01 Ocak 2025 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

SAYFA 2 atar damar Melİs Alphan Kömür için verilen sözlere inanmayın Eski Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı (şimdi Hazine ve Maliye Bakanı) Berat Albayrak, 2018 sonunda Cumhuriyet tarihinin en yüksek kömür üretimine ulaşmayı hedeflediklerini söylemişti. Bu tam bir ‘Herkes gider Mersin’e, biz gideriz tersine’ durumu. Zira, yenilenebilir enerji maliyetlerinin hızla düşmesiyle dünya çapında ‘kömürü terk etme’ hareketi başladı. Hava kirliliği ve yol açtığı hastalıklar nedeniyle yerel halkların kömüre direnci arttı. Bankalar kömüre mesafe koydu. Ülkemizde de yatırımcılar kömürden elini eteğini çekiyor; hem de onca teşviğe, kapasite mekanizmasına rağmen… Kömürün devri kapanıyor. Aklın yolu bir ama Türkiye’nin enerji politikalarını yapanlar oralı değil. 2012’de Türkiye’de kömür yılı ilan edildiğinden beri kömüre hücum politikası gündemde. Gelin görün ki, bu politikalar istenen düzeyde başarı yakalayamadı. Düşüş eğilimine karşı koyulamıyor. 2012’de açıklanan ‘linyite hücum’ politikasından sonra ancak 2.5 GW kurulu güç kapasitesi oluşturabildi. Albayrak, Türkiye’nin kömür potansiyelinin yoğun olduğu her yerde istihdamı artırma sözü de vermiş, şöyle demişti: “Kömür tarihimizde ulaşılamamış rakamlara ulaşarak bölge insanına çok daha fazla istihdam oluşturacağız.” Şimdi Eskişehir’de Alpu’da 5 bin kişiye istihdam sözü veriliyor. Amasra’da Hattat Holding’in yapmak istediği santral için 7 bin kişilik istihdam rakamları telaffuz ediliyor. Tufanbeyli’ye sağladığı istihdam için alkış tutuluyor.  Öte yandan geçtiğimiz günlerde Bankwatch, Güneydoğu Avrupa’da kömür endüstrisinin istihdamı için verilen sözlerin gerçeği yansıtmadığını ortaya koyan bir analiz yayımladı. Yetkililer tarafından mevcut ve yeni yapılacak kömürlü termik santralların 30 bin kişilik istihdam yaratacağına dair basın açıklamaları yapılırken Bankwatch analizi, bu bilgilerin aksine, 5170 kişilik istihdamın yok olacağını öngörüyor. Esas istihdam yenilenebilir enerjide Bu arada, bu yıl sadece AB’de yenilenebilir enerji endüstrisinin istihdam ettiği kişi sayısı 1,5 milyona ulaştı. Yenilenebilir enerji endüstrisi sadece 2017’de yüzde 5.3 artışla tüm dünyada 500 bin yeni kişiye istihdam sağladı (IRENA, 2018). Böylece, dünyada yenilenebilir enerji sektöründe çalışan kişi sayısı 10.3 milyonu buldu. Türkiye’deki yenilenebilir enerji istihdam rakamları da aynı seyri izliyor. Türkiye, 2017 itibarıyla 53 bin kişiye rüzgâr enerjisi sektöründe, 16.6 bin kişiye güneş enerjili ısıtma ve soğutma sektöründe, 12.7 bin kişiye ise PV güneş enerjisi endüstrisinde olmak üzere toplam 84 bin kişiye istihdam sağladı (Erim, 2017). Türkiye’de kömür madenlerinde çalışan 4549 bin işçi olduğu göz önüne alındığında, yenilenebilir enerjinin sunduğu iş imkânları ortada. Bankwatch, 500 MW’lık Kosova e Re kömürlü termik santralını örnek veriyor. Bu santralın temsilcileri, inşaat aşamasında 10 bin, işletme sırasında 500 kişiye istihdam sağlayacaklarını söylemişlerdi. Ama Bankwatch analizi, santralın inşaat aşamasında 1200, işletme aşamasında ise 190 işçiden fazlasının görevlendirilmeyeceğini ortaya koyuyor. Üstelik, istihdam edilecek kişilerin çoğunun yurtdışından getirilecek uzmanlar olduğunun da altı çiziliyor. Bankwatch Enerji Koordinatörü Ioana Ciuta, kömür endüstrisi ayakta kalabilecekmiş gibi davranan hükümetlerin halkları yanılttığını söylüyor: “Endüstri ölüyor ve istihdam için verilen sözler işçileri ve toplulukları yanlış yönlendiriyor. Hükümetler kömürü korumaya harcadıkları çabayı yenilenebilir enerji için sarf ederlerse insanlar için daha iyi olur.” 15 TEMMUZ 2018, PAZAR Her şey Mİrgün Cabas Hiçbir şeyden şüphe etmemek ne büyük rahatlık! Oktar’a gider miydim? Çağırdığı için değil… Ama çağırsaydı, Adnan Oktar’ın iftarına, televizyonuna, sohbetine.. Düzenlediği herhangi bir etkinliğe gazeteci olarak katılır mıydım? Bu sorunun “doğru” cevabı, “Evet, katılırdım” olmalı. Çünkü gazetecinin görevi, kamuoyunda merak uyandıran, bir gizem barındıran, ne idüğü tam anlaşılmayan her şeye yakından bakmak… Bu tür organizasyonlar ve böyle kişiler üzerindeki gizem perdesini kaldırmak, bunları spot ışığının altına çıkarmak. Ama Adnan Oktar söz konusu olduğunda bu mümkün değildi. Tuhaf bir sahne kuran, saçma bir dil icat eden, bakanı kör eden bir kitsch sahneleyen bu adam, ne üzerindeki gizem perdesi kaldırılacak, ne de yaptığı işin tuhaflığı sergilenebilecek bir adamdı. Birincisi, izlediğimiz şeyin bir meczubun ya da şeytani zekâya sahip birinin kurduğu bir düzen olduğu zaten aşikârdı. İkincisi gazeteci değil, hafiye bile olsanız bu yapıyı çözecek kadar yaklaşmanıza izin verilmiyordu. Üçüncüsü, bu saçmalığı ve ardındakileri ifşa etmek için attığınız her adım, mahkemelerden çıkarılan yasak, tekzip ve tazminat kararlarıyla sekteye uğratılıyordu. Adnan Oktar ve kumpanyasına, size izin verildiği kadar yaklaşarak aktardığınız her haber, yorum ve izlenim bayağılıktan göz kamaştıran bu gerçek üstü sirki meşrulaştırmanızla neticeleniyordu. Fetö’nün kedicikleri Bir adım ileriye gidecek olursak… Benzer bir şeyi Fetullah Gülen’in, “cemaat” olduğu dönem için de söylemek mümkün. Elbette o cemaat “kediciklerle”, tuhaf danslarla, kitsch dekorlarla faaliyet göstermiyordu. Ama diliyle, adanmışlıklarıyla, sözcülerinin teflon ve plastikten mamul yüzleriyle, safları ve mertebeleri arasından hava bile geçirmez sıkılıktaki yapısıyla Adnan Oktar cemaatini andıran bir tuhaflık barındırdığı da aşikârdı. Külyutmaz geçinen, bugün mahkemelerde “Darbe gününe kadar bunların nasıl insanlar olduğunu anlamadım, pişmanım” diye ifade veren gazeteciler, yazarlar, akademisyenler, entelektüeller toplantı üzerine toplantıya katılıp bildiri üzerine bildiri yayımlarken, bir ışığa kapılmış ateş böcekleri, spotların önünde dansa kaldırılmış kedicikler gibiydi. Bir yapının ne kadar hukuki, ne kadar meşru, ne kadar normal olduğunu anlamak için yapılacak basit şeyler var.. Cevabı istenecek bazı sorular… Geliriniz nereden, aranızda kimler var, paralarınızı nereye harcıyorsunuz… Çünkü şeffaf olmayan her yapıda, bir şeyler saklanıyor demektir. Giz ne kadar büyükse, saklama gayreti de o denli artar, merak edenleri de terörize eder. Bir de her iki örnekte de gördük ki, bu yapılardan ayrılanların anlattıklarına kulak vermek gerekiyormuş. Özellikle sindirilme, karalanma girişimlerine uğrayanlara, mağdur edildiklerini kanıtlamaya çalışanlara… Uzun yıllar kendisine ait A9 kanalında fantastik programlarla izleyici karşına gelen Adnan Oktar şimdi gözaltında. Neden bazılarımız daha iyi ikna eder? Elimdeki kitabı 24 Haziran seçimleri sonrasında, kazananın ne yapıp da kazandığını, kaybedenin ne yapamayıp da kaybettiğini anlayabilir miyim umuduyla okumaya başladım. Kimin beynin neresine seslendiği için kitleleri ikna ettiğini, kimin neyi ıskaladığını anlamak için… Ama “Başkalarının Aklı” kitabını okudukça, kutuplaşmanın insan beyninde nasıl çalıştığı bölümlerine takıldım. Birkaç alıntıyla durumu özetleyeyim: ? İnsanoğlu bilgiye serinkanlı tepki vermez. Sayılar ve istatistikler bazı gerçekleri açığa çıkarmakta müthiş araçlar olabilirler ama inanç değiştirmeye yetmezler ve insanları eyleme geçirmede hemen hemen faydasızdır. ? İnançlarımızı arzularımız şekillendirir. Değişim yaratacak bir şey varsa o da ister kendi içimizdeki, ister başkalarının içindeki güdüler ve hislerdir. ? Bilgiyi ve mantığı ön sıralara koyan yaklaşımlar, bizi insan yapan şeyi, güdülerimizden, korkularımızdan, ümitlerimizden ve arzularımızdan oluşan özü yeteri kadar dikkate almaz. Yıllar içinde inşa edilmiş inançlar, bilimsel gerçekler karşısında bile son derece dirençli olabilir. ? Charles Lord, Lee Ross ve Mark Lepper adındaki üç bilim insanı idam cezasını şiddetle destekleyen veya idama şiddetle karşı çıkan Amerikalı üniversite öğrencileriyle bir deney yaptılar. Her öğrenciye birisi idam cezasının ne kadar etkili olduğunu gösteren, diğeriyse bu cezanın yararsızlığını gösteren iki ayrı bilimsel çalışma sundular. Peki ne oldu dersiniz? Öğrenci ler çalışmaları ikna edici buldular mı? Verilerin, inançlarını değiştirmelerini gerektiren sağlam deliller sunduğuna inandılar mı? Evet!.. Ama sadece kendi görüşlerini destekleyen çalışmalarda. ? İnsanlar bir konuda sağladığınız yeni bilgiyi önceki inançlarını teyit ediyorsa, hemen kabul etme eğiliminde olurken, aksi yöndeki delilleri eleştirel bir gözle ele alıyorlar. Zaten sürekli birbirleriyle çelişen bilgi ve fikirlerle karşılaştığımızdan, zamanla elde edilen yeni bilgiler daha ortada pozisyon aldırmak yerine daha çok kutuplaşmaya neden oluyor. Öteden beri televizyondaki tartışma programlarının çoğunun sadece seyirlik bir fonksiyonu olduğunu düşünürüm. Özellikle de her konuda bu denli kutuplaşmış bir toplumda izleyicinin tartışan taraflardan etkilenip bir konudaki görüşünü şekillendirdiğine ya da fikrini değiştirdiğine inanmam. Çünkü izleyici bu tartışmaları takım tutar gibi, horoz dövüşü gibi izler. Tartışılan konu çocuk tacizleri, döviz kuru, elektrikli otomobil, tarımda reform ya kavak poleni alerjisi olsa da hem tartışan taraflar hem de izleyiciler tıpkı üst kimlik gibi, bir “üst dünya görüşüne” sahip oldukları için fikirlerini esnetme sınırları ancak “üst görüşün” izin verdiği kadardır. Zaten tartışan kadrolar da (konu ne olursa olsun) yandaşlık ve ılımlı muhaliflik kategorilerine göre kurulduğu için kimsenin zihinsel konforunu bozmasına gerek kalmıyor. Başkalarının Aklı, Neden Bazılarımız İkna Etmekte Daha Başarılı ve Nörobilim Bu Konuda Ne Düşünüyor, Tali Sharot, Domingo, 2018 Bülent VARDAR Yakın Kültürel tektipleşmenin, yozlaşmanın bir diğer işareti Çekim İzmir sinemaları ne halde? Sıcak iklimi ve özgürlüğüne düşkün kimliğiyle her zaman toplumsal yaşamımızda en önemli şehirlerden biri olmuştur İzmir. Cumhuriyet öncesinde ve Cumhuriyet kurulduktan sonra sanat ve kültür açısından da önemli bir merkez olan “Ege’nin incisi”, sinema ülkemize girdikten sonra da gerek ilk film gösterimlerinin yapılması gerekse kısa sürede sinema salonlarının artışı ile neredeyse İstanbul’un önünde yer almıştır. Benim için İzmir, ailemin geçmişte yaşadığı bir yer olmasının ötesinde, üniversite hayatımı geçirdiğim ve aydınlanma sürecimde de önemli yeri olan bir şehirdir. Öğrencilik yıllarımın İzmir’inde salt sinema salonu olarak yapılmış binalar varlığını devam ettiriyordu ve çoğunda eğitimim gereği filmler izlemiştim. O yıllarda İzmir’i film gösterimleri açısından diğer büyük şehirlerden ayıran önemli bir farklılık, filmlerin neredeyse hepsinin dublajlı (seslendirmeli) olarak yapılmasıydı. Günümüzde ise filmler her iki şekilde de gösterilebiliyor. Seyircilerin genel tercihi ise alt yazıyla izlemek yönünde. Diğer yandan tiyatro, bale ve opera gibi sanatların sergilenmesi bağlamında İzmir, geçmişte İstanbul ve Ankara'nın gerisinde yer alsa da günümüzde bu açığı kapatmakta. Sinemalar hep ‘cep’te Geçtiğimiz günlerde yolum İzmir’e düştüğünde yaptığım küçük bir hafıza tazeleme turunda dikkatimi çeken en önemli unsurlardan biri, diğer büyük şehirlerde olduğu gibi İzmir’de de film izleme ortamındaki değişimdi. İzmir de tüketim kültürünün baskısına dayanamamış, Cumhuriyet’le birlikte bu güzel şehirde inşa edilmiş onlarca sinema salonunun yerini AVM’ler ve onların içindeki cep sinemaları almış. 1980'li ve 90'lı yıllarda Konak, Şan, Sema ve Çınar salon sinemaları hâlâ ayaktaydı. Aynı dönemde Alsancak’ta İzmir Sineması, Karşıyaka semtinde Karşıyaka Sineması ve Karşıyaka Deniz Sineması varlığını sürdüren sinemalardı. Bu süreç, ülkemizin diğer şehirlerinde olduğu gibi bir kültürel tektipleşmenin, yozlaşmanın işareti olarak İzmir’de de hükmünü icra edip bugün geçmişin sinemalarından sadece Konak ve Karaca, zamana karşı direnmeye çalışıyorlar. İzmir Konak Sineması, Nâzım Hikmet Kültür Merkezi desteği ve eşliğinde tekrar hayata döndü (yanda). Alsancak’taki 40 yıllık Karaca Sineması da AVM’lerdeki sinema zincirleri karşısında direnmeye devam ediyor (üstte). Öğrencilik yıllarımda benim yaşamımda da önemli hatıraları olan Konak Sineması, bir süre kapalı kaldıktan sonra 2011 yılında İzmir Sinema ve Görsel Sanatlar Derneği tarafından gerçekleştirilen bir tadilat süreciyle canlandırılmaya başlanmış ve 2012 yılında açılmış. Ama bu süreçte balkon kısmı bölünüp cep salonlarına da dönüştürülmüş. Görsel Sanatlar Derneği’nin bu saygı duyulacak çabasıyla yeniden işlerliğe sokulan bu tarihi sinema, ne yazık ki altı ay açık kalabilmiş ve mali sorunlar yüzünden tekrar kapanmış. O zamandan bugüne altı yıldır kapalı kalan Konak Sineması, 2007 yılından bu yana İzmir’de faaliyetlerini sürdüren Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nin, Konak Sineması’nın binasına taşınmasıyla hem NHKM ve hem de Konak Sineması olarak şimdi ne mutlu ki tekrar faal… Ve kültür sanat alanındaki piyasalaşmaya, sanatsal üretimlerde içeriğin giderek önemsizleştirilmesine direnerek alternatif yaratmaya çalışıyor. C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear