28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

6 26 TEMMUZ PAZAR Işıklar içinde uyu Salgın, ilişkilerimizi, aşk hayatımızı da derinden etkiliyor Huysuz veda ederken de öğretti Seyfi Dursunoğlu... Namı diğer Huysuz Virjin. Geçen hafta gidişi yüreğimizi dağladı. Sanatıyla, şovlarıyla, yıllar yılı bize yaşattığı ke yifle, yüzümüzü güldürmesiyle ve dik duruşuyla hafızalarımıza kazınmış bir isim. Seyfi Dursunoğlu’nun ardından sos yal medyada da büyük üzüntü vardı. Bir an durup düşün düm. Acaba Huy AKSAK DÜNYA suz Virjin hâlâ sahnede olsaydı, AKP iktidarınca sözüm ona “ah lak” bahane edile rek yasaklanma saydı ne olurdu? Garip bir sonuca vardım bunu düşü ALPER İZBUL nünce. Muhalif kesimin büyük bölü @teorisyen mü tarafından da TUĞBA ÖZER Psikiyatr, psikoterapist Dr. Agah Aydın’la geçen hafta koronavirüs salgınıyla artan yalnızlığımızı konuşmuştuk. Sohbete kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bu Sevmenin ilk koşulu saygı duymak... P sikiyatr Agah Aydın, “İlişkinin, aşkın sanalı gerçeği olmaz. İlişki zaten, ötekine gönderilen bir mesajdır. O mesaj ötekine çarpıp bize geri gelir ve zihnimizdeki fanteziyi yaşayabilmemize vesile olur” diyor. uSağlıklı bir ilişkinin tanımı sizce nedir?’Sevmenin sanatı’ var mıdır? Bana göre sevmek ne sanattır, ne de zanaat. Herhangi bir canlıyı sevmenin ilk koşulu saygı duymaktır. Saygı duymadığınız birini sevemezsiniz. Sevmediğiniz biriyle de sağlıklı bir ilişki kuramazsınız. Saygı duymadığınız birine sadece sahip olabilirsiniz: bir resim fırçası, bir tuval, bir kamera gibi... İşte, o eşyalarla istediğiniz sanatı icra edebilirsiniz, ama o resimlerle, o filmlerle sevişemezsiniz. çokça eleştiri alırdı gibi geldi bana. Bir zamanlar gülerken yanaklarımızın acıdığı programları bugün yapsaydı, büyük olasılık linç edilirdi, “seksist” bulunabilirdi. Tuhaf bir denge varmış yaşananlarda meğer. Acaba iki taraf da kendi içinde iyice muhafazakârlaştı mı? hafta sevmeyi, ilişkileri, sanal âlemde süren aşk hallerini masaya yatırdık. “Her insanın HASET SALDIRIDIR u Şimdiki ekonomik sistem ilişkilerimizi nasıl etkiliyor? Etkilemiyor, çürütüyor. Çağımızın baş belası kıskançlık ve hasettir. Haset sevmeyi ve bütünleşmeyi imkânsız kılar. Haset iyiye bir saldırıdır. Başka deyişle, sevenin sevgisine, iyinin iyiliğine, bağışlayanın bağışlayıcılığına bağımlı olmaya dayanamamanın hissettirdiği, Huysuz bir tarafa ahlakın sadece “cinsellik” içinde kısıtlanamayacağını anlatırken, bir tarafa da seksist denilen küfür ya da söylemlerin cehalet ve kötü niyetle birleşmediği sürece komik bile olabileceğini gösterdi yaşamı boyunca. HHH Sosyal medyada, kimi bir kadına, kimi bir erkeğe rahmet diledi. Bu durum da enteresandı aslında. Seyfi Dursunoğlu, sahne gerisindeki duruşuyla sanat dünyasında bir kral olurken, sahnede bir kraliçe olmayı başarmış nadir insanlardan. Ve bu iki karakterin varlığının oluş zihninde taşıdığı güzel, gelmiş geçmiş her adamdan, her kadından daha güzeldir” diyor. Agah Aydın insan yavrusunun en yıkıcı duygusudur. Sevemeyen haset eden insan, beğendiği kişilere hayran olmak, onun gibi olmak, onunla dost olmak yerine, o kişilere “gıcık olur”... Ekonomik sistemin neyi, nasıl değiştirdiğini en iyi dildeki değişimden anlarız. George Groddeck’in dediği gibi, “Her şey dildir. Dil kültürün taşıyıcısıdır. İnsani ilişkinin temel koşulu.” 1980’li yılların en sinsi, en disiplinli ideolojisi bilginin, bilimin değersizleştirilmesiydi. Aptallar da destek versin diye entelektüellerle “entel” diyerek dalga geçilirdi. Şimdilerde toplumsal dayanışma ve insani değerler hedefte... Sloganı da “duyar kasma”yın oldu. MUHALEFET ŞART u Gidişat kötü diyorsunuz... Bilgiye, dayanışmaya duyulan öfke, kendini her gün yenileyerek yineliyor. Cehaletinden, duyarsızlığından ötürü dahil olamadığı her muhabbete, her ilişkiye cehaletine kanarak saldırıda bulunanların yeni sloganı da “boş yapmayın”... Mekânla, zamanla, arzusu “öteki”nin arzusuyla sınırlandırılmamış insanın, ona mal satabilmek için “anı yaşa”, “zevk al”, “sınırları aş” telkinleriyle vardığı yer; yalnızlık, melanko ğınıklığı, dürtüsellik, tatminsizlik ve anlamsızlık oldu. Sorumluluk alamayan, sınır tanımayan insanların ilişkiye bakışı öylesine takılmak, sloganı da, “takılıyoruz” oldu. Öylesine takılma çağının insanı, bugün elini neye atsa kendine takılıp düşüyor. Konuşurken kullandığı fiiller “gıcık olmak”, “boş yapmak”, “duyar kasmak”, “öylesine takılmak” olan bir insanın kuracağı ilişkilerde derinlik, duyarlılık, incelik olacağına inanmıyorum. Özümüze dönmenin, sevdiklerimize kavuşmanın, özüne güvenen insanlar olmanın ilk adımı alıştırıldığımız, alıştığımız her bir sözcüğe ayrı ayrı muhalefet etmektir. u Pandemi sürecinde ilişkiler de sanal ortamda ilerliyor. “Aşk” dediğimiz olgu internette de yaşanabilir mi? Sosyal medya ilişkilerimize ne yapıyor? Balzac’ın Sarrasine adlı romanında heykeltıraş Sarrasine, Zambinella’yı bir tiyatroda gördüğünde öyle çok beğenir ki “Bir kadından çok daha fazlasıydı, bir başyapıttı!” diyerek hayranlığını anlatır. Onun için Zambinella, bir insanda aradığı her şeyi kendinde barındırmaktadır. Hemen atölyesine döner narin ellerini, ince belini, yumuşak tenini çizmeye ve yontmaya başlar. başyapıt, çıkmıştır. Zambinella’dan fazla, bir kadından az olan bu başyapıt güzelliğin de çekiciliğin de bakanın gözünde, düşünenin zihninde, yani “sanal” olduğunu göstermez mi? Aksini düşünenleri Proust, “Aradığım gerçeğin onda değil, bende olduğu belli” diyerek uyarır. Âşık Veysel ise “Güzelliğin on para etmez, bu bendeki aşk olmasa” diyerek mevzuyu özetler. BU ÇABA NEDEN? u Ya sosyal medya? Her insanın zihninde taşıdığı güzel, gelmiş geçmiş her adamdan, her kadından daha güzeldir. O halde ilişkinin, aşkın sanalı gerçeği olmaz. İlişki zaten, ötekine gönderilen bir mesajdır. O mesaj ötekine çarpıp bize geri gelir ve zihnimizdeki fanteziyi yaşayabilmemize vesile olur. Sosyal yaşamda yalnızlaştırılan insan hastalanıyor, kendini sevme ayarsızlığının ıstırabıyla baş başa kalıyor. Her insanın özü şu ya da bu düzeyde narsisistiktir. Narsizmi törpüleyen, kişiyi olgun bir kişilik haline getiren de ötekiyle sınırlanmasıdır. Kendini sevme ayarsızlığından kurtulmak için insan içine çıkmalı insan! Sosyal medya, sosyal yaşamda hastalanan çağ insanının birbirini, benzerini bulmak için girişti turduğu bir bileşkeyi de topluma öyle li, umutsuzluk, yerinde duramama, dikkat da Ancak ortaya Zambinella’ya benzemeyen bir ği iyileşme refleksidir. güzel yansıtıyordu ki, belki birkaç gereksiz sorgucu dışında toplum onun cinsel kimliğini sorgulamaya gerek görmedi hiçbir zaman. Yarattığı karakterle de cinsiyetçi önyargılara çok ciddi bir darbe vurdu Huysuz Virjin. Türkiye belki de sanat yaşamı sırasında yeterince anlaşılamadı, mesajlarını zamanla daha iyi kavrayacağız bu büyük sanatçının. Ghosting, lovebombing, friendzone... u İlişkiler demişken son dönemde sıkça duyduğumuz bazı kavramlar var. Ghosting, lovebombing, friendzone gibi... Özellikle, kadınlar bu kavramları uğradıkları şiddetin ifşası, bir “bilinç yükseltme” olarak niteli yorlar. Sizce? Bu kavramların yaygınlaşmasının nedeni ilişki kuramayan, ilişkinin tadını çıkaramayan, cinselliği tanımayan, cinsel ilişkiyi duygulardan kopuk yaşayanların sayısı arttığı için olabilir. Toplumdaki yalnızlaşmanın, insanların kendilerini ve duygularını ifade etmekte güçlük çekmesinin bir sonucu. Erkek egemen toplumlardaki kadına yönelik şiddetin ve cinsiyetçi söylemin yenilenmiş bir tezahürü olarak görülebilir. u Ghosting: Flört sırasında birden sırra kadem basılması. u Lovebombing: Aşırı ilgiyle partneri zor durumda bırakma, aşk bombardımanı. u Friendzoning: Romantik bir ilgiyle yaklaşan kişiyi arkadaşlık ilişkisine mecbur bırakma. Sanatçıların dokunulmazlığı mı var? Fi Çi dizisindeki şiddet ağı ZEHRA İPŞIROĞLU F i Çi dizisinde ünlü bir medya patronu yükselme hırsı içinde olan dansçı bir kadının önceleri aşırı yardımseverlikle, sonra dostça, sonra talepkâr, sonra sevecen, sonra âşık bir tavırla yaşamına girer. Böylece kadın neye uğradığını bile anlamadan onun ağına düşer. Kadını sahiplenme giderek psikolojik, en sonunda da fiziksel bir şiddete dönüşür. Dizinin sonunda kadın bin bir güçlükle kaçarak canını kurtarır. Medya patronu Can bir psikopat mı yoksa sadece güç ve erk sahibi sayısız erkekten biri mi? Ozan Güven, olağanüstü bir oyunculukla medya patronunun iç dünyasındaki çatışmaları canlandırırken ona hem acırız hem de onun gibi insanların kendilerini var edemeyecekleri bir dünyanın özlemini hissederiz. Ama kurmaca, dünya medya patronunun zaferiyle sona erer. Finalde hapisten çıkan medya patronunu kitaplarını imzalarken görürüz. Erkek şiddetinin eskisi gibi sürüp gideceğinin bir göstergesidir bu. Şaşırtıcı bir son değil, çünkü gerçek yaşamda da kadına şiddet uygulayanların, dahası katillerin bile çok çabuk kurtuldukları bir ortamda yaşıyoruz, ataerkil zihniyetin kadın erkek çoğu insan tarafından içselleştirildiği ve yasaların işlemediği bir ortam. Böyle Deniz Bulutsuz bir ortamda güçlü ve ünlü birinin yakayı kolaylıkla sıyırmasından doğal ne olabilir? Kısa bir süre önce oyunculuğuna hayran olduğum Ozan Güven’in bir şiddet olayına karıştığını duyduğumda şaşırdım. Bir sanatçı, üstelik de duyarlı, yetenekli, iyi bir sanatçı nasıl olur da böyle bir olaya karışır? Önce Deniz Bulutsuz’un mosmor fotoğrafla rı çıktı sosyal medyada. Ağır şiddete uğramış ve (tıpkı dizide olduğu gibi) zorlukla kaçarak kendini kurtarabilmişti. Kamera kayıtları da bunu kanıtlıyordu. O günlerde Ozan Güven’in aşırı teatral pozları çıktı (dizilerdeki doğal oyunculuğunun tam tersi); asıl şiddete uğrayanın kendisi olduğunu iddia ediyordu. Arkasından şoförünün onu iyice aklayan bir konuşması yayımlandı. Ne bu! Bu sefer gerçekten berbat bir senaryosu olan yeni bir dizi mi yoksa gerçek mi? Her neyse boyalı basın bulunmaz bir nimet olarak bu öykünün üstüne atladı. Ama kadının mosmor yüzü gerçeğin ta kendisi, bu nedenle de ne yaparsam yapayım, gözümün önünden gitmiyor. Kadını bu hale getiren kim? ŞIDDETI ONAYLAMANIN BIN BIR YÜZÜ Tiyatro, dizi ve filmci arkadaşlarımla bu konuyu konuştuğumda kimi bu duruma çok üzülüyor, kimi belki de kadının da Ozan Güven’i kışkırtmış olacağını söylüyor, dahası kimi ona böyle berbat bir duruma düştüğü için acıyordu. Ama çoğunluk susmayı tercih ediyor ya da büyük bir iç rahatlığıyla “Bana ne bütün bunlardan!” diyebiliyordu. Tepki gösterenler azınlıkta kalıyordu. İşte beni en çok şaşırtan da belki bu duruş oldu. ? NEDEN SUSUYORUZ Bir meslektaşım, arkadaşım, dahası değer verdiğim, sevdiğim biri, dahası bir yakınım, belki de kendi kardeşim ya da oğlum bir kadını böylesine dövse kıyameti koparır, dahası suç duyurusunda bile bulunurdum, eminim bundan. Tepki göstermeme, susma, şiddeti onaylama anlamına gelmiyor mu? Böyle bir konuda taraf tutmama gibi bir şey olabilir mi hiç? Peki, susmanın nedenleri ne olabilir? İçselleştirilen otoriterlik. Kim erk sahibi ve güçlüyse ona aşırı hayran olma eğilimi. Bu durum, onun gibi düşünmeye ve hissetmeye yol açıyor. Öylesine yoğun bir duygu ki mağdur durumda olana empati duyamıyorsunuz. Eril zihniyeti hiç sorgulamadan içselleştirmiş olmak. Bu da mağduru hemen ötekileştiriyor. (Kadın da onu kışkırtmasaydı.) Konformizm. Bu konuda fikir yürüterek göze batmama. Bu şekilde herkesle iyi geçinme. Aile içi şiddet özel değil politiktir düşüncesinden çok uzak olmak. (Bu onun özeli düşüncesi.) Ya kendi açığım çıkarsa korkusu. (Ben de bizim karıya geçenlerde bir tane yapıştırmamış mıydım? Benim de dayak yediğim ortaya çıkarsa rezil olurum). Medeni cesaret eksikliği. Ünlülerin efsaneleştirilmesi. Kadına şiddet konusunda ödüller alabilecek olan o kadar çok sanatçımız, şairimiz var ki. Belki sizin aklınıza susmayı destekleyen başka nedenler gelir, paylaşırsanız sevinirim. Şiddetin her türünün en ağır biçimde cezalandırılması gerekiyor. Erkek şiddetinin de temellerine inilmesi şart. Neden şiddet, neden? Bunda yaşadığımız toplumun, eğitimin payı ne? Neden işin içinde ünlü bir oyuncu olunca meslektaşları kıyameti koparmıyorlar? Acaba sanatçıların bu konuda dokunulmazlığı mı var?
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear