25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

SAYFA 8 7 OCAK 2018, PAZAR Müzik MÜJDE YAZICI ERGİN Avrupa’da pişti, O Ses Türkiye’de pişkinleşti... Hadisesiz bir kariyer masalı Fotoğraflar, imajlar bizim onlara yüklediğimiz anlamlardan ibarettir. ‘O Ses Türkiye’ yarışması da öyle... Görünen yönüyle müzik yarışması, fakat asıl içerik “Acun köşeyi döndü; jüri ve talih size neden dönmesin?!” Rating ve SMS avcısı bu müzikli oyunun başrol oyuncularıysa Acun Ilıcalı ve üstün bir ticari zekâyla seçilmiş beraberindeki dört jüri üyesi. Murat Boz, her zaman aşırı centilmen haliyle stüdyodaki tüm kızlara her konuda kibarlık edebilecek güçte. Arada sırada seyircilerin içindeki teyzelerin elini öpebilmesi ise büyük artısı. Gökhan Özoğuz, ailemizin yaramaz çocuğu... Bazı aşırılıkları sadece o yapabiliyor. Hem seyircinin (ekran başındaki teyzelerin) gözünde de bir sürü dövmesi olan ve herkese göre farklı giyinen biri. Ne yapsa yeridir! Hadise ise programda seksi kıyafetler giyme, seksi göndermeler yapma vizesi olan tek kadın. Belçika doğumlu olduğu ve 5 dil bildiği için ise yabancı şarkılar ondan soruluyor. Yarışmacılardan biri yabancı şarkı söylüyorsa kamera hemen düşünen Hadise’ye zoom yapıyor. Yıldız Tilbe’nin ise zaten deli pasaportu var. Belçikalı Türk kızı Bir işi ne kadar kaliteli yaptığın değil; kiminle aynı fotoğrafta olduğunun önemli olduğu çağımızda Hadise, Acun tayfasının en önemli karakterlerinden biri. Aslen Sivaslı ve 22 Ekim 1985 doğumlu. Şu anda 32 yaşında olan Hadise, son 7 yıldır ‘O Ses Türkiye’nin jüri koltuğunda oturuyor. Yarışmanın yabancı muadillerindeki jüri üyelerine bakıldığında 20’li yaşlarında böyle bir yarışmaya jüri olup yıllarca sürdüren, bir nevi memuriyet garantisiyle müzik hayatını tabiri caizse arka plana atmış başka bir müzisyen yok. Hadise, 2005 yılında yayımladığı ‘Sweat’ albümündeki ‘Stir Me Up’ adlı parçasıyla İngilizce şarkı söyleyen ‘Belçikalı Türk kızı’ olarak tanınmış ve belli bir kitle tarafından sevilmişti. 17 yaşında Soul, Rythm&Blues tarzına yeteneği, güzelliği ve seksiliği Hadise’ye yetmedi. Şarkı sözleri hâlâ atarlı, tutarsız, yer yer erotik içerikler barındırsa da o, bir noktadan sonra ailemizin kızı olmaya karar verdi. Belçika’daki ses yarışması ‘Idol’e katılmış olması da milli gurur olarak kendisine artı puan getirmişti. Fakat nedense Avrupa kültürüyle büyümüş olması, soul, R&B, blues diline olan yeteneği, güzel ve seksi olması Hadise’ye yetmedi. Finalde İngilizce şarkı söylemeyi bırakıp Türkiye’deki pop endüstrisinin en ticarileşmiş sound’larını kullandı. Şarkı sözleri ise yine yeni dünyanın atarlı, tutarsız, kindar, gaddar tavrını kullanan yer yer erotik içerikler barındırsa da Hadise galiba bir noktadan sonra ailemizin kızı olmaya karar verdi. “Hadi deli oğlan, hadi belime dolan. Hele bir öp bakalım kızı dudağından” diyen Ha ri garantörlüğü, belki de hiç hata yapmayan sıkıcı bir popstar yaptı. Türkiye’de starlar efendilikle de tanımlanır. Dünyanın hiçbir yerinde bir popstarın ‘efendi’ olması beklenmez. Yıllar önce canlı yayında “Çişim geldi” dedi diye topa tutulan Tarkan’ı yıllar sonra “Çocuk istiyorum” diyerek evlendiren yine bu toplumdur. Böyle şeyler Türkiye’de olur. Türkiye hassas toplumsal değerleriyle herkese olduğu gibi popstarlara da basınç yapıyor olabilir fakat Hadise gibi bir yeteneğe, donanıma sahip bir pop yıldızının halen Britney dise “Evlenmeliyiz biz hem de bu sene” de dedi. Türkiye’nin toplumsal hassasiyetlerini koruyan şarkılarından birinde “Özgürlüğüme gölgeyi hakaret sayarım” dedi fakat özgürlüğü de “Prensesler gibiydim ben baba evinde” diyerek tanımladı ve Türk aile yapısına saygı duruşu gösterdi. Her yıl yeni bir şar kı, yeni bir imaj, yeni bir video ile müzik piyasasını zorlayan Hadise’yi jü Spears’tan video klip fikri çalma (Sıfır Tolerans), Beyonce’den kostüm kopyalama derdinde olması üzücü. ‘O Ses Türkiye’nin ilk yıllarında verdiği bir röportajda “O Ses, kendim gibi olma konusunda beni rahatlattı. Her işte kendini bu kadar açabilmek kolay değil” diyen Hadise, bir yandan sanki jürilikten gelen ekonomiyle kız kardeşlerinin de yardımıyla kendine kabul gö rür, geçerli bir ‘ambalaj’ hazırladı, bunu sürdürüyor ve özellikle risk almıyor. Artık Belçikalı değil Sivaslı Mesela bir dönem vergisini Belçika’da ödediği için çokça eleştirilen Hadise, kendisine Avrupa köklerinin çok şey kattığını bildiği halde bir röportajında şunları söylemek zorunda kalıyor: “Ben seçecek olsam tabii ki burada doğmak isterdim açıkçası. Çünkü insan toprağını özlüyor. Ne olursa olsun, ister Afrika’da doğmuş olsam da benim yerim, benim vatanım burası. Bu yüzden ben hiç kendimi şöyle hissetmiyorum. Ben oradan kalktım buraya geldim. Sanki ben hep buradaymışım gibi ama yanlış yerdeymişim gibi hissediyordum açıkçası.” Finalde “I Will Always Love You”yu çok güzel söyleyen Hadise’nin, Whitney Houston gibi Beverly Hills’te bir otel küvetinde ölü bulunmasını tabii ki istemeyiz ama sadece Türkiye’nin kodlarına göre hareket etmesi Hadise’yi renksiz bir karakter yapıyor. Özetle, kliplerinde hayli cüretkâr olan Hadise, bu cesaretli tavrı tüm hayatına yayamıyor. Son videosu fazla erotik bulundu diye bu aralar “Mülteci çocuk evlatlık edinebilirim” diye röportajlar veriyor. 2009 yılında Eurovision’da Türkiye’yi temsil eden Hadise, 2012 yılında yaptığı “Biz Burdayız” tarzı riskli denemeler yapsa hoş olabilir. Avrupa’da yetişmiş olması nedeniyle Türkiye’deki kadın popstarlara göre vizyon sahibi biri. Demet Akalın gibi her an gündemde olma çabasına girmemesi farkını ortaya koyuyor fakat Avrupa’dan gelen Hadise’yi bağımsız bir film festivalinde veya bienalde de göremiyoruz. Vizyonu burada Belçikalı değil bir anda Sivaslı oluveriyor. Öyle ya da böyle uzaktan bakıldığında Hadise, güzel yeteneklere sahip güzel bir insan. Gerçek manada ‘vizyonsuz’ bir gurbetçi olmadığı ve Avrupalı zihniyeti olduğu için yakından bakıldığında ise asıl potansiyelini kullanamayan bir hadise. Onunki kendi seçimiyle hadisesiz bir kariyer masalı! Ekmeğinden Sofra olan insanlık Ahu Somay Oktay Akbal’ı anmadan ekmek üzerine konuşabilmek mümkün mü? Sadece ekmeği değil, onun temsil ettiği tüm kültürel ve düşünsel dünyayı “Önce ekmekler bozuldu” gibi çarpıcı bir başlıkla anlatan Akbal, kendi deyişiyle, kitabının 1940’lı yılların savaş günlerinin bir belgesel anısı sayılması istediğini söylemişti. Akbal acaba bugünün “yorgun” ekmeğini görseydi ne düşünürdü? Ekmeği çeşitlendirdik, eleştiri nesnesi yaptık, onu nasıl tüketeceğimizi, ondan neden imtina etmemiz gerektiğini anlatanlara kulak verdik... Her gün ekmeği tartışıyoruz! Ekmeğin doyurucu özelliğini, en kıymetlilerimizin, çocuklarımızın temel gıdası olduğunu, salt karın doyurma amacıyla tüketildiği zamanlarda bile yemek kültürümüzün sembolik bir mirasçısı olduğunu unuttuk. 1950’lerde kentleşme süreciyle başlayan 1980 sonrası dönemde küreselleşmenin de etkisiyle hızla çözülen toplumda bu iki olgu ile neoliberal politikalar arasındaki ilişki ekmek için de zorluklar yarattı. Özel sektör merkezli politikalarla artan yoksulluk, mutfakları ve beslenme pratiklerini etkiledi. Tüm bu karmaşada “ekmeğine sahip çıkma” becerisi yitirildi. Bu süreçte ekmek, kelimenin gerçek anlamında bozuldu. Tahıllar rafine edildi, buğday melezleştirildi ve böylece ekmeğin glüten oranı arttı. Glüten hassasiyeti görülmeye başladı. Farklı tahıllar melezlendi, “doğa mucizeleri” yaratıldı. Fakat ne olursa olsun, kokusuyla, sıcaklığıyla, gevrekliğiyle kısaca duyusal ve duygusal özellikleriyle de belleklerimizde yer etmiş ekmeğe dönüş yapılması her açıdan kaçınılmazdı. Beslenme öğünlerinin düzensizleştiği, kişileri kolay hazırlanan ayaküstü yenebilecek gıdalara yönlendiren kent yaşamı yapacağını yaptı ve ekmeği yeniden düşünmeye, dönüştürmeye başladık. Fırınlardaki ekmekler yetmez oldu, unlu mamullere ağırlık verildi. Zaten fırıncılık bir meslek olarak iktisadi ve kültürel anlamda önemini çoktan yitirmişti. Geçmişte göç edilen şehre bir tutunma olanağı sağlayan fırıncılık cazip olmaktan çıktı. Göç alan bölgelerde reel politikaların eksikliği nedeniyle büyük şehirlere fırıncı olarak çalışmaya gelen göçmenler dezavantajlı duruma düştü. Ustaçırak eğitimiyle öğrenilen fırıncılık, başta hizmet sektörü olmak üzere başka sektörlerde iş bulunduğunda kolaylıkla vazgeçilen bir meslek haline geldi. Ekmekteki değişim sadece kamusal alanda her zaman daha fazla görünür olan fırıncı erkeği değil, kadını da etkiledi. Kırsal hayatta ekmeğini üreten ve bir sofra etrafında ailesine paylaştıran kadın kent yaşamında sokakta, ekmeğin peşindeydi. Hem çalışmaya başladı, hem de aslanın ağzında olan ekmeği, eşi ve çocukları için seç meye çalıştı. Devlet politikalarının güvencesizliğinden istifade eden gıda endüstrisinin büyük sermaye grupları perakendeciliğe el attı, “vitaminli” ekmekler üretti, ekmek arası gıdalar kaçınılmaz hale geldi. Derken organik tarımla birlikte “organik ekmek”lerle tanışıldı. Bu kadar fazla ekmek içerisinde gün geçtikçe artan bir israfı da gözlemlemeye başladık. Bir zamanlar güçlü bir toplumsal dayanışmanın, aile dirliğinin idamesinin, hayatları sarıp sarmalayan belirsizliklerin müsekkini olan ekmek de kente uydu böylece. Ama “kır”ı unut(tur)madan!.. Çünkü kır unutulursa “modern” ekmekler “bugün” nasıl satılırdı?! İncecik dilimler halinde plastik poşetlerde paketlense dahi köy ekmeğimiz çok tahıllı içeriğiyle bize süpermarketlerden ulaşmak zorundaydı!.. Her ne olursa olsun, ne yapılırsa yapılsın, bugün, iyi niyetli bazı çabalar dışında, sağlıklı ekmeğe ulaşmak mümkün görünmüyor. İyi ekmek söz konusu olduğunda ise, alım gücünü zorlayan alternatifler öne çıkıyor. C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear