Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
8 17 KASIM 2019 Mumbai, Gandhi Müzesi’yle, tapınaklarıyla, gecekondularıyla, kalabalığıyla görülmeye değer bir turizm merkezi Karmaşa içinde dinginlik MİNE ESEN 16. yüzyılda Portekizliler buraya “iyi körfez” anlamına gelen “Bom Bahia” ismini vermiş. İngilizlerle olmuş Bombay. Hindistan bağımsızlığını ilan edince, D1995’ten sonra artık Mumbai. oğu ile Batı’nın gizemli buluşma noktalarından Hindistan... Bin bir renk, çeşit çeşit gelenek, kültür, dil, inanç... Karmaşanın içinde bir enerji topu misali... Çin’den sonra 1 milyar 300 milyonu aşan nüfusuyla dünyanın ikinci en kalabalık ülkesi. Kaosu sever mi insan!.. Ama burası sevdiriyor nasıl oluyorsa... İstanbul’dan 6.5 saatlik uçuşun ardından Mumbai’deyiz. Hava sıcak, nemli. Yollar çok da yeni olmayan ara ba, otobüs, bolca tuk tuk, motosikletle dolu... Trafik keş mekeşi içinde her yöne akan insan seli. Korna sesi, bir nevi yola çıkma, yol verme haberleşmesi... Ama o kadar sıkışıklığa, bildik kuralların işlemeyişine karşın kavga gürültüye tanık olmamak da enteresan. Kent, ülkenin batısında, Maharaştra eyaletinin başkenti. “İstanbul’a nefessiz demem bir daha” dedirtecek kadar kalabalık. Ülkenin ekonomik dinamizminin, kültür hayatının kalbi, yaklaşık 19 milyona ev sahipliği yapıyor. Hindistan toprakları varlık ve yokluk, içsel barış, den ge arayışını merkez alan inançlar kadar ayrımcılığın en ağırlarını barındıran artık yasalarda olmasa da toplumsal olarak hâlâ etkisini sürdüren kast sistemiyle çevrili. Mumbai’de de bu örnekleri görmek mümkün. Bir tarafta lüks oteller, gökdelenler, görece bakımlı binalar, temiz görünümlü sokaklar hemen yanı başında devasa gecekondu mahalleleri, mavi teneke çatılı barakalar, sokaklarda uyuyanlar, çöp yığınları... Bir yandan da geniş yeşil alanlar, yer yer Victoria stili tarihi yapılar... Dünyanın önemli turizm merkezi Hindistan’da en yaygın inanç Hinduizm. Müslüman, Hıristiyan nüfus da var. Budizm, Jainizm ve Sihizm inaçları da. Mumbai’de de ta pınaklar, dini ritüeller, törenler, geleneksel renkli kıyafetler, insanı, Batı’nın o bildik, tekdüze görüntüsünden farklı bir atmosfere itiyor. Genç nüfus dinamik. Ama yaşam şartları, mücadele zorlu... Hijyen konusunda ciddi sorunlar var, öyle ki bu ülke Gandhi Müzesi ye gideceklere ilk uyarı açık su içmeyin oluyor. Ülkede siyasi, ekonomik tartışmalar bitmese de eğitim, özellikle IT, teknoloji konusundaki atılım Hindistan’ı dünya liginde üst sıralara çıkaran türden. Geçmiş yıllarda izlediğim bir belgeselde sadece kokuları keşfederek bir bölge geziliyordu. Mumbai de böyle bir yolculuğu hak ediyor... Çeşit çeşit baharatların kokusu küçük dar sokaklar, pazarlar, derme çatma lokantalardan buram buram taşıyor... Çay çeşitleri tütüyor. Hindistan’ın rengarenk geleneksel kıyafeti sarilere hayat veren top top kumaşlar insanı büyülüyor. Dhobi Ghat Tarihi ‘Hindistan’ın Giriş Kapısı’. Bağımsızlık ilanıyla İngiliz birlikleri buradan ayrılmış. Turistik merkezlere yakın sokaklarda geleneksel hediyeler bulabileceğiniz küçük dükkânlar, seyyar satıcılar ilgi çekici. İnsanlar genel olarak cana yakın. Sömürge döneminin de etkisiyle birçok kişi İngilizce biliyor. Sohbet ettiğim bir Mumbaili, festivallerin, müziğin, dansın kendileri için vazgeçilmez olduğunu söylüyor. Kentte konaklama, yeme içme her keseye, zevke göre... Sırt çantalı turistler, 5 yıldızlı lüks tatilciler Mumbai’de. Kent, ilk bakışta insanı tedirgin ediyor ama geçen her dakikayla keşfe yönlendiriyor, şaşırmamayı öğretiyor. ÇAMAŞIRHANENİN REKORU Mumbai’nin ilgi çekici duraklarından biri kimilerince dünyanın en büyük çamaşırhanesi olarak adlandırılan Dhobi Ghat. Zamanın durduğu hissini veren bu açık hava çamaşırhanesi, yaklaşık 140 yıldır faaliyette, günümüzde 7 bin kişi için ekmek kapısı. Küçük otel ve hostellerin çarşaflarının, havlularının yıkandığı yer. Yoksul bölge halkı da küçük bütçelerle çamaşırlarını burada yıkatıyor. Makine yok. Onlarca kova, dizi dizi iplere asılı çamaşırlar. 2011’de “en fazla insanın aynı anda tek bir yerde elle kıyafet yıkadığı yer” olarak Guinness Rekoru’nu kazanmış. Hindistan film endüstrisinin kalbi Bollywood’u atlamak mümkün değil. 1920’lerde, 1930’larda Hollywood’a özenilerek yola çıkılmış. Kimi kaynağa göre haftada iki film çekiliyor. Yıllık 3.5 milyar dolarlık bir sektör. Pek çok yönetmen için Mumbai’nin her köşesi doğal film platosu. Stüdyolara turistik geziler de düzenleniyor. YOKLUK VE SERMAYE Mumbai, dünyanın an büyük gecekondu bölgesi olarak görülen Dharavi yerleşimine ev sahipliği yapıyor. 1883’lerden bu yana Hindistan’ın yoklukla varlığının ortaya karışık özeti misali. Ucuz işgücü, karanlık, dar geçitlerde dizi dizi derme çatma barakalarda çoğu mavi teneke çatılı tek göz odalarda yaşam sürüyor. Altyapı yok gibi. Ama bir yandan da aklınıza gelecek her ürün için geri dönüştürme sahası... Tekstil, deri, seramik, sabun atölyeleriyle de tanınıyor. Çokları için büyük bir ticaretin döndüğü merkez haline gelmiş. Bölge ekonomisine on milyonlarca dolar katkı sağladığı belirtiliyor. Yaklaşık 2.5 kilometrekarelik bir alanı kaplıyor, bir milyon kişi buradan geçimini sağlıyor. Dharavi gecekondu bölgesi. GANDHİ’DEN İZLER Gandhi’nin, 19171934 arasında yaşadığı, tarihi kararlar aldığı ev şimdi müze. Gandhi, sivil itaatsizlik felsefesini burada ilan etmiş, tutuklanmış. Yatağı, çalışma odası olduğu gibi. 1939 tarihli Nazi lideri Hitler’e mektubu duvarda. “İnsanlık adına bu savaşı durdurabilirsiniz” çağrısı yapıyor. Müzede yaklaşık 50 bin belge, kitap tarihe ışık oluyor... BREAK DANS ŞAMPİYONASI Zenginlik denince ilk iş ülkenin milyarderi Ambani ai lesinin Antilia olarak adlandırılan 27 katlı “evi” gösterili yor. 168 araçlık otoparkı, 3 helikopter pisti, balo salonu olan “minik gökdelen” dünya nın en pahalı evlerinden. Değerinin 1 mil yar doları aşkın olduğunu söyleyenler var. Şehir, hareketli sosyal yaşamıyla genç lerin cazibe merkezi. Rotamızda ünlü teke tek break dans yarışması Red Bull BC One Natali Kiliachikhina aka Kastet Dünya Şampiyonası da var. Kentteki bü yük gösteri merkezindeyiz. Dans severle rin ilgisi yoğun. Yarışma 2004’ten beri 30 ülke görmüş. İlk elemeleri geçenler arasın da Türkiye’den bgirl Jemray ve bboy Tie Fox’da vardı. Nefes nefese mücadelenin ar dından kazanan isimler Hollandalı bboy Menno ile Rus bgirl Kastet oldu. Jain Tapınağı girişi. Yazarlık, yaşamın yükü, özgürlük üstüne 1 K ılını kımıldatacak hali olmaz insanın kimi zaman. “Yaşamın yükü” herkese farklı düşer, taşımak için kendince yöntemler geliştirir kişi. Yazarların yaşamları üstüne okumak her zaman ilgi çekici gelmiştir bana. Kendime pay biçme için mi tutarım bu yolu, kestiremedim. Şöyle diyeyim, “hah tamam o da benim gibi sıkıntı çekmiş, açmazlar karşısında benzer tutum takınmış” demek rahatlatıcı gelir insana. İlginç olan, sevdiğimiz yazarlar da benzer yola başvurur, güncelerinde, anılarında görürüz. 2 M urakami: “Roman yazarı, sanatçı olmaktan önce, özgür biri olmalıdır” diyor “Mesleğim Yazarlık” kitabında, ekliyor: “İstediği şeyi istediği zaman yapmak, istediği biçimde yapmak; işte bunlar benim özgür insan tanımımdır.” Kuramsal olarak doğru, hatta imrenilecek tarif bu. Peki, ya ne denli mümkündür bu? Kişi, eğer dilediğince yaşadığında verimli olabiliyorsa, “özgür kişi” olmak, zamanı kendince yönlendirmek anlamına geliyorsa, bunun dışında kalan kimsenin kalem oynatması romancılık için engelse... “Eyvah” dedim içimden. Tartışılmaya muhtaç bir konu bu. 3 Yanılmıyorsam Dostoyevski’nin eşi Anna yazmıştı anılarında, romancı serzenişte bulunurmuş: “Ah bir zamanım olsa da, gönlümce bir roman yazabilsem” diye. Sürekli borç içinde kıvranan, hastalıklardan başını kaldıramayan birinden söz ediyoruz. Belli ki gönlünce zaman bulup, yeterince düşünerek, demlenerek roman yazma koşulu oluşmamış Fyedor Dostoyevski’nin. Hatta “Kumarbaz” romanını ucu ucuna yayıncıya yetiştirmese, tüm yazdıklarını da yitirecektir yazar. Öylesine ağır sözleşmeler altında ezilmektedir. Yani özgür değildir. Özgürlük ile yaratıcılık arasında doğrudan bağ, zorunlu ilişki olduğunu kim öne sürebilir? Hatta tersini söyleyebiliriz bu örnek te; zaman kısıtı olumlu etki yapıp yaratıcılığı körüklemiş olabilir. 4 Murakami zamanla, sanırım iktisadi varlığı da güçlendikçe, yurtdışında kimi yapıtlarını yazmaya koyuluyor. Bunun kötü bir durum olduğu söylenemez. Farklı şehirlerin yazarın kalemi üstünde olumlu etkisi bulunabilir. Hatta günlük açmazdan sıyrılmak, önünde uzunca gezinti yapacağı, sorumsuz saatler bulunması romancının keyfini yerine getirecektir. Uzun yürüyüşler, tadına varılan kahve sohbetleri, derken masa başına rahatlamış, dinç kafayla geçmek neden kötü olsun ki? Lakin bu koşullara sahip kaç yazardan söz edebiliriz? Murakami, “Sipariş alarak roman yazanlardan değilim” diyor. Bunun ruhuna baskı yaptığından söz açıyor. Kimi yazarların belli sözleşmelerle zorlanmasının yadsınamaz itici güç olduğunu göz ardı etmiyor gerçi: “Ben öyle değilim” diyor. Bir yandan yazarlığı “meslek” olarak gören biri, nasıl olur da zorunluluk karşısında bunca kibirli davranabilir. Pek çok usta yazarın önden aldığı telifleri bitirip, yeni sipariş Murakami için yol gözlediğini biliyoruz. Demem o ki, eğer iktisadi koşulları romancılıktan sağlayamıyorsa kişi, bunu başka kaynaktan halletmelidir. O zaman da başka zorunluluklar çalar kapıyı. Yazarlık meslekse, yaşamı bununla kazanmak ödülüdür. Ancak ciddi bir sorun daha vardır her zaman; ya sanat boyutu ne olacak işin? 5 Çok satmak ile okunur olmak arasında bağ yoktur. Evde istif edilen kitaplar arasına sıkışan çok satan olunabileceği gibi, kitapsız bir evde süs vazifesi görmek de mümkündür. Hep söyledim: “Satar olmak ayıp değildir, satmak için ödün vermek öyledir” diye. Dahası yazar ajanlığı diye bir meslek var artık. Gelişmiş sektörün parçasıyız her birimiz. Gelişim nitelik olarak yapıtlara yansıyor mu? Elbette hayır! Murakami türü yazarlar, her ne kadar dile getirmeseler de, liberal iktisadın ürünüdürler. “Şöhret yönetimi” diye dilimize aktarılabilecek süreçlerle boğuşurlar. Kim aksini söyleyebilir? Garip çelişki değil mi? Özgürlük isteyen yazar, satış baskısı altında, bir de “Murakami” algısını yönetmek zorunda kalıyor... 6 Son sayfalarına geldiğim Hıfzı Topuz’un “Anı ve Mektuplarla MELİH CEVDET ANDAY” kitabını eşzamanlı okudum Murakami ile. Rastlantıydı elbette. Bazen bir kitap, yanındakini iter, öne çıkar. Melih Cevdet sevgimi herkes bilir, yaşamı üstüne ne söylenirse ilgiyle dinler, izler, okurum. Şiirin sıkıştığı coğrafyada soluk olmak için verdiği çabayı görüyorum. Hıfzı Bey gün gelip küslüklerine ne denli üzüldüğünü söylüyor kitapta, lakin iyi anıları öne çıkaran, belgeleyen bir çalışma ortaya koymayı seçmiş. Üstüne düşüneceğim çok satır var, elbet meraklısı için bu. Bence doğru karar vermiş. Laf lafı açtı. Melih Cevdet’in mektuplarında nasıl iktisadi sıkıntı çektiğini gördüm ayrıntısıyla. Daha önce “Şevket Rado’ya Mektuplar”da da görmüştün bu açmazı. Bilge adam, sürekli baskı altında yazıyor, güç! Konu özgürlük ya... 7 4Mart 1961’de Melih Cevdet mahcubiyetle yazıyor Hıfzı Topuz’a: “Cevapta ve bilhassa teşekkürde geciktiğim için çok ama çok özür dilerim. Söylersem, beni bağışlarsın. Son zamanlarda çok iş çıktı, çok yazı yazıyorum. Tanin’e haftada beş gün fıkra, Cumhuriyet’e haftada bir (cumartesileri) uzun makale, Tef’e haftada bir mizah yazısı, şimdi hükümetim eline geçen Semih Tuğrul’un başına geçtiği Havadis’e takma adla bir aşk (ya da bir seks) romanı (...) Yetmez mi? Serseme döndüm vallahi. Böyle devam ederse dayanılmaz. Ama ne var ki çok borç içindeyim, durumumu biraz düzeltmeye bakıyorum. Şimdi bağışladın mı?” Bir yandan şiirimizde sürekli devrim arayan adam olacaksın, öte yandan tencereyi kaynatacaksın. Dedim ya, kendine pay biçer insan, yaşamın yükü asla eşit dağılmaz! Uzun yürüyüşler, tadına varılan kahve sohbetleri, derken masa başına rahatlamış, dinç kafayla geçmek neden kötü olsun ki? Lakin bu koşullara sahip kaç yazardan söz edebiliriz.