18 Haziran 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

24 HAZİRAN 2018, PAZAR Seden Mestan SAYFA 7 Çin işi japon işi Şov dünyasının sahteliğinde onca peruk ve makyajla sahici olmak ‘Huysuz Virjin’ler yarışıyor Ekran kararıyor. Yavaş yavaş yanıp sönmeye başlayan ışıklar ve müziğin yükselen sesi, birazdan göreceğimiz ihtişama bizi hazırlıyor gibi. Ve sahnenin girişinde önce kabarık saçlı silueti beliriyor RuPaul’un. Işıklar yanınca da kendisi... Yarışmayı on sezon boyunca takip edenlerin çok iyi bildiği üzere, şov birazdan başlamak üzere: RuPaul önce o gün kendisine eşlik edecek diğer jüri üyelerini takdim edecek, yarışmacıların hangi kategorilerde yeteneklerini sergileyeceğini açıklayacak ve son sözü söyleyerek sahneyi yarışmacılara devredecek: “Beyler, motorları çalıştırın. En iyi kadın kazansın!” On sezondur değişmeyen bu ritüel aslında sadece bu yarışmaya özgü değil. 1990’lı yıllarda Amerikan uydu kanalı VH1’de yayımlanan talk show programı The RuPaul Show’la dünya çapında bilinen bir isim haline gelen, Amerika’nın en ünlü drag queen’lerinden RuPaul, yarışmayı kurgularken drag balo kültürünün geleneklerinden yola çıkmış. Yarışma boyunca “Paris is Burning” belgeseline yaptığı göndermeler de aslında köklerine bir tür saygı duruşu niteliğinde. 80’li yılların New York’unda, AfroAmerikan ve Latin toplulukları içerisinde gelişen LGBTİ kültürünün izini süren belgesel, merkezine bu drag balolarını taşıyordu. Drag kültürünün geçmişi yüzlerce yıl öncesine kadar uzanıyor. Kadınların sahneye çıkmasının yasak olduğu, kadın rollerinin erkekler tarafından canlandırıldığı döneme… (Hatta, Shakespeare de kadın kılığında sahneye çıktığı için RuPaul’s Drag Race’teki bazı yarışmacılar, “Shakespeare ilk drag queen’di” diyerek aslında drag’in her zaman, her yerde olduğuna esprili bir vurgu yapıyordu.) 19. yüzyılda vodvillerin yaygınlaşmasıyla birlikte bu “taklit”ler de daha abartılı ve komedi yönü ağır basan bir hal kazanmıştı. Günümüz drag’i de kültürel geçmişiyle bağlarını koparmadan, popüler dünyaya kendini uyarlıyor. Drag Race 101 RuPaul’s Drag Race, hem izleyiciye hem de yarışmacılara drag’in geçmişini öğretmeye kararlı. Bunu da ders verir gibi yapmıyor, yarışmalar üzerinden aktarıyor. Mesela her bölümde, Paris is Burning’de anlatılan balolardaki gibi belirli temalar sunuluyor ve yarışmacıların bu temalara uygun olarak hazırlanmaları bekleniyor.Temalar ise her seferinde değişiyor: yarışmacılar bazen ciddi bir iş kadını gibi giyiniyor, bazen de fütüristik bir “drag queen” kılığına giriyorlar. Geçmişten günümüze, popüler kültürün ünlü kadınlarının taklitlerinin yapıldığı “Snatch Game” gibi bazı sabit yarışmalar da var; bu bölümlerde ünlülerle fiziksel benzerlik yakalamak önemli ama inandırıcı bir performans ve komedi yeteneği de kazananın belirlenmesinde önemli birer kriter. Değerlendirme sırasında ise dört konu üzerine vurgu yapılıyor: “Karizma, özgünlük, cesaret ve yetenek”. Kıyafet ve makyajlar, drag’in doğası gereği yarışmada öncelikli olsa da (yarışmanın büyük bir bölümünde yarışmacıların kıyafetlerini kendilerinin diktiğini belirtelim); espri yeteneği, oyunculuk ABD’de VH1 kanalında yayınlanan RuPaul’s Drag Race, tüm önyargıları yıkıp geçmeye kararlı bir yarışma. Hem sadece toplumdaki cinsiyet kavramları değil söz konusu olan... Ana akım medyanın ‘reality show’ ve yarışma formatlarını da kendi kurallarıyla yeniden uyarlayan ve 10 sezon boyunca, dünyanın dört bir yanından yüz binlerce izleyiciyi peşine takan bir program var karşımızda. ve şarkı söyleme gerektiren yarışmalardaki sahne performansları da bu dört kritere göre değerlendiriliyor. Yarışmanın belki de bu kadar çok sevilmesinin nedenlerinden biri bu: kriterler hiç değişmediği için izlediğiniz her bölümde kazananın kim olacağını aşağı yukarı tahmin edebiliyorsunuz. Ana akım yarışmalardan alıştığımızın aksine, burada duygusal kararlara yer yok. Ağlayana veya en çok sesi çıkana prim verilen yarışmalardan değil “RuPaul’s Drag Race”. Hatta çoğu zaman bu tarz yarışmacılara RuPaul’un burun kıvıran bir ifadeyle baktığını bile görebilirsiniz. Neticede bu yarışmada kimse diğerlerine göre daha ayrıcalıklı veya kolay bir geçmişe sahip değil. Drag’in tüm çocukları RuPaul ve ekibi, yarışmacıları seçerken de ince eleyip sık dokuyor. ABD’nin dört bir yanından drag queen’ler, videolarını yollayarak yarışmaya başvuruyorlar. Deneyimli olup olmadıkları, yarışmacıları seçerken önemli bir kriter değil; az önce saydığımız dört özellik (karizma, özgünlük, cesaret ve yetenek) bu aşamada da belirleyici. Haliyle, altıncı sezonda yarışan Bianca del Rio gibi hem yerel sahnede hem de dünya çapında ses getiren drag queen’ler de yarışmada yer alabiliyor; son sezonda izlediğimiz Aquaria gibi henüz 21 yaşındaki genç yetenekler de... Yarışmada ayrıca, tüm stillerdeki drag queen’lere yer var. 70’li yıllarda drag queen’ler arasında başlayan güzellik yarışmalarının geleneklerini takip eden, fiziksel olarak kusursuz ve gösterişli olmaya özen gösteren drag queen’ler ile tüm güzellik normlarını reddeden, gotik veya korkutucu olmayı tercih eden antiqueen’ler bir arada yarışabiliyor. Tabii, yarışmacılar arasında stiller konusunda ciddi tartışmalar dönse de bu farklılığın kazananın belirlenmesinde hiçbir etkisi yok. Ana akım medyanın tam ortasında On sene önce, ABD’de yayın yapan LGBTİ kanalı Logo TV’de başlamıştı RuPaul’s Drag Race. Önce sadece LGBTİ toplulukları tarafından takip edilen yarışma, giderek büyüyen sosyal medyanın da etkisiyle izleyici kitlesini genişletti ve geçtiğimiz yıl, yani dokuzuncu sezonunda, uluslararası yayın yapan VH1’a transfer oldu; üstüne bir de sekiz ka tegoride aday gösterildiği Emmy Ödülleri’nde üç ödül kazandı. Böylelikle artık ana akım medya da son hız ilerlediğini resmen kanıtlamış oldu. Bunlar sizin için yeterli değilse birkaç bilgi daha ekleyelim: Yarışmaya katılan drag queen’lere duyulan hayranlık o kadar büyük ki 2015 yılından bu yana, yine RuPaul önderliğinde bir drag fuarı düzenleniyor: RuPaul’s Drag Con. Ziyaretçilerin, hayran oldukları drag queen’lerle bir araya gelebildiği, imza günlerinin ve panellerin düzenlendiği bu fuar, biri New York, diğeri Los Angeles’ta olmak üzere yılda iki kere düzenleniyor ve evet, her seferinde binlerce kişi tarafından ziyaret ediliyor. Eski yarışmacılara duyulan bu ilgi, yan bir prodüksiyonun ortaya çıkmasında da etkili olmuş. RuPaul’s Drag Race All Stars adlı bu prodüksiyonda, önceki sezonlarda yarışmış, birinci olamamış olsa da yarışma sonrasında da izleyicilerin yakından takip ettiği drag queen’ler kozlarını paylaşıyor. “Yan prodüksiyon” dediğimize bakmayın; bu yıl üçüncüsü yayımlanan All Stars, yarışmacıları artık sosyal medya da on binlerce takipçiye sahip olduğu için, asıl yarışmanın kendisi kadar ses getirdi. Drag, bir eğlencedir Dünyaca ünlü isimlerin de hayranları arasında olduğu (hatta Olivia NewtonJohn’dan Dita Von Teese’e, pek çoğunun konuk jüri olarak katıldığı) RuPaul’s Drag Race, sahne arkası hazırlıklarından performanslara, eğlence dünyasını en ham ve renkli haliyle seyirciye sunuyor. “Drag, bir eğlencedir” diyerek yarışmacıları sık sık yaptıkları işten keyif almaya ve bizzat eğlenmeye davet eden RuPaul, hem izleyiciyi hem de yarışmacıları hafif, nüktedan ve ışıltılı bir dünyanın içine çekiyor. Fakat asla LGBTİ dünyasının yaşadığı zorlukları unutmadan, unutturmadan... Her bölümde, sahne öncesi hazırlıkları sırasında tüm yarışmacılar erkek kimlikleriyle karşımıza çıkıyor. RuPaul da, onlara yaptıkları işlerle ilgili yorumlarda bulunmak ve hangi temalarda yarışacaklarını söylemek için yanlarına uğradığında takım elbiseleriyle birlikte erkek kimliğini de üzerine geçiriyor. Bu anlarda “gerçek hayat”a dönülüyor: herkes kendi hikâyesini paylaşıyor, duygusal ortaklıklar kuruluyor ve karşılıklı cesaretlendirmeler üzerinden güçlü bir dayanışma yaratılıyor. Sahne egosunun ve rekabetin olduğu yerde tartışmalar kaçınılmaz elbette ama RuPaul bunları teşvik etmek yerine, birbirini sevmek ve her daim iyi olanı keşfetmek üzerine verdiği yerinde ve dozunda mesajlarla bu dayanışma hissini daha da güçlendiriyor. RuPaul’s Drag Race’in kendi çapında bir imparatorluğa dönüşmesinin sebebi de bu olsa gerek. Tam ortasında durduğu şov dünyasının tüm sahteliklerine karşı, onca peruğa ve makyaja rağmen sahici olmayı başarabilmesi. Ve elbette, yanına yaklaşan tüm önyargıları bolca kahkaha ve eğlence eşliğinde tek hamlede silivermesi... Ana akım medya da RuPaul’un şu vecizesini daha yüksek sesle duyacağımız günler yakın: “Eğer sen kendini sevemezsen, başkalarını nasıl sevebilirsin ki?” MÜJDE YAZICI ERGİN Beyonce ve Jay Z çifti, Louvre Müzesi videolarını geçen hafta yayımladılar Müzik Siyah beyaz bir aşk hikâyesi Müzelerde sanat eserlerinin deforme olmamaları, renk değişimine uğramamaları gibi onlarca konu için nem ve sıcaklık kontrolü, ziyaretçi sayısı ayarı vs. yapılırken “Amerikan müzik imparatorluğu” Beyonce ve Jay Z çifti, dansçılarıyla Louvre Müzesi’ne baskın yaptıkları videolarını geçen hafta ansızın yayımladılar. Çift, muhtemelen hiç kimsenin Louvre Müzesi’ne sokamayacağı kapasitede prodüksiyon ve dansçı ekibini müzeye sokarak çektikleri klipleriyle endüstrinin en büyüğü olduklarını kanıtlamak isterken aynı zamanda bu mekân seçimleriyle de Mona Lisa tablosu kadar değerliyiz mesajı veriyor. Beyonce ve Jay Z gibi iki popüler figürün Las Vegas’ta bir otel suitinde değil, Fransa’da Louvre Müzesi’nde Mona Lisa tablolu video çekmesi metafor ve zekâ dolu bir fikir. Klip, beyaz sanat tarihi içinde adeta siyahi bir manifesto!.. Dünyanın en etkili insanlarından biri Obama ile olan dostlukları, Beyonce’nin Time dergisince dünyanın en etkili isimlerinden biri seçilmesi, Jay Z’nin her zaman en çok kazanan hiphopçulardan biri olmasıyla bilinen çift, müzede çekilen “Apesh**t” şarkısının videosunu ve bu şarkının da olduğu ilk düet albümleri “Everything is Love”ı aynı gece dijital platformlardan pat diye Beyonce ve Jay Z çifti, Louvre Müzesi’ndeki videolarında “Mona Lisa tablosu kadar değerliyiz” mesajı veriyorlar. paylaştılar. “Everything is Love”, çiftin ilk düet albümü olmasının yanı sıra BeyonceJay Z ikilisinin yeniden bir arada olma, uzlaşma albümü sayılabilir. Çünkü albümleriyle şahsi pembe dizilerini çeken çift, özel hayatlarını da müzik hayatlarına entegre etmiş durumda. Jay Z, Beyonce’yi yıllarca aldattığını tüm dünyaya itiraf etmiş; Beyonce iki yıl ön Beyonce ve Jay Z gibi iki dev popüler figürün Las Vegas’ta bir otel suitinde değil de Louvre Müzesi’nde Mona Lisa tablolu video çekmesi metaforlarla dolu bir eylem. Klip, beyaz sanat tarihi içinde adeta siyahi bir manifesto. ce ‘Lemonade’ albümüyle erkek egemen dünyaya meydan okumuş, Jay Z de geçen yıl “4:44” adlı albümünü yayımlamıştı. Bu yıl ise iktidar ikilisi, gerçek ismi Shawn Carter olan Jay Z’nin soyadını vermesiyle “The Carters” ismiyle, birlikte geri döndü. Beyonce aldatılan kadın imajını, lüks ve gösteriş merakı nedeniyle pek de güvenilir gelmeyen feminist duruşuyla kamufle etmeye çalışırken Jay Z, kendisinin dahi önüne geçmemek için video boyunca 7 bin yıllık sanat eserlerinin önünde ifadesiz bir şekilde öylece duruyor. Müzedeki tek siyahi kadın tablosu The Carters’ın “Apesh**t” videosunda dikkat çeken tablolardan biri Louvre’de yer alan az sayıdaki kadın ressamlardan MarieGuillemine Benoist imzalı “Portrait of a Black Woman (Negress)”. Bu, müzede yer alan tablolar içinde ayrıca siyahi biri nin resmedildiği tek tablo. Tabloda baskılara boyun eğmeyen siyahi bir kadın resmediliyor ve bu, “The Carters” için paha biçilmez bir mesaj aracı. Zafer ve iktidarı temsil eden “Semadirek Kanatlı Zafe ri” heykelinin de videoda sıkça görülmesi pek tabii ki rastlantı değil. “Napolyon’un Taç Giyme Töre ni” tablosu da müzede bir başka önem taşıyan eser lerden biri ve Beyonce kusursuz fiziğe sahip kadın dansçılarıyla Notre Dame Katedrali’nde düzenle nen taç giyme töreninde Napolyon’un eşine taç giy dirdiği anı resmeden tablonun önünde dans ediyor. Ve işte yine çok güçlü bir kudret temsili daha!.. Kudret ve statü kutlayan yeni albümleriyle Be yonce ve Jay Z, elit sanat çevrelerinde poz verir ken esasen etnik azınlıklara ışık götürmek istiyor. Beyonce özel, kapalı konserler için 3 milyon dolar lar kazanıyor. Jay Z, Amerika’daki polis şiddetine karşı örgütlere milyon dolarlar veriyor. Ortada pa ranın, gücün ve şöhretin göz kamaştırdığı dünya larında, geri kalan herkese meydan okuyan bir çift var. Ulaşılabilir olunan gücün büyüklüğü karşısında “The Carters”ın albüm tanıtım görseli seçimi ise ol dukça sade. İkilinin siyahi dansçılarından biri diğe rinin saçlarını tarıyor. “Pornografik” derecede güç lü bir çiftin, yeniden bir araya dönüşünü tüm o gör kemin yanında bu şefkat fotoğrafı temsil ediyor. Eninde sonunda “onlar da insan” hissini en çok bu görsel veriyor. ([email protected]) C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear