Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA 6 EŞİK CİNİ Mİne Söğüt OSMAN ELBEK 2 EYLÜL 2018, PAZAR So?al?sğ?ul?ınk İnsan sevdiğini yer mi? Hayat genel olarak düşünmeden yaptığınız, sorgulamadan kabul ettiğiniz, derinliğine hiç inmediğiniz meselelerin kendi kendine şekillenmesinden ve kontrolden çıkmasından oluşan bir kaostur. Evlenmenin ne anlama geldiğini düşünmeden evlenirsiniz, sonra o anlamla yüzleşmezsiniz. Çocuk sahibi olmanın ne anlama geldiğini düşünmeden doğurursunuz sonra o anlamla da yüzleşmezsiniz. Kendinizi rastlantılara bırakır, işinizi düşünmeden seçersiniz, o işle birlikte dönüştüğünüz hali sevip sevmediğinizle ilgilenmezsiniz. Oy verdiğiniz partinin sözüyle eylemi bir mi, işin aslına hiç bakmazsınız, sonuçlarına da aynı şuursuzlukla katlanırsınız. Kendi seçimlerinizden dolayı başınıza gelenler sanki kaderinizdir ve hepsi sanki sizden bağımsız ve sizi pek kollamayan bir irade tarafından yönetilmektedir. Oysa kendini kollamayan, düşündüğüyle yaptığı arasındaki bağı bizzat kurmayan sizsinizdir ve bunun sonucunda başınıza gelenlerin müsebbibi olarak kendi kendinizin kaderisinizdir. ‘Uyum’ nesilden nesile devam eder Bu yüzden üzerinde düşünmediğiniz, hiç sorgulamadığınız, itiraz etmeyi aklınıza getirmediğiniz yığınla şeyin altında ezilmeniz kaçınılmazdır. Sizden önceki nesillerin felaketlerini tekrarlamanız da. Çünkü evrim, yolunu itirazlardan bulan bir mekanizmadır. İtiraz dinamiği çok ağır işlediğinde evrim de ağır ağır gerçekleşir. Refleksi itiraza değil aksine uyuma ayarlı olan kalabalıkların bir parçası olarak mantıksız yığınla davranış ve düşünce modelini nesillerden nesillere neredeyse hiç yontmadan aktarırsınız. Mesela kurban bayramında kesilmemek için kaçan, günlerce denizde yüzen ve şans eseri kurtulan bir danaya karşı duyduğunuz şu kolektif sevgi ve heyecan... Durup bunun ne anlama geldiğini bir an düşünseniz omuzlarınıza yüklenecek ağır yükle yüzleşmeniz gerekir. O yüzden durmazsınız, düşünmezsiniz. Sadece kesilmekten kurtulan bir hayvanın sıra dışı macerasının heyecanına ve mutlu sonun aldatıcılığına kanmakla gönlünüzü eğlendirirsiniz. O kaçıştaki trajedi, kaçamayanların yaşadıkları kâbus, sofranıza gelen yemeğin asıl hikâyesi ve sizin bu hikâyedeki rolünüz ne heyecan vericidir ne de ne mutlu bir son vaat edici… Kölelik mi özgürlük mü bir adım ötemizdeki? İnsanın geleceği İnsan bedeninin kusursuz ya da kusursuza çok yakın bir biyolojik yapısının olduğu tıp eğitimi müfredatının söylediği en büyük yalandır. Gerçekten de altı yıllık tıp eğitiminin hemen her dersinde incelenen organın ne kadar özellikli olduğu anlatılır hekim adaylarına. Öğretim üyesinin kurduğu cümleler pek çok kez örtük, kimi zaman da açık olarak böylesi bir “mükemmel” organın (dolayısıyla insanın) kendi başına oluşamayacağını, yani bir “yaratıcı”ya gereksinim duyacağına işaret eder. Peki, gerçekten bedenimiz mükemmel ya da ona yakın mı? Ne iyi ki hayır! Ama ağırlıkla bir “yaratıcı”ya iman etmesi nedeniyle evrimi küfür sayan Türkiye akademisi bu gerçeği hemen daima reddetmektedir. Aslında evrim teorisini kabul etmekle inanç arasında bir ilişki yoktur. Dünya genelinde bilim insanlarının yüzde 90’ından fazlasının evrimi kabul ettiğini, ancak bu bilim insanlarının yaklaşık yarısının da teist ya da deist yani “inançlı” olduğunu biliyoruz. O nedenle inançlı olmak evrimi kabul etmeye engel değildir. Gelin görün ki Türkiye akademisinde insanı inceleyen tıp fakültelerinde dahi bırakınız açıktan, örtük bile olsa evrime işaret eden bir müfredat tanımlamak mümkün değildir. Evrimi yok sayıp onu göz ardı etmenin en “bilimsel” yolu da insan bedeninin kusursuzluğunu iddia etmektir. Ama bu yalana inat, insan kusurlu bir canlıdır ve Anatomist Alice Roberts, insan bedenini, var olan pek çok kusurundan arındırarak yeniden şekillendirdi. Ne işimize yarayacak bu kurgu demeyin! Çünkü bu tahayyül, insanın geleceğine dair bambaşka ufuklar ve imkânlar açıyor. dahası tüm gücü kusurlarında saklıdır. “Alice 2.0” Yakın zaman önce anatomist Alice Roberts’in, insan bedenini, var olan pek çok kusurundan arındırarak yeniden şekillendirdiğini biliyoruz.* Ne işimize yarayacak bu kurgu demeyin! Çünkü bu tahayyül, insanın geleceğine dair bambaşka ufuklar ve imkânlar açıyor. Öyle ya yedi milyon yıl önce atalarımızın tırmanmaktan vazgeçerek Afrika savanlarında ayağa kalkmasının bedelini bugün bitip tükenmeyen sırt ağrılarımızla ödüyoruz. Oysa evrimsel akrabamız şempanzeler gibi çok daha düz ve kısa bir bel omurumuz, çok daha kavrayıcı bir leğen kemiğimiz olsaydı bugün bel ağrısı gibi bir sorunumuz olmazdı. Ya da devekuşu gibi çok daha güçlü ayak kaslarımız olsaydı, dört ayağa eşit olarak dağıttığımız vücudumuzun ağırlığını iki dizimize verdiğimizde kıkırdak dokularımız zarar görmez ve diz protezlerine ihtiyacımız kalmazdı. Kalbimizde köpeğin kalbindeki gibi adına kollateral dediğimiz milyonlarca ince damar olsaydı, bugün olduğu gibi tek kan da marından yüreğimizi beslemez ve bu damarın tıkanması ile kalp krizi yaşamazdık. Avustralya’nın sempatik hayvanı kangurular gibi karında saklı bir kesede bebeklerimize bakabilseydik, hamileliğin ve doğumun yol açtığı karın – göbek fıtıkları sorunu ile uğraşmaz, bugün olduğu gibi estetik cerrahların kapısını aşındırmazdık. Ya da kuşlar gibi nefes alabilsek, ahtapotlar gibi görebilsek, baykuşlar gibi göz bebeklerimizi büyütebilseydik, bir de üstüne üstlük kediler gibi duysak ve kurbağalar gibi deri rengimizi değiştirebilseydik mükemmel bir bedenin yetkinliğine sahip olurduk. Güçsüzlüğün gücü Peki tüm bunlar olsaydı insan olarak neyi kaybe derdik? Ya da geleceğe projeksiyon yaparsak; önü müzdeki yüzyılda tüm bu değişimleri giyilebilir teknolojik ürünlerin yardımıyla sağlayabilirsek in san olarak neyi kaybedeceğiz? Her seçimin aslında bir vazgeçiş olduğunu bili yoruz. Öyleyse yarın kusursuz bir bedene ulaşırsak nelerden vazgeçmek zorunda kalacağız? Birincil doğamız olan biyolojik yapımızın deği şimi, kültür dünyamızda ve dolayısıyla var edece ğimiz uygarlıkta nasıl bir etkiye yol açacak? İnsan, teknoloji sayesinde bedensel eksikliğin den sıyrılır ve var ettiği Tanrılar gibi tanrısal güce kavuşursa, kurgulanmış bedenini kendi bedeni sa yabilecek mi? Tasarlanmış bir bedenle hayatını ta sarımsız biçimde özgürce var edebilecek mi? Yoksa ulaşılacak kusursuzluk, önceden belirlen miş bir kadere mahkum mu edecek insanı? Kölelik mi, özgürlük mü bir adım ötemizdeki? Sorunun yanıtı teknolojide değil etikte, siyasette, politikada saklı... Ama üçüncü bin yılda tüm bun lar da sağlık kavramının ekonomi politiğinde saklı. Nasıl mı? Haftaya... (osmanelbek@gmail.com) * https://www.aliceroberts.co.uk Barbaros Şansal Çalıntı zaman Heykelin dikilmeyecek! Francisco Goya “Çocuklarını Yiyen Satürn” (1819–1823) İnsanoğlunun gaddarlığıyla yüzleşmek Bu gelişmiş uygarlık seviyesinde et yemenin aslen ne anlama geldiğini düşünmeye başladığınız anda başka şeyleri de düşünmek zorunda kalacağınızı bilirsiniz. Vejetaryen ya da vegan olmanın, deriden üretilmiş hiçbir eşya kullanmamanın, hayvanlar üzerinde test edilmiş ürünlere el sürmemenin, gelinen bilinç ve teknoloji seviyesine rağmen insanoğlunun kendisinden başka canlılara ve hatta kendisine bile ne kadar gaddar olabildiğiyle yüzleşmenin ve bu gaddarlığın bir ucundan tutmakta olduğunuzu hiç ama hiç fark etmemenin yükünden kurtulmanın en kestirme yolu bu tür meselelerde neden sonuç ilişkisi kurmaktan kaçınmaktır. Böylece ne bir hesaplaşmaya girmek ne de bir hesap vermek zorunda kalırsınız. Her şey olduğu gibi devam eder ve siz sorumluluklarınızı kadere yükleyerek hafiflersiniz. Nedenini de sonucunu da bildiğiniz ama arasındaki bağı kurmaktan kasıtlı bir şekilde imtina ettiğiniz sorunların yüküyle ağırlaşıp ağırlaşıp battığınızı umursamadan... Bambaşka şeyler yapsanız bir dünya da yaşayabileceğinizi fark etmeden... Ölümden kaçıp kurtulan bir dananın size verdiği geçici ve hamasi bir mutlulukla yetinmenin derin bir trajediyi beslemeye devam ettiğini aklınıza getirmeden sürdürdüğünüz şu hayatınızda... En olmayacak şeylere inanıyorsunuz da... Yaptıklarınızın tam aksini yaptığınızda hiçbir yük kalmayacak sırtınızda, bir ona inanmıyorsunuz. minesogut@gmail.com Memleketin her yeri heykel… ^¡^ Taharat ibriği (Kütahya), çaydanlık (Rize), köfte (Tekirdağ), horoz (Denizli) zeytin ve çatal (Gemlik), havuç (Beypazarı), 70 bin TL’lik kayısı (Malatya), mısır (Kağıthane), eşekboyu at üstünde padişah (Beşiktaş), şeker pancarı (Konya), kelaynak (Birecik), boyası dökük gül (Isparta), çelik çilek (Karadeniz Ereğli), üzüm salkımı (Nevşehir), dinazor ve robotlar (Ankara). ^¡^ Adeta Aydın, Karacasu ilçesindeki Afrodisias Heykel Okulu’ndan gelen genlerimize nazire ediliyor. Öyle ki, Floransa ekolü ile bile dalga geçiliyor!.. Akademilerde NU (çıplak) yasak, Eros heykeline Turizm Bakanı Kıbrıs’ta bile don giydirtiyor… İnsanlık anıtı ucube olurken, Isparta Demokrasi Meydanı’nda kap kaçak, çubukla sallanıp heykel diye seviniliyor!.. Oysa, postmodern mermer yontulara İBB, kim bilir kaç para ödeyerek her yere tıkıştırıyor (bkz. Atatürk Hava Limanı otlakları). Taksim’deki bronz heykellerden bir geyik yerinde. O da artık lüks otelin bahçesinde. Bazıları artık özel müze bahçesinde, bazıları çoktan dört nala yurtdışına kaçmış bi le… ^¡^ Bir yanda mizahi oran larda Türk büyükleri. Di ğer yanda yıkılmaya çalı şılan Atatürk heykelleri... İskenderin kellesi çok tan kebap. Afroditin me mesi sana haram be ah bap… Kadavrada, bevliye tıp öğrencisine yasak, ya rınında bile heykele yer yok artık a asalak!.. Figürlerin yerini ar tık düşünce değil, yenilen içilen dışkılanan alıyor. Resim, heykel müzesin den yüzlercesi sahte olan larla çalınıyor. Gün gelir senin de me Denizli merkezde bulunan horoz heykeli, Yeni Türkiye’nin “özgün” heykellerinden... zarına bir kitabe dikilir. Heykelin asla dikilmeyecek, sebebi yezidliğin Yerine, ağızlardan adını kussunlar diye lazımlık yerleşecektir. dendir. Ama bilesin tasvirin bile öyle günah ola ^¡^ caktır ki; Çalınan sanatımıza ithafen… Özgürlük hapishanesinde köşeye sıkışan insanın isyanı! Bu düzen ‘Kara Düzen’ Haftanın albümü Türkiye’de biraz zorlama olarak icra edilen ‘değişik rock’ müziğine inat türün köklerine gerek müzik gerek de söz olarak sadık kalan bir grup Kara Düzen. 2009 yılında Özgür Aydemir (bas gitar), Batıkan Halis Yayla (vokal), Gökhan Karasakal (gitar) ve Özmen Çelik (davul) tarafından kurulan grubun ‘İnsan’ albümü Ada Müzik etiketiyle yayımlandı. Kayıtları ErekliTunç Stüdyolarında gerçekleşen “İnsan” da prodüktör olarak imzası bulunan Volkan Başaran aynı zamanda albü mün kayıt ve mix’lerini de yapmış. Albümün genel temasına baktığımızda rock’ın evrensel sınırlarıyla beraber hareket eden bir müziğe ve bu topraklara da yüzünü çevirmeyi es geçmeyen formatın el ele ilerlediğini görüyoruz. Şarkıların hiçbiri zorlama değil. Yerli yerine oturmuş enstrümantal birliktelik, sıkıcı olmayan bir sound ortaya çıkarmış. Grunge’dan metale, ska’ya kadar uzanan bir yelpazenin olması da albümü bozmadan ilerle ten bir yol olmuş. Şarkıların sözlerinde ise albümün adın dan anlaşılacağı gibi insani mevzular anlatılıyor. Köşeye sıkışmış, modern hayatta yalnız kalmış, hatta grubun dediği gibi “özgürlük hapishanesi”nde kurumsallaşmış bir kimliğe bürünmüş bireyleri anlatıyor. Bir başkaldırı söz konusu mu, nispeten evet. Ama bunu “kır zincirleri”ni şeklinde yapmıyorlar. Durumu anlatıyorlar. Kısaca, dinlemekte fayda var. BURAK SOYER C MY B