Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA 4 ÇOCUK sesİ Bekİr Onur Hİlal Bebek 2 EYLÜL 2018, PAZAR Şeker gibi yazılar İzler izleri yaratır Kültürel coğrafya bağlamla ve bağlam içindeki kültürel etkinlikle ilgilenir. Kültürel coğrafyanın işlevi bağlam ile kültürün kesiştiği noktaları keşfetmektir. Bağlam ile kültür arasındaki kesişmenin ürünü “yer”dir. Kültürel coğrafya açısından yerler anlamlarını ve kimliklerini kültür ile bağlamın karmaşık kesişmelerinin sonucu olarak kazanırlar. Yerler de izlerin karışımından oluşur. “İzler” kültürel yaşamın yerde bıraktığı işaretler ve kalıntılardır. İzler, doğası gereği maddi (binalar, heykeller) ve maddiolmayan (etkinlikler, olaylar, duygular vb.) olabilir. İzler sürekli olarak üretildikleri için yerlerin anlamlarını ve kimliklerini sürekli olarak etkilerler. İzler kültürleri ve coğrafyaları birbirine bağlarlar. İzlerin sürekli üretilmesinin sonucu olarak yerler dinamik birimler olur. Kültürel coğrafya izleri, onların etkileşimlerini ve yansımalarını araştırır. Cardiff Üniveritesi öğretim üyesi Jon Anderson (2015), somut bir örnek olarak Londra’daki Trafalgar Meydanı’nın fotoğrafını inceliyor. Bu, içinde birçok iz –bir heykel, bir sütun, bir meydan, iki çeşme olan bir yerin fotoğrafıdır. Kültürel coğrafyacıların sorduğu ilk soru, bu izlerin neyi temsil ettiğidir. İlk bakışta heykel bir sütunun üzerinde durmakta, sütun da meydanda dikilmektedir. Ancak kültürel coğrafyacılar bu izlerin metaforik anlamını da sorarlar. Çünkü izler fikirleri somutlaştırır ya da temsil eder. Kültürel coğrafyacılar izlerin tarafsız olmadığını, dünyanın nasıl olması gerektiğine ilişkin özel kültürel tercihleri temsil ettiğini kabul ederler. İzlerin işlevi bizi de bu kültürel değerleri benimsemeye ikna etmektir. Amiral Nelson’un heykeli Trafalgar Meydanı’nda yüksek bir sütunun üzerindedir. Meydanın adı 1805’te Nelson’un Fransız ve İspanyol donanmalarına karşı kazandığı zaferi hatırlatır. 1800’lerin kent planlamacıları bu heykeli ve meydanı neden yaratmak istemiş olabilirler? Çünkü bu yer imparatorluğun askeri gücünün ve zaferinin anılması için seçilmiştir. Ayrıca bu yer uygar ve sanayileşmiş bir ulusun kent tasarımındaki uzmanlığını da gösterir. Kültürel coğrafyacılar bu fotoğrafa baktıklarında sadece bir meydan, sütun ve heykel görmezler, bir dizi kültürel düşünceye bağlı bir “maddi kültür izi” görürler. Bir yeri oluşturan izlere bakan kültürel coğrafyacılar yerleri “izyapıcılar”ın tasarladığı anlamlar içinde yorumlar ve çevirirler. Ancak herhangi bir izle ilişkili farklı düşünceler ve yargılar olabilir. Söz konusu çeviriler hem özel gruplara göre hem de zaman içinde değişebilir. Öyleyse 19. yüzyıl izyapıcılarının fikirlerinin hala geçerli ve etkili olup olmadığını sorabiliriz. Trafalgar Meydanı’nda 2005’te İngiliz sanatçı Marc Quinn’in “Hamile Alison Lapper” heykeli, 2013’te Alman sanatçı Katharina Fritsch’in “Mavi Horoz” heykeli açıldı. Kolsuz ve kısa bacaklı doğan Lapper’in –kendisi de ünlü bir sanatçıdır heykelinin savaşı ve egemenliği değil kadınlığın, anneliğin, farklılığın zaferini kutladığı söylenebilir. Horoz heykeli ise temsil ettiği şeylerin muğlak olduğu maddi bir iz yaratmak istemiş gibidir. Bu iz Nelson gibi mağrur erkek heykelleriyle dalga geçiyor olabilir. Horozun Fransız çağrışımı Nelson’un Napolyon’u bozguna uğratmasına karşı bir tepkiyi temsil edebilir. Yerler sadece ilk tasarımcıları tarafından değil başka birçok kişi tarafından da kendi fikirlerini, değerlerini ekleyerek sürekli yeniden oluşturulur. Trafalgar Meydanı da sadece bir yurtseverlik yeri değil, aynı zamanda ulusal devlete karşı bir sivil itaatsizlik yeridir. Kaynak: J. Anderson (2015), Understanding cultural geography. Places and traces. 2. Baskı. Routledge. 2 EYLÜL 2018 SAYI: 35 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına MEHMET Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü (Sorumlu) Faruk Eren Yayın Yönetmeni TAYFUN ATAY Yayın Koordinatörü Gürer mut Sayfa YönetimUygulama İLKNUR FİLİZ Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın. Cumhuriyet Gazetesinin ücretsiz ekidir. Baskı: DPC Baskı Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Demirören Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Yüzümüzdeki yaşanmışlığın ürünü çizgilerden utanır hale geldik! Ağız tadıyla yaşlanamayan kadınlar Çirkinlik, kadını ezmenin, onu nesneleştirmenin, yeni cariyeler ve köleler üretmenin şimdiki sürümü. Cüzzamlılardan kaçılan, büyücülerden tiksinilen karanlık çağların kalıntısı, “çirkinlik”. Ağız tadıyla bir yaşlanamadık. Anılarımızın çizgilerimizde yaşamasına izin vermediler. Dudak kenarlarımızın gülme sayımıza tekabül ettiğini anlamadılar. Beyaz saçlarımızı bilgeliğimizle taçlandıramadık. Göz parıltımızın ve kahkahamızın gölgesinde filizlendiremedik cazibemizi. Gerçek güzelliğimizi, “güzellik” dedikleri şey uğruna öldürdüler. Unuttuk, güzel olanın genç bir tende değil sıcak dokunuşlarımızda saklı olduğunu. Güzellik tacını kafamıza taksınlar diye kafamızdan olduk. Yüzümüzdeki çizgilerden, vücudumuzun gölgelerinden, yaşanmışlığın ürünü göz çevrelerimizden, hatları belirginleşen dudak kenarlarımızdan utanır hale geldik. Işığın parlatamadığı düzlüklere düşman, gölgelere küskün kaldık. Mimiklerimizi kaybetmek uğruna yüzlerimizi donuklaştırdık. Çekik gözlü ama bakışsız, dolgun dudaklı ama gülüşsüz, genç bedenli ve ruhsuz kaldık. Cadı avı yok, ‘çirkin avı’ var! Cadı avı değil “çirkin” avı var adeta artık. Orta çağın karanlığı ile 21. yüzyıl arasındaki belki de en temel farktır. Av, baki; avcılık, baki. Değişen; dünün cadılarının bugünün “çirkin”leri olması sanki. İlkellik, çoğu zaman sadece şe kil değiştiriyor. Birine yumruk atmak yerine insan yazı yazıyor, öldürmek yerine yok sayıyor, zarar vermek yerine suskun kalıyor. Daha görünmez, daha estetik daha uygar ilkelliklerle çekirdek kötülüklerimiz devam ediyor. Cadıların yakılması gibi… Güzellik beklentileri, gençlik tahakkümü, mükemmellik dayatması, çirkinlik şiddeti ile yakılıyor kadınlar sanki. Güzellik kutsandıkça lanet gibi çöküyor üstümüze çirkinlik musibeti. Üstelik gönüllü geçiriyoruz boynumuza düğümleri. Her gün her an bir doz daha zerk ediyoruz zehri; “güzel olmalıyım, çok güzel”. Yaşlanma ve “çirkinlik” eşanlamlı gibi artık. Yaşlılık belirtileri, açık ve örtük şekillerde “kınanmakta”. 46 yaşında fit olduğu için muazzam saygı görüyor kadınlar. Kutsallar arttıkça kendi kutbunu da yaratıyor ve kınananlar çoğalıyor. Yaşlılar hayatın içinde değil, ölüler gibi. Yaşlılık yok sayılıyor, mezarlar gibi. Doğada çirkinlik denen bir “element” yok. “Çirkinlik”, içi insan tarafından doldurulmuş suni bir mefhum. Çirkinlik, kadına şiddetin, onu aşağılamanın, ona dayatmanın, onu kullanmanın ve yönetmenin ye ni hali. Çirkinlik, zulmün şimdiki yüzü, sinsi bir şiddet türü, cadı gibi gülünç iddialarla yer değiştiren daha estetik ve daha makul bir yağma türü. Çirkinlik, kadını ezmenin, onu nesneleştirmenin, yeni cariyeler ve köleler üretmenin şimdiki sürümü. Cüzzamlılardan kaçılan, büyücülerden tiksinilen karanlık çağların kalıntısı, “çirkinlik”. Çirkinlik ve güzelliğe dair tanımlar değişken, göreceli ve el yapımı. Dönemin ihtiyaçlarından, kültürel konjonktürden, çağın hâkim felsefesinden, sistemden ve bir dolu ekonomik çıkar ilişkilerinden besleniyor. Güzellik için parametreler bu kadar acımasız, yüzeysel ve dar olmasaydı çirkinlik ve yaşlılık eşitlenmez, güzellikle bu derece zıt kutuplara savrulmazdı. Daha zengin, çok parametreli, kadının kimliğini, ruhsallığını, zekâsını, bakışını içine katan, ruhunu kapana kıstırmayan cinsten olurdu tanımlar. Kadınlardan talep edilen mükemmellik ve atfedilen çirkinlik tanımları, olsa olsa çirkin ruhların ve kafaların yansıtması. Kendi içlerinde olanı karşılarındaki duvara aktarıp dışarıda olanı taşlamaları. Yokuş yukarı koşmak Bu dayatmaları soluyan, güzellik tacına talip, her gün bir damla zehirli balı yemek isteyen kadın. Serapa dalmış, koşmaktan usandığında, susuzluktan tükendiğinde gerçek kaynaklarına çok uzaklaşmış olacak kadın. Bedenin ve yaşamın doğal döngüsü ile bu acımasız rekabeti ne kadar acıklı. Yokuş aşağı giden bir trenin vagonlarında yokuş yukarı koşuyor yaşlanma düşmanı kadın… Değerini, gençliğini ve diriliğini eninde sonunda kaybettiğinde kendi çölünde benliğini yitirecek olan kadın. Gece 12 olduğunda bal kabağına dönüşecek bedeni ve ruhu. Geriye kalan kafası karışık kadın. Sesini unutup sesinin yankısına, yüzünü unutup yansımasına sevdalandı kadın. İltifatlar, şaşalı sözler, beğenilmeler, imrenilmeler derken aynadaki yüzüne bel bağladı. Oltaya gelen yemlere takıldı. Gitmek istediğinde ya da kaçarken yırtılacak ağzı. Başından tacı alındığında balı zehre dönüşecek. Aldatan kocasına değil “baştan çıkartan” kadına kızdıkça, eteklerini erkeklerin ve ailelerin “namusu” için kapadıkça, güzel gülüşünün sönme pahasına yüzünü donuklaştırdıkça… Azalacak, kadın. Fakat Nietzsche’nin Cambaz’ı gibi, birileri çıkıp özgürlük şarkısını söyleyebilecektir belki; “Benden talep edilen güzelliği kabul etmiyorum. Oltalarınıza taktığınız lütufları da çirkinliği de güzelliği de geri istemiyorum. Evin kızıyım diye koyup durmayacağım çaydan, hanım hanımcık olmayacağım anlardan, utanmadan atacağım kahkahalardan, inadına beyazlayan saçlarımdan, kınanma pahasına yapacaklarımdan başlayacak güzelliğim ve kadınlığım.” Güzelliği kurban eden ona sahip olur. ” Cadılığı” ve “çirkinliği” ile övünen kadınlar, her şe yi güzelleştirebilir. Ve Attila İlhan’ın şiiri ile belki övünebilir; Aysel git başımdan ben sana göre değilim Hem “kötüyüm”, “karanlığım”, biraz “çirkinim.” hilalbebek@yahoo.com Yurttan Sesler Azmi Karaveli Kars’ta bir sünnet arabasına asılan “Kalanı Trump’a yeter” yazısı dikkati çekti. Aracın sahibi, “Farklı bir cevap vermek istedik. Türklerle oyun oynanılmaz” dedi. Sünnetin insan psikolojisi üzerindeki etkileri Freud zamanından beri tartışma konusuyken, çocuğa verilen bu misyonun oldukça ağır olduğunu söyleyebiliriz. İnşallah büyüdüğünde olayı ciddiye alıp, yeni bir diplomatik skandala ya da ekonomik krize imza atmaz. Düzce Belediyesi Zabıta ekipleri çay ocakları ve kahvehanelerde tek şeker kullanımı konusunda denetim yaptı ve ceza kesti. Kaç çocuk yapmamız gerektiğinden, çayımızdaki şekere kadar her şey, şükür ki kontrolleri altında. Bioiktidarın tavan yaptığı zamanlarda; “Rahathazır ol! Tek şeker kullanılacak kullan!” İstanbul’dan gelin arabası gibi süslenen kiralık lüks araçla Antalya’ya gelip yurt dışına kaçmak isteyen düzensiz göçmenler, yola konvoysuz ve gelinsiz çıkınca Antalya’da yakalandı. Bu haber komik gibi görünse de öyle değil. Çünkü göçmenlerin hikâyelerini bilebilsek, vicdanı olan her insanın yüreği dağlanır ama bilmiyoruz, maalesef bilmek de istemiyoruz. Bu topraklarda “sosyal demokrat” olduğunu iddia edenlerden, iktidar partisine, kentlisinden köylüsüne kadar “çoğumuzun” kafasındagöçmenlere karşı negatif düşünceler yer alıyor. Oysa hepsinin ayrı ayrı, tek tek, acı dolu vatanlarını terk etme hikâyesi var. Bu hikâyelerin hiçbirine vakıf değiliz, çünkü onlar bizim için ancak botları batınca sayıdan ve teferruattan ibaretler. 1071 törenlerini ‘cuş u huruş’ içinde kutladığımız şu günlerde, sanki Türkler Orta Asya’dan “göç” etmemiş Çocuğunun sünnet arabasına “Kalanı Trump’a yeter!” yazdıran baba, ABD Başkanına gözdağı verdi. gibi “Ne işleri var ki ülkemizde?” zaten. Son olarak, bir Afgan’ı ya da Suriyeli’yi sokakta görünce rahatsız olan birçok beyaz yakalının da, ABD Green Card çekilişine katılacak olması ya da çocuklarını yurtdışında doğurmak için türlü taklalar atması da ne yaman çelişki değil mi? Şırnak’ta üç gün üç gece süren düğünde aşiret liderleri, dolar ve euro savaşına karşı “dimdik” ayakta olduklarını, bu nedenle düğünlerde damat ve geline bundan böyle takılacak paraların Türk Lirası olacağına karar verdiklerini açıkladılar. Düğünde geline ile damada 1 kilo altın ve 450 bin TL takıldı. Türkiye’nin en önemli problemlerinin başında gelmesi gereken aşiretler, sözkonusu olduğunda nedense herkes üç maymunu oynuyor bu ülkede. Bu kadar geri kalmış bir bölgede, bu kadar para ve takı nasıl takılabiliyor sorusunun yanıtı havada asılı kalabiliyor mesela. Bütün partilerin se çim dönemlerinde kapılarını çaldıkları bu yapıların ellerinde ne kadar döviz barındırdıklarını elbette bilmemiz mümkün değil. Lakin aşiretlerin bu dolar hamlesini, sözgelimi yabancı ekonomistlere, derecelendirme kuruluşlarına falan nasıl anlatırsınız ki? “Bride, tribe, dolar, crise” kelimelerinin 21. yüzyılda hala tabuvari şekilde, kimse eleştirmeden nasıl bir biraraya gelebildiğini görüp, halimize acırlar da, belki notumuzu yükseltirler... Antalya’da bir restoranda, 250 liralık hesabı ödememek için kavga çıkaran E.Ç’nin, 54 suçtan 95 yıl kesinleşmiş hapis cezasıyla arandığı belirlendi. E.Ç, “Ben vatan haini değilim. Altı üstü İsrailli turistlerin kartını kopyaladım” dedi. Son dönemlerde suç bahanelerine ve savunma ifadelerine bakınca, şayet “vatan haini” değilseniz (hainölçerlik kriteri nedir, elbette son derece muallak) görünen o ki, iyi halden yırtma şansınız da hayli yüksek olabiliyor. Şablon savunmaları kabaca şöyle özetlemek mümkün “Ne yani çaldım da vatanı mı böldüm?”, “Dövdüm ve tecavüz ettim tamam da vatana ihanet mi ettim yani, nedir Allah Allah”, “Kendi karımı öldürdüm, ne var canım bunda, sana ne benim değil mi, Fetöcü müyüm ben, ha söyle.” Hal böyle olunca da, o gürül gürül akan sular da duruyor sanki ve bir anda “Doğru ya adam aslında masummuş” dememizi bekliyorlar. Hatta E.Ç’nin İsrailli turistleri dolandırdığı için muhtemelen kendisine madalya takılmasını beklediğini de düşünebiliriz. Hrant Dink’in katilinin, olayın hemen ardından çektirdiği fotoğraf tarihin en çöp yerinin baş köşesinde dururken, o madalyayı gerçekten verseler şaşar mıydık peki? (azmikaraveli@yahoo.com) C MY B