Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
2 18 OCAK 2015 / SAYI 1504 Barış elçiliği babadan miras Sait Özşanlı (sağda) 2005’te Diyarbakır’da aralarında yüzyıllardır süren kan davasını bitirmek için bir araya gelen iki aşiret lideriyle birlikte. Metin Özşanlı 195 barış gerçekleştirmiş. Sait Özşanlı ismini Türkiye’ye ezberleten asıl mesleği kasaplık değildi. Diyarbakır’da mütevazı kasap dükkânında ailesinin iaşesini sağlayan Sait Özşanlı, bölgede yürüttüğü gönüllü barış elçiliği göreviyle pek çok aşiretin, ailenin ve husumetli kişilerin korkusuzca yaşama özgürlüğünü sağladı. Birkaç yıl önce ölen Sait Özşanlı’nın bu görevini şimdi büyük oğlu Metin Özşanlı devraldı. 850 barışla binlerce gencin hayatını kurtardı. “Barış yapmak isteyen insan gerçekten cesur olmalı” diyor oğul Özşanlı, “Affeden de cesurdur. O annenin yüceliğini, büyüklüğünü düşünün ki, affediyor. Biz en büyük desteği annelerden alıyoruz. Ülkemizdeki barışı da anneler yapacak zaten.” ilk gittiği barıştırmada babasının Sait Özşanlı. Amcası, tarlasına girdi aileleri ikna etmek için yalvarmasına, diye ineğinin kuyruğunu kesen el öpmesine bozuluyor. Serde komşuyu öldürdüğünde, daha gençlik var, bir yaşamın ne kadar çocukluk yıllarını yeni bitiriyor. da kıymetli olduğunu bilmiyor Göçle ilk tanışması da böyle henüz. Belki de ondan, şimdi oluyor. O gece 17 ev; babası ve kendi bir barışı sağladığında hep onun üç kardeşi çoluk çocuklarını babasının bu sahnesi geliyor toplayıp köyü terk ediyor. Oysa gözüne. “Babama hayret ettim. manifaturacılık yapan varlıklı bir ESRA 13.00’ten 19.30’a kadar Kuran’dan, aileler, ama hayatta kalabilmek AÇIKGÖZ peygamberimizden, İslam ve için her şeye sıfırdan başlıyorlar. toplum hukukundan, Anayasadan Bu kaçış onları Muş Malazgirt’e örnekler veriyor. Adamın elini öpüyor, ayağına sürüklüyor. Sait Özşanlı’nın, erkek kardeşleriyle eğiliyor. Bunları görünce sıkıldım. Babam karanlık odalarda saklanıp kollandıkları anlamış, çıkınca, ‘sen sıkıldın’ dedi, ‘ama bir can zamanlar bunlar. Okula gitmeleri bile mümkün kurtarmanın, bir annenin yüreğinin sevinmesinin olmuyor. Sadece onlar da değil, onlar büyüyüp ne kadar kutsal olduğunu büyüyünce anlarsın, evleniyor, çoluk çocuğa karışıyor, ama oğlum. Şimdi gençsin, bunu gurur yapıyorsun, çocukları için de aynı kaygı sürüyor. Metin ama bir can kurtarmak için bin kere el, ayak Özşanlı babasının o kaygısını hâlâ hatırlıyor: öperim’. Komiteyi ben devralınca çok ayak, el “1966 doğumluyum ben. Çocukken okula öptüm. Yalvardım. Annenin gözündeki sevinci, gelip gitmemiz bile sıkıntıydı. Yabancı birinin gençlerin yaşam ışığını, yaşlıların sıkıntısının arabasına binmeyin diye tembihliyorlardı ortadan kalktığını görünce babama hak verdim. hep. Sonra babam, 1973’te daha Muş O an ne bir barış için 2930 kere git gel yaptığın Malazgirt’teyken insanları barıştırmaya başladı. kalıyor akılda, ne yorgunluk ”. Kendini bu işe vakfetti. Barış yaptığı zaman çok mutlu oluyordu.” Yöre büyüklerinin, müftülerinin araya Barış cesaret ister girmesiyle, bu mutluluğu 1982’de, bir de barıştırılan olarak yaşıyor Özşanlı. “Dava Babasının cenazesine her görüşten, yaştan barışla sonuçlanınca babam feraha kavuştu. yüzbinlerce insanın katıldığını görünce, bu Okuyan okuyabildi, herkes işe korkusuz misyon devam ettirilmeli diye düşünüyor. gitti. Çocukken yaşadım, ama inanın çok zor Babasının arkadaşları da bayrağı devralması bir şey” diye anlatıyor o günleri oğlu Metin. için ısrar edince komite başkanı oluyor. İşin Memleketlerine, Diyarbakır’a döndükten zorluğunu da o zaman anlıyor, “Annenin sonra babası daha da ağırlık veriyor barış gözüne bakıyorsun, ciğeri, içi yanmış. Yıllarca işlerine. Aslında o zamanlarda babasını çok büyüttüğü oğlunu tam anlamıyla hiç pahasına da anlamıyor Metin Özşanlı. Hatta, 1995’te yitirmiş, torunları öksüz kalmış ve sen o anneye affet diyorsun. Ben ezilip büzülmüştüm ilk zamanda. Sonra babamın cesareti aklıma geldi. Barış yapmak isteyen insan gerçekten cesur olmalı. Affeden de cesurdur. O annenin yüceliğini, büyüklüğünü düşünün ki, affediyor. Biz en büyük desteği annelerden alıyoruz. Ülkemizdeki barışı da anneler yapacak zaten”. 2009’dan beri 93’ü kan davası olmak üzere 195 barış yapmış Metin Özşanlı. Üstelik bunlardan hiçbiri de bozulmamış. İşin sırrını, temeli sağlam tutmak olarak anlatıyor. Ailenin ileri geleninden çocuklarına kadar hepsini barışa katıyor, hepsinin onayını alıyor. Sonra Kuran üzerine söz verdiriyor. “Bir de karşılıksız, sırf Allah rızası için yapıyoruz” diyor, “Siyasi görüşümüz yok; AKP’li de, CHP’li de, BDP’li de geliyor. O güven var. Zaten babamın adını söylediğimde yüzde 70 halloluyor. Her barışta babamın ruhuna Fatiha okuyorlar. Onları duyunca babamın beni izlediğini hissediyorum. O an içimde ışıklar saçıyor. Babamı hissediyorum oralarda”. Görünen isim Metin Özşanlı olsa da, diğer kardeşleri de işleri yöneterek, babalarından kalan mülklerin kiralarını barış komitesine aktararak yardımcı oluyorlar barışa. Bu bir işbölümü. Şimdi 22 yaşındaki oğlu Serdar da onunla birlikte gidiyor barıştırmalara. Halinden memnun. Hayatı öğreniyor. İnsanlara ikinci hayat şansı verilişini, onların gözündeki sevinci izleyip mutlu oluyor. Büyük sorumluluğun da farkında. Kulağında hep dedesinin öğüdü: “Hiçbir zaman parayla zengin olamazsın. Dostlarınla zengin olursun”. Olur da komite devam ederse, tabii asıl temennisi o zamana kadar bu tür durumların kalmaması, ama eğer devam ederse bu algı ona yol gösterecek. l D iyarbakır’ı bilenler için Sait Özşanlı adı rahmetle anılan bir isimdir. Aslında batıdakiler de çeşitli haberler vesilesiyle tanıştı bu isimle. Ama unutmuş olanlar ya da onu hiç tanımayanlar olabilir. Sait Özşanlı, bir barış elçisiydi. Kan davaları, kız kaçırma kavgaları, trafik kazalarından doğan husumetlerde ilk kapısı çalınan kişi oldu yıllarca. 650’si ölümle sonuçlanan kan davası olmak üzere tam 850 barış yaptı. Aşireti, aileyi, kişileri barıştırdı. 850 barışla, binlerce gencin hayatını kurtardı, binlerce annenin yüreğini yakacak ateşi engelledi. 2009’da dünyaya gözlerini kaparken işte bunun rahatlığı içindeydi. “Ben Sait Şanlı’yım, sıradan bir vatandaşım” diye başlıyor kendini anlatmaya Bayram Yaşlı’nın “Yeter Kan Akmasın” kitabında, “Yarın öldüğümde arkamda çocuklarıma bırakacağım öyle büyük servetim yok. Ancak Malazgirt’te başladığım ve sonrasında Diyarbakır’da devam ettiğim bu çalışmalar ile benim ülkeme ve bölge insanıma bıraktığım bir eserim var. O zaman Hacı Sait Şanlı’nın adı geçtiğinde insanlar arkamdan diyecekler ki, ‘Allah rahmet eylesin.’ İşte bu yeter bana. Bu dünyadan göçtükten sonra en büyük servetim bu olacak.” Öyle de oluyor. Sait Özşanlı aramızdan ayrıldı, ancak mirası hâlâ yaşatılıyor. Onun adına kurulan bir Barış komitesi hâlâ köy köy gezerek, aşiretleri, insanları barıştırmaya devam ediyor. “Sait Özşanlı Barış Komitesi”nin başkanlığınıysa büyük oğlu Metin Özşanlı yapıyor. O da babası gibi kasaplık ve besicilikle kazanıyor hayatını. Ama gelin hikâyeye en baştan başlayalım. 1942’de, Lice’de dünyaya gözlerini açıyor Metin Özşanlı: Gurur yapılınca ölümler yaşanıyor B ölgemizde en çok ölümler, arazi anlaşmazlıklarından dolayı, alacakverecek kavgasından oluyor. Kavga ettikten sonra taraflardan biri olay yerini terk etmeli. Gurur yapınca ikinci büyük olay başlıyor. Gittiğimiz olayların yüzde 80’i olay yerini terk etmemelerinden yaşanıyor. Maalesef bizim insanımız sert biraz. Adaletteki yerlerini bilmiyor. Maşa varken, ateşi elle alıyorlar. İki ay önce bir barıştırma yaptırdık mesela. Tam 57 çocuk ailelerin kavgaları yüzünden okulu bırakmak zorunda kalmış, köyden kaçmışlar, varlıktan yokluğa düşmüşler, çadırlarda yaşıyorlardı. Üstelik de bunların 12’si üniversite öğrencisi. Ne güzel okuyacak, mesleğini eline alacak çocuklar, ama okula gidemiyorlar. Aralarında Tuğba diye bir kız çocuğu vardı, göreceksiniz, gözlerinden zekâ fışkırıyor, ama okuyamıyordu bu durum yüzünden. Neyse barıştırdık aileleri. Çocuklar da kurtuldu. Anneler de. l İ ATAOL BEHRAMOĞLU 2014’ten şiir kitapları (2) ki hafta önceki yazımda şiirimizin yaşayan en önemli ve öncü ustası saydığım Özdemir İnce’nin yeni kitabının yanı sıra, Ergin Yıldızoğlu, Tuğrul Keskin, Haluk Şahin, Abdullah Nefes, Yücel Kayıran, Salih Bolat ve İbrahim Baştuğ’un 2014’te yayınlanan şiir kitaplarına elden geldiğince değinmiştim… Bu yazımla 2014 şiir turumu tamamlamak istiyorum… “Paris’te Kavalla Son Prelüd”ün şairi Âba Müslim Çelik gerçek bir ozanlık mayası taşıyan şairlerimizin başında gelenlerdendir. Şiirleri kadar kişiliği ve şiir üzerine yazıları da şairce, derinlikli ve ilgi çekicidir. Özlü, kısa dizeler, özgün sözcüklerle yazılmış, bir Güney Doğu ve Yılmaz Güney destanı… “Yağmur damlalarına mırıldanarak yazılmış” şiirler… (“Buğday Kokuyuşlu” adlı, inci tanesi gibi güzel ve değerli şiirden…) *** Dikkatsiz bir gözün “sarmaşık” diye okuyacağı “sarmaşk”ın yazarı Ünal Ersözlü, Otuz yılı aşan şiir serüveninde incelikli bir ustalığı sergiliyor. “Sarmaşk”a bir aşk şiirleri toplamı diyebiliriz. Duygusal aşk ve bedensel aşk bu şiirlerde gerçekten de sarmaşıyor birbiriyle, sarmaşk oluyor… Kitaba adını veren ilk şiirdeki şu giriş dizelerine bakın: “İzmir şehrinde, Alsancak’ta / Sonbahar, şefkatli hep yaza / Kitapçıda susuyorum sana / Masalsı yıldızlar aramızsa / İşte siyah bir inci öpücüğün / Manolya kokuyor yanağım / Çiçeklerce, güzel akıyorsun /” Ve şu Hayyamca dizeler: “Aşkından çıldırıyorum / Bedenin bedenimde / İşte ne ben kalıyorum / Ne de sen kendinde…” Hayır, bizim ülkemizde şiir ölmez! *** Şiirden epeydir uzak düşmüş görünürken “Gece / Şarkılar”la çıkagelen Melih Akoğul, bu sürede şiiri sadece içinde taşıyarak değil çalışarak da yaşadığını gösteriyor… Bizim kuşağımız o yıllarda (ve özellikle de öykünmeci, kötü örneklerine) ne kadar karşı çıkmış olsa da, İkinci Yeni şiir anlayışının dize işçiliği, farklı gerçekçiliği, metaforu öne çıkarışı şiirimizi çok derin etkiledi. “Karnesinde kırık bir aşkla” daha çok çocukluğunu dile getiren Merih Akoğul’un kitabında en sevdiğim şiirlerden, “Kuzey Şarkısı”ndan bir bölüm: “Sana Pragdan bir aşk getirdim / Kayıp oyuncak; / Harfi eksik bir rüzgâr / Mucize bir şapka gibi / İstediğin oyuncağın yerine” *** Geçen yıl yayınlanan şiir kitapları arasında, çok genç bir şairin, Figen Yılmaz’ın “Dünyaya İki Satır”ı da bulunuyor. “DenemelerŞiirler” alt başlığını taşıyan kitabı okumaya koyulduğunuzda Figen Yılmaz’ın dünyaya söylemek istediklerinin pek de iki satırla sınırlı olmadığını hemen anlıyorsunuz… Denemelerinde olduğu gibi şiirlerinde de düşünen bir şair bu.. Ve yeni şiirimizi olduğu kadar, klasik şiirimizi de iyi bildiği hemen anlaşılıyor.. Figen Yılmaz’ın özenle basılmış bu ilk kitapta ulaştığı ses, mecaz ve kavram dünyasını daha da yukarılara taşıyacağına inanıyorum. Şu dizeleri yazan genç şairden bunu beklemeye hakkımız var: “Çılgınca düşlerim var / Çılgınca fikirlerim / Varlıklayokluk arasındaki /O bilinmez çizgideyim…” *** Ve bu yazıda değineceğim en yaşlı şairin, 1939 doğumlu Yücel Çubukçu’nun “Aşka Rumuz”u... Öğretmenlik mesleğinden emekli olduktan birkaç yıl sonra memleketi Kadirli’ye taşınan sayın Çubukçu’nun bana orada imzaladığı toplu şiirler kitabı, hece ölçüsünü kalıplaşmadan içselleştirmiş, yöresel sözcükleri ustaca ve yerli yerinde kullanmayı bilen, şiire gerçekten gönül vermiş bir bilge şairin ürünleri… “Nisan” adlı şiirin şu dizeleri, yöresinin ölümsüz ozanı Karacaoğlan’la birlikt birlikte bir Orhan Veli tadı duyumsatmıyor mu… “Portakal altında vakit ikindi / Güneyden içime esinti indi. / Uzandım başımı keseğe koyup, / Tüm güzel duygular düşüme sindi / (….)Gönlüm bir şehzade atına bindi / Atım deh demeden birden yekindi. / Vardı bir güzelin gönlünü soyup,/Sıcacık bir öpücükle yetindi..” *** Evet, şiir ölmez Türkiye’de.. Ölmeyecek… Fakat raflarından şiir kitaplarını kovan, ya da bu alandaki yayınları yeterince dikkat ve özenle izlemeyen kitapevlerinin şiir sevgisizliği ve ilgisizliği üzüyor... l ataolb@yahoo.com C M Y B