstermesini yasakladığı için bu kadar korkunç bir şey söyleyebildi. Düşünmemek tam da budur işte. “Biat” etmek, sizin iyi bir insan olabilecekken kötü biri olmanıza yol açabilir. İyi insan olmak için bağımsız düşünce ve özgürlük şarttır çünkü. İnsanı korku ipiyle istediğiniz kadar sıkı bağlayın, bu onun elinin kolunun kötülüğe ulaşmasını engellemez. Kaçırmayın EMKORLAUHKISA u Ağabeyim Orhan Veli Gazeteci Seray Şahinler’in imzasını taşıyan ve Doğan Kitap etiketiyle yayımlanan “Ağabeyim Orhan Veli” Türkçenin en ünlü şairlerinden Orhan Veli hakkında bir biyografi denemesi. Orhan Veli’nin kız kardeşi Füruzan Yolyapan’ın tanıklıkları ışığında doyumsuz bir edebiyat yolculuğu. u Doğan Duru’dan çevrimiçi konser Pandemi döneminde ilk çevrimiçi konserlerden birini veren Doğan Duru 2021’de de bir çevrimiçi konserle sevenleriyle buluşmaya hazırlanıyor. 6 Şubat Cumartesi saat 21.30’da başlayacak konserde Doğan Duru ilk solo albümü Epoch’tan parçalar seslendirecek. u Siyah beyaz bir aşk hikâyesi Netflix’in yeni filmi “Malcolm and Marie” başrollerini Zendaya ile John David Washington’ın paylaştığı duygusal bir aşk hikâyesi. Yönetmenliğini Sam Levinson’ın üstlendiği siyah beyaz film bir yönetmen ve sevgilisinin bir gala gecesinden sonra yaşadıkları olaylara odaklanıyor. u Bir Delinin Hatıra Defteri online Erdal Beşikçioğlu’nun yıllardır oynadığı “Bir Delinin Hatıra Defteri” adlı oyun şimdi çevrimiçi olarak izleyiciyle buluşuyor. 6 Şubat akşamı saat 20.30’dan itibaren izleyebileceğiniz oyunun biletlerini Biletix’ten edinebilirsiniz. u Gain’den bir şifa belgeseli Ela Başak Atakan’ın aynı adlı kitabından Gain için uyarlanan “Bir Şifa Bağımlısının İtirafları” şu sıralar izleyip de kendinizden bir şeyler bulmamanızın mümkün olmayacağı bir belgesel dizi. Günümüzde hemen herkesin biraz şifa bağımlısı olduğu gerçeğini göz ardı etmeden izlemenizde yarar var; şifanın da fazlası zarar olmasın sakın? Ayrımcılığı anlatan seri film her çarşamba BBC’de Siyah yüzleşme: EMRAH S teve McQueen’in BBC için çektiği ve 5 filmden oluşan “Small Axe” serisinin 4. halkası olan “Alex Wheatle”ın bir sahnesinde Alex’in hapisteki hücSmall Axe KOLUKISA re arkadaşı ihtiyar Rastafair Dread ona şunları söyler: “Dinle bak, sana buradaki sistemi anlatayım. Bütün o izmler ve ırkçılık konuşmaları yeterince yapıldı. Ben ırkçılığı hiç savunmadım. Rasta dediğin Steve McQueen’in ayrım yapmaz. Ama bu ülkede asıl endişe edeceğin şey sınıf sistemidir ve sınıfçılıktır. Afrika’nın çocukBBC için çektiği beş filmlik “Small ları Batı’ya neden götürüldü? Para yüzünden. Zengin sınıflar ucuz işgücünden yararlansın diye, onların cebini doldurAxe” serisi ülkemizde sunlar diye... Aynı sistem hep devam ediyor, hâlâ... Okullarda bu çocukların de izleyiciyle buluştu. Her biri önünü açmıyorlar. Aksi halde evleri kim inşa edecek? Otobüsü kim kullanacak? Bazıları yırtıMangrove İngiltere’deki siyahlara yönelik ayrımcılığı anlatan bu beş filmlik seriyi (Mangrove, Lovers Rock, Red, White and Blue, Alex Wheatle ve Education) her çarşamba BBC First ekranında izleyebilirsiniz. Filmlerin bazılarında tanıdık simalara rol vermiş Steve McQueen. Bunların arasında en çok da John Boyega öne çıkıyor. yor, evet, ama çok azı. O yüzden hep eğitim, eğitim diyorum sana... OnLovers Rock ların öğrettiğinin üstüne sen de kendi öğrendiklerini koyacaksın. Bugüne kadar öğrendiğin her şeyi unutacaksın. Ve okumaya başlayacaksın. Hayatının akışı değişecek.” İşin doğrusu Steve McQueen de aynı sıkışık sistemin içinden yetişmiş ve “yırtmış” birkaç şanslı gençten biri; ama bugün bile Red, White and Blue onun gibi siyah gençlerin yükselme şansının çok çok az oldu nucu göz altına alınan 9 kişi bir yıl ğu da acı bir gerçek. sonra yargı önüne çıkarılır. MangroBATI CEPHESI AYNI Yukarıda alıntıladığım bölüme bakıp da “Small Axe” (dilimize Küçük Balta olarak çevirmek mümkün) serisinin didaktik bir yapısı olduğunu sanmayın, aksine beş filmde tutku, keder, coşku, türlü türlü aşk ve alabildiğine yoğun duygular var ekrandan taşan. Serinin ilk ve en uzun bölümü olan “Mangrove” 1960’ların sonlarında Notting Hill’de açılan ve kısa sürede siyah topluluğun (çoğunlukla Batı Hind Adaları’ndan gelen siyahlardan söz ediyoruz) buluşma ve takılma yerine dönüşen bir kafe/restoranın etrafında gelişen gerçek olaylar anlatılıyor. Polisin hiç rahat vermediği ve sık sık baskınlar düzenleyerek hem insanları dövdüğü hem de mekânı dağıttıkları bir sürecin sonunda bölge sakinleri bir yürüyüş düzenlemeye karar verirler ve o yürüyüş sırasında çıkan olaylar sove Dokuzlusu adı verilen bu grubun davası adalet üzerine oynanan kirli oyunlar kamu vicdanında yara açacaktır. “Mangrove” hiç şüphesiz akla kısa bir süre önce izlediğimiz ve yine gerçek bir olaydan hareketle çekilen “Chicago Yedilisinin Yargılanması” adlı filmi getiriyor. Kamerasını dans eden gençlerin arasına sokup birbirine değen ellere, sürtünen kalçalara, terleyen bedenlere yaklaştırıyor ve tamamen size yabancı bir dünyanın içinde çaktırmadan gezinmenize, o tutkuyu hissetmenize, o müziğin kalp atışlarınız yönlendirmesine olanak sağlıyor. Sinema kariyerinin başlarında “Hunger” ve “Shame” gibi filmlerle adından söz ettiren ve “Twelve Years A Slave” ile Oscar kazanan ilk siyah yönetmen unvanını alan Steve McQueen en son “Widows” adlı filmiyle karşımıza çıkmıştı. Açıkçası “Hunger”ı çok sevmeme rağmen “Small Axe” ile McQueen’in kariyerinin zirvesine çıktığını söyleyebilirim. İşin ilginç tarafı Steve McQueen’den önce bu hikâyeleri İngiliz sinemasında kimsenin ele almamış olması. İşçi sınıfının sesi olarak tüm dünyada haklı bir ün yapan Ken Loach bile İngiltere’de siyahlara yapılan ayrımcılığa dair elle tutulur bir film yapmış değil örneğin. Bu tarz bir ırkçılık sadece ABD’de oluyor gibi bir yanılsamayı nihayet alaşağı ediyor Steve McQueen ve bu konuyla ilgili şunları söylüyor: “Bu filmler 35 yıl önce, 25 yıl önce çekilmeliydi aslında ama çekilmedi. Ben de bunu telafi etmek için elimden geldiğince çok çekmeye karar verdim (...) Bana bu filmleri neden kariyerimin ilk yıllarında çekmediğimi soruyorlar. Ama çekemezdim ki. O olgunluğa sahip değildim, o mesafeye, o güce sahip değildim. Önce başka şeyler çekmeli ve sonra kendime dönmeliydim.” AŞK ŞARKISI MI? Steve McQueen özelikle kendi çocukluğu ve gençliğine denk düşen zamanlardaki bu hikâyelerin kendi yaşadığı çevrelere yakın olduğunu da gizlemiyor ve en çok da kendi çocukluğuna da çok benzettiği “Education”ın bu beş film içinde en kişisel olanı olduğunu belirtiyor. Bu beş filmle izleyiciyi ve elbette kendisinin de bir parçası olduğu İngiliz toplumunu siyahlara karşı uygulanan ırkçılıkla yüzleştiren yönetmen şunu da ekliyor: “Bütün bunları konuşmak, anlatmak zorundayız. Ne yapacağız yoksa? Aşk şarkıları mı yazacağız?” Filmde Denzel Washington’ın gençliğini anımsatan çarpıcı REGGAE MÜZIK ÖNEMLI ROLLERDEN BIRINDE “Small Axe” her biri 19681984 yılları arasındaki farklı bir dönemi ve farklı karakterlerin hikâyelerini anlatıyor. İlk bakışta hiç birilerine değmeyen hikâyeler bunlar ama iki ortak noktaları var ki alttan alta her şeyi bağlıyor. Birincisi Londra’da geçiyor olmaları ve diğeri de hemen bir performans sunan John Boyega bana kalırsa kariyerinde ihtiyaç duyduğu atılımı bu rolle yapacak. Tam da George Floyd protestolarının olduğu dönemde hepsinde önemli bir yer tutan reggae müziğin hiç eksik olmayışı. Bob Marley’in 1973 tarihli şarkıçekilen filmin Boyega’nın Hyde sı “Small Axe”in Steve McQueen’e ilham vermesi hiç de şaşırtıcı olmasa gerek bu anlamda. Steve McQueen de sonuçta Trinidad adıllı ve reggae onun da kültüründe başat bir yer tutuyor. Bob Park’ta yaptığı duygu ve coşku dolu o müthiş konuşmayla örtüşüyor Marley’in şarkısına gelince; “Siz büyük ağaçsanız, bir de küçük baltayız” diyor, daha ne desin? oluşu da sanıyorum atlanmaması gereken bir dipnot.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear