Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
4 20 EKİM 2019 Fotoğraf: Vedat ARIK GAMZE AKDEMİR Roxelana... Rutenyalı... Tarihe geçen adıyla Hürrem Sultan... Bilindiği üzere bir padişahla nikâhlanan ilk Osmanlı cariyesiydi. Haremi Hümayun’u siyasi nüfuz sahibi bir kuruma dönüştürmüş bir figürdü. Osmanlı’da resmi bir kraliçelik makamı olmadığından, bu rolü unvanı olmadan oynamış ve 16. yüzyılı paylaştığı Avrupa’nın büyük kadın hükümdarları ve hükümdar eşleri için zorlu bir rakip de olmuştu. Hayattayken tartışmalı bir kişilik olan Hürrem Sultan, şimdi yeni bir incelemeye konu oldu. New York Üniversitesi Tarih ve Ortadoğu Çalışmaları profesörü ve Osmanlı Çalışmaları’nın yöneticisi olan tarihçi yazar Leslie Peirce, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’nca yayımlanan çalışması Hürrem Sultan’ı, kronolojik izlekte bir biyografi olarak kaleme aldı. u Hürrem Sultan ve Osmanlı tarihi algısı, Doğu ve Batı’da nasıl? Amerikan halkının çoğunluğu Osmanlılar hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyor. Az çok bilenlerde de dramatize oryantalist bir bakış söz konusu. Bu nedenle bir tarihçi, kadın ve anne olarak Hürrem’in hikâyesini biyografi biçeminde yazdım. Renan Akman’ın Türkçeye çevirmiş olması beni mutlu etti. Kitabımda, Osmanlı ve Anadolu tarihini de serimlemeye çalıştım. uNasıl yaptınız bunu? Hürrem üzerinden onun seyahatlerine yoğunlaşarak yaptım. Onu yollara düşürdüm ve hayatının bölümlerini böyle böyle çözümlemeye çalıştım. Oğulları Selim’i ve Mehmet’i sancaklarında ziyaret ederken yazdım. Topkapı Sarayı, inceleme yapmama izin vermemişti, Halil İnalcık, Başbakanlığa başvurmamı söylemişti. Başvurum sonunda izin alabildim. Topkapı’da ulaşabildiğim ilk bilgiler saray ücretlendirmeleriydi. Ayrıca Hürrem’in mektuplaşmalarını inceledim. Bu, hem bir tarihi inceleme hem de o tarihi bilgilerden yola çıkarak güvenilir olması adına kurgusal bölümlerde de kesinkes emin olduktan sonra kaleme aldığım bir çözümlemedir. Emin olmadığım hiçbir şeyi yazmadım ve hiçbir şeyden yola çıkmadım. CESURDU, BUNA MECBURDU u Hürrem’i çok boyutlu inceliyorsunuz. İnişleri çıkışlarıyla köle, cariye, haseki, anne, sultan, bürokrat, imparatorluk iyi niyet elçisi yönleriyle... Hürrem’in hikâyesini eldeki kaynaklar ışığında, bilinen kalıpların dışında anlatmak istedim. Saray ahalisi ve hanedan ailesi üyelerinin hikâyesindeki rolleri büyük. Sultan Süleyman tüm hikâyeyi değiştiren asıl kişi kuşkusuz. Her şey Hürrem’in elinde, kontrolünde, zekâsıyla herkesi alt etti gibi düşünülüyor oysa o kadar da değil! Süleyman’ın çizdiği sınırlar dahilinde hareket edebiliyor herkes gibi. uSiz farklı bir Hürrem anlatıyorsunuz... Bence, Süleyman’ın onun zekâsı ve potansiyelinin farkına vardığı, kendisini iyi ve saygın biçimde temsil edebileceğini öngördüğü net. Ve bu çok da hoşuna gitmiş çünkü kitapta da vurguladım; Süleyman, imparatorluk geleneğinde bazı hatta pek çok tabuyu kırmak istiyordu. Hürrem’le evlenmesi de bunun bir göstergesi. Hürrem’i diğerlerinden ayırıyor ama koca sarayı onun emrine veriyor falan değil. İzin verdiği di Peirce, “Haseki” terimi kendisiyle özdeşleştirilen Rutenyalı bir kızın, Sultan Süleyman ile evlenmeye uzanan ilişkisini anlatırken birçok tartışmayı da çözüyor. ‘Ne en suçluydu ne de en güçlü!’ Peirce, iyi derecede Türkçe konuşuyor. Bir Türk’le evli ve bir erkek evlat sahibi. Daha önce de iki ödüllü uluslararası araştırması yayımlandı. ğerlerine kıyasla genişce sınırları içinde hareket ediyor Hürrem. Zeki ve cesurdu. Buna mecburdu! Osmanlı sarayında ilk getirilişinden bu yana sistematik biçimlendirilmeye çalışılmış bir insan Hürrem. İradesi ve zekâsıyla çoğu kez buna engel olmaya çalışmış. İşler öyle bir noktaya gelmiş ki o da etrafındakile ri biçimlendirmeye başlamış. Saydığınız o kimlikleri de bu kapsamda sistematik oluşmuş. süleyman’ın aşkı... u Acımasız bir iktidar savaşının hüküm sürdüğü sarayda, oyunu kurallarına göre oynayarak sıklıkla zalimleşirken, toplumsal hayatta ise hayırsever olduğunu görüyoruz. Hürrem, başlangıçta sadece bir köle, cariye olduğu için en başta kendisi, benim deyişimle kraliçe olacağını ummuyordu doğal olarak. İlk kitabım Harem’di, kurallarını iyi biliyorum. Normalde gelebileceği en üst mertebe en fazla bir paşanın karısı olmaktı. Süleyman’ın kendisine ayrıcalıklı aşkı Hürrem’e saray içinde başka bir boyut yaratıyor. O kimlikleri birbiri ardına oluştukça da saray gerçekliğinde çekirdek değişiyor! Hele ki evlatlarıyla öldürül meleri olasılığı, o korku, o korkunç gerçeklik ne kadar yazılsa yetmez. Hürrem değişmek zorundaydı ve değişti. u Böylece hayırseverliği mi öne çıktı? Hayırseverlik yönüne gelince evet; çok hayırsever. Camiler, külliyeler yaptırıyor ve pek çok hayır işinde bulunuyor. Ama bir de şöyle bakalım, eğer Süleyman’ın değil de bir paşanın karısı olsaydı yapabileceği yardımlar da o ölçüde olacaktı. Süleyman teşvik etmiş her şeyden önce. Bence Süleyman kadınlarını yönetmekte de başarılı. Sadece Hürrem’e değil başta çok düşkün olduğu annesi Hafsa Sultan olmak üzere ailesindeki tüm kadınları hayır işlerine teşvik etmiş. u Hürrem ile Süleyman’ın aşklarında en dikkatinizi çeken dinamik ne oldu? Süleyman, öncesinde üç evladını kaybetmişti. Bu cazibeli ve zeki cariyeyle mutlu bir başlangıç yapabileceğini düşünmüş olması büyük olasılık. Bir noktadan sonra Hürrem’in kendini sosyal gücüyle, potansiyeliyle iyice ispat etmiş olması Süleyman’ın onu aynı zamanda politik yardımcısı olarak görmesini de getiriyor. Ama bu esas valide Hafsa Sultan’ın ölümünden sonra oluyor. Hürrem’in sorumlulukları imparatorluk genelinde temsiliyet anlamında artıyor. O da gereklerini yerine getiriyor. Bu süreçte Süleyman’la geniş bir aile olduktan sonra birliktelikleri daha güçlü bir boyutta mühürleniyor. Sonuç olarak dinamikler kronolojik sırasıyla cinsellik, aşk, aile, güven ve iş ortaklığı denilebilir. Kraliçe Elizabeth’in ailesi için söylendiği gibi: İmparatorluk protokol rutinleri zamanla kaçınılmaz olarak bir şirket formatına, taraflar da şirket ortaklarına dönüşüyor. Mustafa’nın ölümü... u Saray içi öldürmeleri nasıl anlattınız? Yazmakta en zorlandığım kısım Mustafa’nın öldürülmesiydi. Babasının emriyle bir evladın öldürülmesi beni özellikle evlat sahibi bir anne olarak çok zorladı. O bölümü oğluma okuttum. “Anne, tarafsız kalmak zorundasın” dedi. Bir tarihçi ve yazar olarak bu katlin Hürrem’in yararına olduğunu bilmekle birlikte, Hürrem’in organize ettiğini düşünmüyorum. Hürrem’e güç ve suç atfedilmesi hayli dramatize bir kolaycılık. Öldürme kararını ve emrini veren Sultan Süleyman’dı ve o çağın zalim şartlarında kendince gerekçelere sahipti. Yeniçerilerin Mustafa’ya olağanüstü sevgisi ve gelecek vaat eden bu veliaht için başkaldırma, Süleyman’ın tıpkı büyükbabası gibi oğlu tarafından tahttan indirilerek sürgüne yollanması; diğer evlatlarının katledilmesi, çıkacak iç savaşın sonucunda Acemlerin ve Habsburg’ların fırsattan istifade işgallere girişmesi gibi güçlü olasılıklar, güçlü gerekçeler bunlar maalesef. gamze.akdemir@cumhuriyet.com.tr Savaştan dönen siyahlar kahraman olarak karşılanmayı bekliyorlardı; ama öyle olmadı Unutturulmuş katliam: ABD’nin Kızıl Yaz’ı N e anma günü düzenleniyor hakkında ne de ders kitaplarında söz ediliyor. ABD resmi tarihin yok saydığı korkunç bir sosyal felaketti oysa. 1919’un hem yazında hem de sonbaharında yaşanmış en büyük siyahbeyaz çatışmasıydı. Bu korkunç ırkçı şiddet, çok kan döküldüğü için Kızıl Yaz diye adlandırıldı. Üzerinden tam yüz yıl geçti. Sessizlikle geçiştirilmiş bir yüz yıl. Öyle bir şiddet dalgasıydı ki, ABD’nin neredeyse her yerinde, Elaine, Arkansas gibi küçük kasabalarında, Annapolis, Maryland, Syracuse, New York gibi orta büyüklükte, Wash ington, Şikago gibi büyük kentlerinde yaşandı. Binlerce Afrikalı siyah kadın, erkek, çocuk, beyaz çetelerce dövüldü, vuruldu, yakılarak öldürüldü. Binlercesi evlerinden, işlerinden oldular. En korkuncu linçlerdi. Zaten ABD’de 1889 1919 arası 50’si kadın olmak üzere tam 3 bin siyah linç edilmişti. İlerici, solcu Amerikan tarihçileri yeni yeni söz etmeye başladılar Kızıl Yaz’dan. Üzerinde daha çok konuşulacak elbette. I. Dünya Savaşı’nda savaşan binlerce Afrika kökenli Amerikalı, savaş bitiminde ABD’ye döndüklerinde birer kahraman gibi karşılanacaklarını dü şünüyorlardı. Oysa sokaklarda ırkçı tacizlerle küfürlerle karşılaştılar. Hatta öyle ki yüzlerine tükürüldüğü de oluyordu anlatılanlara göre. Harry Haywood, “Özgürlük Mücadelesinde Siyah Bolşevik’ adlı otobiyografisinde ABD’li ırkçılar için “Düşmanlarımız Almanlar değildi, düşmanlarımız ABD’de idi” der. KOMÜNİST OLARAK GÖRÜLDÜLER 1917 Ekim Devrimi’nin saldı ğı korku büyüktür. ABD’de hü kümeti de, FBI başta olmak üzere tüm istihbarat örgütleri de özel likle siyahları hep “komünist”, “anarşist” olarak gördü. Mart 1919’da ABD Başkanı Wood Harry Haywood row Wilson, “Yurtdışından dö nen Amerikalı siyah, Bolşevizmi Amerika’ya aktarmada en büyük araçtır” dememiş miydi? Mayıs 1919’da, ilk ciddi ırkçı olaylar baş göster di. 1916’da kırsal kesimlerden büyük kentlere doğ ru bir siyah göçü başlamıştı malum. New York’a, Şikago’ya, Detroit’e, Cleveland’a gelmişti çoğu. Hatta Şikago’da siyahlar politikada da görünür ol muşlardı. Bu durum, bir çok etnik grup içerisinde rekabete yol açtı haliyle. Bazı sendikalar siyahları üye yapmamak gibi utanç verici tutumlar aldılar. Bir de siyah sharecroppers’lar (maraba) vardı. Bunlar, Afrika kökenli Amerikalı pamuk üreticileriydi, iyi de para kazanıyorlardı. Savaştan sonra herkes giysiye ihtiyaç duyuyordu , pamuk fiyatları hızla yükselmişti. Siyah sharecroppers’lar ilk kez ev, arazi, otomobil satın alabiliyorlardı. Siyah karşıtlığının yükselmesi 1909’da kurulmuş olan NAACP’nin (Renkli İnsanların Gelişimi Ulusal Birliği) yeniden güç kazanmasına yol açtı. NAACP 100 bin üzerinde yeni üye kazanmıştı. Mahkemelerde siyahların haklarını arıyor, hatta Kongre’de bile koalisyonlar kurulmasında etkili olabiliyordu. NAACP’nin mesajı basitti: “Biz Amerikan vatandaşıyız. Bizi sevmek zorunda değilsiniz ama bize diğer herkesle aynı hakları vermek zorundasınız.” Bu kimi çevrelerce radikal bir mesaj olarak kabul edildi. New York’ta patlayan ırkçı şiddet Memphis, Tennessee, Philadelphia, Charleston, Güney Carolina, Baltimore, New Orleans, Wil mington, Delaware, Omaha, Nebraska, New London, Connecticut, Bisbee, Arizona; Longview, Teksas, Knoxville, Tennessee; Norfolk, Virginia ve Georgia’ya kadar yayıldı. YALANLA YAYILAN LİNÇ Washington’daki beyaz çeteler, siyah erkeklerin beyaz kadınlara saldırdığı yalanıyla siyahlara saldırıya geçtiler. Arkansas’da Elaine’de bir siyah saldırıya uğradı. Bazen siyahların da üstün geldiği oldu bu çatışmalarda. Örneğin Carrie Johnson, 17 yaşındaydı, evinin yatak odasına giren beyaz bir polisi vurdu. Savunmasını nefsi müdaafa üzerine kurdu, cinayetten yargılanmaktan kurtuldu. Buna benzer çok olay kayıtlıdır. Kızıl Yaz boyunca ABD’de 200 siyah öldürüldü. Kızıl Yaz’da ırkçı şiddete karşı verilen mücadele, yeni bir aktivizm dönemi de başlattı tabii. Onlarca yıl sonra ırk eşitliği mücadelesini üstlenecek olan bugün de hâlâ eşit haklar için mücadele eden liderler neslini etkiledi. ABD’de ırkçı şiddet elbette 1919’da başlamadı ya da bitmedi. 1917’de Doğu St Louis, Illinois’de 25 siyahın öldürüldüğü, Florida’da siyahların yoğun olduğu bir kasabanın yıkıldığı, 1923’te de Gülağacı katliamının yaşandığı biliniyor. Bu altı yıl boyunca sürmüş olan ırkçı şiddet sonucu en az 1222 siyah hayatını kaybetti. Ama Kızıl Yaz, çok daha korkunç bir şiddet dönemiydi. Unutulmamalı.