Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
8 Şampanya bölgesinden üzüm bağları. 12 OCAK 2020 Suyun en derininde... Fransa’da dede mesleğini sürdüren butik üreticiler için içki üretimi bir kültür Şampanyanın anavatanı SÜLEYMAN TOSUNOĞLU F ransa’nın şampanya bölgesi, Paris’in doğusunda, şehre 120 kilometre uzaklıkta. Yol boyunca binlerce dönümlük, uçsuz bucaksız üzüm bağlarının arasından geçiyorsunuz. Yolculuk bir buçuk saat sürüyor. Butik şampanya üreticileriyle tanışmak ya da daha ünlü markaların tadım turlarına katılmak isteyenler için özel geziler düzenleniyor. Üzüm bağlarının içinden geçilen yolun adı da “Şampanya yolu” diye biliniyor. Bölge, Fransa’nın en önemli turizm merkezlerinden biri. Otobüslerle günübirlik turlar oldukça yaygın. Ziyaretçiler, dünyanın en pahalı alkollü içeceği olan şampanyanın nasıl üretildiğini de görmüş oluyor. NESİLDEN NESİLE Butik işletmecilerden biri, dördüncü nesil üretici Yves Jacques. Dedesinden babasına miras kalan mesleğe çocukluğunda başlamış. Üzüm bağlarında doğmuş, şimdi yılda 150 bin şişe şampanya üretiyor. Jacques gibi bölgede pek çok üretici, dede mesleğini sürdürüyor. Çünkü burada şampanya üretmek ay Y. Jacques nı zamanda nesilden nesile aktarılan bir kültür. Jacques’le Bannay’da buluşuyoruz. Şampanyaların iki yıl boyunca bekletildiği mahzeni gezerken sohbet ediyoruz. Üzüm bağlarının ve şarap atölyesinin hikâyesini anlatıyor. Ailecek işi sürdürdüklerini anlatıyor. Markalaşmaları ise babasının döneminde olmuş. Çalışma tempoları da nesilden nesile hiç değişmemiş. Jacques, her gün sabah saat 05.00’te kalkıyor. Yerin iki metre altındaki mahzene iniyor ve şişeleri çeviriyor. Şişeler bir gün boyunca kapağı aşağıda olacak şekilde durmak zorunda. Şişelerin dizildiği platformun mekanizması, çevirme işini yapabilmek için geliştirilmiş. Tek kolla şişeleri çeviriyor lar. Jacques, şişelerle ilgilendikten sonra bağlara doğru yola çıkıyor. Bağı zaten hemen köyünün bitiminde, evine 10 dakika uzaklıkta. Budama gibi günlük bağ bakımı işlerini yapıyor. Öğleden sonra atölyesine dönüyor ve siparişleri kolileyip adreslere gönderiyor. Etiketleme işi dahil bütün işleri eşiyle birlikte kendisi yapıyor. Stoklarla ilgilenen bir yardımcıları var. Jacques, genelde ünlü restoranlara sipariş yetiştiriyor. Şampanyaları piyasada yok. İsterseniz gidip mahzenden satın alabiliyorsunuz. Şanslıysanız restoranlarda ya da barlarda denk gelme ihtimaliniz de var. ŞİŞELER MÜHÜRLÜ BEKLİYOR Şişeler doldurulduktan hemen sonra, iki yıl boyunca açılmaması için devlet yetkililerince gelip mühürleniyor. Bu denetim sayesinde kalitesi düşük içki piyasaya sürülmemiş oluyor. Çünkü şampanya Fransa’nın milli içeceği. Bölgenin toprağı beyaz olduğu için üzümleri kaliteli. Şampanya bölgesinde yetişmeyen bir üzümle şampanya yapmak da yasak. Jacques, yaş günü ya da evlilik yıldönümü gibi özel günler için şampanya şişesinin kapağına, isteyen olursa çiftlerin fotoğrafını da basıyor. Bu da ekstra maliyet ama hoş bir sürp riz olduğu için tercih ediliyor. Jacgues, çalışamayacak kadar yaşlandığında işini kızına devredecek. Aile şirketi böylece içki üretmeye devam edecek. “Şampanya üretmek bizim için işten çok bir tutku. Diğer atölyelere de gitseniz aynı yanıtı alırsınız” diyor Jacques. Sohbetimiz ofiste devam ediyor, bir yandan da tadım yapıyoruz. İçimi rahat, köpüğü bol... Za ten şampanyanın kalitesini de bardağa doldurduğunuzda uçuşan baloncuklar gösteriyor. Bir şişesi 15 Avro. Biz de birkaç şişe aldıktan sonra dönüş için yola koyuluyoruz... A nadolu kıyılarında binlerce yıllık denizcilik tarihine ışık tutan bir çalışma “Derinlerdeki Portreler” kitabı. ABD Kongre Kütüphanesi, Louvre Müzesi Kütüphanesi ile Harvard, Sorbonne dahil pek çok üniversitenin kütüphanesine kabul edildi. Sualtı arkeolojisine destek veren isimlerden Mustafa Koç anısına yazılan kitapla verilen belgeselde, Koç’un vefatından önceki son söyleşilerinden biri de yer alıyor. TINA Türkiye Sualtı Arkeolojisi Vakfı’nın yayımladığı kitabı arkeolog Mehmet Bezdan hazırladı. Kitaptaki başlıca konu başlıkları; dünyanın en eski batıklarının Anadolu kıyılarında kazılması, Bodrum Kalesi’nin müzeye dönüşmesi, Japonya kıyılarında batan Ertuğrul Firkateyni, Yenikapı’daki Bizans dönemi batıkları, sularımızın yarım asırlık öyküsü... Bezdan, suyun metrelerce altında arkeoloji için emek veren bilim insanları dahil yirmi özel isimle söyleşiler yapmış. Sualtı arkeolojisinin öncüsü olarak anılan George F. Bass, dünyanın en eski batığını kazan Cemal Pulak, Bodrum’un en yaşlı süngercisi Mehmet İmbat, suyun metrelerce altında keşfedilen batıkların eşsiz fotoğraflarını çekerek dünyaya duyuran Donald Frey, Türkiye’de batık kazısı yapan ilk Türk bilim insanı Nergis Günsenin gibi... Bezdan, kitabın önsözünde, “Bu kitap, okurlara, bir arkeolog adayına ya da bir meslektaşıma ilham verebilecekse ne mutlu bana” diyor. u Cumhuriyet Pazar Frederick van Doorninck, Türkiye kıyılarında yarım asırdır devam eden sualtı arkeolojisinin ardındaki bilim insanlarından. Orwell, Netflix, kanguru ve yaşasın demokrasi ENVER AYSEVER KURŞUNKALEM İsyan etmek geçer içinden. “İsyan” fikriyle, “isyan” eylemi arasında fark vardır. Cesareti överiz de, ne zaman, hangi ölçüde cesur olmamız gerektiğini bir türlü hesap edemeyiz. 1 İ nsan bencil bir varlık, kendini dünyanın merkezine koyar. Yazarlar için bunu bir ölçüde anlıyor, hak veriyorum gerçi. Dünyayı değiştireceğine inanmadan kalem ele alınmaz, elbet bunun hakikat olmadığını bilir yazar. Avustralya yanıyor, beş yüz milyon hayvan can verdi, bunun karşısında ne düşünmeli, hissetmeli insan? Kolayca: “Dünyanın öbür ucu” deyip geçebiliriz, bu da bencilcedir. Sadece başına gelen olaylarla, deneyimlerle öğrenen kişiye herhalde bildiğimiz anlamda insan denemez. Gelişi çoktan belli felaketin son habercisi bu sönmeyen yangın! Sosyal medyada yürek dağlayan fotoğraflara baktım. Biçare hayvanların birbirlerine sarılmaları, korkulu gözleri, acı içinde kıvranan bedenleri karşısında utandım. Onlara nasıl bir yeryüzü sunuyoruz! İnsanın her yaptığını haklı bulması kadar ürkütücü bakış olabilir mi? “Kısıtlı zamanımız var, elden ne gelir, yaşayalım gönlümüzce” diyerek ömür sürdürmek hangi ahlaka sığar? Sorumluluk duygusu edinmeyen bir insan için “değerli” demek mümkün müdür? 2 Yığınlardan etik, estetik ölçü koymasını beklemek aptalcadır, biliyorum. Geniş kalabalıkla aynı değerlerde buluşmak kolaydır, konforludur. Düşünmekten vazgeçen insan, iradesini başkasını devrederek rahata erer. Orwell, Aslan İle Tekboynuz: Sosyalizm ve İngiliz Dehası adlı denemesinde İngiliz halkını görgüsüz, güzellik bilgisinden yoksun bir kalabalık olarak tarif ediyor. Doğrusu bunun dışında kalan bir halktan söz açmak mümkün müdür? Güruh içerisinde, sesi biraz yüksek çıkana hemen “zıpır”, “tuhaf”, “aykırı” ve yeni söylemle “değişik” denir. Bunu kusur sayarak, alaycı söylerler üstelik. Güruh (Yığın) kendi sığ çıtasını koru mak ister. Zeki, yaratıcı, cesur olandan korkar. Denge bozulur. O halde haykıralım: “Her halk Orwell’in İngiliz halkı gibidir!” 3 Akıl vermek ile o önerileri ken di yaşamın da uygulamak ara sında derin fark var dır. Sırtımızda taşı dığımız hapishane den kurtulmanın ko lay olması için düşün mekten vazgeçmek ge rekir. Günlük kısır çe Orwell kişmelerden sıyrılıp özgür soluk almak isteği hep içi ni kemirir insanın, ama kolay değildir. “Denge” denen, tepeden aşağı insanı esarete boğan kurallar bütünü nü iyi anlamalıyız. Bir evi taşımak için kırk dereden su getirdiğime bakıyorum da, şunca değişiklik için ne kadar çok hesap yaptığı mı görüyorum. “Kurulu düzen” tıkır tıkır iş ler. İçinde gülümseyerek boğulur insan. İs yan etmek geçer içinden. “İsyan” fikriyle, “isyan” eylemi arasında fark vardır. Cesa reti överiz de, ne zaman, hangi ölçüde cesur olmamız gerektiğini bir türlü hesap edeme yiz. Kımıldamadan özgür olunur mu? Alış kanlıklar bizi korur. Kant gibi, hiç şehir de ğiştirmeden, her gün bir diğerini yineleye rek, büyük değişimlere izin vermeden bir dünya kurmak mümkün elbette! Düşünme yi öğrenen kişi bu lezzetli huyundan vazge çemez. Yaşam, sadece iyi okur olarak geçi rilebilir örneğin. 4 Orwell: “Herkes, zenginler için bir yasa, yoksullar içinse baş ka bir yasa olduğunu biliyor. Fakat hiç kimse bunun olası sonuçlarını kabul etmiyor, herkes kanuna olduğu şekilde saygı gösterilmesi gerektiğini farz ediyor ve bu gerçekleşmediğinde bir çeşit öfke duyuyor” derken haklı elbette. Zenginler için düzenlenmiş bir dünyaya, tüm ömrünü çalışarak geçirse bile bir adım ileri gidemeyecek işçinin saygı göstermesi, hele de herkesten bunun beklenmesi aptalcadır. Kalabalıklar bu aptallıkta uzlaşır ve kendini güvende sayar. Elli sözcükle konuşan, en ufak incelikten yoksun siyasetçilerin güvencesi de budur. Ortak ahmaklığın kararıdır demokratik seçimler. Orada hep vasat olan kazanır. Hakikati söyleyen belki alkışlanır bazen ama asla sevilmez, güvenilmez, peşinden gidilmez. Zengin ve yoksulun aynı yasalarda uzlaşması gülünçtür. 5 Yoksul hamasete dayalı, pek de akıllıca entrikalardan oluşmayan dizilerle avunur, yatışır. Düşlerini süsler gördükleri. Genellikle yoksulluk ve cehalet kol kola girer. Biraz daha okumuş, örneğin evine son sistem düzenek kurmayı başaran beyaz yakalı da netflix dizileriyle vaziyeti idare eder. Aradaki çizgi incedir, cehalet farkıysa gözle görülür bile değildir. Bir kez üst düzey yönetici olmak, yaşamda her şeyi biliyor, hükmediyor duygusuna kapılmasını sağlar kişinin. Diziler son soluğa kadar oyalanmayı sağlar; iyi vakit geçirerek, mutlu ölmek için bire birdir. Çöpe atılacak ömrü olan herkese tavsiye edilir. Diziler sayesinde koca bir kıta yanarken oturduğu koltuktan kalkma gereksinimi duymaz kişi. Sabah işe gidecektir. Uyukladığı son karede yanan bir kanguru mu var, yoksa kocasına ihanet eden bir kadın kahraman mı, fark etmez. Sabahları biri ütülü beyaz gömlek giyer, diğeri mavi tulumunu. Yasalara ikisi de saygı duymak zorundadır. 6 Soruyor Orwell: “Bir İngiliz ulusundan söz edilebilir mi?” diye. Ardından da yanıtlıyor: “Yılda yüz bin sterlin kazanan insanlarla, haftalık bir sterlini olanlar arasında herhangi bir benzerlik varmış gibi yapmaya kim cüret edebilir ki?” Yasalar bu uyum için vardır. Demokrasi denen aldatmaca, bu sorun hükümsüz olsun diye icat edilmiştir. En yeteneklimiz, en ahlaklımız, en akıllımız, en dürüstümüz, en yaratıcı olanımız bizi yönetmiyor değil mi? 7 Yazarlık mızmızlanma mesleği değildir.