Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
16 ŞUBAT 2020 5 “ İçinizde bir şey var ya sizi dik tutan, ben o şeye hayranım. Adı ne bilmiyorum. Ve hep maviyi düşünürüm karanlığa düştüğümde.” Kerem Alışık’la pazar sohbeti Kendi gökyüzünde göçebe “Mümkün olduğu kadar doğru kalmaya, olması gerekeni yapmaya uğraşıyorum. En çok korktuğum şey yanlış anlaşılmalar. Başa gelecek en kötü şey durup dururken kendini savunuyor durumuna düşmek.” “Hep tetikteyiz. Attilâ İlhan diyor ya ‘öteki kapımdan gel bunu açamazsın, hem tetik bulun ardında biri olmasın’ onun gibi... Doğru bildiğimiz yolda ilerlemeye çalışıyoruz.” K erem Alışık, annesinin ve babasının adını yaşattığı tiyatrosuyla 25 yılı devirmeye hazırlanıyor. Oyun oynuyor, eğitmenlik yapıyor, dizi çekiyor. Adana’da geçen Bir Zamanlar Çukurova’nın Fekelisi. Sözcükleri şiir gibi dökülüyor dilinden Fekeli’nin. Tanışınca anlıyorsunuz ki aslında Alışık dizide rol yapmıyor bir amlamda kendini oynuyor! İkinci sezona başlayan Esaretin Bedeli oyunu öncesi Zorlu PSM’de buluştuk. Yorgundu, oyun için Adana’dan gelmişti. Elbette şiirseldi. O bir de yalnızlığı ekledi... Kulisteki sohbetimize Çolpan İlhan, Sadri Alışık, Atillâ İlhan, Shakespeare, Goethe ve Özdemir Asaf da eşlik etti! Maviliklere daldık, çıktık derken kaybolduk... u Nasılsınız diye başlayayım. Maviyi, denizi ve gökyüzünü sevmek gibiyim. u Ne güzel... Amadeus’un galasında annenizden söz ederken kurduğunuz cümleler çok etkileyiciydi. Duygularınız ne kadar da taze... Çolpan İlhan & Sadri Alışık Tiyatrosu’nun 25. yılı... Küçük bir öyküydü anlattığım. Biz yazları Kanlıca’da oluruz. O rıhtım, o iskele, çok insan, çok misafir, çok edebiyatçı, çok sanatçı, çok dost ağırlamıştır. Başta, Sadri Alışık, Attilâ İlhan olmak üzere. O pazar sohbetleri, dost sofraları, akşamüstleri içilen çaylar gelenekseldir Kanlıca’da. Orada bahçeli bir yer, rıhtım, önünde mavi var. Biliyorsunuz, denize ve gökyüzüne bakmayanların kalbi daha çok kirleniyor. O temizliği, mümkün olduğu kadar gözlerimizle ve kalbimizle alıyorduk maviden. Ben babamın iskemlesinde oturuyordum, annem ortancaları suluyordu. Birden, gözbebeklerinde ateşböcekleriyle geldi bana. “Kerem, buldum ne yapacağımızı. Babanın adına bir tiyatro kuruyoruz” dedi. Bir pazar günüydü, yazdı, sıcaktı... Babamı kaybettiğimiz beşinci aydaydık. Gözlerimizden milyarlarca yıldız çıktı o anda ve ben fişek gibi ayağa kalktığımı hatırlıyorum. Öyle asil, öyle sıcak, öyle âşık bir halde söyledi ki. Birbirimize sarıldığımızı hatırlıyorum. Ana oğul, iki kanayan yüreğin acısından bir tiyatro doğdu. u Nasıl geçti 25 yıl? Küçücük salonlardan, binlerce kişilik salonlara sığmayan bir çabanın, repertuvarın, mücadelenin, direnişin öyküsü bu. İlk başlarda çok dayak yedik, nasıl yol alacağımızı tam anlayana kadar belli bir zaman umutla, dişle, tırnakla, taşla, toprakla dayandık, her şeyimizle dayandık. Büyük bir özveri ve sabırdı. Sabır, boyun eğmek değil aslında mücadele etmektir. Shakespeare der ya “sabrı olmayanlar ne biçaredirler” diye... Annemin de benim de sabrım yüksektir. Çok yenilgilerimiz, çok kayıplarımız oldu. Biz hep zor olanın peşine düştük. Önce bizi görmezden geldiler. DAMLA DAMLA SEYİRCİ BİRİKTİRDİK u Gerçekten mi? Evet, evet... Sonra yok saydılar, sonra kıskandılar, sonra bizimle mücadele ettiler, sonra biz kazandık. Kendinizi kabul ettirene kadar, ayakta durana kadar, hedefinizin ne olduğunu anlayana ve anlatana kadar... Hedefte ısrar, güç kuvvettir. Bizim gücümüz hedefimizdeki ısrardı. u Neden böyle bir tepkiyle karşılaştınız sizce? Bilmiyorum. Beyoğlu’nda köhne, atıl kalmış bir tiyatroyu, iki insan, özellikle annem, bütün gücüyle, yüreğiyle, elinde maddi ve manevi ne varsa vererek Sadri Alışık Tiyatrosu haline getiriyor. 250 kişiliktir o sahne. Orada güzel, toplumsal derdi olan oyunlar oynanıyor. Halka bir şeyler anlatılmak isteniyor, belli bir niteliğin peşinden koşuluyor... Biz seyircimizi damla damla biriktirdik. Kendimizi küçük mutluluklarla yetinebilen büyük savaşçılar olarak gördük. Hayattan o kadar küçük mutluluklar isteyeceksiniz ki onları sizden hiç kimse geri alamayacak. u Ne güzel söz... Çolpan İlhan ve Sadri Alışık isminin işleri kolaylaştırması beklenirdi belki de... Sanki “tiyatroya dışardan geldik” diye düşündüler. Tiyatro sanatının beşiğinde Çolpan İlhan. Ben dizi çekiyordum ama bu başlangıç hepimize o kapıyı açtı. Amadeus’un o görkemli oyunundan sonra, galada sahneye çağrıldığımda “buradan buraya geldik” dedim. Amadeus’la ilgili “nasıl cesaret ettiniz” sorusunun yanıtı, geçen 25 yılda. Başarmanın, cesaret etmekten, sevmekten, çalışmaktan ve bilmekten geçtiğini bilenlerdeniz. Bakın kuşlara, çırpınmayana gökyüzünü veriyorlar mı? u Doğru söze ne denir? Hep şiirsel mi konuşursunuz? Ruhunuz şair olunca sözleriniz de şiir oluyor. Metaforla, imgelerle konuşmayı severim. Zaten Attilâ İlhan hayranıyız. u En sevdiğiniz Attilâ İlhan şiirini sorayım o halde... Ayıramam. Belki 20 şiir söylemem lazım. u Üç tane de mi sayamazsınız? Sayamam... Klasikler var ilk akla gelenler. Sana Mecburum, Emperyal Oteli, Sisler Bulvarı, Pia, Yasak Sevişmek, Bela Çiçeği, Ne Kadınlar Sevdim, Ağustos Çıkmazı, Ulan İstanbul, İstanbul Ağrısı... Kaptan var, müthiş bir şiirdir. Yağmur Kaçağı var. Üçüncü Şahsın Şiiri, Cebbar Oğlu Muhammet, Türkiye, Mustafa Kemal var... Çok var... ÖZLEMEK ÖLÜME YAKIN u Annenize dair bugün en çok neyi hatırlarsınız peki? Onun işine, eşine, evine gösterdiği ihtimam, hepsine yetişebilmesi, ailesini sırtlayıp dayım dahil hepimizi bir araya getirip hepimizi mesut etmesi, hepimiz için Çolpan İlhanlığından fedakârlık etmesi, şu günlerde çok rastlanır bir durum değil. Ciddi bir irade, altyapı gerektirir bu. Babam, birbirine yaslanmış iskambil örneğini verir, “Çolpan’ı çekin, ben düşerim” derdi. u Özlemeyi nasıl tarif edersiniz? Enteresan bir duygu. İnsan ölür gibi oluyor ama ölmüyor. Özlemek ölmekten sadece iki harf fazla. O kadarcık arası var. Çare olmayan bir duygu özlemek. u Annenizden size geçen en belirgin özellik ne? Çalışkanlığı. u Ya babanızdan? Ondan da yaratıcılığı, doğaçlamayı almışım. Annem de yaratıcı bir kadındı ama Sadri Alışık, çıkar size iki saat, sadece içeriğini anladığı bir oyunu, herkese göre replikleri vererek oynayabilir. Çalışma azmi, işe sıkı sarılma, mesleki ahlak ikisinden kalan. Biz işimizi avuçlarımızla kavrarız. Kalbinle, canınla yaptığın her şey sana geri döner. Mevlana felsefesi... u Sadri Alışık nasıl bir babaydı? Kerem’le olan iletişiminde biraz mesafesini koruyan, çok şımartmayı sevmeyen, “baba kızar mı” korkusunu biraz hissettiren biraz da kendi babasından ötürü uyurken sevmeyi tercih eden, sevgisini biraz içinde yaşayan bir baba. Başımı okşadığında, öptüğünde çok sevinirdim. Annemse sevgisini çok yüksek derecede gösterirdi. u Siz nasıl bir babasınız? Ben annem gibi, sevgisini gösteren bir babayım. İkisinin arasında bir yerdeyim aslında. Gerektiğinde korkutucu, caydırıcı bir tarafım da var. Sadri, şimdi 28 yaşında. Bir dozu tutturdum. Hayat da bir doz işi biliyorsunuz. Doğru anahtarla her şeyi açarsınız, yanlış anahtarla hiçbir şeyi açamazsınız. İşin inceliği doğru anahtarı oluşturmak. u Bir şey diyeyim mi, kişisel gelişim modası var biliyorsunuz. Bu konuda doğru adres sizsiniz gibi geldi bana. (Gülüyor) Teşekkür ederim. u Hayatın sırrını çözmüş bir adamsınız sanki. Goethe der ya “zehir değil doz öldürür.” Dozu ayarlarsanız kendinizi koruyorsunuz. Her şey insanın kafasında bence. Kendi deneyimlerimden, hatalarımdan çıkarımlarla bir şeyler yapmaya çalışıyorum. u Keşke dediğiniz şey çok var mı? Olmaz mı mutlaka... İnsanız. İnsanın yapmaması gereken şeye yenildiği olabilir. İrade mağlup olabiliyor duyguya. u Annesi babası ünlü olan çocuklar biraz onların gölgesinde kalabiliyor. Siz ne zaman “ben artık tek başıma Kerem Alışık’ım” dediniz? İnsanın kendi gölgesini oluşturması önemli. Her zaman üretimin içinde kalmayı yaşamak olarak adlandırıyorum. Çalışmayı seviyorum. Öyle olduğu için kendimi yaratabilmeyi başardım, anne baba gölgelerini ayırarak. Yaklaşık beş sene önce Frankenstein oyunu oynuyorduk. Orada tamam dedim. Oraya kadar olanları da yok sayamam. Son basamak o oyundu. u Daha eski bir zamanı söylersiniz diye düşünmüştüm... Biraz tevazu yaptım ama olsun. Benim kendi duygumda ikna olmam o oyundur. u Şimdi sıra oğlunuz Sadri Alışık’ta... Öyle görünüyor. Okan’ın (Bayülgen) Mozart’ı, Selçuk Yöntem’in Salieri’yi oynadığı, yapımcısı olduğumuz Amadeus’ta onun çok büyük emeği var. İnat etti, öngörü onundu... u Sizle çalışmak zor mudur? Ben tatlı sertimdir. Disiplini severim. İşin içinde sevgi, neşe olmadan hiçbir işten fayda gelmez. “Sanat haksızlıkları görüp yansıtma arzusundan doğar. Toplumcu gerçekçi yazarın söylemek istediği bir dert vardır, bunu bir drama içinde izleyiciye sunar.” u Gençleri nasıl buluyorsunuz? Umut varım gençlerden ama çalışmayı ekleyecekler hayatlarına. İzleyecekler, okuyacaklar. Okumanın önemini kavrayacaklar. Okuyan insan düş kurar. Düş kuran insan düşünür, düşünen insan soru sorar. Soru soran insan birey olur. Felsefenin temeli soru sormak ve merak etmek. Okumaya meraklı, soru soran gençlik var. Bizim evde okuma saati vardı 9 yaşımdan itibaren... HILAL KÖSE u Çağın anne babaları sihirli bir formül arıyor... Kitapla, kâğıtla haşır neşir olmak. Okumanın değerini fark etmek. Her şeyi şu cep telefonlarının içine sığdırmamak. Hayat kaçıyor. Iskalıyorsunuz. Okumak yön açıyor. Maalesef kirlilik var. İnsanlar temiz olsaydı bu kadar yağmur yağmazdı. CELLADIMSIN EY ZAMAN... u Çağımızın sorunu ıskalamak diyorsunuz... Derin düşünmeyi, derinliklerde mutluluğu bulabilmeyi başarmak lazım. Çabuk elde et, çabuk tüket, çağımızın hayatı gibi görünüyor. Ama derinlik önemli. Yani hiçbir şey ele geçince akılda olduğu kadar güzel kalmıyor ya... u Evet... Ama neden? Öyle işte. u Ben buradan çıkıp meyhaneye gideceğim... Şunu düşünmek lazım. Mutluluk varışın adı mı? Mutluluk, yolculuğun adı mı? Yolculuğun adı. Yolculuğun tadını çıkarmak lazım. Küçük mutluluklara geliyoruz yine. Bir sıcak çorba... Akşam eve gideceğim, koltuğuma gömülüp kitabımı okuyacağım... Bu yeter işte. u Keşke fark edilse küçük mutlulukların kıymeti. Ben farkındayım mesela. Fark edenler var... “Bir sanat eseri, mesajı ne kadar alttaysa o kadar kıymetlidir. Sanat ve kültür ülkenin ileri gitmesinin en önemli gerekçesi. Bence tılsım bu ve değerlere sahip çıkmak gerekiyor.” u Siz aşmışsınız ama... Biz geçen zamanda kaybettiğimizi, zamanın geçmesiyle kazanıyoruz. Bir tek sana gücüm yetmedi, celladımsın ey zaman. u Mutlu musunuz peki genel olarak? Biraz kendi gökyüzünde göçebe, kendi vicdanında özgür, yüreğini kuşlara emanet etmiş biri gibiyim. Ama sahici, ama dalgın, ama samimi ama yalnız. u Yalnız mısınız sahi? Ben yalnız bile değilim. Onu da aşmışım ben... ScöYtuycaAmlomemşhRaimnu.ItirrıNni’ydeet u O halde bu hayatta size bir şey olmaz artık... Belli olmaz. İki facia vardır. Biri insanın istediğini elde etmesi, diğeri de edememesi. u Eyvahlar olsun. Çözdükçe düğümleniyoruz. (Gülüyor) Özdemir Asaf misali. u Güçlü ve hüzünlü bir adamsınız o zaman... Kalbin varsa hüznün var demektir. Güçlü olmak ise dayanmayı başarmak. u Ya Türkiye? Çok derdimiz var. Bitmeyen sorunlar var. “Derin olmak için demlenmeyi, hayatı yaşamayı bilmek lazım. Dickens, ‘Ruhlar dalgalar gibidir, derinlik ancak derinliklere anlatılır’ der.” SADRI ALIŞIK “Anlatılması mümkün olmayan bir adam. Gözleriyle Türkçe konuşan bir adam. Aklınıza uğramadan yüreğinize direkt ulaşan bir adam. Çok yönlü, bu ülkeye Allah onu sanatçı olsun diye getirmiş. İyi resim yapar, iyi şiir yazar, iyi oyuncu, çok iyi şarkı söyler, müzik kulağı iyi... Sesini ve bedenini çok iyi kullanan bir adam. Filmleri ders diye gösterilmeli.” MÜTHIŞ ROMANTIK “Okuyan bir adam. Gözlem gücü çok yüksek, annem gibi. Hayatı sanat gibi yaşayan bir adam. Hoşsohbet, dost sofralarında anlatsın da dinleyelim dediğiniz türden... Müthiş romantik, karısına deli gibi âşık, arka odadan ön odaya mektup yazıp bırakan bir adam. Sürprizlerle aşkını besleyen derin bir adam. Karısı da ona daha çok âşık tabii.” ÇOLPAN ILHAN “Müthiş korumacıydı. Fedakârdı. Vicdanlı, adaletli... Müthiş özveriliydi bütün dostlarına, çevresine de... Hakikaten özeldi. Bazı insanlar özeldir, bazıları değerlidir ya... O çok özeldi. Değerlinin üstüne taşan bir katmanı vardır özel olmanın. Tek başına bir kadınlar grubu gibi kalabalık, bir örümcek ağı gibi ince, naif ama asla kopmayan kahraman bir kadındı.”